Yeni Üyelik
60.
Bölüm

60. Bölüm

@hakugu

 

 

 

Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyiniz.

İnstagram hakugu

 

 

 

 

 

Hacer Gazel - 1 Hafta sonra

 

Menemen için yedinci yumurtayı kırarken bunun yetmeyeceğini düşünüp dolaba doğru yürüdüm ve yarım koli yumurta daha çıkardım ve üç tane daha çıkarıp kırmaya başladım. Emniyetten ayrılışımızın üstünden bir hafta geçmişti ki biz kimselere haber vermeden Konya'nın kenar mahallelerinden birinden, neredeyse hiç sıradan insanın yaşamadığı 3+1 bir daire kiralamıştık. Bunun nedeni Emre ve Onur'un kendi dairelerinin kirasını ödeyecek paralarının olmaması ve tabii beni de yalnız bırakmamak istemeleriydi. Neredeyse hiç yalnız bırakmıyorlardı beni. Özellikle babama ait olmayan cesedin bulunmasından sonra iyice şüphelenmişler ve tamamen çepe çevre sarmışlardı beni. Ben de çatı katı dairemden çıkıp buraya onların yanına gelmiştim. Bir odada Onur ve Emre, bir odada Haris, diğer odada ben ve Turhan kalıyorduk. Haris sürekli gelip gittiği için kendi için küçük bir oda ayarlamıştı. Sevgili olduktan sonra geceleri burada kalmaya çalışıyordu ama bazen çağırıyorlardı onu. Nereden ve kim tarafından henüz bilmiyordum. Aslında ona dair çokça bilmediğim şey vardı ama her gün bana kendini daha çok açıyordu. Mesela sabahları çay içmek istediğini ve gece uyumadan atıştırmalık sevdiğini öğrenmiştim. Şeftaliyi dilimlenmiş seviyor bütün yerken tüyleri batıyormuş. Her geçen gün bana böyle şeyler söylüyor ve kendisine alışmamı istiyordu. Yeni bir yumurta kırarken onu düşündüğüm için gülümsedim. Haris'i ne zaman düşünsem gülümsüyordum. Sonunda birbirimize açılmamız benim için harika bir şeydi ama işler o kadar karışıktı ki henüz baş başa konuşma fırsatımız bile olmamıştı.

 

Menemeni karıştırırken kaynayan çayı demledim ve masaya doğru götürdüm. Saat sekize geliyordu ve bir an önce kahvaltıyı hazırlayıp bizimkileri uyandırmam gerekiyordu. Bugün birlikte Hamza amcanın köyüne gidecektik. Bir hafta geçmişti ama emniyettekilerden haber alamamıştık. Ne Yağız ne de Cihanşah bizimle iletişime geçmemişti. Zaten Meriç'e çok kırgındım. Ondan bir haber gelmesini beklemiyordum ama yine de insan ne bileyim yani...

 

"Ah!"

 

Elimi kesince istemsizce inledim. Salatalık doğrarken hep böyle oluyordu. Emre'nin annesi göndermişti ve inanılmaz sertti. Yaklaşık üç gündür elimi kesiyordum doğrarken.

 

"Hay Allah."

 

Buz dolabının üstünden yeni bir yara bandı çıkarıp üçüncü parmağıma sardım. Sıra ile üç parmağımda da yara bandı olmuştu.

 

"Neyse, bu da son olsun. Yarın kahvaltıda salatalıkları doğramadan koyarım artık."

 

Pişen menemen ve salatalıkları da masaya koyduğumda hazırdı. Peynir, domates, petek bal, çay, zeytin, menemen ve biraz cevizle donanmıştı masa. Ellerimi yıkayıp odama doğru yürüdüm. Sessizce kapıyı açıp baktım, Turhan hala uyuyordu. Uyku düzensizliği olduğu için uyandırmamaya karar verdim ve yine sessizce kapattım kapıyı. Neredeyse öğleye kadar uyuyor, gece boyunca da uyanık kalıyordu. Tuttuğumuz özel doktor inanılmaz bir gelişme gösterdiğini ilaçların uyku düzensizliği yaptığını ancak bu şekilde devam etmesi gerektiğini söylemişti. Sessizce yürüyüp Onur ve Emre'nin odasına geldim. Kapıyı iki kere tıklatıp "Onur, Emre," diye seslendim. Ses gelmemişti. Kapıyı çok az açıp içeri baktım. Genelde uyuyor oluyorlardı ama ben yine de tedbirli giriyordum. Tahmin ettiğim gibi uyuyorlardı. Onur nispeten düzgün uyuyordu ama Emre her gece yorganla savaşa girmiş gibi karman çorman yatıyordu.

 

"Onur, Emre uyanın hadi."

 

"Hımm."

 

Onur mırıldanınca daha çok seslendim.

 

"Hadi çocuklar, saat sekize geliyor."

 

"Tamam beş dakika daha," dedi Onur sol tarafa dönerek. Emre'den hiç ses yoktu.

 

"Emre, hadi."

 

Emre hala ölü gibi yatıyordu. Onur'a yaklaşıp omzunu dürttüm.

 

"Tamam Heyzır kalkacağım bir dakka daha."

 

Emre'ye yürüyüp onu dürttüm ama yine bana mısın demiyordu. Daha sert vurdum hala ölü gibiydi.

 

"Emre diyorum Emreee! Bıktım ya her sabah aynı şey."

 

Onur bağırtıma uyanıp yatakta oturdu ama Emre hala aynıydı. Gözümün önüne Amerikan güreşleri geldi. Bunu istemesem de elimde değildi. Yataktan destek alıp Emre'nin üstüne zıpladım.

 

"Ohaa!"

 

Emre bağırarak uyandığında yastığını alıp başına vurmaya başladım.

 

"Bıktım. Senden. Be! Her sabah aynı şey. Uyan artık uyan uyan uyan!"

 

"Ya tamam uyandım ya işte."

 

Emre benim yastık darbelerimden yaralanırken Onur bu savaştan kaçmak adına hızla odadan çıktı. Sesleri duyan Haris oda kapısına geldiğinde "Ne oluyor?" diye sordu.

 

"Kaç kardeşim, Heyzır çıldırdı."

 

Haris önce Onur ile kaçmak için giderken aniden durup geri döndü ve bana doğru gelip Emre'nin üstünden alarak odadan çıkardı. Saçım başım dağılmış şekilde Haris'in kucağında odadan çıkarılırken Emre yağ gibi yere doğru akıyordu.

 

"Yarın da böyle olsun yemin ediyorum yolacağım o saçlarını. Bıktırdın beni be!"

 

Haris'in kollarında oturma odasına getirildiğimde beni üçlü koltuğa oturtup iki elini de açıp "Sakin sakin, önce bi derin nefes al," dedi. O ayakta ben otururken çatık kaşlarımla aşağıdan yukarı ona baktım ve derin nefes aldım. O da yeni uyanmıştı ama beni sakinleştirmek için çabalıyordu.

 

"İyi misin?"

 

Başımla onayladım.

 

"Beni çok yoruyorlar. Hep geç kalkıyorlar."

 

Onur mutfaktan seslendi. "Ben çoktan masaya oturdum bile"

 

"Yüzünü yıkadın mı?"

 

Mutfaktan sesler gelince Onur lavaboya doğru geçti hızla. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes daha aldım. Gözlerimi açtığımda Haris ellerini iki yanına koymuş lavaboya doğru bakıyordu.

 

"Siz erkekler neden insan gibi yaşamaktan bu kadar uzaksınız?"

 

Haris bana döndüğünde Emre çıktı odadan. Saçlarını düzeltirken bana gıcık gıcık bakıyordu.

 

"Yüzümü tırmaladın cadı!"

 

"Bi de bana hakaret mi ediyorsun sen?"

 

Yerimden fırladığımda Haris araya girdi.

 

"Gel lan gel, bu sefer ben de seni tırmalayacağım."

 

Onur da lavabodan çıkıp Emre'yi tutarken birbirimize saldırmak için çabalıyorduk.

 

"Saçımı yolmuş canavar kız, şuna bak Onur ya!"

 

"Mecbur muyum ben her sabah öldü mü diye korkmaktan. Niye kendin kalkmıyorsun bir kere de."

 

Biz birbirimize saldırırken bizi durduran kapı zili oldu. Dördümüz de aniden durup kapıya doğru baktık.

 

"Bu da kim?" diye sordum.

 

"Hiç komşumuz yok ki?" diye sordu Haris.

 

"Emniyetten de atıldık," dedi Onur.

 

Emre yutkunup dudaklarını topladı.

 

"Umarım canlı bir insandır."

 

Üçümüz Emre'ye bıkkınlıkla bakarken kapıya doğru yürüdüm. Kapı deliğinden bakıp "Gamze," dedim.

 

"Gamze mi?" Haris bana doğru yürürken Emre ve Onur da geldi.

 

"Niye geldi ki?" Yavaşça kapıyı açtığımda gülümseyerek bize baktı. Üçümüzü birlikte görünce biraz duygulandı.

 

"Özlemişim be!"

 

"Valla bi adli tıpçı tarafından özlenmek en son isteyeceğimiz şey," dedi Emre ve Onur ile ellerini çarptılar. Emre gülsün diye Haris'i dürttüğünde "Sen onlara bakma, biz de seni özledik," dedim Gamze'ye sarılarak. Gamze'ye sarılırken merdivenlerin orada duran Yağız'ı gördüm.

 

"Yağız! Sen de mi geldin?"

 

"Ve ben de," dedi aşağı merdivenlerden çıkmakta olan Cihanşah.

 

Gamze'den ayrılıp yavaşça geri çekilirken Haris'in gülüşü yavaşça silindi.

 

"Biz, sizi özledik de geldik."

 

Gamze gülümseyerek bize bakarken "Gelin hadi içeri," dedim. Üçü de ayakkabısını çıkarıp içeri girerken Haris yanımda durup Cihanşah içeri girene dek bekledi. Kapıyı kapattığımda "Onu niye içeri aldın?" diye sordu.

 

"Ne yapayım Haris, dışarıda mı beklesin?"

 

"Bekleseydi."

 

"Saçmalama."

 

"Sen içeride bekle o zaman."

 

"Haris saçmalama ya, arkadaşlarımız gelmiş bizi ziyarete."

 

"Cihanşah'ın pek arkadaş olduğunu sanmıyorum," dedi gözlerini kısarak."

 

"Tabii Pelin gibi mi o da?" dedim ben de gözlerimi kısarak.

 

"Pelin'i neden karıştırıyorsun ki? Onunla ne alakası var? Bi kere ben onunla seninle..." dedi ve durdu.

 

"Benimle ne?"

 

Gözlerini kırpıp bakışlarını yuvarladı. İki kere öksürüp "Neyse, içeri geçelim bizi bekliyorlar," dedi ve önden gitti.

 

Hala daha mesafe vardı aramızda. Oturup konuşma şansımız olmadığı için. Hatta bazı kereler Haris'in bana olan hislerinin gerçekliğinden şüphe ediyorum. Yalan söylemediğini biliyorum ama acaba ben intihar etmeyeyim diye mi öyle dedi? Yani güçlendirmek ve tıpkı bir arkadaş gibi destek olmak için. Sonuçta sevginin birçok boyutu var. Aşk bundan bir tanesi sadece. İç çekip kapının kapalı olduğundan emin olduktan sonra odaya doğru yürüdüm.

 

"Kahvaltı ettiniz mi?" diye sordu Haris.

 

"Ben etmedim," dedi Yağız elini kaldırarak.

 

"O zaman kahvaltı masasında konuşalım mı? Herkes aç," dedi Onur.

 

Hep birlikte kahvaltı masasına geçtiğimizde Emre karşıma oturmuştu. Üst dudağı tıpkı saldırmaya hazır bir kurt gibi titrerken ben de elimdeki çatalı her an batırmaya hazır şekilde sıkıyordum. Olur ya dörtlü bir delik açarsam bu boş poşetin içindeki hava ancak boşalır.

 

"Siz gidince emniyetin hiç tadı kalmadı."

 

Çatalımı salatalığa batırıp Gamze'ye baktım.

 

"Özellikle Heyzır'ın adı herkesin dilinde. Meriç'le kavgan tahminimden daha çok duyuldu etrafta."

 

"Ben onunla kavga etmedim," dedim salatalığı ağzıma alarak. "O beni aşağıladı sadece."

 

Cihanşah bir dilim ekmek alıp tabağımın yanına koyduğunda Haris bakışlarını Cihanşah'a kaldırdı.

 

"Meriç'in neden öyle davrandığını bilmiyorum," dedi Cihanşah. "Bir haftadır doğru düzgün göremedim de."

 

"Ben de göremedim," dedi Gamze."

 

"Ben de." Yağız elini kaldırdığında Onur Yağız'ın sırtını sıvazladı.

 

"Öyle ya da böyle emniyet beni atacaktı zaten. Onur ve Emre kendilerini feda ettiler."

 

"Keşke bu minnetini sabah kaldırırken de görsek," dedi Emre yüzünü buruşturarak. Gözlerimi devirip yeniden Gamze'ye baktım. "Başka ne diyorlar hakkımızda? Babam ya da benim hakkımda bir şey diyen var mı?"

 

"Kimsenin bir şey dediği yok Heyzır. İnsanlar Meriç'in tavrından sonra korktu. O," dedi Cihanşah yüzünü buruşturarak. "O tuhaf bir hal aldı. Artık daha yetkili gibi davranıyor. Ve dedikleri de oluyor işin garibi. Sanki daha da güçlendi. Terfi aldı ya da onun gibi bir şey."

 

Cihanşah'ı dinlerken kaşlarımı çatmıştım. Neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Gerçekten Meriç'e ne olmuştu tam olarak?

 

Kahvaltı bitiminde herkes oturma odasındayken Cihanşah, Onur ve Emre üçlü koltukta, Gamze ve Haris ikili koltukta ben tekli koltukta otururken kahvelerimizi içiyorduk.

 

"Aslında," dedi Cihanşah kahve fincanını masanın üstüne koyarak. "baban hakkında doğru dürüst belge olmaması ortalıkta garip olayların döndüğünün en büyük kanıtı. Yani düşünsenize Yusuf Gazel isimli ünlü bir polissiniz ama adınıza ait hiçbir dosya yok, bu normal olamayacak kadar bilinçli şekilde yapılmış gibi değil mi?"

 

Haris başını olumlu anlamda sallarken "Tam emin değilim ama benim de bazı şüphelerim var," dedi Gamze. Hepimiz ona baktık.

 

"Haris hatırlarsan sana anlattığım çocuk cesetlerinden sonra iki iskelet daha inceledik."

 

Haris dışında hepimiz Gamze'nin Haris'e anlattığı cesetler hakkında daha fazla ayrıntı beklerken Gamze devam etti.

 

"İncelediğimiz son iki cesedin 1994 yılında katlediğini öğrendik. 1994 senesi Yusuf Gazel'in aktif olduğu bi seneydi Heyzır. Babanın her neler yaptıysa bu cesetlerle ilgili bir davayı araştırması kuvvetle muhtemel."

 

Ben de kahve fincanımı masanın üstüne koyduğumda Haris "Cesetlere gelince," dedi iç çekerek. "Kimsesiz çocuklara aitti ancak 1995 senesinde katledilmişlerdi. Babanla alakalı olmadığı için çok üstünde durmadım ama işlenilen seri cinayetler 1994'de kadar dayanınca bi gariplik olduğunu düşündüm. Cinayetler, zavallı çocukların karınları deşilip iç organlarının alınması şeklinde işleniyor. Öyle gelinlik davası gibi tuhaf eklemeler yok. Amaç sadece iç organların alınması. Basit ve tek düze."

 

Gergince yutkunup kaşlarımı çattım.

 

"Bu durumda babamın dosyalarının ortadan kaybolması da böyle bir davanın sorumluları ile alakalı öyle mi?"

 

"Ben de böyle düşünüyorum," dedi Cihanşah öne doğru eğilerek. "Babanın şehadetinden sonra yirmi küsür sene geçti ama emniyetteki izi hala silinmedi. Hala tuhaf bir şey var." Cihanşah gözlerini kuşkuyla kıstı.

 

"Korku gibi mi?" diye sordu Onur.

 

"Hayır, dehşete düşmek gibi." Cihanşah Onur'a cevap verdiğinde yutkundum. Hepsi aynı şeyi düşünüyorsa mutlaka bir şeyler vardı ortada. Ve bir şeyler varsa, uğraşmaya değer şeyler de vardı.

 

"Konuyu toplayacak olursak," dedi Haris. "ben ve görüyorum ki birçoğumuz, babanın güç sahibi kişi ya da kişiler tarafından önce şehit edilip sonra her yerden izinin silindiğini düşünüyoruz. Elbette cesetini de bu yüzden yok ettiler. Baban gerçekten intihar etseydi cesedi mezarında olurdu Heyzır."

 

Göğsüm sıkışınca sıkıca üstüne bastırdım.

 

"Peki şimdi ne yapmalıyım? Babam hakkındaki gerçeği nasıl ortaya çıkaracağım?"

 

Sorum ile herkes bana baktı.

 

"Bu iş hiç de kolay değil," dedi Cihanşah. "Babana her kim ne yaptıysa hükmü hala sürüyor olmalı. Kendine bi bak, sürekli engellerle karşılaşıyorsun. Bunun sadece senin kötü kaderin olduğunu düşünmedin değil mi?"

 

Gözümün önünden geçti koskoca mazi. Okulda uğradığım zorbalıklar, polislik seçiminde jüriden gördüğüm aşağılayıcı muamele, stajyer olmadan önce neredeyse hiçbir işe gönderilmeyip günlerce yaptığım temizlik, emniyete geldiğimde çayhaneye mahkum aylarım...

 

"Bu kişiler her kimse gözleri senin üstünde."

 

Cihanşah böyle söyleyince gözlerimi endişe ile kaçırdım.

 

"Her hareketini izliyorlar. Belli ki dişlerine dokunmuşsun, o yüzden emniyetten gönderildin. Çok dikkatli olmalısın." Emre ve Onur korku ile bir bana bir Cihanşah'a bakarken ne diyeceğimi bilemiyordum.

 

"Yine de karamsarlığa gerek yok," dedi Haris zifiri karanlığıma bir güneş gibi doğarak.

"Bu ülkenin Yusuf Gazelleri bitmez. En büyük örneği karşımızda duruyor." Haris beni gösterse de böyle bir övgüye layık hissetmiyordum kendimi. "Yusuf Gazel gitti ama ardında kızını bıraktı. Şayet Heyzır onları rahatsız etmese onunla uğraşmazlardı."

 

Haris'e destek Onur'dan geldi.

 

"Doğru diyorsun. Gelinlik davasından bu yana Heyzır ismini duyurmayı başardı."

 

Emre başıyla onaylarken "Hatta ülkenin Annie'si seçilip mankeni bile yapıldı," dedi. Emre bunu söylediğinde ben dahil herkes kuşkuyla yavaşça Emre'ye baktık. Emre bu kuşkulu bakışlardan rahatsız olmuş olacak ki önünde bağladığı kollarını çözmeden teker teker bize baktı. "Ne? Ne dedim ki? Yanlış bir şey mi söyledim?"

 

"Bunu unutmuştum," dedi Gamze başını iki yana sallarken.

 

"Ben de," dedi Haris.

 

"Heyzır'ın yüzünü bilerek kullandılar," dedi Cihanşah bakışlarını bana çevirerek. "Annie falan hikaye. Onu etiketlemeye çalıştılar. Yüzü, kimliği, mümkünse karakteristik özellikleri."

 

"Ve zamanı geldiğinde," dedi Gamze.

 

"Heyzır'ın en zayıf yerinden vurmak için pusuda beklediler," diye tamamladı Haris.

 

Ya herkes her şeyi anlamış bir tek ben derse geç kalmıştım ya da konu öyle basitti ki ben ayan beyan olan şeyi göremeyecek kadar körleşmiştim. Onlar benim hakkımda çıkarımlar yaparken onlara katılıyordum. Kardeşimin durumundan sonra onlara sonuna kadar inanıyordum. Biri ya da birileri benimle fena halde uğraşıyordu. İstediği her neyse benden almadan da vazgeçmeyecek gibiydi.

 

⚖️

 

Cihanşah, Yağız ve Gamze gittikten sonra geride dördümüz kalmıştık. Emre ve Onur Hamza amcanın köyüne gitmek için evden çıktıklarında benle Haris önce hastaneye anneme uğrayıp sonra onlarla buluşmak için anlaştık. Lavaboda yüzümü yıkayıp kuruladıktan sonra sesler duydum. Elim hızla silahımın olduğu yere gitti ama boşluktan başkasını alamadı. Biri konuşuyordu ama çocuk gibi. Böyle bir seslenişi uzun süredir duymadığım için tedirgin olmuştum. Lavabonun kapısını yavaşça açıp dikkatle çıktım. Sağa sola bakıp dış kapıyı kontrol ettim. Açılmamıştı. Dahası sesler Turhan'ın odasından geliyordu. Sessiz ama daha hızlı yürüyerek odanın kapısına yaklaştığımda elim kapının kulpunda duraksadı.

 

"Aman da aman, sen gülümsüyor musun? Gamzeleri de varmış bu delikanlının."

 

"Haris abi konuşabiliyorum ben."

 

"Ehem. Doğru ya. Bi an bebekmişsin gibi hissettim."

 

İkisinin kıkırtısı doldu kulağıma.

 

"Aslında var ya ben futbol maçı yapmayı çok severim. Keşke seninle de yapabilsek."

 

"Ayağa kalkabilsem yaparım aslında."

 

"Hadi canım. Ayağa kalkmak nerede sen nerede?"

 

"Kalkarım ki."

 

"Kalk lan. Kalk da ablan bi görsün."

 

İçeride bir gürültü olduğunda Haris'in Turhan'ı kaldırmaya çalıştığını anladım ve kapıyı açıp içeri girdim. Benim içeri girmemle Turhan'ın yatağa yatması Haris'in de onun üstüne yatması bir oldu. Olayı bilmeme rağmen kollarımı önümde bağlayıp sağ kaşımı kaldırdım.

 

"Bu manzara hakkında tuhaf düşünmeli miyim?"

 

Turhan'ın üstüne düşen Haris hızla yerinden doğrulurken "Zaten nerede tuhaflık orada sen, düşün bakalım," dedi ve Turhan'a göz kırparak yanımdan geçip odadan çıktı. Yavaşça arkama dönüp giden Haris'e baktım ve gülümseyerek Turhan'a döndüm.

 

"Çok şapşal değil mi?"

 

Kollarımı çözüp Turhan'a doğru yürürken gülümseyip başıyla onayladı.

 

"Ama iyi biri. Üstelik komik ve zeki. Bana yağmur ormanlarını anlattı. Biliyor musun zehirli kurbağalar genelde orada olurmuş üstelik ele alındığında bile zehirleyenleri varmış. Haris abim bi keresinde ondan bi tane yutmuş ve bir anda Fransızca konuşmaya başlamış."

 

Turhan'ın yastıklarını düzeltip yanına otururken iç çektim. Saçlarını elimle düzeltip gülümsedim ve "Haris abin sanırım sana bir özelliğinden bahsetmeyi unutmuş," dedim."

 

"Özellik mi? Hangisi?"

 

"Haris abin," dedim.

 

Onca sahne geçti gözümün önünden. Yalancı olarak bilinen Haris'in beni nasıl bu noktaya getirdiği ve nasıl umut aşıladığı. Yapayalnız kaldığımda nasıl elimden tuttuğu ve nasıl kalbimi çaldığı. Ona sadece yalancı dersem asıl yalancı ben olurdum hiç şüphesiz. Turhan beklentiyle bana bakarken gülümsedim.

 

"O aynı zamanda bir profesyonel."

 

"Profesyonel mi? Hangi alanda?"

 

"Herr alanda." Bunu söylerken gözlerimi kapatıp vurguluca söyledim. "Aklına gelecek alanda profesyonel. Yani eğer bir zehirli kurbağa yutulup Fransızca konuşulacak olsaydı emin ol bunu ancak o yapardı."

 

Turhan hayranlıkla gülümserken "Peki onunla evlenecek misin?" diye sordu.

 

İşte buna hazırlıksız yakalanmıştım. Bir anda kanım çekildi. Kalbim sıkıştı ve gözlerim yuvalarından çıkacakmış gibi oldu. Oturmasaydım eğer titreyen dizlerim beni taşıyamaz ve yere düşerdim.

 

"B-bu da nerden çıktı?"

 

"Birbirinizi sevmiyor musunuz? Birbirini sevenler evlenir genelde. Annemle babam gibi."

 

Turhan'a mantıklı bir açıklama yapabilecek durumda değildim. Haris'le ilişkiler o kadar karışıktı ki işin açığı beni sevip sevmeme konusunda bile emin değildim. İntihar etmemem için söylenilen fevri cümleler miydi yoksa bir şekilde dostluğumuza itimat eden hisler miydi bilmiyordum. Soramazdım da, o da sürekli böyle şeyler söyleyecek biri değildi zaten. Alt dudağımın içini kemirip habersizce daldığımda Turhan elime dokundu.

 

"Anneme gidecektin ya, hadi gecikme. Bi de resmini çek de bakayım."

 

Başımla onaylayıp yerimden kalktığımda son kez gülümsedim ve odadan çıktım.

 

"Biz üç saate kadar döneriz. O zamana kadar bir aksilik olursa mutlaka bizi ara tamam mı?"

 

Odanın kapısını kapatırken Haris'i tuttuğumuz özel hemşire Özlem ile konuşurken gördüm. Özlem kızıl saçlı tatlı bir kızdı. Hemşire olduktan sonra kendi annesine bakmak için çalışmamış böyle yarı zamanlı işlerden para kazanıyordu.

 

"Hoş geldin Özlem."

 

"Hoş bulduk komiserim."

 

"Bana Hacer diyebilirsin. Polis değilim artık."

 

Haris bakışlarını bana çevirip sözlerim ile üzülürken Turhan'ın odasının kapısını yeniden açtım ve Özlem girene dek bekledim. O girince de kapattım. Haris'e bakıp kısıkça gülümsediğimde onun hala bana baktığını gördüm. O da gülümsedi ama onunki de benimki kadar belli belirsizdi. Askıdaki siyah deri ceketimi giydiğimde "Hadi," dedim. "Bir an önce hastaneye gidelim Emre ve Onur beklemesin."

 

Haris peşimden gelirken dışarıdaki botlarımı giydim ve merdivenlerden indim. İkimiz birlikte evin olduğu sokakta yürürken Haris ellerini pantolonun ön ceplerine koyup bana yaklaştı.

 

"Polisliği bıraktığın için çok mu üzgünsün?"

 

"Polisliği bırakmadım ben, atıldım."

 

Acınası bir tebessümle Haris'e baktığımda ciddiyetle bana bakıyordu.

 

"Atılmadın, sana oyun oynandı."

 

"Sonuçta atıldım Haris. Herkes merkezde ama ben atıldım. Yani bunun için içerlemiyorum ama kabul etmek zorundayım. Her ne olduysa beni attılar."

 

"Atılma falan yok!"

 

Haris sesini yükselterek durduğunda ben de durdum.

 

"Orada hiç kimse senin kadar görevine bağlı değildi. Hiç kimse senin gibi canını bile hiçe sayarak çalışmadı. Hiç kimse ama hiç kimse senin gibi bir babaya da sahip değil."

 

Yutkundum. Gözlerim nemlenirken Haris'e bakmaya devam ettim. Ellerini omuzlarıma koyup hafifçe eğildi.

 

"Beni iyi dinle Hacer Gazel. Sen, Konya'nın hatta tüm Türkiye'nin görüp görebileceği en başarılı polisi olacaksın. Buna ister inan ister inanma sen de göreceksin onlar da. Öyle bir gün gelecek ki herkes senin değerini anlayacak. Ve o zaman hüzünle döktüğün bu göz yaşların sevinç göz yaşlarına dönüşecek."

 

Daha fazla ağlamamak için başımı yere eğdim.

 

"Şimdi kaldır başını, dik tut!"

 

Kaldırdım başımı.

 

"Sil göz yaşlarını."

 

Haris ellerini omuzlarımdan çekince ben de göz yaşlarımı sildim.

 

"Ve şimdi vakarla yürü, millet polis görsün."

 

İçinden gelen bir hisle güldüm. O da güldü. Yürümeye başladık ve yavaşça gidip Haris'e çarptım. Sonra o gelip bana çarptı. Ben gidip yine ona çarptım ve o gelip bana çarptı. Böylece yolu yürüyüp gittik.

 

Haris günbegün artan sevgim ile benden bir parça gibi olurken ondan ayrılmam her an daha da zor hale geliyordu. Kenetleniyordum adeta. Kimse çözemesin bizi diye.

 

Kimse ayıramasın ve gücü yetmesin...

 

❤️

 

 

Yumuş yumuş oldum bu bölümde. Özlediniz mi bizim kerataları?

 

Bazıları kitabın karışık olmasından yakınıyor. Geçmişe dönmek mesela.

 

Ama geçmişe dönmeden nasıl her şeyi anlatabilirdim ki?

 

Yusuf Gazel'i tanımasaydınız Ölü yiyenlerin ne kadar berbat bir örgüt olduğunu bilebilir miydiniz?

 

Geçmiş olayları çözmeseydik mesela Osman Çelik, önemli bir isim. Devran, Selma, hepsi çok önemli.

 

Günümüzde anlatılamayacak yaşanmışlıkları var.

 

Tarz meselesi tabii, beğenmeyebilirsiniz ama o zaman da aklınızda çok soru işareti olurdu ve bu bir yazar için başarısız bir anlatım olurdu. Düşünsenize kitap sonunda soru cevap yapıyorum kurguda anlatmak yerine?!

 

Zaten artık geçmişe çok gitmek yok. Bir ya da iki bölüm gideceğiz sonra hep buradan devam.

 

Anıl'ın takımı devam edecek çünkü onlar da çok önemli bir kısım. Onlar olmadan Ölü yiyenlere ulaşamayız.

 

Bir de sürekli yazdığım şeylerden bir evlilik karı koca aşk hikayeleri istenip duruyor. Ben anlamıyorum sürekli romantizm derdi nedir yani?

 

Bu bir polisiye seri. Normalde polisiye serilerde romantizm olmaz ama yine ben bir şeyler sıkıştırdım.

 

Sonra güzel biten kitaplar mevzusu. Tüm kitaplarımı okumadan sürekli sonunun kötü biten kitaplar yazdığımı söyleyen birileri var.

 

Kötü ya da iyi son nedir ki?

 

Gerçekten kitap sonlarını düğün çoluk çocukla bitirmekten hazzetmediğim kadar hiçbir şeyden uzak değilim. Yine de buna rağmen bir iki bitirdiğim oldu.

 

Neyse bu kadar yeter hakujskls

 

Sizleri seviyorum biliyorsunuz. Yeni bölümlerde görüşmek üzere...

 

❤️

Loading...
0%