Yeni Üyelik
55.
Bölüm

55. Bölüm

@hakugu

 

 

 

İnstagram hakugu

 

 

🤍

 

 

Hacer gazel 🌻

 

"S-sen!" Kekeleyerek Haris'e sorduğumda, gözlerini yavaşça bana çevirdi. Bu yavaşlık, tamamen kendinden emin bir bakışı taşıyordu.

 

"Haris senin işin var burada?" Cihanşah öne doğru bir adım attığında Haris elindeki bardağı havaya atıp çitlerden bir çırpıda atladı ve havadaki bardağı şak diye tutarak benim tarafıma geçiş yaptı. Şayet şov yapıyorsa ya da hani şu belgesellerde dişisinin etkilemeye çalışan öküz başlı kertenkeleleri taklit ediyorsa, kesinlikle başarılıydı. Onun bu hareketlerine eriyordum her defasında. Hiç şaşmazdı. Beni nasıl etkileyeceğini bilircesine gayet kolay ve profesyonel şekilde yapıyordu.

 

İçim eriyip ona doğru akarken göz ucuyla bana baktı. Biliyordu. Ona tav olduğumu adı kadar iyi biliyordu. Bu hallerimi seyretmek çok zevkli olsa gerekti.

 

"Asıl," dedi Haris, kaşlarını çatıp gözlerini kısarak. "senin burada ne işin var gardaşş."

 

Elleri beline yerleştiğinde hesap sorma moduna girmişti. Kaba dayı olmak ona pek yakışmıyordu doğrusu. Nereden baksan kibar bir delikanlıyı andırıyordu. Ama niye bu halleri bile tatlı geliyor gözüme?

 

"Heyzır'ın evini taşıdık gördüğün üzere. Ayrıca sen soruma cevap vermedin. Senin ne işin var burada?"

 

"Ben... Ben burada oturuyorum."

 

"Burada?" Cihanşah inanmazca yeniden sormuştu.

 

"Hım."

 

Cihanşah anlamasa da ben anlıyordum. Alaya alıyordu. Geldiğinden beri tam iki defa yalan söylemişti ve her cümlesinde gizli bir tehdit havası vardı. Onu seyrederken gülümsememek için kendimi zor tutuyordum. Sanırım şu, vazgeçme olayı öyle kolay kolay olacak bir şey değil. En azından gözümün önünde vazgeçemiyorum. Hayallerimde vazgeçmiştim. Hatta üstüne üstlük iki kere de yalvarmasını reddetmiştim. Ama işte böyle yüz yüzeyken pek içimden gelmiyor unutmak.

 

"Yalan söyleme Haris. Sen ne zamandan beri burada oturuyorsun ki? Hacer'in yanına taşındın değil mi?"

 

"Yalan? Hop dostum orada dur bi. Her şeyde yalan söylerim ama ev konusunda asla. Ben tamı tamamına üç senedir burada oturuyorum. Ahan da delilim."

 

Haris cebinden elektrik faturasını çıkarıp gösterdiğinde tarih üç sene öncesini gösteriyordu. Sağ kaşımı inanmazca kaldırırken Cihanşah'ın kafası karışmıştı. Üç sene öncesi fatura ne alaka? Ne alakaaa?

 

"Yani Hacer mi senin yanına taşındı?"

 

Tıpkı bir yaramaz çocuk gibi gözlerini kapatıp omuzlarını silkeledi. Bakışları yukarıda, sağda solda ve benim üstümde gezinip durdu. Bir an önce bitmesini diliyor gibiydi.

 

"E şimdi ne olacak?" Cihanşah elindeki fatura ile birlikte bir bana bir Haris'e bakarken "Ne demek ne olacak?" diye sordu Haris. "Evli evine Kazaklı kazağına şey aman ülkesine dönecek işte?"

 

"Aman çok komik."

 

Haris ülke mevzularına girdiyse işler ciddileşecek demekti. En iyisi bu işe bir son vermekti. İkili birbirine girmeye başlamıştı ki aralarına girdim.

 

"Bakın, başımda zaten tonlarca dert var. Yani iki dakika yemek yiyecek vaktim yok, sizinle hiç uğraşamam. O yüzden herkes evine gitsin lütfen."

 

Cihanşah ve Haris bir adım geri gittiklerinde Cihanşah'a döndüm.

 

"Çok teşekkür ederim Cihanşah. Bu yardımını mutlaka geri ödeyeceğim."

 

"Ne demek, lafı bile olmaz."

 

"Yo, şaka değil. Mutlaka çaya beklerim bir ara."

 

Haris kollarını önünde bağlamış bir bana bir Cihanşah'a bakarken gülümsüyordum. Gıcık oluyordu.

 

"Çay sevmiyorsam?"

 

"Kahve yaparım?"

 

"Kahve de sevmem?"

 

"Zıkkımın kökünü iç o zaman."

 

Cihanşah kaşlarını çatarak Haris'e baktığında ben de ciddileştim.

 

"Neyse vakit geç oldu ben giriyorum. İlk günden mahallede laf çıksın istemiyorum. Size iyi geceler."

 

Cihanşah gülümseyerek el sallarken Haris bana değil kötü bakışlarla Cihanşah'ı süzüyordu.

Önden girip kapıyı kapattığımda derin bir nefes aldım.

 

Gelmişti. Gelmişti... Bitireceğini sanmıştım ama o hemen yanıma taşınmıştı.

 

"Aptal, manyak, geri zekalı, peşimden gelmiş..."

 

Kendi kendime sevinirken pencerenin arkasına geçip perdenin arkasından onlara baktım. Birbirilerine bir şeyler söyleyip ayrıldılar. Sandığım kadar uzun sürmedi düelloları. Böyle filmlerde olduğu gibi silahlarını çekip ters yöne adım atarak aynı anda birbirlerini vurmalarını beklemiştim. Ya da biraz daha uzun sürebilirdi ama sandığımdan daha dostane ayrıldılar. Cihanşah mı erken pes etti ne?

 

Tam Turhan'ın yanına gidiyordum ki kapı çaldı iki kere. Gelen kişi Haris'ti adım kadar iyi biliyordum. Heyecanla açarsam hala daha onu sevdiğimi anlardı. Sırf bunun için bir adım ileri iki adım geri gittim. Sonra da yavaş ve sakince açtım kapıyı.

 

Kapının sol tarafına yaslanmış elindeki bardağı sallıyordu.

 

"Hala bir bardak yağ alamadım tatlı komşum?"

 

Gülümseyerek bana bakarken yüzümü buruşturdum.

 

"Bilmem farkında mısın ama yeni taşındım ve yağımız da çok az. Malum enflasyon tavan yaptı ülkede ve yağ da aşırı pahalı"

 

"Cimrilik yapma da yarım bardak bari ver. Kek yapacağım."

 

"Sen? Kek?"

 

"Hım, güzel bir kıza ikram edeceğim de."

 

Alt dudağımı çıkararak beğenmezce yüzümü buruşturdum.

 

"Hadi bekletme de düzgünce istiyorken veriver, ben çalmadan."

 

"Pehh."

 

Elindeki bardağı sertçe alıp içeri girdim ve yağ ile doldurup geri geldim.

 

"Teşkür güzelim."

 

Beklemeden gittiğinde öylece kalmıştım. Amacı gerçekten sadece yağ almak mıydı? Gerçekten mi? Gitti mi diye arkasından baktım ama cidden gitmişti.

 

"Gü-güzelim mi? Kime güzelim diyor bu, aptal mı ne!"

 

Gitmesinin üstünden beş dakika geçmişti ki kapım yeniden çaldı. Bu sefer hızla açtım. Üstüne mutfak önlüğü, elinde kek çırpma kabı ve çırpma teliyle hamuru çırpıyordu. Gömleğinin bileklerini katlamış, saçlarını dağıtmış, yüzünde un izleri ve ve...

 

"Şunun tadına bi baksana sana zahmet. Bana biraz tuhaf geldi de."

 

Ters ters baktığımda "Ne demiş büyükler komşu komşunun kekine muhtaçtır. Atalara karşı gelme de bakıver şunun tadına," dedi.

 

Lafı evirip çevirip beni bastırıyordu. İstemeye istemeye biraz tadına baktığımda "Şeker katmadın mı buna sen?" diye sordum yüzümü buruşturarak.

 

"He kattıydım. Tuz muymuş yoksa o!"

 

Ağzımdaki şeyi tükürmek için içeri koştuğumda o da kendi dairesine koştu. Bu gece beni zehirlemese iyiydi.

 

Beş dakika sonra

 

Bu sefer kapıyı açtığımda iki kolu ile kapıya dayanıp içeri doğru sarkan Haris'e baktım.

 

"Saat kaç diye soracaktım."

 

"Haris!"

 

"Ne kızım! Komşu köpeği komşuya ürümez derler. İki dakka söyleyiver ne oldu yani?"

 

Bıkkınlıkla nefes verdiğimde telefonumu alıp saati gösterdim.

 

"Oldu mu?"

 

"On mu olmuş ya? Ne ara o kadar vakit geçti yav? Ha bi de üç mesaj gelmiş, kimden?"

 

Hızla telefonu çevirip baktığımda gerçekten de mesaj geldiğini gördüm. Açıp baktığımda Cihanşah'tan olduğunu gördüm.

 

"Bunlar tam sana göre..."

 

İki tane saksı gösteriyordu. Gerçekten çok güzeldi. Gülümseyerek bakarken "Ben mal mıyım da kendi saksımı kendim seçemeyeceğim yaz," dedi hemen yanımda olan biri. Başımı çok az çevirdiğimde telefonuma uzanan Haris'i gördüm.

 

"Yazsana, ne bakıyorsun öyle bön bön. Düpedüz sana hakaret etmiş görmüyor musun?"

 

Tüm gücümle ittiğimde kapıdan uzaklaştı ben de kapıyı yüzüne kapattım.

 

Beş dakika sonra

 

Kapıyı yeniden açtığımda hemen karşımdaki sandalyede bacak bacak üstüne atmış, gecenin bir yarısı güneş gözlüğü takmış, elindeki limonatasını yudumlayan Haris vardı.

 

"Yine ne var Haris?"

 

"Düşünüyorum da, sanırım senim ev benim güneşimi kapatıyor."

 

Kollarımı önümde bağlayarak kapıya yaslandım. Bacak bacak üstüne atmış üstteki ayağını avare sallayıp duruyordu.

 

"Haris bilmem farkında mısın saat gece yarısına geliyor ve genelde geceleri güneş doğmaz."

 

"Yıldız olan güneşten bahsettiğimi kim söyledi?" diye sordu. Sonra da sanki güneşleniyormuş gibi bana bakarak gerindi ve elindeki güneş kreminden biraz yüzüne sürdü.

"Oooh, sıcacık."

 

İtiraf ediyorum. Yani etmek zorundayım. Ben ona aşık olmadım. O bunun için beni zorladı. Kendisine güneş muamelesi yapan bir adama nasıl aşık olmaz ki bir kız?

 

Yine de... yüzüne kapıyı kapattım.

 

Beş dakika sonra

 

Kapı yeniden çaldığında bu sefer sertçe açtım.

 

"Haris gerçekten yeter ar...Ne oldu sana?"

 

Alnında kan süzülüyordu. Eliyle başını tutarken "Kurtar beni komşu kızı," diye inledi.

 

Omzuma düştüğünde hızlıca ayakkabılarını çıkardı. Başı dönse bu kadar çabuk ayakkabısını nasıl çıkardı diye düşünürken... bana sarılmaya başladı.

O kadar ağırdı ki onu taşımakta zorlanıyordum. Üstüme iyice yüklenmişti ki ayağıyla kapıyı kapattı.

 

"Dur bi, alnına bakayım."

 

"Başımı kaldıramıyorum Heyzır."

 

"Tamam az dik dur da bakayım."

 

"Olmaz."

 

Kollarıyla omzuma sarıldığında bir yerden ketçap kokusu gelmeye başladı. Uzak değildi, hemen Haris'in alnından geliyordu.

 

"Seni!"

 

Sinirle dizine bir tekme attığımda acı ile inledi. Tüm bu saçmalıkları neyseki diğer odada uyuyan Turhan görmüyordu. Haris ile ne zaman mantıklı bir anım olmuştu ki zaten?

 

"Ne yaptığını sorabilir miyim ya? İki dakika rahat bırakmadın..."

 

Mutfak tezgahından peçete alıp alnını silerken "Konuşmamız gereken şeyler var, o yüzden dikkatini üstümde topluyordum," dedi gülümseyerek.

 

"Konuşmak istemiyorum. Ayrıca ben senden uzaklaşmaya çalışıyorum sen dikkat çekiyorum diyorsun."

 

"Of başlama yine de yemek getir acıktım."

 

Orta yere bağdaş kurarak oturduğunda ağzım açık ona bakıyordum. Yemin ediyorum hayal gücünün sınırı yoktu. Evli çiftmişiz gibi mi davranmıştı biraz önce bana mı öyle gelmişti?

 

"Kek yapıyordun biraz önce ona ne oldu? Hani güzel güzel bir kız içindi?" dedim yüzümü buruşturarak.

 

"O güzel kız bana bağırıyor şu an, biraz daha bağırırsa kek mek kalmayacak ortalıkta."

 

Her kelimeyi ağzıma tıkmayı nasıl da başarıyor. Afallatmayı ve şoka sokmayı ne de güzel beceriyor. Başkası olsa iki dakika tahammülüm kalmaz ama ona nasıl da katlanıyorum böyle?

 

"Şaka bir yana, gerçekten açım. Bizimkiler öğle yemeğine çıktığında ben saatlerce nereye taşındığını bulmak ve yanındaki daireyi kiralayıp taşınmakla geçirdim. O yüzden, bir kap sıcak yemek lütfen."

 

Bu sefer öyle masum demişti ki, kıyamadım. Gülmedim de ama. Yumuşamadım ama eridim gittim. Unutamadım ve daha çok sevdim. Bilerek mi yapıyordu? Madem niye uzak dur diyor? Niye sevme diyor? O böyle tatlıyken nasıl sevmeyeyim?

 

Öğle için biraz çorba ve dolma biber yapmıştım. Onları ısıttım. Önüne bir sofra bezi bir de küçük masa koyduğumda, işten gelen kocammış gibi hiç yabancılık çekmeden örtüyü dizlerine çekti ve "Ekmek," dedi.

 

Ekmeği de getirip önüne koyduğumda bir bardak da vişne suyu koydum. Hemen yanındaki tabureye oturup afiyetle yiyişini seyrederken bir şey demedi. Ona baktığımı bile bile yemeye devam etti. Haris normalde bizim evden başka yemek yiyen biri değildi. Güvenmezdi kimseye. Teşkilatta bile nadiren yerdi. Mevzu ben olduğumda ise tabakta kırıntı bırakmıyordu. Annemin yemeklerini hep yerdi.

 

Tabakta ne dolma ne de çorba bırakmadı. Üstüne meyve suyunu da içtiğinde gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı.

 

"Ohh, ellerine sağlık. Çok güzel olmuş."

 

"Doydun mu?"

 

"Tıka basa."

 

Gülümseyerek bana bakarken başımla onayladım ama bir şey demedim.

 

Sofrayı kaldırmak için kalkmıştım ki "Sen dur, ben kaldırırım," dedi ve kaldırıp bulaşıkları da yıkadı. Yetmezmiş gibi bir de çay koydu. Mutfağıma o kadar güzel yakışıyordu ki onu unutmaya mı çalışıyorum, sevgisini kalbimden atmaya mı çalışıyorum, aşkımı unutmaya mı çalışıyorum tamamen uçup gitmişti. Yine, sadece o ve ben vardık. Hep olduğu gibi.

 

Bir sandalye alıp ters çevirerek hemen karşıma oturduğunda tam gözlerimin içinde baktı. Ben de ona bakıyordum.

 

"Niye böyle yapıyorsun?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak.

 

Kollarını sandalyenin yaslanma bölümüne koyup başını da kollarının üstüne koydu.

 

"Ne yapıyormuşum?"

 

"Seni sevmiyorum demedim mi sen bana?"

 

"Öyle bir şey demedim."

 

Pekala, dememişti.

 

"O halde beni sevme dedin."

 

"Hım. Sevme. Kolaysa."

 

Kolaysa? Zorlaştırırsa nasıl kolay olur? Bakışlarımı devirdiğimde "Cihanşah bir daha sen yalnızken gelmesin eve," dedi.

 

Hızla ona baktım. "Bunu benden uzak dur diyen kişi mi diyor? Tam duyamadım da?"

 

"Kimlik, pasaport, vize ne haltı varsa her şeyini çalar üstüne bir de kara paraya bulaştırırım. Ülke dışına çıkamaz bir daha ya da ülkeden atılır."

 

"Saçmalama. Yapamayacağın şeyleri de söyleme."

 

Ona baktım, kaşlarını alayla kaldırdı. İkimiz de tüm bu saydıklarını yapacağını adımız kadar iyi biliyorduk.

 

"Söyle ona, uzak dursun. Başka bir şey demiyorum."

 

"Sana ne sana ne! Madem sevme diyorsun o zaman başkasını sevmeme de karışmayacaksın. Sen olmayacaksan başkası da mı olmayacak?"

 

"Evet, olmayacak. Bekar kal."

 

"Hah! Deliye bak. Sen bekar kal. Evleneceğim ben bi kere."

 

"Kocanı çalarım."

 

"Ya salak mısın sen?"

 

"He salağım, kalk da çayı demle. Dışarıda hava güzel dışarı çıkıyorum ben, fazla bekletme."

 

Sandalyeden kalkıp ayağa kalktığında şaşkınlıkla ona bakıyordum. Bir gün bu çocuk beni deli edecek. Yaşadığım onca kötü şey bir yana onun bu gel giti bir yana. Yine de, her şeye rağmen, onunlayken tüm kötülüklerden uzaklaştığımı inkar edemem.

 

Haris'in dediğini yapıp çaydanlık ve bardaklarla birlikte terasa çıktığımda sandalyede oturmuş beni bekliyordu. Bakışları gökyüzünde kolları önünde bağlı ve derin düşünceler içindeydi. Bacak bacak üstüne atmış havanın ılıman olmasına rağmen üşüyormuş gibi görünüyordu. Yavaşça gelip yanına oturduğumda evin ışıklarını da söndürmüştüm. Sokak lambasının loş ışığı üstümüze vururken "Memati, yani Mevlüt abi kliniğe yatırıldı," dedi.

 

Başı hala yukarıdayken gözlerini bana indirdiğinde ben de ona baktım.

 

"Harika iş çıkardın Heyzır. Seninle gurur duyuyorum."

 

Gülümseyerek ona bakarken "Birlikte yaptık," dedim.

 

Derin bir nefes alırken kollarını serbest bırakıp üstteki dizini tuttu.

 

"Faik'in psikolojik sorgulamasında Mevlüt Karaca'ya olan hayranlığı neden görülmüş. Medya haber yapmadı ama çocuk Mevlüt abiye takmış kafayı. Onun ağzından çıkan her kelimeyi uygulamış."

 

"Cinayete neden başlamış ki?"

 

"Nedenini bilmiyorum tam olarak çünkü doğru düzgün konuşamıyor ama bence yine Mevlüt abi ile ilgili. Babası sanırım cinayetleri öğrendikten sonra defalarca kez yalan söylemek zorunda kaldı. Ve ona ortak oldu istemsizce. Gerçi böyle durumlarda insana siyah ve beyaz bir yol sunulur. Hangisini seçeceği onun karakteri ile ilgilidir. Babası Faik'i polise de teslim edebilirdi ama o gitti ona yardım etti."

 

Başımla onu onaylarken "Ve ben," dedi dizlerini indirip tamamen bana dönerek. "babanın ölüm raporundan da şüpheleniyorum."

 

Bu konunun açılması bir an için huzurumu bozsa sa mevzu Haris olunca işler değişiyordu. O diyorsa elbet bir bildiği vardı.

 

"Biliyorum, hem annen, hem Turhan, hem de taşınmadan dolayı çok yıprandın ama Heyzır..."

Beklenti ile ona bakarken "İzin ver, rapor bir kere daha tutulsun," dedi.

 

Yutkundum. Ne demek istediğini biliyordum. Babamın mezarını açmamızı söylüyordu. Yeniden. Bir kere daha, mümkünse tanıdığımız bir uzman tarafından otopsinin yapılmasını istiyordu. Esasen ben de ve çoğu defa bunu düşünmüştüm ama dile getirmeye cesaret edememiştim.

 

"Korkma. Ben her saniyesinde yanında olacağım. Sonuç her ne olursa olsun, ben, senin babanın intihar ettiğine inanmıyorum. Gram bile olsa, inanmıyorum."

 

Haris'e bakarken tıpkı onun gibi ciddileştim. Olabildiğine ciddi bir meseleydi ve korkutucu da olsa aslında tek çaresi buydu.

 

Bir ihtimal...

Bir ihtimal, babam intihar etmiş olursa bu, benim için büyük bir yıkım olurdu ama aslında, asıl yıkım, masum ve şehit olan babamın böyle aşağılayıcı bir sona mahkum edilmesiydi.

 

"Yarın bu işi halledelim."

 

Haris tüm benliği ile benden yanıt beklerken başımla onayladım. Öyle olsun. Bir kere daha cesaretim korkunun üstüne çıkan ve hafif bir çim tabakası gibi örten yeşil bir örtü olsun.

 

🌻

 

 

Ertesi sabah Turhan'ı kendi tuttuğum özel hemşireme bırakmışken Haris'le birlikte çıktık. Evimiz iki tarafı yüksek duvarlarla çevrili bir yokuştaydı. Asfalt yoldan aşağı inerken duvarlardan sarkan hanımelinin kokusu burnumuza doluyor, sabah güneşi tatlı bir sıcaklık veriyordu. Ben siyah bir tişört ve siyah kot pantolon giymişken, Haris kot pantolonun üstüne beyaz tişört giymişti. İkimiz de kamufle için şapka takıp yüzümüzü gizlemiştik. İzleyen elbet her şekilde izlerdi ama bu şekilde en azından onları biraz olsun geciktiriyorduk.

 

"Yusuf komiserin mezarı birçok kişinin gözde mekanıdır. Orayı ulu orta açmak isabetli bir karar olmaz."

 

"Peki ya ne yapmalıyız?"

 

"Bir nebbaş bulmalıyız."

 

"Nebbaş mı? O da ne?"

 

"Ölü ya da kefen çalan kişi. Osmanlı'da çok varmış, hiç duymadın mı?"

 

Başımı iki yana sallarken her şeyden haberi olan bu insana nasıl hayranlık duyduğumu daha iyi anlıyordum. Yürüyüşümüzü hızlandırıp bir taksiye bindik ve emniyetten başka bir yola doğru ilerledik. Benim haberim yoktu ama Haris çoktan ayarlamıştı.

 

Geldiğimiz yer bir adli tıp kurumuydu. Konya'nın kenar mahallesinde böyle bir kurumun varlığından habersizdim doğrusu. İçeri girdiğimizde bizi Gamze karşıladı.

 

"Haris bu işin başımıza iş açmayacağından emin misin? Emre ve Onur da çok tedirgin."

 

Herkesin mi haberi vardı? Herkes mi işin içindeydi?

 

"Şayet soğukkanlı olursak bir şey olmaz Gamze. Sürekli anlatıp durursan sayende duymayan kalmayacak."

 

Üçümüz birlikte koridorda yürürken bize karşıdan gelen Emre katıldı.

 

"Millet aşırı gergin hissediyorum. Mezardan ölü çıkarmak..."

 

"Şşşt!"

 

Haris Emre'nin ağzına vurduğunda "Hepinize mezar ve kazmak kelimelerini yasaklıyorum. Otopsi bitene kadar kullanmak yasak," dedi.

 

Emre hayali ağız fermuarını çekerken beşimiz yürümeye başlamıştık bu sefer de. En alt kata otopsinin yapıldığı soğuk depoya indiğimizde tenha olan alanlarda daha emniyetteydik.

 

"Kimyam bozuluyor ya hu, bir an önce bitse şu iş."

 

Emre titreyerek sağa sola bakarken Gamze önlüğünü giyip saçlarını topladı. Ellerini yıkayıp eldivenlerini giydi.

 

"Bana bakın, Yusuf Gazel'in geçmişine dair hiçbir şey ağzımızdan çıkmayacak. Adam nebbaş da olsa şahit olsun istemiyorum. Mümkünse nötr davranın."

 

"Aşırı heyecanlandım yemin ediyorum. Haris sarılalım mı?"

Emre Haris'in koluna sarıldığında Haris başını iki yana salladı. Harika bir operasyon düzenlemişti ama işte...

 

Kapı çaldığında hepimiz ceset geldi diye gerildik ama kapıyı açan kişi Onur'dan başkası değildi. Elindeki dosya ile içeri girdiğinde "Haris?" diye sordu.

 

Haris Emre'den kurtulup Onur'un elindeki dosyayı aldığında bir çırpıda okuyup Gamze'ye verdi.

 

"Lütfen profesyonel bir otopsi için en ince ayrıntısına kadar oku."

 

"Bu dosya da ne?" diye sordu Emre benden önce.

 

"Yusuf Gazel'in arşivde saklanan sağlık raporları."

 

Haris bana bakarak Emre'ye söylemişti. Muhtemelen işin en iyisini yapmak için bu kadar ileri gidiyordu. Benim için.

 

Daha önce babamın sağlık raporlarını okumamıştım. Ona dair tek bir belge bile vermemişlerdi bize. Haris'e de vermezlerdi ama "Çaldın değil mi?" diye sordu Emre.

 

Cevap gelmedi. Çünkü kapıyı çalan kişi bu sefer nebbaştı. Cesedi getirmişti.

 

"Heyzır sen dışarı çık güzelim. Babanın cesedinin otopsisi yapılırken rahatsız olabilirsin."

 

Başka biri söylese itiraz ederdim ama Haris söyleyince hemen kabullendim.

 

"Bence sen de çık Haris'e. İçeride olduğu kadar dışarıda da Heyzır'a destek lazım," dedi Gamze.

 

Haris de hemen kabullenip yanıma geldi. İçeride Onur, Emre, Gamze ve nebbaş kaldığında biz ikimiz dışarı çıktık.

 

Koridorun soğukluğunda beklerken vakit geçmek bilmedi. Bir sağa bir sola volta atarken babamın intihar haberini alırsam ne yapacağımı düşündüm. Bir şekilde olduysa, bir şekilde dayanamadıysa...

 

Hayır! Benim babam öyle şey yapmaz. Sonuna kadar direndiğine eminim. Eminim!

 

Yaklaşık bir saat sonra kapı yavaşça açıldı ve dışarı sadece Gamze çıktı. Elinde tuttuğu notlarla birlikte bize bakarken yüz ifadesini inceledim defalarca kez. Herhangi bir sevinç belirtisi, mutlu haber, umut? Hiç mi yok?

 

Haris benden önce Gamze'ye yaklaşıp "Ne oldu? İntihar etmemiş değil mi?" diye sordu.

 

Gamze Haris'e cevap vermek yerine bana baktı.

 

"Çok üzgünüm."

 

Yutkundum. Boğazım öyle çok acıyordu ki nefes almak bile ağır geliyordu. Saç diplerim tiz bir acıyla sızladı.

 

Haris hızla bana sonra Gamze'ye baktı. İnanmıyordu. Benden daha çok güveniyordu babama.

 

"Nasıl ya! Bir yanlışlık olmalı!"

 

Gamze'nin elindeki notları alıp okumaya başladı.

 

"Silah tutulan el muhtemel açıyla ağza alınmış ve bu açı ile intihara teşebbüs edenlerin %88'ine göre kolay gelen işaret parmak istiğmal edilmiş. Kafasının arkasında iki kurşun deliği bulunup... falan filan!"

 

Gamze'nin tuttuğu notları tek çırpıda yırttığında "İnanmıyorum!" diye bağırdı. Gamze'nin bir suçu yoktu ama Haris öyle bağırınca o da irkildi. Gözlerimden birer damla yaş süzülünce "Haris yapma, Gamze'nin bir suçu yok," dedim ama dinlemedi.

 

Kapıyı açarak içeri girdi ve sağlık raporunu eline aldı. O zaman masada açılmış olan cesedi gördüm işte. Hayatımda hiç mezardan çıkarılan bir ceset görmemiştim. Bambaşkaydı. Dünya üzerinde hiçbir şeye benzemiyordu. Tuhaftı. Odanın içi koktuğu için Onur ve Emre burunlarını tıkamışlardı ancak Haris sinirle içeri daldığı için kokuyu falan unutup "Ne oldu kardeşim?" diye yanına gelmişlerdi.

 

"Soğuk algınlıkları... Akciğerdeki siyah noktalar... Gözde miyop teşhisi..."

 

"Bak bu hastalıkların ölüm anı ile alakası yok Haris. Ceset kendi eliyle silahı ağzına almış bu çok açık."

 

"Romatizma, böbrek yetmezliği, sinirlerde tıkanma..."

 

"Yani bir hastalığı olsa bize ölüm anıyla ilgili değil. Okudum ama tamamına bakmaya gerek yok. Ceset gerçekten kendisi çekmiş tetiği."

 

Gamze açıklama yapmaya devam ederken Haris onu duymuyor gibi sağlık raporunun sayfalarını tek tek okumaya devam ediyordu. En son sayfaya geldiğinde durdu.

 

"Kirschner teli! İşte bu."

 

"Kirschner teli mi?"

 

"Evet," dedi Haris hızlıca. "Geçmişte yüksek bir yerden düşmüş ya da atlamış olmalı. Ayak parmaklarına bu tellerden takılmış."

 

"O-ona hiç bakmadım ben. Sadece intihar olup olmadığını inceledim."

 

"Peki kirschner teli çıkarılsa bile eklemlerden anlaşılır mı bir işlem gördüğü?"

 

"Kesinlikle!"

 

Gamze koşarak cesede gittiğinde bu sefer biz de yanına koştuk. Cesedin ayakları öylece uzatılmıştı. Çürümüş etleri ve açıkça görülen kemikleri incelendiğinde biz pek anlamıyorduk ama Gamze defalarca kez kontrol etti.

 

"Nasıl ya?"

 

"Ne oldu?"

 

Bu sefer Gamze Haris'i duymuyordu. Cesedin parmakların üstünden üçüncü defa geçiyordu ki "Bu ceset," dedi, nefes dahi almadık.

 

"Yusuf Gazel'e ait değil."

 

 

 

 

 

Woah! Şu bölümle kendimi bile aştım resmen 😻

Bayıldım!

 

Geriye kaldı son 2 bölüm. Hem çok üzgün hem de gururluyum. Bebeğim gittikçe büyüyor ve ben karakterleri çokça sevdim.

 

Fazla uzatmayacağım. Bir sonraki bölümde önemli bir konuşma yapacağım. Siz bile şaşıracaksınız anlattıklarıma. Ve finalde de veda konuşması olacak.

 

Yeni bölüm vaktini kestiremiyorum. Biraz geç gelebilir ama hızlandırmaya çalışacağım.

 

Yorumları eksik etmeyin lütfen sizleri çok seviyorum. Güzel mesajlarınız için çok teşekkürler. Kendimi özel hissetmeme ve yazmaya şevk ile devam etmeme neden oluyorsun.

 

Bir gün, şayet bir gün Profesyonel serisi bir dizi olursa, neden olmasın? Orada, sizlerle buluşmayı çok isterdim.

 

Neden olmasın nedeeen?

 

Hayaller gerçekleştirmek için kurulur (;

 

Sevgilerimle,

Hakugu

Loading...
0%