@hakugu
|
🔳🔳🔳🔳
Yıldızı parlatmayı ve fikirlerinizi belirtmeyi unutmayın lütfen 🌟
Mükemmel editler, kesitler ve çizimler için sosyal medyada bizi takip edin 👇🏻
instagram ❤️ hakugu wat_profesyonel bbeyzasah korkakfedai_2
🔳🔳🔳🔳🔳
Buğulu gözlerim önümü görmeme engel olsa da yürümeye devam ediyordum. Partinin verildiği evden uzaklaşıp taksi durağına doğru yürüdüm. Uzaktı ama yürümek de iyi geliyordu. Ceketimi bile giymeden incecik elbise ile duruyordum. Geceleri ılık oluyordu normalde, bu geceyi saymazsak. Tenim soğuk ile diken diken olsa da elimde taşıdığım ceketi giymemekte ısrar ediyordum. Üşürsem eğer, düşündüğüm tek şey soğuk olurdu. Ve eğer düşündüğüm tek şey soğuk olursa biraz önce yaşanan olayı daha çabuk unutabilirdim.
Topuklu ayakkabılar hem çok ses çıkardığı hem de ayağımı acıttığı için durup çıkardım ve onları da diğer elime aldım. Yalın ayak yürümek hiç kolay değildi, üstelik yer de soğuktu. Yürümeye devam ediyordum ama ne yol bitmek biliyor ne de taksi durağı geliyordu. Kaldırımda yürüsem bile araçların hızlı geçişleri ürkütüyordu. Korna sesleri havaya karışırken adımlarımı hızlandırdım. Daha hızlı yürümek de işe yaramamıştı. Gelmesi gereken gelmiyor, bitmesi gereken bitmiyordu. Ayaklarım yavaşladığında yolun kenarına bir araç yavaşladı. Her kimse camı indirip bir süre bana baktı. Sonrasında tamamen durup araçtan indi. Önüme geldiğinde yere bakıyordum.
"Heyzır?"
Bu ses Meriç'e aitti. Onu partide görememiştim burada ne işi vardı? Yaş dolu gözlerimi ona kaldırdığımda endişe ile bana bakıyordu.
"Sana ne oldu böyle?"
Bir şey demek için ağzımı açacaktım ama tek kelime çıkmadan öylece kaldım. Ne diyecektim ki? Haris'i zaten kabul etmiş değildi. Bir de ben olanları anlatırsam iyice kötü olacaktı.
"Gel seni eve bırakayım."
"Ben bırakırım."
Aynı anda yeni bir tanıdık ses işittim. Ama bu ses o kadar tanıdıktı ki, duymamla içimde bir şeylerin kırılması bir oldu.
"Ben sana değil, Heyzır'a soruyorum."
Meriç sinirle Haris'e karşılık verdiğinde Haris de bize doğru yürüdü. En az benim kadar dağınık görünüyordu. Pelerinini ve eldivenlerini çıkarmış, koştuğu için olsa gerek saçları dağılmıştı. Nefes nefese "Ben de sana cevap veriyorum, ben götürürüm," dediğinde Meriç daha fazla dayanamayıp Haris'in yakasından tutarak sıktı.
"Bana bak," dişlerinin arasından çıkan kelimeler beni bile ürkütmüştü. "sana kaç defa ondan uzak dur demedim mi?"
Haris yakasını kurtarmak için Meriç'i iteklediğinde bir şey dememişti. Üzerini bile düzeltmeden bana döndü. Bileğimden tutarak "Gidelim," dedi. Bir an için. Yani çok kısa bir an için elinin sıcaklığı ile ısınan kalbim buna yenik düşmüş, onunla gitmek istemiştim. Her nereye götürecekse, içimde kabul etmiştim. Bunca zaman ondan hoşlandıktan sonra onun beni götürmesini kalbimde kabul etmiştim.
"Dokunma ona!"
Meriç Haris'i daha sert iteklediğinde eli bileğimden ayrıldı. O bir yana ben bir yana sendelediğimizde aramıza Meriç girdi. Böylesi olması gerekirmiş gibi, böyle olması çok daha doğruymuş gibi.
Gecenin karanlığını aydınlatan yıldızlar sönüp, ay titrediğinde Meriç bana dönüp omuzlarımdan tuttu.
"Kiminle gitmek istiyorsun Heyzır?"
Arkada Haris vardı. Hüzünle çatılan kaşları, gece gece parıldayan gözleri ve sonsuza dek tutmak istediğim eli ile öylece duruyordu.
Neden bu kadar acı veriyor ki onu sevmek? Sadece kabul etse olmaz mıydı? Ondan beni sevmesini istemeyecektim ki, onu zorlamayacaktım ki. Hoş gerçi maddeler onun da beni sevmesi içindi. Galiba haklılardı ikisi de. Bencil bir aşkı yaşıyordum tek taraflı olarak. Ne Haris'i ne itibarımı düşünmeden öylece seviyordum. Ama zaten böyle olmaz mı? Öylece sevmez mi insanlar? Şayet benimki yanlışsa, ben Haris'e daha önce adı sanı duyulmamış bir şey olmuştum.
O gece o kadar güzeldi ki, saatlerce onunla vakit geçirmek isterken gözyaşlarından dolayı onu net olarak görememek kalbimi çok kırıyordu.
Seni kendime nasıl inandıracağım?
Bir yalancı nasıl güvenir ki?
Kalbine nasıl gireceğim?
Bir dolandırıcı nasıl sever ki?
"Heyzır! Benimle mi onunla mu gideceksin?"
Gözlerim yavaşça Haris'ten düşerken yeni yaşlar süzülmüştü elmacık kemiklerime. Cevap vermedim ve sessizce Meriç'in arabasına doğru yürüdüm. Kapıyı açıp bindiğimde dışarıda kalmıştı ikisi de. Kemerimi takarken Haris'in öylece kaldığını görebiliyordum. Gözlerim aynadan sonu seyrederken o da bana bakıyordu. Zorlayamam ki seni, ben kendi kalbime bile söz geçiremezken, sana ne diyebilirim?
Meriç Haris'e başka bir şey demedi ve o da araca bindiğinde gözlerimi indirdim. Haris'i ardımda bırakacağımı bile bile durmadım. Gözyaşlarım daha fazla aksa da o gece onu orada bırakarak çekip gittim. İçim içimi yiye yiye, defalarca arkama baka baka, gözyaşlarım tüm yüzümü ıslatana kadar gittim.
Araba durunca eve geldiğimizi sandım ama camdan dışarı baktığımda park olduğunu gördüm. Konya'daki Ecdat parkına gelmiştik. Parkın kapısına bakarken Meriç "Bu halde eve gitmek istemezsin diye düşündüm," dedi. Bana bakmıyordu. O kadar çok ağlamıştım ki, yüzüm gözüm şişmişti. Daha da ağlayasım vardı aslında ama kendimi tutmaya çalışıyordum.
"Tutma kendini, ağla."
Araçtan çıkıp dışarıda yürümeye başladığında ben de indim ve peşine takıldım. Ecdat parkının büyükçe bir göleti vardı. Tıpkı Venedik'te olduğu gondolla su üstüne tur atılabiliyordu ama saat çoktan gece yarısını geçmişti.
"Ali abi bir saat yeter. Yok ben kullanacağım. Sağolasın."
Meriç önden gidip nöbetçi kulübesine gitti ve orada biraz konuştuktan sonra suya doğru yürüdü. Ne yaptığını anlamaya çalışırken gondollardan birinin ipini çözmeye başladı.
"Saat geç oldu ama her yerde bir tanıdığının olması böyle zamanlarda işe yarar."
İpi çözerken açıklama yapıyordu. Benim için bir gezi ayarlamıştı anlaşılan. İtiraz edecek durumda değildim. Şu an bu geziye o kadar ihtiyacım vardı ki. Meriç bana elini uzatınca beklemeden tuttum ve yardımı ile gondola bindim. Biraz sarsılsa da Meriç de binince düzeldi. Motor çalıştığında gitmeye başlamıştık. Sert esen rüzgar biraz önce kızaran yüzüme iyi gelirken derin bir nefes aldım. Saçlarım rüzgarla sağa sola savrulurken suyun çıkardığı ses kulağa hoş geliyordu. Dolunay su üstünde parıltısı ile dolaşırken yıldızlar yeniden görünmeye başlamıştı.
Mutlu değildim ama için rahattı nedense. Huzurlu değildim ama güveniyordum nedense. Sıcak değildi içim ama üşümüyordum nedense.
"Demek doğruymuş."
Gözlerimi açarak Meriç'e baktığımda bana bakıyordu. Parti için hazırlanmıştı belli ki ama partiye gitmek yerine benimle birlikte vakit geçiyordu. Ben cevap vermeyince devam etti.
"Emniyette senin birinden hoşlandığın lafı dolanıyordu. Demek doğruymuş."
Bakışlarımı mahçup bir şekilde yere indirdiğimde gülümsedi.
"Utanacak bir şey yok, bu kişinin Haris olduğundan emin misin? Yani ikiniz uyumlu değilsiniz biliyorsun."
Biliyordum bilmesine de kalbime söz geçirememiştim ki. Parmaklarımla oynarken sessizliğe devam ettim.
"Bana sorarsan," dedi gözlerimi kapattım. Kesin ayrıl ya da uzak dur falan diyecekti.
"eğer seviyorsan üstüne atla, yakasına yapış gitsin."
Şaşkınla gözlerimi ona kaldırdığımda gayet ciddiydi.
"Biraz kur fikri vermemi ister misin?"
"Komiserim!"
Nazlı bir kız kardeş gibi sitem ettiğimde daha fazla gülümsedi. Rüzgar onun da saçlarını sağa sola savrulurken takım elbisesi içinde oldukça şık görünüyordu. Tıpkı bir abi gibi.
"Haris'i bunca zaman senden uzak tuttuğum doğrudur. Hatta sana yaklaşmaya çalıştığında bile onun önünde durdum ve engel oldum ama..."
Haris bana yaklaşmaya mı çalışmıştı? Peki ya aması neydi?
"Ama bence, iyi çocuk. Evet hırsız falan. Eh biraz da yalancı. Tabii dolandırıcılığı da var."
Meriç devam ettikçe gülümsüyordum. Haris'in kötü özellikleri say say bitmiyordu.
"Ama iyi çocuk. Bence yani."
Meriç gülümseyerek bana bakarken ben de gülümsüyordum. İyi gelmişti. Sözleri, getirdiği yer, tamamen kendisi...
"Onu da anlamak lazım hem. Çocuk belli ki gerçek bir sevgiyi hiç tatmamış. Sana inanmakta zorluk yaşayabilir. Kaldı ki profesyonel bir yalancı olarak bir başkasına güvenmesi çok abes olurdu."
Haklıydı haklı olmasına ama yine de kalbimin kırılmasına engel olamıyordum işte. Meriç'i çoğu defa gülümseyerek dinlerken kalbimin yavaşça tamir oluşuna tanık oldum. Yavaş yavaş ve hünerli bir doktormuşçasına tamir etti beni. O gece su üstünde bol bol gülerek geçti. Ta ki ay uykuya çekilip yerini güneşe bırakana dek...
🩸🩸🩸
Ertesi gün bir kafenin önünde buluştuğumuzda Emre Onur ve hatta Haris bile siyahlara bürünmüştü. İçlerinden bir tek ben gri sweatshirt ve siyah kot pantolon giymiştim. Hepimiz maske takmışken Haris ve Emre siyah şapka takmış, Haris şapkasının üstüne de kapüşonunu geçirmişti. Onur ve ben bere takmıştık. Emniyetten izin almıştık ama yine de tanınmak istemiyorduk.
"Kadın sana ilk kez geldiğinde ne demişti tam olarak Heyzır?"
Onur'un sorusunu cevaplamak için o günü hatırlamaya çalıştım.
"Kocasının sürekli Çin malı pembe toka saat gibi şeyler getirdiğini söyledi."
"Bunda şaşılacak ne var ki?"
Onur merakla sorduğunda Haris "Adam polismiş," dedi.
"Polis mi?" Emre yüzünü buruşturarak sorduğunda başımla onayladım.
"Kadına göre polislerin ya da bir şekilde kendisinin merdiven altı bir pazarlama yaptığını düşünüyor. Yani sürekli değişen bu pembe bijuteri eşyalarından da böyle düşünmesi normal."
Ben açıklama yaparken karşıdan gelen Yağız elinde bir dosya tutuyordu. Normalde sadece dördümüz gelecektik ama dün gece partide Yağız da gelmek isteyince kimse engel olmamıştı.
"Komiserlerim önemli bir dosya buldum."
Yağız nefes nefese dosyayı bana uzatırken herkes bana yaklaşıp dosyaya doğru eğildi. Haris hemen yanımda durduğu için biraz tuhaf hissetsem de belli etmeden dosyayı açtım.
"Ayşe Beren Kıvanç 2013'ün Nisan'ında boğularak öldürüldü. Küçük kızın henüz beş yaşında olduğu, cinayetin bir seri katil tarafından işlendiği, hatta bu cinayeti küçük kızın bizzat kendi babasının takip ettiğini ancak bir çözüme kavuşturamadığı kayda geçilmiştir. Seri katilin bu davada bulunamadığı fakat yöntem değiştirdiği için de polisler tarafından sürekli olarak izinin kaybedildiği not düşülmüştür."
Ben sesli okurken herkes dinliyordu. Bir an için hepimizde bir burukluk ve çaresizlik hissi oluşmuştu.
"El kadar çocuktan ne istemiş şerefsiz!"
Onur sinirle söylediğinde Emre "Ancak onlara gücü yetiyordur," diye karşılık verdi.
"Böylelerini asmalı, belki o zaman akılları başlarına gelir."
Yağız sinirle gözlerini devirdiğinde Haris yavaşça elimdeki dosyayı alıp daha çok incelemeye başladı. Diğer sayfaları çevirdikçe resimler geliyordu. Renk renk ayrılan resimler insana hoş bir hava verirken öldürülen tüm maktullerin çocuk olduğu görülüyordu.
"Aralık ayında sarı bir odada bulunan çocuk cesedi. Ocak ayında mor bir odada bulunan çocuk cesedi. Şubat yeşil bir oda."
Haris sayfaları çevirdikçe daha da ilginçleşiyordu her şey. Dağılan topluluk yeniden dosyanın başına toplandığında rengarenk işlenen bu cinayetlerin nedenini sorguluyorduk.
"Mart ayında mavi bir odada bulunan çocuk cesedi ve..."
Diğer sayfayı çevirdiğimizde önümüze Ayşe Beren'in cesedi gelmişti. Küçük kız her yeri pembe olan odanın küçük pembe sandalyesinin üstünde başı sağa yatmış şekilde duruyordu. Göğsüne yapıştırdığı pembe ayıcığını tutması için küçük ve zayıf kolları pembe bant ile sıkıca bağlanmıştı. Hepimiz bu dehşet verici resme bakarken eminim pembeden nefret etmiştik. Öylesine tatlıydı ki her şey, ölümün soğuk nefesi bile hoş bir tını gibi gelecekti sanki. Öyle sanılmıştı.
Ama hayır!
Berbattı. Mide bulandırıcı, iğrenç, felaket, dehşet... Anlatmaya kifayet edecek bir kelam bulamayacağım kadar kötüydü. Kötüydü işte. Kötünün azı da çoğu da aynıdır. Pembe ile kamufle edilen ölüm, çilekle süslenen zifte benziyordu.
Kapatmış gibi. Kamufle etmiş gibi. Güzelleştirmiş gibi. Gibi gibi...
Gibiler her zaman aslına benzemez. Kimisi tam zıttıdır. Pembe ile ölüm arasında çizilen kahreden tablosunu hep birlikte incelemeye devam ederken bu işi öyle kolay kolay çözemeyeceğimizi anlamıştım. Bu sadece bir aile dramı değil, üstü pamukla örtülen kanalizasyon çukuruydu.
"Bi şeyler içelim yoksa bayılacağım."
Emre'nin isteği hepimize iyi gelmişti. Hazır kafenin önünde beklerken serinletici bir şeyler içmek iyi gelecekti. İlkbahar en güzel mevsimlerden biri olsa da havanın bir sıcak bir soğuk olması insanı şaşırtıyordu. Dün üşürken şu an yanıyorduk. Önde Onur ve Emre, arkada ben ve Yağız kafeye doğru yürürken Haris en arkadan geliyordu. Dün gecenin üstünden çok geçmemişti ama sanki her şeyi unutmuş gibiydik. Hiç olmamış gibi, hiç yaşanmamış gibi. O böyle hissettiriyordu. Unutmamı istiyor olmalıydı. Bu aynı zamanda beni önemsemediği anlamına da gelmiyor muydu? Öyleydi. Öyle olmalıydı. Haris ve benim bir geleceğimiz olmayacağı barizdi. O benden daha olgun davranmaya çalışıyor, beni kendinden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Benim de kendime çeki düzen verip hislerimden kurtulmam gerekiyordu.
Beşimizin de oturacağı köşedeki masaya geçtiğimizde hepimiz soğuk bir şeyler sipariş etmiştik. Siyahlara büründüğümüzden olsa gerek iyice bir bunalmıştık. Herkes şapka ve beresinin çıkarıp masanın üstüne koyduğunda "Kendimi bir sezon diziyi bitirmiş gibi hissediyorum," dedi Emre.
"Al benden de o kadar."
Onur ve Emre ellerini çarpıştıklarında gülümsedim. Haklılardı. Geriye dönüp baktığımızda ne çok şey yaşamıştık. Birkaç ay değil de seneler gibi gelmişti sanki.
"Neyse yeni sezonu geleceği için kendimi mutsuz hissetmeyeceğim."
Onur omuzlarını silkeleyerek bunu söylediğinde bu sefer Yağız gülümsemişti.
"Bakalım rolümüz hangi sezona kadar sürecek. İster misin üçüncü sezonda senle ben ölelim?"
Emre beklenti ile Onur'a bakarken "Bu çok dramatik olurdu. Daha evleneceğim ben," dedi Onur.
"Oooo!"
Emre ve Onur'un tatlı atışmalarını dinlerken kimi zaman gülümsüyor kimi zaman hüzünleniyorduk. Bir anda duygusal bir ortak oluşmuşken Onur konuyu değiştirdi.
"Bu kafenin buzluları meşhurdur. Geçen bir tane meyve şöleni içtim harikaydı."
Onur elindeki telefonu çevirirken içtiklerini sayıyordu. Emre ve Onur karşı karşıya oturdukları için sanki sadece birbirileriyle konuşuyor gibiydiler. Çünkü bizim tarafta ise işler buz gibiydi. Emre'nin yanında Haris, Onur'un yanında da ben vardım. Ne Haris bana ne ben Haris'e bakmıyordum. Masa başında oturan Yağız ise her birimize tek tek bakıyordu.
"Near, far, wherever you are I believe that the heart does go on."
"Ooo en sevdiğim."
Onur gözlerini kapatarak kafede çalmaya başlayan parçayı dinlerken Emre "Titaniğin müziği değil mi bu?" diye sordu. Onur gözlerini açmadan "Evet," diye yanıtlarken bir yandan da başını sallıyordu. Çoktan kendini kaptırmış gitmişti.
"Güzel filmdi."
Yağız Onur'u desteklerken Onur yine gözlerini açmadan baş parmağını kaldırarak ona destek verdi. Bence de güzel filmdi. Hala daha izleyince eskileri anımsarım. Fakat hala daha imkansız gelir. Yani Rose ve Jack aşkı. Böylesine karşılıksız ve böylesine gerçek bir aşk, hala daha imkansız gelir.
"Hadi herkes en sevdiği müziği söylesin. Benimki My heart will go on. Tek tek söyleyin merak ettim bir anda"
Onur masaya doğru eğilip bunu söylediğinde gizlice Haris'e baktım. Kollarını önünde bağlamış masadaki hayali bir noktaya öylece bakıyordu. Muhtemelen biraz önceki dosyadakileri düşünüyor, burası ile ilgilenmiyordu. Onun hüznü bana da geçtiğinde sıkıntı ile bir nefes aldım.
"Yağız seninki?"
"Benimki...hımmm. Taylor Swift Daylight."
"Ooo!"
Hem Emre hem Onur aynı anda Yağız'ın seçimini beğenirken "Sıra Emre'de," dedi Onur.
"Daha önce hiç düşünmedim ama bir tane seçmem gerekirse Gesi bağları olabilir."
"Yok artık!"
Onur şaşkınlıkla Emre'ye bakarken "Cidden mi?" diye sordu. Ben de Emre'den daha hareketli bir şeyler beklerdim ama tercihinin arkasında durarak omuzlarını silkelemekle yetindi.
"Heyzır?"
Sıra bana gelmişti. Dudaklarımı ıslatıp derin bir nefes aldım. Ben de daha önce bir seçim yapmamıştım ama bir tane söylemeliydim.
"İf ı die young. Genç yaşta ölmekle alakalı bir parça, beni anımsatıyor sanki."
"Hadi ama!"
"Bu nedir ya?"
Bu sefer hem Onur hem de Emre beğenmezce yüzlerini buruştururken başımı yere eğdim. Haklılardı. Bir türlü sonu gelmeyen bir dramanın baş rolü gibiydim. Ne zaman işler güzele dönüşse illa bozulacak bir şeyler çıkıyordu karşıma. Sıkıntı ile iç çektim ve dün geceyi düşündüm. Yutkunuşum boğazımdan inmek bilmeyen yumrudan kaynaklanıyordu. İçimde derin bir hüzün vardı. Geçmek bilmeyen bir sıkıntı sürekli kendini yenileyip duruyordu. Her şey tersine gidiyor, her şey içinden çıkılmaz bir hal alıyordu. Bunca şeyden sonra da hiçbir şeye hevesi de kalmıyordu insanın. Daha önce aklımda olmadan, planlamadan birine güzel hisler beslemeye başlamıştım ama onu da elime yüzüme bulaştırmayı başarmıştım.
"Vee sıra hırsızımızda. Senin en sevdiğin parça hangisi dolandırıcı bey?"
Başım yerde Haris'e sorulan soruyu dinliyordum. Ben de onun neyi sevip neyi sevmediğini çok merak ediyordum ama beni kendinden uzaklaştırdığı için bunlara asla ulaşamayacak olmak canımı yakıyordu. Dışarıdan biri eminim ki Haris'i haklı beni haksız bulurdu. Beni kendinden uzaklaştırdığı için onu olgun, sürekli ona doğru koştuğum için beni de çocuksu bulurdu. Haris en doğrusunu yapmaya çalışırken sürekli peşinde dolanıp önüne çıkarak asıl kuralları çiğneyen ben değil miydim?
"Annie iyi misin?"
Öylece umutsuz bir şekilde beklerken Haris'in sorusu ile irkildim. Nedense bana sorulmuş gibi gözlerimi kaldırıp ona baktım. Kollarını önünde bağlamış, oturduğu sandalyede rahat bir şekilde yayılmış, hafif gülümserken bana bakıyordu.
"Annie are you okey? Annie are you okey? Okey Annie?"
Her soruşunda gülümseyişi genişliyor ama gözlerini bir an olsun benden ayırmıyordu. Bakışlarındaki af talebi kalbime kadar işlemişken hem yanlış bir hisse kapılmaktan korkuyor hem de Haris'in dün gece için özür dilediğini ve iyi olup olmadığımı sorduğunu düşünüyordum. Türkiye'nin Annie'si seçildiğimden beri Annie bendim. İyi olmayan bendim. Ve... Haris'in gözlerinin muhatabı da bendim. O bana ben ona bakmaya devam ederken büyüyü bozan Emre oldu.
"Hey gençler," dedi masaya iki kere vurarak. "Biz kalkalım isterseniz."
Yağız hoşuna gitmediğini belli edercesine gözlerini devirirken Onur bıyık altından gülerek bize bakıyordu.
"Kırk iki defa soruyor Micheal Jackson." Haris nihayet gözlerini benden ayırdığında ben de bakışlarımı parmaklarıma indirdim. Her ne yapıyorsa kalbimi deli hibi attırmayı başarıyordu. Heyecandan boğazımda bir kalp oluşmuş bir anda sıcak basmıştı. Haris açıklamaya devam ediyordu.
"Konya'yı anımsattığı için seviyorum. Ne zaman dinlesem bu şehir geliyor aklıma. Anlamlı bir parça benim için."
"Hee Konya için yani," dedi Emre göz ucuyla bana bakarak. Emre ve Onur ikilisi fark edilmediklerini sanarak birbirilerinin omuzlarını da dürttüler ama ne benim ne Haris'in birbirimize bakmaktan öte başka şeyle ilgilendiğimiz yoktu. Gerçi benim pek bakabildiğim yoktu, utanmıştım. Haris ise gülümseyerek benim utanç içinde ne yapacağımı şaşırışımı seyretmeye devam ediyordu.
🩸🩸🩸
Bizimkilerin yanından ayrılıp emniyete gittiğimde daha fazla ayrıntı için dosyalara bakmayı düşünüyordum. Madem bu adam polisti, o zaman bizdeki arşiv belgelerinde de birkaç iz olmalıydı. Gerçi olay İstanbul'da olmuştu ve seri katilin orada olma ihtimali yüksekti ama yine de araştırmaya değerdi. Hem izin günümdü ama o kadının ricası bizim için çok farklı bir davanın kapılarını aralamıştı. Bu sadece bir aile dramı olmaktan çıkmış, halkın derin yarası haline gelmişti. Davanın zaman aşımına uğrayarak kapatılması mümkündü. Bu yüzden bizim önümüze de gelmemişti anlaşılan. Emniyet binasının kapısından geçip kartımı göstermemle "Heyzır!" diye birinin bağırması bir oldu. Sesi tanıyordum. Merakla Gamze'ye döndüğümde elinde iki kahve ile bana doğru koşmaya başladı. Heyecanlı ve hoş bir mutluluk vardı üzerinde. Kahveleri dökmeden önümde durduğunda her adım atışında çıkan topuklusunun tok sesi de durmuştu.
"Ay valla Allah'ın sevdiği kuluymuşsun. İnanır mısın daha demin iki kahve aldım, Heyzır'la içerim diye düşündüm. Hemen sonra izinde olduğunu öğrendim ve şimdi buradasın. Tevafuka bak."
Gülümseyerek bana uzattığı kahveyi alırken birlikte yürümeye başladık. Şu anda bir kahve bana da iyi gelecekti. Hala daha atlatamadığım sancılarım vardı. Bu sancılar sadece bedenimde olsa belki geçerdi ama insanın yüreğine aldığı darbeler öyle çabuk geçmiyordu. Geçmesi için bir kere yaranın nerede olduğu bulunmalıydı. Yürek diyoruz ama farklı dillerde karşılığı bile olmayan bu kayıp dünyanın verdiği savaşı nasıl anlatsam? Orası ne kalbim gibi gösterebildiğim bir yer ne de tamir edebileceğim kadar tanıdığım bir alan. Hissediyorum sadece. Acısını hem ruhumda, hem bedenimde hem de kalbimde hissediyorum.
"İzin gününde hayırdır, neden geldin?"
Gamze kahvesinden bir yudum alırken hem yürüyor hem de bana soru soruyordu. Gamze'nin yüzüne gelen saçlardan bir tutamı alıp kulağının arkasına yerleştirirken gülümsemeye devam ediyordum. Emniyette bir kız arkadaşım olduğu için çok şanslıydım. Elbetteki ekibim artık ailem olmuştu ama onlarla her şeyi konuşabildiğimiz söylenemezdi.
"Bir dava üzerinde çalışıyoruz."
Şaşkınlıkla bana baktı. "İzin gününde bile mi? Dinlen biraz kızım ya."
Gamze tatlıca efkarlanmıştı, ben de daha fazla gülmüştüm. Haklıydı belki de ama vicdanım rahat olmadan nasıl dinlenebilirim ki? Birileri bir yerlerde ağlarken ben nasıl gülebilirim?
Birlikte odasına girdiğimizde kapıyı kapattı ve ben önden giderken o peşimden geldi. Hep yaptığım gibi eski İstanbul tablosuna bakan deri kaplama koltuğun köşesine oturdum ve bardağımı iki elimle tutarak bir yudum daha aldım. Sıcaktı. Ve sıcak boğazımdan akıp giderken beraberinde ılık bir huzuru da bahşediyordu.
"Eee anlat bakalım. Duyduğuma göre dün Haris de gelmiş partiye. Karşılaşmadınız mı?"
Dudaklarımı düz bir çizgi haline getirip kaşlarımı kaldırdım. Hiç üstünde durmak istemediğim bir meseleydi bu. Dahası açıldıkça yaralandığım, asıl sancımın olduğu konuydu. Gerçi Annie iyi misin'den sonra biraz iyi hissediyordum ama yine de açmasak daha iyiydi.
"Ne? Ne bu yüz ifadesi? Bir şey mi oldu yoksa?"
Omuzlarımı silkeleyip gözlerimi bardağıma indirdim. İşaret parmağımla bardağın ağzının yuvarlaklığında gidip gelirken bundan daha kötü ne olabilir ki diye düşünüyordum.
"Heyzır insanı delirtme, ne oldu söyle çabuk!"
Gamze elindeki bardağı masaya koyup merakla bana bakarken "Ya önemli bir şey yok," dedim üstünü kapatmaya çalışarak.
"Önemli olup olmadığına ben karar veririm, sen anlat."
"Haris," dedim altı dudağımı ısırarak. "beni öptü."
"Ne?!"
Gamze önce iki elini de ağzına kapattı. Sonra çığlık atarak ayağa kalkıp zıplamaya başladı.
"Yeey! Kitap işe yaradı yaşasın! Heyoo!"
Onun o haline gülmem gerekirken yüzüm düşmüştü. Tepkilerimi hızla fark ettiği için durdu ve yanıma gelip oturarak "Sen sevinmiyorsun? Kesin başka bir şey daha oldu. Kızım hepsini anlatsana," diye sıkıştırmaya başladı.
İç çektim yavaşça. Durum göründüğü gibi değildi ki, ne diyeyim. Daha kendim bile anlamamışken Gamze'ye ne anlatayım?
"Haris benden hoşlanmıyor Gamze," dedim hüzünle.
"Nasıl ya? Nereden anladın?"
"Yalan söylediğimi düşünüyor. Neymiş önce nefret ettiğimi söylemişim sonra hoşlanıyorum demişim. İnanmıyor bana. O yüzden de beni test etmek için yakınlaştı. Yani duygusal bir şey değildi," dedim yüzümü buruşturarak.
"Püff."
Ağzındaki havayı dışarı vererek gülen Gamze sırtını koltuğa daha çok yaslarken ayaklarını masanın üstüne doğru uzattı. "Haris benden hoşlanmıyormuş muş. Kızım hangi erkek sevmediği kızı öper ki? Bal gibi de hoşlanıyor senden." Başını koltuğa yaslayıp tavana bakarken kendinden gayet emindi.
"Yok ya sevme falan yok," dedim daha çok huzursuz bir ses tonu ile. "Ona acıdığımı düşünüyor. Ben ne hissedersem hissedeyim," diye devam ettim sıkıntı ile bir nefes vererek. "tam tersini düşünüyor."
Gamze gözlerini kapatarak güldü. Hatta o kadar çok içten güldü ki, komik olan şeyi anlamadığım için söylediklerimi içimden bir kere daha tekrar ettim.
"Aptal, bu seni çok sevdiğini gösterir. Asıl sen tam tersi anlıyorsun. Çocuk daha ne kadar belli etsin?"
Şaşkınlıkla ona bakarak gözlerini açıp bana baktı.
"Sen nasıl böyle bir sonuç çıkardın anlamadım ki? Dün çok fena kavga ettik diyorum."
"Sonra öyle demek istemedim dedi ve peşinden geldi değil mi?"
"Evet de..."
"Evet de ne salak? Sana değer vermese telafi için uğraşır mı? Haris zeki bir erkek unutma. Seni sevdiği için duygularını anlamaya çalışıyor. Belli ki çok seviyor bu yüzden de acı çekiyor, eh sana da çektiriyor."
Gamze öyle güzel şeyler söylüyordu ki gerçek olmasını çok isterdim. Ama içimden bir ses öyle değil diyordu. Hem Haris'in dün gece bakışları da öyle değildi. İç çekerken Gamze'ye bakmaya devam ediyordum.
"Bana inanmıyorsun?"
Sorusuna ne cevap vereceğimi bilmediğim için öylece bekledim.
"Gel o zaman bir deneme yapalım."
"Ne denemesi?"
"Önce söz ver. Eğer deneme başarılı olursa Haris'in senden hoşlandığını kabul edeceksin."
"Off Gamze, yine şu maddeli saçmalıkları yapma. Valla o kitap insanı insanlıktan çıkarıp hayvan yapar. İnanmıyorum öyle şeylere artık."
"Dur bi kızım ya, bu esaslı bir madde. Sen bana güven bu işin sonunda sen sağ ben selamet."
Gamze asker selamı verirken ona umutsuzca bakıyordum. Başarısız olacaktık yine. Rezil olmasaydık bari.
"Sen şimdi bana telefonunu ver bakayım."
"Ne yapacaksın telefonumla?"
Telefonumun olduğu cebimin üstüne bastırırken bir yandan geri çekiliyordum ama Gamze elini açıp kapatarak "Ver ver," demeye devam ediyordu.
"Vermem."
"Ver dedim sana!"
"Hayır maddelere son! Erkeklere özgürlük. Erkekler hayvan değildir."
"Of Heyzır ya!"
Ne kadar çabalasam da telefonumu almayı başarmıştı. Ben korku ile kahvemi içmeye devam ederken o çıt çıt bir şeyler yaptı. Ne yaptığını açıklaması uzun sürmemişti zira yazdığı mesajı bana göstererek "Gönderiyorum," demişti.
Tüm mesajı gözlerimi kocaman açarak okudum. Ağzım da açılmaya başlamıştı ki aldığım son kahve yudumu dökülmesin diye kapattım.
"Bu mesajı göndermeyeceksin herhalde?"
"Gönderdim bile!"
Sormama kalmadan gönder tuşuna bastığında şimdiden utancın gıcık ses tonu kulağımı okşamaya başlamıştı.
"Gamze ya!"
"Ne ya! Ben böyle yapmasam siz iki inatçı keçi asla inadınızdan taviz vermeyeceksiniz."
"İyi ama daha az utanç verici bir şekilde yapabilirdin. Bu ne Allah aşkına yerin dibine girdim resmen. Allah'ım şu yazıya bak. Bir kere Haris bunun gerçek olmadığını hemen anlar ki..."
"Sen öyle san," dedi saçlarını elinin tersi ile havalı bir şekilde atarak. "Kızım erkekler hem çok karmaşık hem de çok basittir," dedi baş ve işaret parmağını birleştirip düz bir çizgi çekerek.
"Önemli olan onlara nerede zor ve kolayı oyanayacağını bilmektir."
Gamze'yle başa çıkmak imkansızdı. Ne desem de kabul etmeyecekti. Hem zaten iş işten de geçmişti. Artık gerisi Haris'in insiyatifine kalmıştı. Ya benimle utanç verici bu oyundan kurtulmak için dünyanın diğer ucuna gidecek ya da Gamze'nin dediği gibi inanacaktı. Utançla mesaja bakarken Gamze eserinden son derece memnun bir ressam gibi tablosuna bakıp övünüyordu. Soğuk kahvemden son yudumu aldığımda git gide utanç abidesine dönen bu aşkı ne yapacağımı düşünüp duruyordum. Her ne kadar umutsuz olsam da bir yanım hep şunu söylüyordu.
İnan bana. İnan bana Haris. Lütfen inan bana.
🩸🩸🩸
Vee son madde Türkiye'den...
Kitapta yer vermemişler ama bize uymayan onca maddeden sonra kendi maddemizi kendim oluşturdum.
~Birinin seni sevdiğini öğrenmek istiyorsan; onunla ne kadar güzel vakit geçirdiğinden ziyade, onsuz geçiremediğiniz vakte bakın. Eğer sizsiz yapamıyorsa tebrik ederiz aşkınız karşılıklı. Türkiye'de aşklar çok fırtınalıdır. Bu yüzden onu yokluğunuzla sınayın, işte o zaman gerçek hislerini öğreneceksiniz.~
Defalarca kez göndermeme konusunda ikna etmeye çalışsam da beni asla dinlemeyen Gamze'nin özenle yazdığı mesaj Haris'e gitmişti. Ona göre böyle bir mesaj Her şeyi ortaya dökecekti. Ben, bunun çok çocukça olduğunu ve Haris'in bu yemi tutmayacağını söylüyordum ama o kendinden çok emindi. Gamze bu cümleleri özenle düşündüğünü kesinlikle işe yarayacağını düşünüyordu. Yazdığı mesajda da tam olarak şöyle yazıyordu.
Bu mesajı okuyan kişi yarım saat içinde İnfinity kafenin terasında olmazsan bu kızı öldürürüm. Not: Hacer Gazel son duasını etmekle meşgul.
Bana böyle şeyler çok çocukça geliyordu. Ama Gamze'ye göre Haris ve benim ilişkim sıradan değildi. Çocuksu bile olsa sıradanlıktan çıkarak bu ilişkiyi ilerletmem gerekiyordu.
İnfinity kafenin çatı katında rüzgarın sağa sola savurduğu saçlarımla uğraşırken gözüm sürekli saate kayıyordu. İki gün önceki partiyi anımsayınca umutsuzluk çökse de Annie iyi misin cümlesini hatırlayınca gülümsüyordum. Rüzgar dudaklarımı kuruttukça ben ıslatıyor heyecandan pır pır eden kalbimi yatıştırmaya çalışıyordum.
Gamze yarım saat vermişti ama ben kırk beş dakika bekledim. Bekledim. Umutsuzca bekledim. Cevabını bildiğim bir soruyu yaşıyormuşçasına bekledim. Ben bekledim ama o, gelmedi.
Sadece iyi olup olmadığımı sorması, sevdiği anlamına gelir miydi ki? Hem ben burada tam olarak ne yapıyorum? Adeta Haris'e beni sevmesi için yalvarıyorum. Kırk beş dakika bir saate dönerken ben vazgeçmiştim. Yavaşça çöken omuzlarım, bu hisleri bitirmem için bana baskı kurarken gözlerim nemlenmişti. Bitirmek hiç kolay olmayacaktı ama bu kendimi aptal gibi hissetmekten daha iyi olurdu.
Gelmeyecekti.
Daha fazla beklemenin de bir anlamı yoktu. Hüzünle başımı yere eğip geri döndüm. Kapıyı doğru bir adım atmıştım ki ansızın bir gürültü oldu.
Çatının kapısı sertçe açıldığında içeri o girdi. Telaşlıydı, korkmuştu, dahası ölesiye bir pişmanlık vardı yüzünde.
Terlemiş, bembeyaz kesilmişti.
Hemen karşısında olmama rağmen beni göremeden hızla sağa sola bakındı. Kafasını her çevirisinde siyah saçları sağa sola savrulurken geç kalmaktan duyduğu pişmanlıktan hemen oracıkta ölmeyi diliyormuş gibiydi. Nihayet gözleri beni bulduğunda o korku ile bana bakarken, benim dudaklarım her saniye daha fazla kıvrıldı.
Haris telaşla bana bakarken ben de yüzüme yayılan gülücükle ona bakıyordum.
Ve bulutlar uçtu tepemizden, rüzgar esti saç tellerimizden, kalplerimiz sarıldı en güzelinden.
Seviyordu işte.
O da beni seviyordu.
Hem de...
Kaybetmeyi göze alamayacak çok seviyordu.
PROFESYONEL serisinin 2. kitabı olan Annie iyi misin'in sonu...
Şu an duygusal bir pandayım ); Bu kitabı çok sevdim. Çok çok sevdim. Ekibi, davaları, aralarındaki ilişkiyi çok sevdim. 2. kitabı yazmaya başlamadan önce ilk önce final bölümünün son sahnesini sonra da Annie iyi misin sahnesini hayal etmiştim. Geri kalan bölümler de spontane ilerledi. Sadece iki sahneden ilham alarak tüm kitabı yazdım asdfg Toplamda 420 sayfalık bir kitap okudunuz. Ve biz bu kitaba 2021'in 17 Eylül'ünde başlamışız. Yani 4 ay gibi bir sürede bitirebildim. Daha hızlı bitirirdim ancak bazı sıkıntılar yaşadım ve kendimi toplamam uzun sürdü. Yine de altından iyi kalktığımı düşünüyorum. Umarım keyifle okumuşsunuzdur. Devam kitabımızın ismi 1994. Biraz ön bilgi vermem gerekirse farklı bir tarz denemeyi düşünüyorum. Yani kitap bir eski bir yeni olarak yazılacak. Bazı bölümler 1994 yılına giderken bazı bölümlerde günümüzden okuyacağız. Hacer'in babası Yusuf Gazel'in hayatına değinip örgüt hakkında daha fazla bilgi toplayacağız. Tabii enterasan davalarımız da hız kesmeden devam edecek. Bakalım 1994 davaları bu günkü teknoloji olmadan nasıl çözülüyordu ve yeni davalarımız neler? Şimdiden çok heyecanlıyım ve elbetteki 3. kitap için de ilham aldığım birkaç sahne var aklımda. Cevap 1871 final verir vermez başlayacağız. Net bir tarih veremiyorum bu yüzden. Yeniden dönene dek buraları ıssız bırakmayın olur mu?
Hepinizi çok çok seviyorum. 3. kitapta görüşmek üzere...
Hakugu ❤️ |
0% |