@hakugu
|
Ha bu bölüme 500 yorum gelmezse 2.'sini yayınlamam bak 🔫 dıkşın
Yusuf Gazel'in hatırasından 10 nisan 1994🕯
"Kaderinde üç erkek görüyorum...
İlkini öldürmek isteyeceksin ancak senin yüzünden ölmeyecek. İkincisini kurtarmak isteyeceksin ancak senin yüzünden ölecek. Üçüncüsü ise senin ölümüne neden olacak ancak binlerce kişinin hayatını kurtaracak..."
"Bir erkek yüzünden mi öleceğim? Ama nasıl? Neden böyle bir şey oldu? Neden ben?"
"Neden isyana girer. Kaderin bu şekilde çizilmiş elden bir şey gelmez."
"Pe-peki kaderin bu şekilde işlememesi için ne yapmam gerek?"
"Bunun için üçüncü erkekle karşılamaman gerek."
"Üçüncü mü? Üçüncü erkek ile karşılaşmamak için ne yapmalıyım?"
"Üçüncü ile karşılaşmamak için ikinci ile karşılaşmamış olacaksın."
"O halde ikinci ile karşılaşmamak için ne yapmalıyım?"
"Onun için de birinci ile karşılaşmamış olman gerekir."
"Bir mi? Söyle bana birinci erkekle karşılaşmamak için ne yapmalıyım? Lütfen söyle."
"Birinci erkek evlat, üzgünüm ki çoktan onunla karşılaştın. Zaten sen ne edersen et mevlanın çizdiği kaderi yaşamaya mecburuz. Dua edelim ki yolumuz her daim müstakim olsun. Sen hep hayra çalış, elbet senin yolun da çiçeklerle bezenir."
Elimdeki çay bardağını evirip çevirirken "Yine mi düşünüyorsun?" diye sordu Murat. "Bırak artık Yusuf düşünmeyi, hasta olacaksın valla."
Ne düşündüğümü biliyordu. Neden böyle sessizleştiğimi ve neden dalıp gittiğimi çok iyi biliyordu. Diğerleri dava yüzünden ya da köyün ortasında dövülerek bırakılan adamdan olduğunu sansa da sadece Murat benim derdimi biliyordu. O yüzden de daha fazla tepki gösteriyordu.
Derince bir iç çekip gözlerimi kıstım ve dayandığım yere daha fazla yaslanarak camdan dışarıyı seyretmeye devam ettim. Her on yedi Nisan'da yıllar önce bir kere rüyama giren bilge dedenin sözleri gelirdi aklıma. Evet belki bir rüyaydı ama içime işleyen anlamlı cümleleri sinemden bir türlü çıkmak bilmiyordu. Üstelik ben...
"Babanın vefat yıl dönümü değil mi bugün? Ve sen hala onun senin yüzünden vefat ettiğini düşünüp vicdan azabı çekiyorsun?"
Bir şey demeden başımı yere eğdim. Babam vefat etmeden çok önce bu rüyayı görmüştüm ve anlam verememiştim. Böylesine net bir rüya zihnimi bulandırsa da babam vefat ettikten sonra ister istemez o birinci erkek yerine koyup duruyordum. Sorun şu ki; babam vefat etmeden aylar önce onunla çok kötü kavga etmiştik. Onu öldürmek istedim ve bir anlık öfkemden sonra asla kendime gelemedim. Gözümün önünde annemin gözünü morarttığında dayanamayıp saldırmıştım. Bir anlık bir şeydi belki ama vicdan azabı içimden çıkmak bilmiyordu.
"İyi de güzel dostum her baba oğul kavga eder. Ve baban unutma ki kavganızdan tam iki ay sonra vefat etti."
"Ama doktor üzüntüye bağlı kalp krizi dedi," dedim. Kaşlarımı kaldırarak Murat'a bakıyordum. Açık ara benim yüzümden olması çok büyük ihtimaldi. Murat da bunu biliyordu belki. Yine de kim dostuna babanı öldürdün diyebilir ki?
"Bak kardeşim," dedi elini omzuma atarak. "Farz et ki baban senin yüzünden öldü. Dolaylı yoldan yani. Ama sen olmasaydı o da anneni öldürür müydü öldürmez miydi?"
Gözümden düşen tek bir damla yaşı elimin tersi ile silerken "Bilmiyorum," dedim. Ben araya girmediğim zamanlar annem üstü başı kan içinde kalıyordu. Sırf bu yüzden polis olmaya karar vermiştim zaten. Babama dur diyebilmek için. Annemi korumak için.
"Oğlum benim annem bile hala der, Yusuf olmasaydı Gülgün şimdiye sok nefesini vermişti diye. Sen bir kere babanla kavga ettin diye öldüyse o da ecel. Ne yapabilirsin ki artık?"
Taze akan yaşı da elimin tersi ile sildim ve iki kere öksürürken dik durmaya çalıştım.
"Babandan sonra annen de vefat ettiği için biraz içine yer ediyor biliyorum ben. Ama bizler bir şey yapamayız Yusuf. Bunları hepsi takdiri ilahi. Ha kardeşim?"
Her on nisanda aynı nutuk çekiliyordu bana. Özellikle Murat tarafından. Sonra eve gidince Meryem tarafından. Sonra kızım Hacer öper teselli eder. Sonra Murat ailesini toplar bize gelir. Fedai ve Hacer kendilerinden geçerek beni güldürmeye çalışır. Üç yaşındaki kızımın beni böylesine derin anlaması yüreğimi delin deşik ediyor. Sıradan bir çocuk olup umursamamasını dilerdim. Bana o kadar bağlı ki, daha minicik ama şu fani dünyada canımdan bir parça yavrum.
"Hadi gel de şu mevzuyu bir daha konuşalım."
Mevzu dediği beyaz tavşan davasıydı. Gözümüzü ya da gözlerimizi korkutmak için bir adamı döverek öldürmeleri bu işin bittiği anlamına gelmiyordu elbette.
Murat'la birlikte Osman Çelik'in malikanesine gittik. O da bizi bekliyormuşçasına hemen özel odasına aldı. Önümüze serdiği dosyaların hepsi Engerek zehri örgütü hakkındaydı. Tek tek inceletmiş ve delil toplamıştı. Araştırmalara göre örgüt 1992 senesinde kurulmuştu. 92 ve 93'de çok fazla öne çıkmadan kendine özellikle zengin ve nüfuzlu insanları toplamış asıl faaliyetlere ise 94 senesinde başlamıştı. Yaptıkları şey organ kaçakçılığıydı ancak bu kadar basit değildi hep olduğu gibi. Örgüt içindeki sinerji öylesine yoğun ki dışarıdan bir insan için absürt gelen şeyler onlar için kutsal bir görev gibi.
Örgütün içine girmek için yapılması gerekenler o kadar çok ki öyle kolay kolay kimse giremiyor. Girenler içinse en önemli şart vücutlarının herhangi bir yerine örgütün dövmesini yaptırmak.
Elime aldığım dövme resmine bakarken bir yandan da okumaya başladım.
"Baştaki ters güneş sonu, en alttaki bir damla kan bağlılığı, kılıç her yere uzanan eli, yılan gücü, D harfi ise ölümü simgeliyor."
Murat da eğilip dövmeye baktığında "Lanetler, death mi? Zaten insan evladı olsalar böyle saçma sapan şeylere bulaşmazlar," diye sitem etti.
"Yusuf komiserim. Bunlara bulaşmasan n'olur ha?"
Osman Çelik yalvarırcasına bir ses tonu ile bana bakarken kapı çaldı iki kere ve içeri Selma girdi. Elinde birkaç dosya da vardı ve hızla babasına yürüyüp verdiğinde başımı önümdeki dosyaya eğdim. Selma'yı Devran'a istediğimizden beri bakışları üstümdeydi. Muhtemelen bana söyleyeceği bir çift lafı vardı ama köşe bucak ondan kaçtığım için ancak böyle uzaktan bakabiliyordu.
"He kızım, ne getirdin?"
Mafya dosyayı açıp içindekileri çıkarttı. Üç tane kağıt çıktı içinden. Her birinde birer resim ve tanıtım metni.
"Doktor Adnan Keşan."
İkinci resmi aldı eline.
"Adli tıp uzmanı doktor Melik Kandemir."
En son resmi de alıp okudu.
"Ve uzman psikolog Fehmi Tanrıverdi. Ahanda hepsini bulduk. Örgütün pis bebeleri ha şu üçüymüş işte."
Dudaklarımın kenarında tarifi mümkün olmayan bir hisle tatlı bir tebessüm yayıldığında gururla bir nefes aldım.
"Geriye sadece bunları ihbar etmek kaldı. Kalk gidelim Yusuf. Eminim Yakut komiser bir çaresine bakacaktır."
Murat kalkıyordu ki elinden tutarak durdurdum.
"Yo, bu işe emniyeti karıştırmayacağız. Bunca olaya rağmen üstünü kapattıklarını nasıl unutursun? Anlaşılan o ki emniyetten çoğu kişi de bu işin içinde."
"O zaman ne yapacağız?" Murat yavaşça otururken Osman Çelik masaya doğru eğilerek "Kurban olayım sen girme Yusuf komiserim işin içine. Yok mu yardımcın falan o girsin, seni daha yeni buldum az bi geri dur da," diye araya girdi ancak onu duymamıştım. Aklımdaki fikri söylemek için dudaklarımı ıslattığımda "Madem onların bir örgütü var," dedim Selma dahil odadaki herkes bana dikkat kesildi.
"Biz de bir örgüt kuracağız."
Bu, Yusuf Gazel olarak kendimi aştığım ilk an değildi elbet. Birçok kez insanların şaşırdığı ancak bana normal gelen tuhaf davranışlarım olmuştu. Lakin bu öyle bir fikirdi ki, hem sonuna kadar katılmışlar hem de hafiften gelen bir ürperti ile titremişlerdi.
Kolay değildi. Bu iş anti polisiyeye dönmüştü. Adaletin sözünün geçmediği yerde adaletsizlik bir hukuk yolu sayılırdı.
Bakışlarım hayali noktamda görmesi gereken binlerce kareyi görürken odadaki kimseden çıt çıkmıyordu. En az benim kadar heyecanlı, en az benim kadar ürkek ve en az benim kadar endişeliydiler biliyorum.
🕯
Nöbet için merkeze geldiğimde kendime harika bir kahve yapıp koridorda yürürken aynı koltukların olduğu yerde aynı şekilde duran Devran'ı gördüm. Saat gece yarısını çoktan geçmişti ve günler önce benim gördüğüm S harfine bakıp duruyordu. Hatta öyle bir odaklanmıştı ki sanki harften fazlasını görüyor gibiydi. Ben de gözlerimi kısıp baktım ama harften başkasını göremedim.
Elimdeki bardağın bir tarafını ağzıma alıp dişlerimle sıkıştırdım ve sessiz adımlarla Devran'a doğru yürüyerek tam yanında kuvvetle ellerimi çırptım.
"Allah!"
"Allah ya. Ne yapıyon oğlum gecenin bir yarısı burada?"
Hemen yanındaki koltuğa çıkıp sırtımızı yasladığımız yere oturup ayaklarımı uzattım.
"Hiç. Öylesine."
İç çekişinden ve kaçamak S bakışlarından anlamıştım ama üstüne gitmeden dolaylı yoldan yürümeye çalıştım.
"Anan nasıl?"
Eliyle oynamayı bırakıp şaşkınlıkla bana baktı. "İyi?"
"He iyi çok şükür. E hani evermiyor muyuz seni?"
"N-ne?"
Aha! Yakalamıştım. Oturduğum yerden kayıp hemen yanında düşüp kolumu omzuna attım.
"Hadi ama oğlum, seni yıllardır tanıyorum lan. Duvardaki S harfini yılan gibi dönüp durdun deminden beri."
S harfini gösterirken başım ve bedenimle birlikte sanki üstünden gidiyormuşum gibi eğilip bükülürken bana bakıyordu. Yüzündeki afallama ve onu anlamamdan dolayı şaşkınlığı komik görünse de ciddi olmaya çalıştım.
"Gidelim adam gibi Osman Çelik'ten kızını isteyelim anasını satayım."
Elimi boşluğa para yatırır gibi vurdum. Devran da her hareketimi özenle izliyordu ama pek hevesli değil gibiydi.
"Ha? Gidek mi? Osman'ın kızını sana alak mı? İsten mi Selma'yı, ha ne dersin?"
Sanki ağlıyormuş gibi burnunu çekti ve başını önüne çevirerek omuzlarını düşürdü.
"Nasıl olacak Yusuf? Elde avuçta bir şey yok. Koskoca mafyanın kızını yamalı ayakkabılarımla mı isteyeceğim?"
Ayakkabı deyince gözüm hemen Devran'ın ayakkabılarına gitti. Sol ayakkabının ucu yırtılmıştı ve üstü farklı bir deri parçası ile yapıştırılmaya çalışılmıştı ama pek işe yaramamıştı. Sağ taraftakinin ise dikil yerleri sökülmek üzereydi. Stajyer olduğumuz için birkaç kuruş alıyorduk. Hoş normal polislerle öyle ahım şahım bir şey almıyordu ama yine de ev geçiniyordu.
Elimde tuttuğum bardağı hemen yanımdaki boş koltuğa koyarken ben de derin bir iç çektim.
"Babam vefat etmeden birkaç ay önce onunla çok fena kavga ettim. Sebep? Annemin bir çift ayakkabı istediği için onu dövmesiydi. Alacak parası yoktu ama yine de dövmesi beni sinirlendirmişti."
Devran kendinden uzaklaşıp benim dediklerime odaklandığında sanki geçmişe gitmişim gibi boşluktaki bir noktaya öylece daldım.
"Sonra...yani kavgadan sonra babam bir çift ayakkabı almış anneme. Ama annem hiç giyemedi o ayakkabıları. Çünkü babam kısa bir süre sonra vefat etti."
Ellerim dizlerimin üstüne alt dudağımı ısırırken tam da babamın yıl dönümü olan bu günlerde içim çok sıkılıyordu. Gözlerimden akan birkaç damla yaş sonrası Devran'a baktım.
"Demek istediğim, bir ayakkabı yüzünden iki insan kaybettim ben. O yüzden sakın ayakkabıdan bahsetme etme olur mu?"
Hem Devran'ın hem de benim gözüm yaşla doluydu.
"Oğlum ben ne güne duruyorum? Eminim Murat da hemen koşar yardımına. Niye bize bir şey demiyorsun?"
Gözlerinden süzülen yaşları ellerinin tersi ile silip "Ne diyeyim size Yusuf? İliniz de evli barklı çocuklu insanlarsınız. Kendi harcamalarınız kendinize göre. Gelin beni evlendirin mi diyeyim?" diye sordu.
"Evet lan, aynen de öyle."
"Gel bana de ki, Yusuf Gazel benim nikah şahidim ol. Yetmez, evlenmeme yardım et. Yetmez anasını satayım gel gelin arabam ol de olmazsam iliklerim kurusun."
Devran içinden gelen bir gülüşle güldüğünde ben de güldüm.
"Ne? İnanmıyor musun? Araba olamam mı yani ben?"
"Ya sus bi zaten manyak ettin beni. Ağlıyor muyum gülüyor muyum belli değil. Oğlum sen nasıl bir şeysin lan?"
"Sen bana araba olabilir miyim olamaz mıyım onu söyle?"
Devran cevap vermek yerine gülerken önüne geçtim ve kollarından çekerek sırtıma aldım.
"Yusuf dur lan manyak herif, ne yapıyorsun?"
Sırtıma aldığım Devran'la birlikte koridorda koşmaya başladığımda her şey yavaşlamıştı sanki.
Hızla ilerleyen dakikalar...
Takvimin 1994'ü tüketen samansı yaprakları...
Ayaklarımın yere basarken çıkardığı ses...
Yere dökülen kahvemin teker teker inen damlaları...
Devran'nın yanaklarından süzülen yaşları...
O benim sırtımda ben krishner telli ayaklarımla koridorda öylece koştuk. Devran gülmekten bir şey diyemezken sadece omzuma vuruyor, bense onu bırakmamakta ısrar ediyordum. Birlikte yavaşlatılmış bir filmi oynarcasına öylece koştuk.
Ve bir ayakkabı geçti mazinin tarihine. Öyle can yakıcı bir his ki, eskiye kendin katlandığın halde kabul görmemesi diğerleri tarafından. Ve fakirliğin ciğerleri yakan tuhaf burukluğu. İnsan, kendi katlanıyor da birçok şeye, hayatta kalmak bambaşka bir şey. Orada bazı şeyler istisna kabul etmeden çetin işliyor.
Ben yorulana, bardağımdaki kahvemin son damlası akana, Devran tamamen hüzünden sıyrılana, zaman artık eskisi gibi akmaya başlayana dek koşmaya devam ettim.
Nefesim bitecekmiş gibi. Son koşuşummuş gibi. Ölüm teğet geçiyormuş gibi.
Hem ben hem Devran nefes nefese dış kapıya kadar indiğimizde kendimizi soğuk zemine bıraktık.
"Yarın gidip o kızı istiyoruz tamam mı?"
Hali kalmasa da bana gülmekten geri durmayan Devran "Tamam," dedi.
"Sonra da çok beklemeden hemen evleneceksin tamam mı?"
"Tamam."
"Seni seviyorum."
Güldü. Yüzünü soğuk taş zemine yasladı ve hızlı hızlı nefesler almaya devam etti.
Tamamen kendimize gelene dek uzun bir süre, öylece kaldık yerde.
🕯
25 Nisan 1994 Devran Korkmaz'ın düğünü Yusuf Gazel'in hatırasından
"Harika olacaksın. Omuzlarını dik tut ve sadece gülümse. Çünkü kader bizim adımımıza göre yolu şekillendirir. Sen gül ki, güller açsın yolunda."
Devran'ın kravatını sıkıştırırken aklımdan geçenleri söylemeye devam ediyordum. Hem ben hem Murat kendi aramızda sıkı bir paylaşma yaparak Devran'ın düğün masraflarını üstlenmiştik. Öyle ahım şahım eşyalar alamamıştık belki ama yemek pişirecek tüpü, çorba içecek kaseleri, üstünde yürüyecekleri halıları ve iki çift kanepeleri olmuştu. Osman Çelik'in kızını istemek de Devran ile evlendirmek de sandığımız kadar zor olmamıştı. Araya ben girdiğim zaman her şey hop diye halloluyordu. Bazen bu, beni biraz huzursuz etse de arkadaşım için elimden geleni yapıyordum.
"Eğer anlaşamadınız o valizini toplayıp ben anamın evine gidiyorum derse sen de valizini topla bizim eve gel."
"Niye lan sen benim anam mısın?"
"Herhalde oğlum. Ben hem anan hem babanım."
Devran gülümserken saçlarını da düzeltmeye çalıştım.
"Murat biraz kolonya döksene elime."
Murat da hemen köşede Devran için aldığımız damat eşyalarını düzenliyordu.
"Geldim."
Elindeki limon kolonyasından çokça avcuma boşalttığında iki elimi birbirine sürterek çarptım ve Devran'ın saçlarını yeniden düzenlemeye başladım.
"On numara beş yıldız oldun."
Elimle harika olduğunu gösterirken gözlerinin içi parlıyordu. Hem ben hem Murat sanki dünyanın en gururlu insanlarıymış gibi yoğun bir iç huzuruyla ona bakarken kapı çaldı.
"Gelin hazır."
"Hemen geliyoruz. Ben çıkıp etrafı kontrol edeyim.
Murat önden çıktığında ben de peşinden gidiyordum ki Devran kolumdan tuttu. "Yusuf..."
Aniden durup ona döndüm. "Hı?"
Eli yavaşça geri çekildi. "Nasıl ödeyeceğim senin hakkını?"
Dudaklarım düz bir çizgi halini alırken gülümsemeye başladım. Sonra derin bir nefes aldım ve ellerimi pantolonumun ön ceplerine koyarak "Ödeyemezsin muhtemelen. Hem bazılarımızın bu dünyadan ziyade diğer dünya için ödemeye ihtiyacı var değil mi?" diye sordum, sertçe omzuma vurdu.
"Ne diyorsun be? Aptal aptal konuşma. Diğer dünya nereden çıktı. Gencecik adam?"
"Genç?" Elimle çenemi sıvazladım. "Ha genç ve yakışıklı buluyorsun yani?"
"Of Yusuf of. Yemin ediyorum iki dakika ciddi kalamıyorsun."
"Ne yapayım oğlum germe sen de beni. Şurada dostumu everiyorum."
İkimiz de birbirimize gülüp ben önden gittiğimde artık tamamdı. Kendimi son derece huzurlu hissediyordum. 10 Nisan kasveti çoktan üstümden kalkmış, kendimi Devran'ın düğününe odakladığım için zaman da çabucak geçmişti. Ve hayat bir kere daha yaşanılası geliyordu.
Sonra ben dışarı çıktım. Murat'la birlikte yolu açtık. Gelin geldi ve Osman Çelik yüzlerce insanla birlikte düğünü başlattı.
Kızım Hacer, Murat'ın oğlu Fedai ile birlikte dördümüz de şahit olduk. İmzalar atıldı. Nikah kıyıldı. Konfetiler patladı, güvercinler uçuruldu. Pasta yendi, içecekler içildi, insanlar güldü eğlendi.
Devran ve eşi Selma artık bir çiftti. En son, gelinle damat arabaya doğru yürümeden eller öpülmeye başlandı.
Devran ve Selma önce Osman Çelik'in elini sonra Devran'ın annesinin elini öptüler. O zaman, yani tam Devran'ın annesinin eli öpüldüğü dakikalarda herkes kendi halindeydi ama Devran'ın annesi birkaç kelime etti ki, asla unutamam.
"Artık alnım açık yürüyebilirim. Sağolasın oğul."
Şu cümle, kalbimi titretti. İçimi acıttı ve tüm hücrelerimi tuhaf bir ılık hisle sarstı.
Alnı açık yürümek...
Bu, çoğumuzun pek de umrunda olmayan ama aslında büyük bir nimet.
Sonra Devran gülümsedi, annesi gülümsedi, Murat gülümsedi, ben ağladım. Ama böyle içten içe. Yüzüm güldü, dudaklarım güldü. İçimse, hüngür hüngür ağladı.
Devran eşi ile birlikte gittiğinde bile düğün devam ediyordu. İnsanlar kendilerini eğlenceye kaptırıp saatleri geçirirken ben ve Hacer dondurma almaya gittik.
"Hadi benim babam, ne ister bakalım?"
"Naneli doduma istiyorum baba."
"Naneli mi? Ama naneli dondurma yok ki?"
"Ya var! Naneli dondurma istiyorum ben işte!"
"Ama yavrum naneli dondurma yapmazlar evladım. Herkes senin gibi midesiz değil evladım."
Ne dediysem dinletemedim. O dondurmacı senin bu dondurmacı benim dolaşıp durduk koca Konya'da. Ta ki seyyar bir dondurmacıya denk gelene dek. Ter içinde nefes nefese "Abi Allah aşkına naneli dondurmam var de," diye nefes aldım.
"Naneli mi? Oğlum ne nanesi kim naneli dondurma yer ki?"
"Değil mi ama? Gel de şu inatçı kıza anlat..."
Hacer yeniden ağlamaya hazırlanırken hemen yanımda duran bilmiş bir kız elindeki yeşil dondurma ile bana yaklaştı.
"Şey amca konuşmanıza tanık oldum ama ben naneli dondurma satılan bir yer biliyorum."
Gözlerim fal taşı gibi açıldığında "Nerede!" diye bağırdım.
"Gel sizi götüreyim," dedi ve önden koşmaya başladı. Ulan sanki kendimi Alice harikalar diyarına düşmüş gibi hissediyordum. Her şey bi o kadar imkansız ve bi o kadar saçmaydı.
Yaklaşık beş dakika sonra küçük kızın tarif ettiği dondurmacıya geldiğimizde birer naneli dondurma alıp bakkalın hemen önündeki basamaklara oturarak yemeye başlamıştık. Başta iğrenç gelmişti ama yedikçe insanın ağzında hoş bir tat bırakıyordu. Hacer naneli dondurmasını yerken öyle mutluydu ki "Teşekkür ederim küçük kız, sayende bir dünya savaşını önledin," dedim.
"Benim adım küçük kız değil," dedi bilmiş bilmiş.
"Ah, afedersiniz. Neydi isminiz?"
"Hande Kayla Emirgan. G ile Emirgan!"
Üstüne bastıra bastıra söylerken naneli dondurmasını yemekten geri kalmıyordu.
"Sana söz ismini unutmayacağım. Emirgan. G ile!"
Söyleşim tarzım hem Hande'yi hem Hacer'i güldürmüştü. Onlardan önce dondurmamı yiyip gazetelerin bölümüne geçtiğimde bir makale dikkatimi çekti.
Siyah kuğu...
Kısaca, 'Siyah Kuğu' deyimiyle; olması ihtimal dışı görülen, fakat vuku bulduğunda etkisi çok büyük olan ve bir kez gerçekleştikten sonra, onu daha az rastlantısal kılacak bir açıklama uydurduğumuz olaylar kastedilmektedir.
Gülüp eğlensem de şu örgüt asla aklımdan çıkmıyordu. İşte onlara karşı tam da Siyah kuğu gibi bir olay gerekiyordu. Şayet bir ayaklanma başlatsam ismini mutlaka siyah kuğu koyardım.
"Evet... Siyah kuğu."
Mırıltım ile hem Hacer hem Hande yanıma gelip baktığım gazetelere bakarken güneş batıyordu.
🕯
Devran Korkmaz'ın hatırasından
Selma ile balayı için Antalya'ya geldiğimizde her şey çok güzeldi. Önce eşyalarımızı yerleştirdik sonra kendimiz hazırlandık. Hayatımın en mutlu günü ve gecesi olacaktı.
Osman Çelik bizim için bir villa kiralamıştı. Güneş ışıltı ile yüzünü gösteriyor, hava ılık bir teneffüs veriyordu.
Duşumu alıp balkonda Selma'yı beklerken o da geldi. Elinde iki içecek vardı. Birini bana uzattı ve kendisininkini yudumlarken "Çok güzelsin," dedim. Çok güzeldi gerçekten. O, benim için dünyanın en güzel kızıydı.
Bir şey demedi, utanıyordu belki de.
Elimdeki içeceği masaya koyup ona yaklaştım ve yanağına bir öpücük konduracağım zaman tuhaf bir şekilde yüzünü çekti. Belki de balkonda olduğumuz için uygun görmemişti.
"Affedersin. Dışarıda olduğumuzu unuttum bir an," dedim ve gülümseyerek yerime dönerken "Devran," dedi.
Hızla arkamı dönüp ona baktım. "Hım?"
Bardağı son kuvvetle sıkıyordu. Bir an için çatlayıp elinde parçalanacak sandım.
"Ben Yusuf'u seviyorum."
Öyle hızlı söylemişti ki şu üç kelimeyi. Öyle hızlı yıkılmıştı ki dünya başıma. Öyle garip bir şekilde ölmüştüm ki o gün oracıkta.
Erkeklik gururum, insanlık onurum, sevdam, minnetim, iyi niyetim, merhametim anında silindi.
"Senle evlendim ama bu başka çarem olmadığı için. Yusuf evli ve öyle bile olsa ben..."
Titreyen çenesinden sonra mavi gözlerinden yaşlar süzüldü.
"Ben onu seviyorum."
Göz kapaklarım yavaşça açılıp kapandı. Aslında şoka girdiğim için doğru dürüst elle tutulur bir tepki veremedim. Sadece ona baktım. İzledim. Ağlayışını, bardağı sıkışını, ne yapacağımı, sonrasında nasıl devam edeceğimi.
Boşanamazdım. Hayır, asla boşanamam. Öyle bir durumda annem mahvolur. Ve bu sefer köylü tamamen sınırı aşar.
Peki ya sevgi? Bulutlar neden karardı birden bire? Balkon çok mu yüksekte ne? Şu öten kuşun adı ne ki? Kalbim durdu sanırım. Yoksa bedenimin uyuşmasının başka açıklaması olamaz.
🕯
Merhabalar biraz geciktim kusura bakmayın. Karne dönemimizdi ve çok yoğundum. Gece geç geldim sabah erken gittim okula ve yazacak gücü bulamadım. Ama böyle durumlarda lütfen yeni bölüm istemeye devam edin. Bölümü soran birkaç kişinin isteği beni yazmaya itti diyebilirim. Ve teşekkür ederim hala daha merakla beklediğiniz için...
Serinin 3. Kitabı olan 1994'ün bitmesine 5 bölüm kaldı ve ondan sonra biraz ara vereceğiz. Muhtemelen iki ay olur. Daha fazla ya da az sizin aktifliğinize bağlı. Yazmak güzel ama hevesli okur oldu mu tadından yenmiyor (;
Bu bölüm uzun olacağı için ikiye ayırdım. Diğer bölümün ismi Siyah kuğu 2 olacak. Umarım beğenmişsinizdir. Yorumlarınızı esirgemeyin ve beni sevin. Sevgi sevgi sevgi 🥰 |
0% |