@hakugu
|
🔳🔳🔳🔳
Yıldızı parlatmayı ve fikirlerinizi belirtmeyi unutmayın lütfen 🌟
Mükemmel editler, kesitler ve çizimler için sosyal medyada bizi takip edin 👇🏻
instagram ❤️ hakugu wat_profesyonel bbeyzasah hakugutayfa
🔳🔳🔳🔳🔳
Meriç Uysal
Bir kez olsun adaletin dışına çıkmamıştım hayatım boyunca. Kendime yapılan adaletsizlikten sonra varlığımı bu yola adamıştım. Fakat yaşadıkça adil olmanın çok farklı boyutlarda olduğunu görüyordum. İnsanlar kendi dünyalarına göre adaletli davranıyordu. Birine göre adil olan diğerinin hayatını karartıyordu. Biri için adil davranmak diğeri için çöp kadar önemsizdi. Hiç kimse aslında eşit değildi. Eşitiz, hepimiz insanız diye düşünsek de eşit değildik. Eğer eşit olsaydık, annem ve babam boşandığında ben halam yerine anneme giderdim. Ablam ve küçük erkek kardeşimi annem almışken ben neden halamlara verilmiştim? Babam bile almamıştı beni. Teoride babama verilmiştim ama o yeniden evlenip beni halamlara bırakmıştı. Mevzu sadece halam olsa sorun değildi, bu adaletsizliğe ortak olan birçok kişi vardı. Mesela, akşam yemeklerinde hep biraz daha az alırdım. Evin büyüğü eniştem işe gittiği için çok yemeliydi. Benden bir yaş büyük kuzenim okula gittiği için güzel yemeliydi. Benden küçük olan kuzenim küçük olduğu için çok beslenmeliydi. Halam ev işlerini yaptığı için yeterince yemeliydi. Ben? Ben sonra yesem de olurdu. Ne de olsa fazlalıktım, ne de olsa bir gün gidecektim mutlaka ve ev sahiplerine benden daha adil davranılmalıydı. Çünkü büyük bir fedakarlık göstererek beni aralarına almışlardı. Her şeyde böyleydi. Onlara daha adaletli davranılıyor, bana da adil olmam öğretiliyordu başkaları üzerinden.
Senelerce bir fazlalık gibi yaşadıktan sonra kendimi polis akademisinde bulmuştum. Adalet ve eşitliğin aynı olmadığını da o zaman net bir şekilde anlamıştım. Daha statülü ve zenginlere daha eşit davranılıyordu insan olarak. İnsanlar onların insan olduğunu daha çok anımsıyordu. Daha aşağı statüde ve fakir olanlarınsa genelde hakları çok da göz önünde bulundurulmuyordu. Çoğu defa insan oldukları unutuluyor, hatırladıklarında ise hakları çoktan çiğnenmiş oluyordu. Kendi ayaklarımın üstünde durmaya başladığım gün kendime bir söz verdim. Asla kimseden intikam almayacağım. Oysaki senelerce aynı ateşle yaşamıştım. Her gece mutlaka bir gün gidip anneme "Neden ben?" diye soracaktım. "Neden ablam ya da kardeşim değil de ben? Daha mı çirkindim, çok mu yaramazdım, hiç mi sevmedin beni? Erkek olduğum için olmadığını biliyorum çünkü küçük kardeşim de erkek, öyleyse neden ben?"
Boş koridorda yürürken kendimi parmaklıkların olduğu yerde buldum. Burası, ceza evlerine gönderilmeden önce suçluların bir süre kaldıkları yerdi. Farkında olmadan geldiğim hücrede ise Tuvana vardı. O tuhaf bir kadındı. Sağı solu belli olmayan tuhaf bir tipti. Yine de biraz bana benziyordu sanki. Kendi içindeki yalnızlığı dışarıya vuruyor ve etrafındakileri uzaklaştırarak güçlü biri gibi görünmeye çalışıyor. Geçmişi araştırdığımda tıpkı benim gibi iki kardeşinin annesine verildiğini Tuvana'nın ise babası tarafından alındığını ama sonra nedeni belirsiz bir şekilde yetimhaneye verildiği yazıyordu. İtalyan asıllı olduğu da geçiyordu ama geçmişini araştırdığımda İtalya ile bir bağlantısı yoktu. Sanki, sanki tıpkı benim gibi yaşadığı yerden kaçmak istermişçesine kendine yep yeni bir kimlik oluşturmuştu. Ayaklarım onun hücresinin önünde durduğunda gözlerim yavaşça onu aradı. Oradaydı. Tahta bankın üstünde öylece duruyordu.
"Bu kadar çabuk özleyeceğini düşünmemiştim doğrusu."
Bana bakmadan söylediği şey beni şaşırtmıştı ama göstermemeye çalıştım. Dizlerini karnına çekmiş boş duvara bakıyordu. Siyah saçlarını sol tarafına almış, makyajı hafif dağılmıştı. Dün onu hırpaladığım için kendimi suçlu hissediyordum. Başını çarptığım yer morarmıştı ve burnu kızarmış duruyordu.
"Burada hayat çok sıkıcı değil mi? Hep aynı şeyler. Çözümsüz davalar, yakalanan suçlular, buz gibi kodesler, sonra sil baştan bir kere daha. Sıkılmadın mı bu hayattan?"
Sırtımı hücresinin karşısındaki duvara yaslayıp kollarımı önümde bağladım ve başımı yere eğerek onu dinlemeye devam ettim. Neden dinlediğime dair hiçbir fikrim yoktu ama ayaklarım bir şekilde beni buraya getirmişti. O konuştukça kendimi hatırlıyordum. O konuştukça çocukluğum aklıma geliyordu. Otuz sene boyunca tek bir adil gün geçirmediğim bu dünyada onu dinledikçe tüm damarlarıma adalet dağılıyordu sanki.
"Tamam vicdan yapıyorsan anladık. Ama uzatma yani sorun değil, gidebilirsin. Kafam ilk defa çarpılmıyor. Daha kötülerini de yaşadım."
Dudaklarımı önümde toplayıp farkında olmadan bundan dolayı pişman olduğumu bir kere daha anladım. Suçlulara konuşmaları için şiddet uygulamak zorunda kalıyorduk çoğu defa ama Tuvana söyleyene dek bu konuda vicdanımın rahatsız olduğunu tam anlayamamıştım. Tıslayarak çıkan nefesim içimde biriktirdiğim huzursuzluk dolu hissi atmak içindi. Bunaltı ile derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım.
"Beni kendine benzettiğin için buradasın biliyorum. Anlayabiliyorum. Bana olan bakışların bile, sanki aynada kendini görürmüş gibi temkinli."
Gözlerimi açıp dudaklarımı ıslattım. Demek o da farkındaydı.
"Ama endişelenme, birbirimize benzer tek yanımız ikimizin de zavallı olması. Sen de en az benim kadar kendini köşeye sıkışmış hissediyorsun. Yoksa başka benzer bir yanımız yok, için rahat olsun."
Öyle miydi acaba? Zavallı olduğumu ilk defa kabullendim. Şöyle bir geçmişe baktığında çok isabetli bir açıklamaydı.
"Artık gidersen sevinirim, uyuyacağım."
Dizlerini indirip bana sırtını dönerek yattı. Daha fazla konuşmak istemiyordu anlaşılan. Onun bana bakmadığını anlayınca gözlerimi kaldırdım. Odası oldukça soğuk ve nemliydi. Tıpkı benim çocukluğumda kaldığım odaya benziyordu. Kuzenlerimin kendilerine ait odaları varken bana balkondan bozma köşeyi vermişlerdi. Onları suçlayamazdım, kendi annesi ve babası bile istemezken bana fazladan ne yapabilirlerdi ki? Yine de çocukluğumun tamamı dizlerimin soğuktan sızlayarak ağrıması ile geçmişti. Nemli ortama girdiğimde romatizmam kendini belli eder beni rahatsız ederdi. Sanki kendi çocukluğumu görürmüş gibi yumruklarımı sıktım iki yanımda. Daha iyi şartlarımız olsa daha iyi insanlar olur muyduk? Ben adaleti sağlamak için kendimi adasam da Tuvana'yı böyle çaresiz görmek beni sinirlendiriyordu. Biraz onu daha seyrettikten sonra kahvaltı yapmak için giriş kattaki kafeteryaya doğru yürümeye başladım.
🩸🩸🩸
Benden gerçekten hoşlanıyor musun?
Şu cümle zihnimde o kadar çok tekrar etti ki sanki benden bir parça gibi olmuştu. Bu bir soru cümlesiydi ve cevap verilmesi gerekiyordu. Fakat böyle bir soruya verecek bir cevabım olduğunu sanmıyordum. Kendi içimde, kendi kendime kabullensem bile şayet cevap verirsem Haris'le olan tüm bağım kesilecekmiş gibi hissediyordum. Eğer ondan hoşlandığımı itiraf edersem bir daha asla görüşemeyecekmişiz gibi hissediyordum. Eğer tek bir kelime bile edersem her şey bitecekmiş gibi hissediyorum. Bu öylesine kötü bir histi ki ömrüm boyunca cevap vermemeyi bile kabullenebilirdim. Haris beklenti ile bana bakarken tek kelime etmeden koşmaya başladım. Böyle bir şeyi beklemiyordu ve gafil avlandığı için daha ne olduğunu anlamadan ben çoktan sokağı bitirmiş, köşeyi dönmüştüm. Nefes nefese kalsam bile koşmaya devam ediyor sanki koşarsam ve çok hızlı olursam bu soruyu hiç duymamış olacağımı düşünüyordum. Peşimden gelmiyordu. Arada bir arkama dönüp baksam da gelmiyordu. Yine de durmadan koşup tamamen uzaklaşmayı diliyordum.
Koşarak geldiğim durakta çok beklemeden otobüs geldi ve ardıma bile bakmadan bindim. Kendime oturacak en arkada bir yer bulduğumda gidip oturdum ve camdan koştuğum yere baktım. Gelen yoktu. Yine de kendimi güvende hissetmiyordum. Mümkünse eve gidip odama çekilip kapıyı üstüme kilitlemeyi düşünüyordum. Ancak o zaman Haris bana bu soruyu soramaz ve benden cevap beklemezdi. Neyseki acele ile bindiğim otobüs de bizim evimizin olduğu durağa gidiyordu. Çok sürmedi on beş dakika sonra evin önünde inmiştim. Haris sanki hala beni takip ediyormuş gibi arkama bakmadan yürürken siteye giriş yaptım. Binaya girdim ve asansöre binmeden merdivenleri çıkarak dairemizin önüne geldim. Saat çok erken olduğu için zile basmak yerine kendi anahtarımı kullanıp sessizce içeri girdim. Ayak uçlarımda yürüyerek odama girdiğimde nihayet derin bir nefes aldım. Daha bitmemişti. Telefonumu çıkarıp uçak moduna aldım, öncesinde Emre ve Onur'a evde dinlendiğime dair bir bilgilendirme mesajı göndermeyi de ihmal etmedim. Şimdi tamamdı işte. Şimdi herkesten ve her şeyden uzaktım. Şimdi bu soru asla gelmeyecek ve cevap da beklenmeyecekti. Öyle bir kaçıştı ki bu, kendimden bile kaçıyordum. Biraz önce olan bu şeyi unutmak için başımı sıcak suya sokmanın güzel bir fikir olduğunu düşündüm. Kaç gündür rahat bir duş alamamıştım hem. Üniformamı çıkarıp kirli sepetine attım. Çoraplarımı da çıkardığımda iç çamaşırlarımla kalmıştım. Askıdaki bornozu alıp odamdan çıktım ve aynı sessizlikle banyoya girdim. Küvet sıcak suyla dolarken aklım hala aynı sorudaydı.
Benden gerçekten hoşlanıyor musun?
Bu nasıl bir soruydu? İnsan benden hoşlanıyor musun diye sorar, benden hoşlanıyormuşsun diye sorar ama bu nasıl bir soru? Sanki gerçekliğine inanmaz gibi. Belki de öyle. İnanamıyordur. Neden ki? Pelin ile olan kısa ilişkilerinden dolayı başka biri ile olmayacağını anlamış olmamı mı umuyordu yoksa benim gibi birinin kendinden hoşlanıyor olmasına mı anlam veremiyordu? Çelişkilerle dolu olan cevaplar aklımı doldururken küvet dolmuştu. Suyu kapatıp iç çamaşırlarımı da çıkarıp içine girdiğimde tüm kötü hislerin su ile akıp gittiğini hissettim bir an için. Sıcak su öyle güzel hissettirmişti ki gözlerimi kapatıp mayışmaktan kendimi alıkoyamadım. Hatta devamında derin bir nefes alıp iyice içine kaydım ve başımı da suyun içine soktum. Kapalı gözlerim su altında olduğumu unuttururken, sıcak suyun aklımdaki düşünceleri de alıp götürmesini diliyordum.
Ağır bir dava sonunda dinlenmek gibisi yoktu. Sanki, emeğinin karşılığını alan bir inşaat işçisi gibi kendimi gururlu ve huzurlu hissediyordum. Sıcak su beni kendimden geçirirken ben kapalı gözlerimin ardında aynı soruyu tekrar tekrar kendime sormaya devam ediyordum.
🩸🩸🩸
"Devran Korkmaz rapor vermek için geldi efendim."
Şakaklarındaki akları düzelten Devran derin bir nefes alıp takım elbisesinin siyahına zıt sarı kravatının boğazını sıktığını hissetti bir an için. Aslen sıkan şey kravat değil bir türlü yakasını kurtaramadığı şu örgüttü. Yıllardır her ay rapor için geliyor ve emniyette olup biteni anlattıktan sonra emirleri alıp geri dönüyordu. En sonki kurul toplantısında sözcünün iğneleyici tavırlarına maruz kalsa da kaçışı yoktu. Kapısında beklediği oda örgütün özel olarak yaptırdığı binanın ikinci katındaki daireydi. Burası genelde toplantı için kullanıyordu ancak rapor vermek ve istihbarat sağlamak amaçlı da tercih edildiği oluyordu. Odada yüksek sinyal kesiciler vardı ve dışarı ile olan bağlantıyı tamamen kesiyordu.
"Girebilirsin."
Devran önünde bağlı olan kollarını çözüp kapıya doğru yürümeye başladı. İçeri girdiğinde sözcü ve yardımcısı masalarında oturmuş önlerindeki laptopta hızlı hızlı bir şeyler yazıyorlardı. İşleri hep çoktu. Devletin her ayağına inen bu örgüt parayı koklayarak buluyordu sanki. Gün geçtikçe katlanan zenginlikleri gözlerini doyurmuyor her defasında daha fazlasını istiyorlardı. Amaçlarına ulaşmak için de önlerine çıkan herkesi yok etmekte bir an tereddüt etmiyorlardı.
"Başlayabilirsin."
Devran gösterilen tekli koltuğa oturup aylık raporuna başladı.
"Adli vakalarda elli kişinin dosyası değiştirilerek ölü yiyenlere katkıda bulunuldu. Hepsinin organları sağlam olduğu için kâr oranı %70'e çıkarıldı."
"Bize bunlardan değil, personelinden haber vermen istendi."
Devran korktuğunun başına geldiğini anlamıştı. Normalde örgüte yaptıkları yardımı anlatır sonra da giderdi. Fakat şu an işler değişmişti. Örgüt bir kere şüphelenmişti, bu işin peşini bırakacak gibi de değildi. En sonki toplantıda artık işlerin eskisi gibi olmayacağını anlamalıydı.
"Hacer Gazel ve Haris Çelik hakkında rapor vermeniz not edilmiş."
Devran gergin bir şekilde yutkunup oturduğu yerde kıpırdandı. Pişman olmuştu. Haris'in adını hiç geçirmemiş olsaydı bu kadar irdelemezlerdi. Ama kendileri öğrenirlerse de bu sefer başı daha çok yanardı. Adı kadar emindi ki, örgüt kendisini ajan olarak yetiştirdiği gibi, kendisini takip eden ajanlar da vardı. Kimseye güveni olmayan bu topluluğun, kimsenin gözünün yaşına da bakmadığını adı gibi biliyordu.
"İkisi de bu ay herhangi bir olumsuzluk yapmadı. Örgütten haberleri yok ve Hacer Gazel babasının geçmişi ile alakalı hiçbir bilgiye sahip değil. Zaten Sinan komisere dair tüm bilgiler yok edildi. Dosyasında sadece şehit olduğu yazıyor."
Sözcü tüm bu raporları kayıt ederken Devran bıkkınlıkla nefes verdi. Yusuf Gazel ölmüştü ama Devran hala yaşıyordu. Zamanında ikisi de aynı emniyette görev yapmışlardı. Hatta en yakın arkadaşları Murat komiser ile üçü bir arada diye anılırlar ve aralarından su sızmazdı. Fakat ne olduysa her şey ters gitmiş iki arkadaşını da kaybetmişti.
"Ben raporu düzenleyip bir kopyasını da size göndereceğim. Şimdilik kalkabilirsiniz."
Devran yerinden kalkıp giderken isyan etmek istiyordu. Ailesinin bu durumdan haberi yoktu. Şayet olsa ondan nefret ederlerdi ama kimse paranın nereden geldiğini merak etmiyordu. Bu durumda bir kere bulaştığı bu örgütten kurtulması da iyice zorlaşıyordu. Devran binadan ayrılırken bir kere daha bu şekilde uğraşmak istemiyordu. Geriye tek bir şey kalmıştı ona göre. O da Haris ve Hacer'i göndermek. Mutlaka bir yolunu bulup en yakın zamanda gönderecekti. Yoksa bu gidişle duman çıkan yer köze dönüp sonra da bir alev olup onu yutacaktı.
🩸🩸🩸
Başıma geçirdiğim kapüşonla merkeze girdiğimde gizlenmeye çalışıyordum. Bir şekilde Haris'e denk gelmemek için sağıma soluma bakarak özenle yürüyordum. Bu hallere düşecek insan mıydım ben ya! Sekerek yürüdüğüm koridorları dönerken bile ürkek bir şekilde yürüyordum. Ofise bir süre uğramayacaktım, en azından kendi kendime güç bulana dek. O halde kendime gidecek başka bir yer bulmalıydım. Merdivenleri hızlı hızlı çıkarken askeri botlarımdan çıkan gıcırtıya sinir oldum. Ben sessiz olmaya çalışırken o bas bas bağırıyordu resmen. "Koşun Heyzır geliyor!" Gamze'nin odasının olduğu koridora gelince daha da hızlandım. Beni en iyi anlayacak kişi oydu. Kimsenin olmadığını anlayınca kapıyı tıklamayı es geçerek direkt içeri girdim. Bir kere daha Haris'le aynı oda vakasını yaşamak istemediğim için içeri tam olarak girmeden önce başımı uzatıp baktım, gerçekten kimse yoktu. Gamze her zamanki gibi mantar panoya otopsideyim biraz sonra geleceğim yazmıştı. Deri koltuklarından birine oturup kapüşonumu indirdim. Ceketimi de çıkarıp sadece üniforma ile kaldığımda hala aynı cümle yankılanıyordu zihnimde. Ben Haris'in yüzüne bir daha nasıl bakacağım ya? Başımı ellerimin arasına alıp kara kara düşünmeye başladığımda kapı açıldı.
"Heyzır?"
Gamze eldivenlerini çıkarmaya devam ederken beni gördüğü için gülümsemişti. Başımı kaldırıp ona bakarken ben de gülümsedim. Gülümsedim ama bu uzun sürmedi. Yüzüm yeniden asıldığında "Selam," dedim buruk bir sesle.
"Hoşgeldin ya, yıllar oldu sanki görüşmeyeli."
"Öyle," dedim Gamze'nin kendi koltuğuna oturmasını seyrederken. Ne zaman araya bir dava girse yıllar geçmiş gibi oluyordu. Evden de bir o kadar uzak kalmış gibi hissediyordum. Başka insanların hayatlarına konuk oldukça sanki onların ömürlerini de yaşamış gibi fazladan zaman geçiyordu.
"Hemen bir kahve yapalım da iki çift lafın belini kıralım. Otopside biraz midem bulandı."
"Miden bulandıysa kahve yerine başka bir şey de içebiliriz."
"Yok yok," dedi elini sallayarak. "Midem bulandı ama daha çok kendime gelmem lazım. Hem sana da kahve iyi gelir değil mi?"
"Çok iyi olur. Aslında ben..." Devamını getiremediğim için Gamze de durdu, halimden tavrımdan anlamış olacak ki telaş yaptı. "Ay sende bir şey var, ne oldu anlat hemen."
Anlatacaktım ama nasıl? Dudaklarımı ıslatıp çekince ile bir nefes aldım. Gevelemeye gerek yoktu, ben de pat diye söyledim.
"Haris ondan hoşlandığımı öğrenmiş."
Başımı yine ellerimin arasına alıp utançla yerin dibine girme girişiminde bulundum ama giremeyecek kadar büyük, yok olamayacak kadar küçüktüm. Gamze tepki vermiyordu. En az onun da benim kadar tepki vermesini bekliyordum ama tek bir kelime bile etmemişti. Beklenti ile ona baktığımda "Sence sadece Haris mi öğrendi?" diye sordu.
"N-ne?"
"Kızım araya Ecmel davası girdi ama sen o gece herkesin içinde söyledin. Aslında şu an tüm emniyet biliyor senin Haris'ten hoşlandığını."
Gözlerim büyükçe büyüdü, başım döndükçe döndü, nasıl böyle bir şeyi yaptığımı düşündükçe kafayı yiyormuş gibi oldum.
"Nöbete kaldığın gece Haris'le ayran yarışına tutuştunuz. Bizimkiler de eğlenceyi kaçırmak istemeyip size onlarca bardak ayran getirdiler. İşler kontrolden çıkmıştı, Allah aşkıma Heyzır onca ayranı nasıl içtin gerçekten anlamıyorum. Hem Haris bir noktadan sonra tıkandı ama sen içtikçe içtin. İlk defa ayranın bir insanı sarhoş ettiğini gördüm. Kendinden geçtin adeta. Hatırlamıyor musun gerçekten?"
Şoka girmişçesine kaşlarını kaldırıp merakla bana bakan Gamze'ye bakarken başımı iki yana salladım. Hatırlasam insan içine çıkabilir miyim? Hatırlasam bir daha ayranın adını ağzıma alabilir miyim?
"Ailenden, geçmişinden ve birçok şeyden içini döktün. Herkes hüzünle seni dinlerken Haris'e senden nefret ediyorum diye bağırdın."
Bir çukur olsa da içine girsem, üstüme toprak atsalar da bunları duymasaydım keşke. Ben ne halt yedim böyle?
"Sonra Haris benden nefret mi ediyorsun diye sorduğunda bu sefer de hayır senden hoşlanıyorum dedin. Ah Heyzır, neler dedin sen öyle?"
Gamze'nin dedikleri bana gelip çarpıp giderken gözlerimi hiç kırpmadan robotumsu bir hareketle ayağa kalktım.
"Nereye gidiyorsun?"
"Kolay yoldan ölmenin bir çaresine bakacağım."
"Saçmalama ya, gel buraya."
"Durdurma beni Gamze, bugün mutlaka ölmeliyim. Bu şekilde yaşayamam artık. Durdurma sakın!"
Gamze önüme geçip gülerek beni durdurmaya çalışırken ondan kurtulmaya çalışıyordum. Bunda pek başarılı olamasam da gayret ediyordum. Başkaları beni öldürmeden ben kendimi öldürmeli ve bu işkenceye son vermeliydim. Bundan sonra ayrana da tövbe zaten. Yirmi beş senedir hayattayım, kırk yıllık içimi dökmüşüm neredeyse.
"Dur, başka bir şey daha var," dedi Gamze beni durmaya çalışarak.
Başka bir şey dava mı vardı? Gamze'nin cümlesi ile durup ona baktım. Daha ne kadar saçmalamış olabilirdim bilmiyorum ama gözlerim korkuyla açılmış onu izliyordum.
"Çabuk söyle yoksa beklerken ölebilirim."
Önce gülümsedi sonra dudaklarını ısırmaya başladı.
"Şey ben, şu dokuz maddelik kitabından diğerlerine de bahsetmiştim."
Gamze mahçup bir şekilde bana bakarken yaramaz bir çocuk gibi parmakları ile oynuyordu. Haris'e yaptığım itiraftan sonra bu o kadar çok etki etmemişti ama "Yani o tuhaf tuhaf davranmalarının sebebi?" dedim baş parmağımla nereyi gösterdiğimi bilmeden işaret ederek.
"Muhtemelen kendilerinden hoşlandığını sandılar."
Gözlerimi kapatıp alt dudağımı ısırabildiğim kadar ısırdım. Parçalamak istiyordum ama canım yandığı için vazgeçtim.
"Ne yapsam tayin falan mı istesem? Yurt dışına çıkayım ya da ne bileyim istifa edip gideyim ha ne dersin?"
Gamze kendini tutamadan gülerken ben saydıkça sayıyordum.
"Dur şimdi önemli olan bu değil deli kız. Şu maddeleri bir tamamla bakalım."
"Ya ne maddesi Gamze Allah aşkına. Sana rezil oldum diyorum sen bana hala madde diyorsun. Zaten hiçbiri Haris üstünde işe yaramıyor ki, ne yaptıysam hep ters tepti."
"Olsun sen hepsini dene, ondan sonra işe yaramıyorsa bırakırsın."
Bir kere başlamıştım, şimdi bırakmak olmazdı. Yine de umutsuz vakaydım. Tüm bir kitap Haris'e zıt olmak için yazılmıştı sanki.
"Ama önce Haris'in sana karşı bir ilgisi var mı onu çözmemiz gerek. Şayet ilgilenmiyorsa kitabı boşu boşuna denemeye gerek de yok. Kader lehine işliyor Heyzır, şimdi pes etmek olmaz. Hem birinden hoşlanmanın nesi kötü ki?"
Kaderin lehime işlemesi buysa aleyhime nasıl işlerdi Allah bilir. Dudaklarımı ıslatıp taze bir nefes aldıktan sonra sordum.
"İlgisinin olup olmadığını nasıl anlayacağım ki? Onla ben bir takımız ve iş için dayanışma halindeyiz ama öyle romantik bir şeyler nasıl anlaşılır bilmiyorum."
"Kızım bak," dedi Gamze ellerini omzuma koyarak. "eğer bir erkek senden hoşlanıyorsa seninle alakalı konuşmadan duramaz. Başka bir şeyle ilgilense bile illa senden bahseder."
"Nasıl ya?"
"Bak şimdi, mesela herkes kahve yapıyor, kimse sana sormadı ister misin diye ama o mutlaka sorar anladın mı? Seni düşünür yani, aklından çıkmazsın."
Alt dudağımı hafifi çıkarıp bu taktiğin ne kadar işe yarayacağını düşünürken gözüm otopsi aletlerine kaydı. Hızlı bir hareketle bir tanesini alıp boğazıma doğru tuttum. Gamze bir yandan gülüp bir yandan beni durdurmaya çalışırken "Durdurma beni, otopsimi yaparken fazla salaklıktan öldü yazarsın," diye bağırıyordum. İkimizin gülüşleri, gerçi daha çok Gamze'nin gülüşleri odanın içinde yankılanırken ben kendimi öldürmeye çalışıyordum.
Gamze'nin odasında ölemeyip başka şekilde ölmek için ofise doğru yürürken geçen birkaç içinde yüzüne baktığım bu insanların gözlerine bakamayacak kadar utangaç hissediyordum kendimi. Haris zaten ayrı bir dünya ama peki ya diğerleri? Onlar da duydu, onların da haberi var ve ben ortalıkta çaresiz aşık gibi dolanıyorum. Bu durumda o sabah Haris'in benden kaçmasının nedeni de buydu. Hani şu gazeteleri üstüne örtüp yere düşmüş ve arkasına bakmadan kaçmıştı. Ve yine bu durumda Emre, Onur, Yağız ve hatta Memati bile kitaptan dolayı kendilerinden hoşlandığımı düşünmüşlerdi. Elimde alnıma sertçe vurduğumda "Ah!" diye inledim. Tabii sonra Haris'ten hoşlandığımı öğrendiklerinde bana gıcık gıcık davranmışlardı.
"Allah'ım ben ne yaptım?"
Ofisin kapının önüne geldiğimde girmek ve girmemek arasında tereddüt yaşarken eninde sonunda gireceğimi biliyordum. Ne kadar kaçarsam kaçayım benim yerim onların yanıydı. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım ve sanki gözlerimi kapatırsam beni göremeyeceklerini düşünerek kapıyı açtım. Hiç etrafa bakmadan direkt içeri girdim ve masama doğru yürümeye başladım.
Onur masasının üstündeki kağıtlardan gemi yaparken, Emre yeni bir kahve türü denemekle meşguldü. Memati pembe tırnaklarını törpülerken, Yağız pencereleri siliyordu. Dördü de kendi alemindeyken masama oturdum yavaşça. Neyseki kimsenin umrunda değildim. Oturduğum yerde rahat bir nefes alırken "Çözülen davanın şerefine bu gece parti varmış Heyzır haberin olsun," dedi Onur yeni bir kağıdı katlamaya devam ederken.
"Parti maskeli olacakmış. Üniforma giyip geleyim deme sakın." Emre kahvesinden bir yudum içerken bunu söylemişti ama ben partiye katılabileceğimi düşünmüyordum ki. Ona bakarken bana göz kırpıp masasının üstüne oturdu. Neyseki bana olan gıcıklıkları geçmişti. Alnımda biriken teri elimin tersiyle silip derin bir nefes aldım.
"Şekerim pembe bir elbise giysen ne güzel olur var ya."
Memati benim masama doğru gelirken "Onun en sevdiği renk kırmızı bir kere," dedi Yağız. "Kaç defa söyleyeceğiz Memati abi?"
Hem Onur hem Emre şaşkınlıkla Yağız'a bakarken başlarını iki yana salladılar. Yağız benim Haris'ten hoşlanmamı hala kabullenememiş gibi benimle ilgili hayallerine devam ediyordu muhtemelen. Diğerleri artık umursamasa da Yağız da değerliydi benim için. Onun fikirlerini nasıl düzeltecektim?
Masamdaki dosyalara bakarken bir yandan partide ne giyeceğimi düşünüyordum. Benim ne giyeceğimden çok Haris aklıma geliyordu. Eğer onunla karşılaşırsam utançtan yüzüne bakamazdım. Ama bir yandan da gelmesini çok istiyordum. Onsuz bir balo düşünemiyordum. Fakat gelirse mutlaka konuşur, iki çift laf ederdik. Bu sefer de sorusunu yinelerse ne cevap verirdim? Peki ya kaçmama ne demeli?
"Haris izin almış, birkaç gün gelmeyecekmiş."
Onur yeni bir uçak yapıp havaya attığında tüm hayallerim çöpe gitmişçesine ona baktım. Bir anda hayallerim suya düşmüş, omuzlarım çökmüştü. İçim acı ile kavrulmuşken huzursuzca bir nefes aldım. Haris gelmeyecekse ne eğlencesi kalırdı ki? Benim de hevesim kaçmıştı. Ben de izin alıp gitmesem iyi olacaktı.
"Aslında ben de..."
"Geri kalan herkesin gelmesi zorunluymuş." Onur ne diyeceğimi tahmin edermişçesine bana bakmadan cevapladığında cümlemin devamını yuttum. Sessizleşerek masama yeniden oturduğumda düşünmem gereken tek şeyin kıyafetim olduğunu anlamıştım. Bir de şu kitaba baksam iyi olacaktı. Masamın gözünden çıkardığım kitabın sayfalarını çevirip üçüncü maddeye geldim.
~Aşk gökyüzü gibidir. Bazen yağmur yağar bazen kar. Bazen güneş açar bazen karanlık sarar her yerini. Partnerinin moduna göre davranmayı sakın ihmal etme. Bu onu sana aşık etmenin en büyük kozudur!~
Üçüncü madde Belçika'dandı. Güzel bir gökyüzü resmi, yeşil vadiler ve bol bol inek vardı resimde. Anlamadım şimdi partnerimizi bir inek gibi mi hayal edecektik? Bir an için Haris'in inek kostümlü olduğunu düşündüm. Elimde kitapla başımı hafif yukarı kaldırıp hayali düşünce bulutunun içinde inek kostümü ile partiye gelen bir Haris oluştu.
"Mööö! Bu aşkı bana lütfeder misin? Mööö! Seninle aynı şeyleri hissediyorum. Mööö! Ben de senden hoşlanıyorum. Mööö!"
Süt vermek için hazırlanırken hızla başımı iki yana salladım ve tepemdeki bulutu önce üfleyerek sonra ellerimi sallayarak dağıttım. Hadi ama böyle bir hayal için fazla ciddiydi bizim ilişkimiz. Bir kere Haris asla inek kostümü giymez, giyse bile asla bana böyle şeyler söylemez. İçimden bir ses bu maddenin tutmayacağını söylüyordu. Belçika'yı es geçerek dördüncü maddeye geldim.
Dördüncü madde Brezilya'dandı.
~Aşk hayvani bir duygudur. Gerçekten onun sevi sevmesini istiyorsan ona insan muamelesi yapmaktan vazgeç. Bir hayvan gibi eğit onu.~
Yüzümü buruşturarak maddeyi bitirdiğimde hiç hayal bile kurmadan sayfayı değiştirdim. Evet Haris'e tavuk falan diyordum ama bu onu hayvan olarak gördüğümden değildi. Ayrıca neden onu eğitmek isteyeyim ki? Ben sirk çalışanı falan mıyım?
Beşinci madde Fas'tan.
~Makul bir aşkın en birinci özelliği karşılıklı güvendir. Ona güvenilir biri olduğunu kanıtla. Şayet sana güvenirse seni de sevmeye başlar.~
Bu madde güzeldi. Fas'ın açık tonla evlerinin resmedildiği bölümde benim de aklıma yatan bir fikir olmuştu. Başımı yine yukarı kaldırıp hayal etmeye başladım.
Haris bana güveniyor mu?
İlk davamızdan bu yana bana güvendiğini kanıtlamıştı. Ne zaman bir fikir sunsam mutlaka dinler ve bana itimat ederdi. Gülümseyerek hayalimden uzaklaştığımda diğer maddeye geçtim.
Altıncı madde şehvetin bol olduğu ülke İspanya'dan.
~Partneriniz bir boğa, sizse bir matadorsunuz. Ona olan aşkınızı şehvetinizle gösterin. Eğer size karşı koyamıyor peşinizden bir boğa gibi koşuyorsa tebrikler size aşık olmuş demektir.~
Haris'i bu sefer de bir boğa gibi hayal ettiğimde peşimden kızgın bir şekilde koştuğunu düşündüm.
"Allah aşkına bu son maddelerin hayvanlarla derdi ne!"
Farkında olmadan bağırdığımda herkes bana baktı. Emre yeni bir yudum aldığı kahvesini bırakıp ne oluyor dercesine kaşlarını kaldırdığında, Onur uçan uçağını takip etmekten vazgeçip bana bakmıştı. Memati ve Yağız da beni incelerken çekince ile gülümsedim. Bu aralar aptal gibi davranıyordum. Şimdi güzelce çeneni kapa ve kitabını okumaya devam et. Herkes yeniden işine döndüğünde ben de maddelere döndüm.
Yedinci madde cayır cayır yanan ülke Ekvador'dan.
~Partneriniz sizin sıcaklığınıza alıştıktan sonra bir daha hiçbir sıcaklığı istemeyecektir. Ona sıcak bir yuva olun, o da sizi sonsuza dek mutlu etsin.~
Bu maddeyi not alırken, Haris'e sıcak davranmam gerektiğini aklıma yerleştiriyordum. Gerçi bu zamana kadar hep güzel anlaşmıştık ama yine de biraz daha kibar olmam gerekiyordu.
Sekizinci madde bize çok da uzak olmayan Bulgaristan'dı.
~Biz Bulgarlar bir ilişkide en çok kokuya önem veririz. Bulgar güllerinin mis kokusuna alışkın insanımız eğer bir aşkta güzel kokular (sinyal) geliyorsa partnerinizin size aşık olduğundan emin olun. Bunun yolu sizi sürekli önemsiyor ve sesinizi duymadan yapamıyor olmasından anlayabilirsiniz.~
Ses mi? Haris'le doğru dürüst telefonda konuşmuşluğumuz yok ki. Bir ya da iki kere, o da muhtemelen ikimizden biri ölmek üzereyken kurutma telaşı ile aramışızdır. Cidden bizim ilişkimizde mi bir sorun var, ki buna ilişki denirse? Yoksa bu kitap mı özel olarak bize zıt olmak için yazıldı çözemiyordum.
Sekizinci maddeyi de geçip dokuzuncu maddeye geldiğimde derin bir nefes aldım. Bu madde işe yaracaktı inanıyordum. Yaramak zorundaydı çünkü diğer hiçbir madde yaramamıştı. Böyle giderse değil Haris'i kendime aşık etmek nefret etmesine neden olacaktım.
Dokuzuncu madde Amerikan adası Honolulu'dan.
~Bir yaz akşamı hola hola dansı yaparak karşısına geçin ve sizi seyretmesine izin verin. Şayet gelip ayaklarınızı yerden keserse, sizindir. Görmezden geliyorsa yerdeki yengeçlerden birini alıp yüzüne fırlatın gitsin.~
Bıkkınlıkla bir nefes verdiğimde, kitabı kapattım. Koskoca kitabın hiçbir işe yaramayan onca bölümünden sonra elime geçen sadece bir hiçti. Dokuz maddenin bir tanesi de mi işe yaramaz? Partnerim Haris olduğu için mi böyleydi yoksa ben de mi sorunluydum bilmiyorum ama yastık olarak kullandığım kitaba yatarken tamamen vazgeçmiştim. Madde falan denemeyecektim. Anlaşılan o ki, Haris ve ben maddelerin de ötesinde bir ilişki içindeyiz. Hatta ilişki bile değil. Öyle belirsiz bir şey. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattığımda gözümün önüne gelen maddeler ile iyice delirmeye başlamıştım.
🩸🩸🩸
Selamlar (; Kaldı 2 bölüm ); Final zaten hazır ama bir sonraki bölümde kısa bir dava işlemek istiyorum. Yeni bölüm bir aksilik olmazsa Çarşamba en geç Perşembe gelecektir. Annie iyi misin çok sevdiğim bir kitap oldu. İçime de sindi. Umarım siz de keyifle okumuşsunuzdur. Yeni bölümde görüşmek üzere.
Haku
|
0% |