Yeni Üyelik
41.
Bölüm

41. Bölüm

@hakugu

 

 

 

 

5 Nisan 1994

Yusuf Gazel'in hatırasından

 

 

"Çocuğun cesedindeki tek darbe başında görünüyor. Genel inceleme yapıldığında iç organlarının tahrip edilmesinin dışında pek bir bozulma yok. Sanki bu işi yapan her kimse tek isteği organları almakmış gibi. Biraz midem bulandı. Bir insanın karnının boş görünmesi gerçekten dehşet bir şey. Hele bu bir çocuk olunca daha da ağır."

 

Odada bulunan herkes yüzünü ekşitirken sadece dinlerken bile insanın tüylerini diken diken eden bu olayın faalinin nasıl bir fikre sahip olduğunu çözmeye çalışıyorlardı. Bunu yapan her kimse aklı başında biri değildi. Akıldan ziyade midesizdi. Biz koca koca insanlar kavga edip birbirilerini kesince kötü oluyoruz bu manyak savunmasız bir çocuğa bunu yapmıştı. Üstelik öldükten çok sonra karnını yaracak kadar da zalimdi. Sadece bir tavuğu kesmek bile bizim gibi insanlar için hüzün vericiyken kim nasıl böyle bir işe kalkışır anlamak imkansızdı.

 

"Peki çocuk ile evinin bulunduğu mekan arasında ne kadar mesafe var?"

 

Komiser Yakut geçici müdür görevini üstlenmişti çünkü emniyet müdürü en sonki davada yaralandığı için raporluydu. Yerine birini de göndermedikleri için en yaşlı komiser başa geçmişti. Kırk sekiz yaşında olan Yakut kasabada başlayan bu seri cinayetin kendi naipliği dönemine denk geldiği için biraz şanssız hissetse de çözmekten başka çaresi yoktu. Normalde böyle olaylar olmazdı pek. Kasabanın içindeki okul bile doğru dürüst faaliyette değilken yabancıların girip çıkmadığı bir yerde böyle bir cinayet nasıl işlenirdi ki?

 

"Bir tarla boyu mesafe var komiserim," diye yanıt verdi Osman. Osman; Yakut'tan hemen sonra geliyordu yaş olarak. Otuz beş yaşındaydı ve en az Yakut kadar tecrübeliydi. "Arada bir de küçük dere geçiyor. Derme çatma köprü de var ama pek kullanılmıyor orası. İnsanlar genelde kendi yaptıkları taş köprü üstünden geçiyor."

 

Emniyet merkezinde göz gözü görmüyordu. İçilen sigaralar birbiri ardınca yenisi ile değiştirilirken herkes kasabada süregelen seri cinayet davasına yoğunlaşmıştı. Komiser Yakut Şimşir bir kere daha çekti sigara dumanını içine ve elindeki resimlere baktı. Bir erkek çocuğunun cesedi vardı resimde. Karın bölgesi açık bırakılmış iç organları telef edilmiş ve diğer tarafları oldukça düzgün duran bir ceset. Zavallı çocuk bir hayli zayıftı. Zaten kasabadaki çocukların çok besili olduğu söylenemezdi ama bu çocuk daha bir zayıftı sanki. Çoban Cemal'in çocuğu olduğu öğrenildikten sonra neden zayıf olduğu daha net anlaşılmıştı ya. Kendine bile doğru dürüst bakamayan Cemal çocuklarının aç gezmesine engel olamıyordu. O sene kasabada ve tüm Türkiye'de de elem bir kıtlık vardı. Ancak mesele bu değildi. Mesele, bu kıtlığa rağmen hayatta kalmaya çalışan insanların canını alma hakkını kendine gören rezil kişideydi.

 

Herkes düşüncelere dalmıştı ki bir kişi elini kaldırdı. Bu kişi stajyer üç polisten en yenisi Devran Korkmaz'dan başkası değildi.

 

"Söyle Devran."

 

"Komiserim araştırmalara göre daha önce böyle bir vakaya rastlanmamış yani bu kasaba için bir ilk."

 

Devran'ın konuşması ile dikkatini stajyerlere verdi Yakut komiser. Murat Bircan buradaydı. Peki ya üçüncüsü?

 

"Yusuf nerede yine?"

 

Bir baba şefkati ile tüm polislere sıcaklık gösteren Yakut en çok bu isim için endişeleniyordu. Aykırı, yaramaz, içi dışı birdi lakin adil ve iyi kalpli olduğu için tüm bu özellikleri her defasında başını belaya sokuyordu.

 

"Murat senin haberin yok mu?"

 

"Hayır efendim."

 

"En son gazete kesiyordu komiserim. Toplantının olduğunu duyunca acele acele kesmeye devam etmiş sonra da peşimizden gelmişti."

 

"Madem peşinizden geldi niye burada değil Devran? Buhar olmadı ya koskoca çocuk."

 

Stajyer üç polisten başka kıdemli polisler de vardı. Dört senelik Ali, yedi senelik Oktay ve üç senelik Selim komiser. Hepsi otururken stajyerler genelde ayakta bekler acil çay kahve ihtiyacını karşılarlardı.

Herkes öylece birbirileri konuşmaya devam ederlerken kapı sertçe açıldı. Tüm başlar kapıya çevrildiğinde karşılarındaki kişi ağzı yüzü mürekkep içinde kalmış benden başkası değildi. Az önce gazete kesmekten ve yapıştırmaktan akan mürekkebin kalanını kendime düşen payını almıştım.

 

"Sen nerdesin lan?"

 

"Buradayım komiserim."

 

"Yusuf!"

 

"Çok önemli şeyler buldum efendim. Beni daha sonra azarlayın fakat önce bir dinleyin."

 

Elimde getirdiğim bir tomar gazeteyi masanın üstüne öylece serdim. Hepsi resimlerden oluşan bir sayfaydı. Tüm gazetelerden kestiğim resimleri birbirine yapıştırarak geniş bir sayfa elde etmiştim. Her resimde bir çocuk cesedi bulunuyordu ve toplamda on beş resim vardı.

 

"Bunlar da ne böyle?"

 

"Önce," dedim dudağımın kenarındaki mürekkep lekesini yalarken. "tuvalete giderken bir gazete gördüm. Dikkatimi çekti okuyayım dedim. Sonra tuvalete gitmeyi unuttum ve çok sıkıştım. Sonra okuyayım diye tuvalete gittim ve meğer ishal olmuşum."

 

"Şimdi bir çakarım ağzına beyin ishali geçirirsin bak!"

 

Ağzımı toplayarak gözlerimi kırptığımda yutkunmayı ihmal etmedim. Yapardı yapmasına ya yapmazdı aslında, kıyamazdı. Yine de şımarmayı uygun görmedim ve devam ettim.

 

"Orayı hızlı geçeyim o zaman. İşte ben tuvaletten çıkıp yeniden gazeteyi okumaya başladım bir de ne göreyim? Tıpkı bizim çocuk cesedi gibi bir ceset. Üstü buğulanmış ama aşağıda okursanız," resmin altındaki ufak yazıyı işaret ettim. "bizimki ile aynı olduğunu anlarsınız. Ceset Muğla'daymış. Yani Konya'nın ufak bir kasabası ile Muğla? Çok uzak değil mi? Sonra bu ceset açıklamasına benzer diğer araştırmaları da yapayım derken istemeden altmış tane gazete okumuşum ama değdi. Sandığımız gibi tek cinayet bizim kasabamızda olmamış. Bu seri katil tüm Türkiye'de aynı fiili işlemiş."

 

Tüm masadakiler stajyerler dahil hazırladığım resimler bütününe bakmak için eğildiklerinde "Yine de garip olan bir şey var. Yani ishal olduğum için lavabodan çıkamadığım o anlarda düşündüm de bu bir seri katil olsa bile tüm Türkiye'de mi yer değiştiriyor? Hadi yer değiştiriyor diyelim tarihleri birbirine çok yakın olan cinayetler var bunu nasıl yapabiliyor?"

 

Kuşku ile kıstığım gözlerim ile boşluğa bakarken mürekkepli elim ile çenemi tutmuş öylece duruyordum.

 

"Sen seri katili düşünmeye az bi ara ver de kül kedisi gibi kapkara olmuş suratını temizle bakayım."

 

Gülümseyerek yüzümdeki siyahlığı silerken "Oktay, Selim siz bu gazete haberlerini inceleyin. Ali sen de benimle gel. Çocuğun cesedini son kez görelim. Cenaze gömülmeden yapabileceğimiz en son şey," dedi Yakut komiser.

 

Oda yavaşça boşalırken hafifçe geri çekilip ellerimi önünde bağladım ama bu hareketim yeterli gelmemişti. Ali ve Selim komiser sağlı sollu omuz atmayı ihmal etmemişlerdi. Onlara göre erkenden kıdemlilerin seviyesine çıkmak isteyen aç gözlü biriydim. Oysaki tek isteğim suçluların bir an önce bulunup hak ettikleri cezayı çekmesiydi. Mertebe falan umrumda değildi. Hem Konya'nın bu ücra kasabasında çözülecek o kadar çok suç varken merkeze tayin edilip ne yapacaktım? Merkezde bir sürü polis vardı. Asıl durmam gereken yer burasıydı ama asla büyüklerime yaranamıyordum. Gerçi Yakut komiser öyle değildi. O azarlarsa da gönül almasını iyi bilirdi ve hatta çoğu defa onun beni azarlaması hoşuma da giderdi. Erken yaşta kaybettiğim babama benziyordu. En son çıkan Oktay komiser onlar gibi değildi. Diğerlerine nispeten o omzuma hafifçe dokunup gülümsedi. Bu, destek veriyorum demekti. Destek veriyor ama diğerlerine karşı koruyabildiği pek söylenemezdi. Şayet o ikisi ile yalnız kalırsam ipimi çekeceklerinden adım kadar emindim. Bu yüzden her daim onlardan uzak kalmaya çalışıyordum.

 

Kıdemliler çıktığında geriye sadece stajyerler kalmıştı. Üçümüz de birbirimizden aşağı kalır yanı olmayan avanaklara benziyorduk. Birimiz buz gibi espirileri ile insanları bezdirir, birimiz burnunu sokmaması gereken ne varsa bulaşır ve başını beladan kurtaramaz, birimiz ise ağzındaki dilini neredeyse hiç kullanmazdı. Bilerek mi seçip vermişlerdi bilmiyorum ama birbirimize tamamen zıt ve aslında tamamlayan bir gruptuk.

 

"Oğlum şu huyundan ne zaman vaz geçeceksin lan? Senin yüzünden bize de takıyorlar kafayı."

 

Devran dalgacı bir sesle yanıma geldiğinde Murat da bize doğru yürümeye başladı. Tüm emniyettekilere göre daha sessiz olan Murat her daim benim yardımcım oluyordu. Yaptığım tim işlerde ondan destek alıyordum ve şimdi de alacaktım adım kadar emindim. Her ne kadar benim yüzümden azar yemek zorunda kalsa ve kıdemlilerin gıcık tavırlarına katlanıyor olsa bile.

 

"Kardeşim anlıyorum yardım etmek istiyorsun ama işte Ali ile Selim komiseri biliyorsun bize kıl oluyorlar. Az daha uzak dursan olmaz mı?"

 

"Olmaz abi!" dedim elimin tersini kaldırarak. Murat son şansını denemiş gibi iç çekti. "Hem çok çok yavaş hareket ediyorlar," dedim kendimi savunurcasına. "Dün öldürülen çocuğun ailesini ziyaret ettim. Garibanlar ağlamaktan heder olmuşlar. Bu ikisi hala sen yaptın ben yaptım derdinde. Kaç tane gazete okudum haberiniz var mı? Sadece bu olayları değil, tüm magazin haberleri bile kafamda. Doksanların en ünlü paparazzisi olma yolunda tam yön ilerliyordum az kalsın."

 

Murat hafifçe sırtımı sıvazladı. Savunmalarım artık ona etki etmiyordu. Uyuşmuş gibiydi çocuk. Gülümseyerek ona bakarken Devran iki elini de açarak havaya kaldırdı. "O zaman ben kahve servisine çıkayım yine görüşürüz tamam mı?"

 

Başımla onu onaylarken Murat'a baktım. Bitmek bilmeyen bir merakla içim kemiriliyordu sanki. Asla anlam veremediğim olaylar dönüyordu. Bu bir seri katilin işi olsa bile basıl tüm Türkiye'ye aynı anda yayılır. Ve nasıl hiç değişiklik yapmadan aynı şekilde katleder?

 

Devran çıktıktan hemen sonra benimle aynı şeyi düşünen Murat "Şu gazete haberlerini kopyaladın değil mi?" diye sordu. Sevgili dostum tam da benim kafamdandı. Ceketimin cebinden bir kağıt çıkarıp Murat'a verdim. Kağıdı alırken ben malımı bilmez miyim dercesine bana bakıyordu.

 

"Bak Yusuf, her ne yapıyorsan şu üçlüden gizli yap. Selim'le Ali zaten gıcık oluyorlar sana."

 

"Peki ya Oktay?"

 

"Ne bileyim, o da bizden gibi ama içim ısınmıyor bir türlü. Bu işte sen ben bir de Devran varız. Staj bitene kadar en azından sessiz ilerle olur mu?"

 

"Peki peki."

 

"Hadi bizim eve geçelim, Asiye sarma saracaktı."

 

Sarmaya bayıldığımı biliyorlardı. Murat ne zaman canım sıkkın olsa mutlaka eşine sarma sardırır beni ve eşimi davet ederdi. Yine o günlerden biriydi bu da.

 

"Bizimkilere haber vereyim o halde," dedim hevesle. Ankesör için jetonumu çıkardım ama "Gerek yok," dedi Murat. "Asiye çağırmış çoktan. Beni aradı bir saat önce kadar. Çoktan gelmişler bizi bekliyorlarmış."

 

Jeton yeniden cebime inerken Murat'ın koluna girdim. "Sen olmasan nasıl yaşarım sevgili dostum."

 

"Az uzak dur oğlum, millet yanlış anlayacak. Yuvamı mı bozacaksın bu yaştan sonra?"

 

"Yaşında ne varmış ya hu, gencecik yakışıklısın. Hem ben de fena sayılmam hı?"

 

Birlikte gülerek odadan çıktık. Koridor boyu dava hakkında konuştuk ve Murat'ın evine doğru yürümeye devam ettik.

 

Emniyet ile Murat'ın evi arasında beş dakikalık bir mesafe vardı. İkimiz birlikte bu derme çatma müstakil eve ulaştığımızda kapı biz vurmadan önce açıldı.

 

"Baba!"

 

"Baba!"

 

Murat'ın 4 yaşındaki oğlu Fedai ve benim 3 yaşındaki kızım Hacer kapıda bizim için zıplayarak bekliyorlardı. Murat'tan önce davranıp ikisini birden kucağıma aldığımda "İkisi de beniiiim!" diye bağırdım. Murat'ın kolları boş kalırken gülüyordum. O da gülüp oğlunu almak için çabalıyordu. Fedai de ona gitmeye çalışıyordu ama yer mi Anadolu çocuğu? Kızım Hacer'le birlikte hızla dönüp ondan uzaklaşıyorduk. On dakika kadar sürdü bu koşturmaca. Ta ki Asiye ile Meryem'in korkup bizim yanımıza gelene kadar.

 

"Biz de bir şey oluyor sandık. Yusuf abi Allah aşkına ver şu çocuğu, sonra rüyasında Fedai Fedai diye kabus görüyor."

 

Asiye gülerek istediğinde onu kırmadım ve Fedai'yi kucağımdan indirdim. Benim indirmemle Murat'ın alması bir oldu.

 

"Hele hele şuna da bak. Ne kıymetli oğlu varmış be. Biz de kızımla döneriz değil mi kızım?"

 

Hacer'le bir iki sefer daha döndüğümde dengem sarsıldı. Meryem koluma girmese kapıya çarpacaktım. Bana göre eğlenceli olan bu şey Hacer dışında herkesin yüreğini ağzına getiriyordu. Ben farkında değilim ama üstlerimin benden hoşlanmama nedenlerinden biri de bu olabilirdi. Yani dengesizlik...

 

Murat ve ben ellerimizi yıkayıp masaya oturduğumuzda masanın enfes görüntüsüne dayanamadım ve önce sarmaya sonra da revaniye dadandım. Bir kendi ağzıma bir de omuzlarımda olan kızıma veriyordum. Alt kat üst kat arası gelip giden çatal her defasında dolu gidiyor boş geliyordu. Meryem bize alışıktı ama Murat ve Asiye bu halimize gülmeden edemiyordu. Hoş artık onların da alışık olması gerek ama işte...

 

Masada yok yoktu. Zeytin yağlı sarma, kaymaklı revani, içli köfte, patates böreği, Rus salatası, çay, meyve...

Emniyette kaybettiğim enerji ve eforu yeniden toplamak adına hızla yiyordum. Çatal sırası üst kattaydı ki elim uzanmadı. Hemen karşımda açık olan televizyonda son dakika haberi geçiyordu.

 

"Bitmek bilmeyen çocuk cinayetlerine bir diğeri eklendi. Konya'ya bağlı olan kasabada sekiz yaşındaki Y.E karnı boşaltılmış halde bulundu. İç organlarının büyük bölümü çıkarılan küçük çocuğa ait parçalar cesedine yakın dere kenarında bulundu. Dereye bitişik ormanda ise geri kalan organlar ve kesici aletlere ulaşıldı. Katilin çocuğu öldürdükten sonra bir şekilde aldığı parçaları bırakmak zorunda kaldığı tahmin edilirken çok sayıda polis memuru bölgeye sevk edildi..."

 

Tam bu noktada hem benim hem Murat'ın telefonu çalmaya başladı.

Gözlerimizi haberden ayırmadan ikimiz de telefonu kulağımıza kaldırdık ve sadece "Tamam," dedik. Tahmin ediyorduk. Ekibi topluyorlardı. Çünkü bu sefer katil kendine ait büyük bir iz bırakmıştı.

Ucunda sarma olan çatalım tabağımın kenarına düşerken yediklerim midemde taş kesilmişti sanki. Benim karnımı dolduran bu şeyler o çocuğun karnından dehşetle boşaltılmıştı. Bu işlere yabancı değildik ama söz konusu çocuklar olunca işler değişiyordu. Kızımın bana uzanan küçük elini sevgiyle tutup öptüm ve zavallı çocuğun ailesinin yaşadığı dehşeti ta ciğerimde hissettim. Yakıcı, bulanıdırıcı ve tüm nefesi tek hamlede kesici bir histi bu.

 

🕯 

 

 

Evvela mumlarımızı yakalım 🕯

Zira bu kitap çok karanlık olacak...

1994 senesine gittiğimiz bir kitap olacak. Ara ara geleceğe de gideceğiz ama daha çok Hacer'in babasının gözünden okuyacağız olayları. Aslında tüm serisinin ana omurgası bu kitapta işlenecek ama Adım adım ve DNA ise çözülmeleri nedeniyle asıl kitaplar gibi görülebilir. Yusuf Gazel, Murat Bircan ve Devran Korkmaz üçlüsünün staj dönemini kapsayan bu yılı siz okurken ve ben yazarken nelerle karşılaşacağımızı çok merak ediyorum. Doğrusu gelecekte de bir davamız vardı. Üstelik çok önemli bir yerde kalmıştı ama itiraf edeyim ki 1994 bana daha çekici geliyor yazarken. Çünkü teknoloji sınırlı ve bu seri cinayeti nasıl çözecekler merak ediyorum. Ben de bilmiyorum çünkü asdfjk

Yeni bölüm haftaya Salı. İlk bölümlerde biraz ara açık olsun. Çünkü hem kurgudan uzaklaştım toplanmam lazım. Hem de okulda 18 Mart için çalışmalar yapıyoruz çok yoğunum. Daha sonra bu aralar üç güne iner.

 

Yeni bölümde görüşmek üzere...

 

Lütfen fikrilerinizi eksik etmeyin, hepsini okuyacağım ❤️

 

🕯

Loading...
0%