Yeni Üyelik
61.
Bölüm

61. Bölüm

@hakugu

 

 

 

 

Ne şimşekler çaktı benim gökyüzümde. Ne sular aktı köprülerimin altından. Ne gemiler yaktım matluba ulaşmak için. Ve ne senelerimi harcadım bir günü yaşayabilmek için. Bu dünyaya gelme amacım tam olarak ne bilmiyorum hep bir mücadele hep bir savaş içinde geçti/geçiyor ömrüm. Küçüklüğümden itibaren bitmek bilmeyen sırlar, anlamlandıramadığım davranışlar ve içimde yeşerip duran hisler ile Hacer Gazel tam bir muamma. Kendimi bildim bileli Turhan ve annemden ötesine geçmeyen güven halkam içine yeni birini aldığı günden beri daha da huzurlu sanki. O da en az benim kadar sırlarla bezeli. O da en az benim kadar kendini tanımıyor. Ya birbirimize benzediğimiz için ya da birbirimizin tam zıttı olduğumuz için bir şekilde birleşti yollarımız. Ya da en enteresan şekilde en başından beri aynı yoldaydık.

 

Haris annemin çarşafını kollarına kadar çekerken iç çekip annemin yüzüne baktım. Bembeyaz olmuştu. Durumunun iyiye gittiğini söylese de doktor babamın intihar haberi onu çok sarsmış olmalıydı. Kolay kolay sindirilecek bir şey değildi ama belli ki annemi üzen başka bir şey daha vardı. Turhan meselesi de üzmüştü ama daha başka bir şey. Anlayamadığım tuhaf bir şey. Babam hakkında bir gerçek ya da ne bileyim bir his. Onunla alakalı bu intihar haberi çıktığı anda da hissetmiştim aslında. Kadınsal bir şeydi bu. Böyle, nasıl desem, göz bebeklerindeki babam titremişti sanki. Öyle olur ya, çok sevdiklerimizi göz bebeklerimize yerleştiririz de nereye baksak onları görürüz. Ama bazen de düşerler oradan, titrerler, sarsılırlar ya da yok olurlar. Küçüklüğümden beri babam annemin göz bebeklerinde dururdu. Ne zaman ondan bahsetsem gözlerinin içi güler ve onun hisleri bana geçerdi. Ama şimdi başka bir şey vardı. Hissediyordum.

 

Gözlerim annemin yüzünde gezinirken "Ne düşünüyorsun?" diye sordu Haris. Bir an için annemle yalnız olduğumu sandığım için Haris'i hatırlamam güç oldu. Başımı kaldırıp ona baktığımda dikkatle beni izliyordu. Kaşları çok az çatılmış ne düşündüğümü çözmeye çalışır gibiydi. Ondan bir şey gizlemeyi bırakalı çok olmuştu. Yine de nasıl ifade edeceğimi bilmiyordum. İç çektim ve yeniden anneme baktım.

 

"Annem babamı çok seviyormuş. Bir kere mektuplarına denk gelmiştim," dedim gülümseyerek Haris'e bakarak. O da gülümsedi. "Babam da annemi çok seviyormuş ama," dedim gülüşümü silip gözlerimi kuşkuyla kısarak. "Tam adını koyamadığım bir şeyler var gibi. Küçükken de hissediyordum ama şimdi daha iyi anlıyorum. Yani annem nedense milim milim babamdan uzaklaşıyor gibi. Bu belki de yanlış bir histir ama bir kadının bir erkeği sevdiğini ya da ne kadar yakın olduğunu anlayabilir insan. Annem," dedim yeniden anneme bakarak. "babam hakkında başka bir şey biliyor olmalı. Ve bu her neyse onların aşkına zarar veriyor."

 

Haris beni dikkatle dinlerken yavaşça nefes aldı. Bakışları yüzümde gezinirken "Başka bir kadın mı vardı sence?" diye sordu.

 

Böyle bir soruyu babama yakıştıramadığım için önde reddetmek istedim ama sözlerimden ve hislerimden tam olarak bu çıkıyordu. Başka ne olabilirdi ki?

 

"Bilmiyorum. Babamın böyle biri olduğuna inanmıyorum aslında ama annemin işinde bir yerlerde bir şeyler kopmuş. Bunu hissedebiliyorum."

 

Haris tasdikleyerek başını salladı.

 

"Tüm sırları açığa çıkarabilsek keşke. Ya da geçmişe gidebilsek, ne güzel olurdu değil mi?" Haris gülümseyerek sorduğunda ben de gülümsedim.

 

"Doğru söylüyorsun. Haksızlık gibi geliyor bazen. Arkadaşları babamla çok vakit geçirmişken ben neredeyse hiç vakit geçiremedim."

 

"Arkadaşlarını tanıyor musun Heyzır? Yani hiç bildiğin yakın bir arkadaşı yok mu?"

 

Başımı iki yana salladım.

 

"Dediğim gibi, isimleri geçen üç tane buldum. Biri yurt dışında, biri akıl ve ruh hastanesinde biri de ölmüş. Annem de isim olarak bilmiyor. Bir ara Devran komiserden bahsetmişti ama bize o kadar uzak ki değil babam hakkında bir şey sormak yüzüme bile bakmıyor."

 

Dudaklarını büzerek baktı Haris.

 

"Devran'dan zerre hazzetmiyorum."

 

"Ama kızıyla çıkıyorsun?"

 

Haris gözlerini devirip iç çekti.

 

"Onun başka bir şey olduğunu söylemiştim sana. Çıkmak denmez bile."

 

"Ya tabii tabii." Yüzümü buruşturarak göz devirdim. Gözlerimi devirdikten sonra yeniden Haris'e baktığımda ciddiyetle bana bakıyordu.

 

"Bana inanmıyor musun?"

 

Gülümsedim.

 

"Bir yalancıya inanmak mı?"

 

Ama o gülümsemedi. Ciddi bir şekilde bana baktı. O ciddi durunca benim gülümsemem de yavaşça soldu. Yutkundum.

 

"Beni iyi dinle Hacer Gazel. Ben Pelin'le senin hakkında sadece bilgi toplamak için görüştüm. Ötesi yok."

 

Ciddiyetle ona bakarken bakışlarımı yere indirdim. Sonra yeniden ona baktım. Sonra anneme baktım. Sonra bir kez daha ona baktım. Haris ilk defa sınır çizmişti bana. Bu nedense biraz kalbimi kırmıştı. Şey gibi hissettirmişti, sandığın kadar ulaşabilir değilim. Ve bir gün bir ihtimal sana da aynı sınırı çizebilirim.

 

🌙

 

 

Haris'le birlikte Emre ve Onur'un yanına geldiğimizde onlar köy halkı ile röportaj yapmaya başlamıştı bile. Emre ağzına bir gül almış söylenen her şeyi yazarken Onur'un kulağındaki yedek kalem mürekkebi biten diğer kalemin yerine geçmek için hazır bekliyordu. Hemen biz de işe koyulduk ve Haris'le birlikte Hamza amcanın evine çıktık. Tam bir işkenceydi ama masum olma ihtimali olan biri için değerdi.

 

Ben evin içini aramaya başlamıştım ki Haris bahçeden delil topluyordu.

 

Eskiye dair ne varsa hepsi birleşmiş ve bu eve konmuştu sanki. Eski tabaklar, eski minderler, eski halılar ve eski duvarlar. Köşede bir tane radyo vardı, bir diğer köşede banyo yapmak için bir alan, bir yatak, birkaç minder ve mutfak için ayrılan küçük bir odacık. Yalnız dikkatimi çeken en büyük şey hepsinin temiz ve düzenli olmasıydı. Duvarda asılı olan gül kuruları, çarşaflardan gelen gül kokusu sanki evin gülle yıkandığı çağrışımını yapıyordu.

 

Mutfaktaki tereklere, vazoların içine, radyonun kapağının kenarına, gömme dolabın içinden çıkardığım yorganların ara katlarına dek her yere baktım. Geçmişe dair bir iz bulabilmek için didik didik araştırıyordum neredeyse. O kadar sadeydi ki dokunduğum her yer ayan beyan açıktayken bir şey bulma ihtimalim neredeyse sıfırdı. En son iki tane yan yana uzatılan halılara baktım ve yavaşça birini kaldırdığımda birkaç gazete parçası ve mektup buldum. Mektupların dış zarfları o kadar eskiydi ki saman sarısı zarfların lekeli bölümlerindeki yazılar silinmişti. Gazete parçaları bizim de okuduğumuz haberler diye sona aldım ve önce mektubu açtım.

 

"Hele beni iyi anla Hamza efendi. Hacce'den ya vazgeçersin ya da ben gelip ananı ve seni bu köyden sürmesini bilirim. Çalıştığınız tarla sahiplerinin de durumdan habarı var. Ayağını denk al bu son uyarım."

 

Okuduğum yazı ile kaşlarım çatışırken zarfın arkasını çevirdim ama isim göremedim.

 

"Kim yazmış ki bunu? Adeta tehdit etmiş Hamza amcayı."

 

Normalde okumayı düşünmediğim gazete parçasının köşesinde yazılan 'Zorla evlendirilmek istenen Hatice Benli' yazısı dikkatimi çekince okumaya başladım.

 

"16 yaşındaki Hatice Benli zorla evlendirilmek isteyince evden kaçıp jandarmaya sığındı. Lakin reşit olmadığı için jandarma onu yeniden ailesine teslim etmek zorunda kaldı."

 

Başımı sağa çevirip Hamza amca ile zorla evlendirilmediğini düşündüm. Dahası, birlikte severek kaçmışlardı. Böyle bir durumda Hatice teyzenin başka sırları vardı.

 

Elimdeki gazete ve mektupla ayağa kalkıp dışarı çıkarken Haris de elinde tuttuğu kanca ile bana doğru geliyordu.

 

"Haris sanırım bir şey buldum."

 

"Sanırım ben de buldum," dedi elindeki kancayı göstererek.

 

"Haris! Heyzır!"

 

Onur'un bağırışı kulaklarımıza dolduğunda merakla sesin geldiği yöne baktık. Onur Emre ile birlikte bize doğru hızlı adımlarla gelirken yanlarında bir de genç kız vardı.

 

Emre gelip Haris'in omzuna kolunu attığında "Oğlum var ya, neler bulduk neler duysanız bizimle gurur duyarsınız," dedi. Emre de benden yana gelirken göz ucuyla "İşe yarar bir şeyler bulursam saçımı yolmayı bırakacak mısın kız?" diye sordu. Göz ucuyla Emre'ye bakarken mırıldandım. "Bu tabii ne kadar işe yaradığına bağlı."

 

"Sana yemmin ediyorum çok işine yarayacak. Yalnız eve gidince bir kafkas kebabını yerim ona göre."

 

"Bakalım görücez."

 

Emre ile konuşurken genç kız bize daha çok yaklaştı.

 

"Merhaba, ben gazetecilik ikinci sınıf öğrencisi Dünyagül Aydoğan."

 

"Merhaba." Haris cevap verdiğinde genç kıza gülümseyerek baktım. Şirin ve sempatik biriydi. Hemen omzunda duran fotoğraf makinesi ve not defteri ile hazır beklerken "Tüm köyü dolaştık ama bir bilgi bulamadık," dedi Onur.

 

"Kiminle konuşursak konuşalım Hamza amcanın arkasından attılar," diye devam etti Emre.

 

"Ulan ahırlara girip ineklerle röportaj yapmadığımız kalmıştı bi." Onur gülerek Emre'ye baktığında "Niye ben kimselere girip davuklarla konuştum belki Haris'i tanıyan vardır diye," dedi Emre göz ucuyla Haris'e bakarken. Hep beraber Emre'ye gülümsediğimizde Onur öne doğru bir adım atıp tıpkı bir tiyatro oyuncusuymuş gibi devam etti.

 

"İşte o zaman kara bulutlar sardı her yanı. Asla ve kata bulunamayacak bir bilginin peşine düşmüştük sanki."

 

Emre de ona uyup el kol hareketi ile durumu dramatik hale getirdiler.

 

"Hiçbir ağaç meyve vermemeye başladı," dedi Onur.

 

Bıkkınlıkla kollarımı önümde bağladığımda Haris gülüyordu.

 

"Ve ekmek sırtlanın ağzında."

 

Emre kafiyeli bir söz söylediğini düşünürken "Aslanın ağzında olacak o," diye düzeltti Onur.

 

"Ha aslan ha sırtlan ne fark eder havayı bozuyorsun durduk yere."

 

"İyisiniz hoşsunuz beyler de ne buldunuz onu söyleyin artık," dedim.

 

İkisi aynı anda bir adım geri gidip Dünyagül'ün koluna girdiler.

 

"Bu kızımız geçen sene Hamza amcanın hayat hikayesini araştırmış," dedi Onur.

 

"Bir ödev için," diye tamamdı Emre.

 

"Fakat bunu köylü ile yapmamış," dedi Onur.

 

"Direkt Hamza amca ile konuşmuş," diye tamamladı Emre. Ve böylece sürüp gitti.

 

"Elinde belgeler ve hatta resimler var."

 

"Biz de baktık hepsine."

 

"Durum tam da tahmin ettiğimiz gibi."

 

"Bu bir aşk hikayesi," diye eriyerek dudaklarını büzdü Emre.

 

Bir Onur'a bir Emre'ye bakarken Haris girdi araya.

 

"Neden evlenmiyorsunuz ki siz? Birbirinizi o kadar iyi tamamlıyorsunuz ki."

 

Gülmemek için kendimi zor tutarken Onur eğilip Emre'ye baktı.

 

"Evlensek mi sence?" diye sorduğunda Emre de olmayan saçını kulağının arkasına koyarak "Ay çok ani oldu bu," dedi.

 

Kendimi tutamayarak gülmeye başladığımda evdeki Turhan ile birlikte hayatımda var olan bu dört güzel adamın varlığına bir kere daha şükrettim. Evet işler genelde ters ve sert gidiyordu ama asıl güzellik bu terslikler arasında onların varlığıydı. Uzun süredir içimden gelmemişti gülmek ve şimdi kendimi tutmadan kahkahaya boğulduğumda "Yaşasın akşama kafkas kebabı var," dedi Emre. Onur da gülümseyerek tasdiklerken ben gülmeye devam ediyordum. Hayat her şeye rağmen yaşanılası. Ve ölüm her şeye rağmen her şeye rağmen gerçek. Hayat ve ölüm arasında gelip giden bizlerse her şeye rağmen tutkularımız ve mutluluklarımızla bir bütünüz. Şükredeceğimiz çok şey var. Teşekkür ederim Allah'ım. Çok teşekkür ederim.

 

 

🌙

 

 

"Okulun ilk senesinde bize verilen köylere gidip oradaki bir aile ile röportaj yapmamız gerekiyordu."

 

Hepimiz Hamza amcanın evindeki yere oturup bağdaş kurmuş Dünyagül'ü dinliyorduk. İçerisi biraz soğuk olduğu için Haris ve Onur sobayı yakmıştı. Emre ise üşümemek için sırtını sobaya vermiş ama hala daha titriyordu. Aşağı taraf o kadar soğuk değildi aslında ama Hamza amca evi kartal yuvası gibi en tepeye yaptığı için sobayı da yaksak çabucak ısınmıyordu.

 

"Bana bu köy çıktı. Başta arkadaşlarla değiştirmek için çabaladım çünkü evim buraya çok uzaktı. Gelip gitmem dört saatimi alıyordu ama sonra vazgeçtim ve araştırmaya başladım. Bir iki gün köyün öğretmeni Ömür hocanın evinde misafir kaldım. Sağolsun eşi ve çocukları ile birlikte bana çok yardımcı oldular. Zaten röportaj yapacağım aileyi de onlar sayesinde seçtim."

 

Dünyagül'ün söylediklerini bir bir yazarken Haris ciddiyetle dinliyordu. Sağ dizini karnına çekmiş sol dizini bağdaş kurmuştu. Onur da üşüyen ayaklarını tutarken onun da dikkatle dinlediğini gördüm.

 

"Bir gün köyü gezerken pazar kurulan alanda Hamza amacı gördüm. Takas yapıyordu."

 

"Ne takası?" Emre merakla sorduğunda yanlışla onun sorusunu da not defterime yazmış oldum.

 

"Gül takası."

 

Emre'nin sorusunun üstünü karalayıp gül takası yazarken bunun olası olduğunu düşünüyordum. Bir gül bahçesi vardı ve Hatice teyzenin saçlarındaki güllerden sonra geçiminin güllerle sağlanması gayet doğaldı.

 

"Gül veriyor yerine peynir, yağ, ekmek gibi ihtiyaçlarını alıyordu. Başta sıradan gelmişti ama sonra Öner hocanın oğlunun bu kadar çok almasaydı keşke nasıl taşıyacak ta tepeye demesi ile ilgimi çekti. Tepede mi oturuyor dedim o da bana Hamza amcanın evini gösterdi. Tepe değil nerdeyse dağ yüksekliğindeydi. Zaten köyde sadece burası bu kadar yüksek olan."

 

İç çekerek yazmaya devam ederken "Öner hocaya Hamza amca ile röportaj yapmak istediğimi söyledim ama o buna şiddetle karşı çıktı. Bir de bunu köyde asla dile getirmemem gerektiğini söyledi."

 

"Çünkü köyün ileri gelenlerinden çekiniyordu," dedi Haris. Dünyagül başıyla onaylayarak Haris'i doğrularken "Ama ben ertesi gün kimseye haber vermeden Hamza amcanın evine tırmandım."

 

"Aferin kız sana," dedi Emre Dünyagül'ün omzuna hafifçe vurarak. Dünyagül gülümsedi ve devam etti.

 

"Bana uzak durmam için anlatılan Hamza amca o gün eşi Hatice teyzenin saçlarına tek tek gül takıyordu.

 

İlk başta ne yaptığını anlayamadım ama sonra bunu Hatice teyzenin istediğini fark ettim. Önündeki güllerden işaret ettiğini Hamza amca saçına takıyordu. Ama nasıl takmak. Daha önce hiçbir erkeğin bir kadının saçlarını öyle okşadığını görmedim. Sanki bir kuşmuş gibi narince. Bir kelebekmiş gibi usulca. Mis kokulu bir çiçekmiş gibi sevgi ile yapıyordu."

 

Nedense bu noktada dikkatim dağıldı. Birinin size baktığını hissedersiniz ya, ben de hissettim. Gözlerim yavaşça Haris'e kayarken onun bakışları ile karşılaştım. Doğru hissiyattı. Bana bakıyordu. Aslında birazcık kırılmıştım ona hastanede ama bu bakışları yavaşça kalbimi onardı. Bana bakmıyordu, saçlarıma bakıyordu. Dünyagül'ün tarif ettiği gibi ama daha gizemli. Muhtemelen dalmıştı ve benim kendisine baktığımı fark edemedi. Nakışlarını yeniden deftere indirip not almaya devam ederken gülümsedim.

 

"Hamza amca beni fark ettiğinde çok korkmuştum. Anlatılanlar beni ondan uzaklaştırmıştı. Evlerinin arka bahçesine saklandım ama peşimden geldi. O gün öleceğimi düşünüyordum çünkü dağ yoluna çıkmak için mutlaka önünden geçmem gerekiyordu. Ben korku ile onun gelmesini beklerken o bir bardak su getirdi. Zaten ondan sonra tüm düğümler çözüldü."

 

Dünyagül anlatmaya devam ederken hepimiz pür dikkatle dinlemeye devam ettik. Ondaki bütün bilgileri aldığımızda taşlar birbir yerine oturdu. Gitmemiz gereken bir numaralı yer eskiden köyün ağası olan Rahim Emek'in oğlu Rüstem Emek'in eviydi.

 

Dünyagül'ün anlattıklarına göre Hatice teyzeyi seven sadece Hamza amca değildi. Rüstem ağa da seviyordu ancak bu biraz şüpheli bir his. Hatice teyze ile evlenmek için ailesini tehdit etmiş ve topraklarını elinden almak için çabalamış. Aile de mecbur kalıp kızlarını zorla vermişler ağaya. Lakin Hatice teyze kaçmış. Kaçarken de ona saldıran Rüstem ağanın bileğini kesmiş.

 

Rüstem ağanın evine geldiğimizde Haris ve devamında Emre ile Onur "Polis! Yat yat yat!" diye bağırdılar. Ben emniyetten çıktıktan sonra bunu söylemekte çekiniyordum ama onlar kullanmaktan imtina etmiyorlardı. O gün Rüstem ağa ve eşini tutuklayıp köy muhtarlığına getirdik. Normal şartlarda emniyete götürüp sorguya almamız gerekirdi ama maalesef bu kabul görmezdi.

 

Hamza amca ile annesi köye taşındıklarında Hamza amca henüz on yaşındaymış. Hatice teyze ile de on altı yaşında tanışmış ve ondan sonra sa bir daha ayrılamamış. Fakir oldukları için ailesi evlenmelerine izin vermemiş. Hamza amca da durumunu düzeltmek için reçberlik yapmaya başlamış. Çok çalışmış ama ne zaman ki Hatice teyze Rüstem ağaya zorla verilmiş o zaman iş işten geçmiş.

 

"Sorularımıza doğru cevap vermezsen yaşına bakmayıp müebbet hapse mahkum ederiz ona göre."

 

Emre tehditkar sesiyle ortamındaki sandalyede oturan Rüstem ağaya yüklendiğinde o pek umrunda olmadan göz devirdi. Hemen dikkatimi bileğine indirdim kesikten sonra kangren olduğu için bilekten itibaren almışlardı.

 

"Ne o? Pek inanmadın gibi?"

 

Emre Rüstem'in yakasından tuttuğunda "Yetmiş üç yaşındayım ve bundan sonra on kere müebbet de verseniz umrumda olmaz," dedi.

 

"O zaman biz de oğluna veririz."

 

Haris araya girdiğinde Rüstem'in gözleri açıldı.

 

"Oğlum n-ne alaka?"

 

Onur elindeki kancayı gösterdi. Kanca bir insanın bileğinden kavrayarak eline dek uzanan deri ve demir karışımı bir kalıptı aslında. İçine elini sokan kişi kolaylıkla kancadan kola sahip olabilirdi.

 

"Bu sana ait değil mi?"

 

Rüstem istifini bozmadan "Evet," dediğinde Haris ona doğru eğildi. "Senin. Hamza amcanın evinde bıraktın ve bir ihtimal cinayetin Hamza amca tarafından işlenilmediği açığa çıkarsa her şeyi üzerine alacaktın. Yaşından dolayı da bunu umursamıyordun."

 

Haris'in sıraladığı cümleler bir bir Rüstem'i huzursuz ederken Onur girdi araya. "Ama bil bakalım ne bulduk?"

 

Onur'un elindeki tüfek önümüze getirildiğinde "Nereden buldunuz bunu?" diye sordu Rüstem.

 

"A a. Doğru soru o değil. Doğru soru bu tüfeği oğlum Mahmut nasıl oradan indirmeyi unutmuş olacaktı. Sonuçta iki el olmadan kullanılamayan bir tüfeği sen kullanamazsın değil mi?"

 

Emre son noktayı koyduğunda tüm resmi görebiliyorduk aslında.

 

"Bir ömür boyu Hatice teyze ve Hamza amcayı rahatsız ettiğin yetmezmiş gibi, köylüleri toprakları ile tehdit edip onlara hayatı dar ettiğin yetmezmiş gibi bir de öldürdün mü yani?"

 

Son soru benden geldiğinde Rüstem ağa ellerini ovuşturdu.

 

"Durum bildiğiniz gibi değil. O kadın alzeimerdı. Hamza ona işkence edi..."

 

"Yalan söyleme!" diye bağırdı Haris. Bu uyarının ondan gelmesi bir an için tuhaf hissettirse de ondaki değişimi fark ediyordum. Yalancı bir dolandırıcı olarak tanınsa da sanki artık bunu istemiyor gibiydi. Yanlış hissediyor olabilir miyim?

"O eşini çok seven bir adamdı. Saçlarını okşayarak taktığı güllerden sonra ne işkencesinden bahsediyorsun? İtiraf et, Hatice teyzeye işlence ede ede öldürdünüz."

 

Haris bir pislik çiğnermiş gibi konuşurken dışarıda bir gürültü oldu. Kapı kırılırcasına açıldığında içeri Mahmut girdi. Bir de tüfek vardı ki elinde bize tutuyordu.

 

"Babamı serbest bırakın yoksa hepinizi gebertirim."

 

Tüfek sırası ile hepimizin yüzünde gezinirken Rüstem ayağa kalktı.

Ellerini beline koydu ve cebindeki köstekli saati çıkarıp baktı.

 

"Üç dakika sonra."

 

Bu söz oğlunaydı. Hepimiz ne olduğunu anlamaya çalışırken bir yandan da kendimizi korumaya çalışıyorduk. Olası bir müdahale ile ölümden kurtulmamız imkansızdı.

 

"Evet," dedi Rüstem ağa. "Hacce'yi biz öldürdük. O da benim olmasına rağmen o deliye kaçtı. Ailesi onu bana vermişti, tüm köy biliyor bunu. Kime sorarsan söylerler. O zamanın yüz dönümlük tarlası karşılığında satın aldım onu. Üzerinde hiçbir hakları kalmamıştı."

 

"İğrençsin," dedim yüzümü ekşiterek. Dahası boğazıma biriken yumru ile sesim de boğuk çıkmıştı.

 

"Doğru. İğrenç gelebilir amma o devir öyleydi. Torpak kıymetliydi. Amma Hacce de güzeldi. Bana geleydi onu sultanlar gibi yaşatacaktım. Lakin o deliyi severmiş. Beş parası olmayan çulsuz deliyi."

 

Haris'in sol eli belime dolandığında hafifçe beni kendine çekti. Hemen yanında bir sütun vardı ve beni oraya saklamak istiyordu belli ki.

 

"Tamam Hacce de ona kaçtı ama niye dağa kaçırdı? Köy benim hakkımda dedikoduya başladı bu sefer. Rüstem ağa beş para etmez meczuba yenildi deye."

 

Adamı dinlerken bile rahatsız oluyordum. Öyle mide bulandırıcı geliyordu ki açıklamaları.

 

"Sen söyle bana kendine ait olan bir şeyi geç de olsa almak istemez misin?"

 

Midem bulanırcasına ona bakarken "Son bi dakika," dedi. Ne olduğunu çözemiyorduk.

 

"Oğlum değil ben öldürdüm Hacce'yi. Tüfeği tuttum amma ha bu bilekle değil," dedi kesik bileğini yukarı kaldırırken. "Tüfeği daşa koydum sonra de tetiği çektim. Tek elle. Yanıldın polis hanım."

 

Gözlerime dolan yaşla ona bakarken "Şimdi," dedi köstekli saatimin yeniden cebine koyarak. "Benim olanı aldığıma göre ben de onun peşinden gidebilirim."

 

Hala daha ne yaptığını anlamazken gözlerini kapattı ve "Vur!" diye bağırdı. Önceden anlaşmışlardı. Başka açıklaması olamaz bu sistematik ölümün. Oğlu babasının kafasına tek kurşun sıktığında gözlerimizin önünde yere yığıldı. Dehşet bir sahneydi. Bunu beklemiyordum. Yaşlıların ölüme yakın olan günlerinde bile eskiye dair kin ve nefretlerini yüreklerinde taşımları o kadar garip ki. Zamanın bile geçiremediği yaralar var demek ki. Nefretle beslenen bu yaralar ne kadar geçerse geçsin bir gün yeniden kanamak için pusuda bekliyor. O kadar ani olmuştu ki dilim tutulmuştu sanki. Haris de tahmin edememişti bu ihaneti. Evet, tam bir ihanetti. Artık bir şahidimiz yoktu ve Hamza amca'nın cinayeti işlemediği ortaya çıksa da Rüstem kendindeki sırlarla ebediyete göçüp gitmişti. Tahmin edemediğimiz bir sahneydi. Böylesi bir nefreti kimse tahmin edemez zaten. Rüstem yerde kanlar içinde can verirken oğlu Mahmut da gönüllü olarak teslim oldu.

 

🌙

 

Mahmut, Haris ve Onur önde Emre ve ben arkada emniyete girdiğimizde diğer tüm herkes bize bakıyordu. Atıldığımız halde girmemizden ziyade getirdiğimiz kişiye bakıp bir olayı daha çözdüğümüzü düşünüyorlardı. Hissettiğim kadar değildi o zaman. Gönderilmemiz çok da mutlu etmemişti onları. Bunun için sevinmedim desem yalan olur.

 

Odalardan birinden Yağız, diğerinden Cihanşah çıktığında gelişimizi önceden haber almışçasına hemen yanımıza geldiler.

 

"Her şeyi çözdük sonunda." Emre Yağız'a fısıldadığında belli belirsiz ellerini tokuşturdular.

 

Toplantı salonuna girdiğimizde Cihanşah ve Devran önlerindeki dosyayı inceliyorlardı. Meriç bizi gördü direkt Devran'a baktı. Gözlerindeki ışıltıyı kaybetmediğini itiraf edebilirdim o an. Ama yine de soğuktu. Devran da bizi fark ettiğinde "Sizin ne işiniz var burada?" diye sordu.

 

Ben, Emre ve Onur sıraya dizilip asker selamı verdik.

 

"Gerçek suçluyu yakaladık komiserim!"

 

Onur bir asker gibi rapor verdiğinde Devran gözlüklerini çıkarıp dikkatle baktı.

 

"Bu da kim?"

 

"Mahmut ağa. Asıl cinayet sorumlusu Rüstem ağanın oğlu."

 

Emre yanıtladığında Devran'a bakmaya devam ediyordum.

 

"Kimden yetki aldınız da böyle bir işe kalkıştınız lan? Bizim asıl suçlumuz belli o da hapiste. Götürün şu adamı buradan siz de defolun gidin!"

 

Yine de heba olacak emekler? Yine mi bir işe yaramayacak girişimlerimiz? O kadar çabalamamıza rağmen yine mi elimizde sıfır kalacak?

 

"Efendim bakın..." dedi Haris araya girerek.

 

"Sen sus hırsız! Kapa çeneni ve müritlerini de al defol!"

 

Hiç değişmemişti. Çatallı dili zehirli dişlerinin arasından çıkmaya devam ediyordu. Kötü olan gücün bu zehirli insanın elinde olmasıydı.

 

"Yürüyün gidelim." Onur ilk defa sinirini belli ederek bizim kollarımızdan çekiştirirken dışarıdan sesler gelmeye başladı. Onlarca insan ve tanıdık bir ses. Bu, genelde flaş patlarken çıkan seslerdendi. Müdür Devran ve Meriç bizi unutup "Ne oluyor dışarıda?" diye sorduğunda Onur durdu.

"Yağız bak bakalım."

 

Yağız koşarak toplantı salonunun kapısını açtığında daha net görebildik. Gerçekten de flaşlar patlıyordu. Açılan kapıları fırsat bilen birkaç gazeteci içeri girdiğinde Devran küplere bindi.

 

"Ne işi var lan bunların burada!"

 

Hemen ayağa kalkan Meriç, Cihanşah ve Yağız onları dışarı çıkarmaya çalışırken daha fazlası gelmeye başladı.

 

"Ne bakıyorsunuz öyle, yardım etsenize."

 

Devran bizlere seslendiğinde itiraz edemedik ve Onur, Emre, Haris ve ben de katıldık. Hep birlikte içeri girmeye çalılan gazetecileri dışarı çıkarırken koridorun tam ortasında duran kişiyi fark ettim. Tuhaf giyimli bir erkekti. Neredeyse her yerinde olan piercingleri, siyah deri ceketi ve dar pantolonu ile etrafındaki adamların koruması altında gazetecilerden korunmaya çalışıyordu.

 

"Çimen Bey hakkındaki suçlamaları kabul ediyor musunuz efendim? Dışarıda yüzlerce hayranınız sizi bekliyor hepsi büyük bir hayal kırıklığı içinde."

 

"Albümleriniz yok satarken daima yanınızda olan bu genç kadın için neler söylemek istersiniz?"

 

"En son alışveriş yaptığınız mağazada beraber görüntülenmişsiniz. Çift yüzükleriniz bile var. Hatta siz o yüzüğü yüzük parmağınıza takıyorsunuz. Bunların bir açıklaması var mı Çiçero?"

 

"Madem sevgilinizi öldürmek istediniz onu neden evinizin olduğu gölete attınız?"

 

"Sevgilinizi öldürerek evinizin bulunduğu gölete attığınız söyleniyor doğru mu efendim?"

 

"Evet sayın seyirciler, bu akşam Çiçero diye bilinen ünlü popstar Çimen Çelik Rojdar'ın cinayet haberi ile karşınızdayız. Türkiye ve dünyada..."

 

"Hanımefendi haberi keser misiniz lütfen? Burası emniyet."

 

"Polis hanım sizler de bu işin içinde misiniz? Polisin göldeki cesedi almaya gitmediği öne sürülüyor."

 

"Hadi hanımefendi hadi."

 

Kadın muhabiri durdurup uzaklaştırırken diğerleri de diğer muhabirleri uzaklaştırmaya çalışıyordu. O kadar çoklardı ki nasıl içeri girdiklerini anlamak zor olmuyordu. Durdurulamıyorlardı resmen. Alt kattaki bekçiler, diğer polisler ve tüm herkes de göreve gelse sorun sadece muhabirler değildi. Yüzlerce hayran ağlayarak içeri hücum ediyorlardı. Kimisi Çiçero'yu kurtarmak istiyor. Kimisi onun sevgilisi olduğuna ağlıyor. Kimi de onu görmek için çabalıyordu. Tam bir curcunaydı.

 

"Dışarı çıkın! İfadesi alınana dek dışarıda beklemek zorundasınız!"

 

Meriç bağırarak insanları geri çıkarmaya çalışırken hemen yanımda duruyordu. Aslında onu özlemiştim. Bir abi, bir büyüğüm olarak bana destek olduğu zamanları hızlıca unutmak kolay değildi ama sözleri aklımdan çıkmıyordu. Çok derinden sarsmıştı beni. En hassas olduğum noktama basmıştı. Bunu bilmeden yapması imkansızdı.

 

Az da olsa dağılan kalabalık ve boşalttığımız emniyetten sonra hepimiz toplantı salonuna geçtiğimizde Çiçero denen şarkıcı da gelmişti. Onu baş köşeye oturttuklarında Devran ve Meriç menajerinden durumun ayrıntılarını dinliyordu. Bir ara Çiçero ile göz göze geldik. Gözlerinde siyah kalem vardı ve saçları... Gerçekten ünlüye benziyordu. Biraz metalik bir havası vardı gerçi. Hani şu elektrikli gitarı parçalayarak kendinden geçen metalcilerden.

 

Ben gözümü başka tarafa çevirsem de o bana bakmaya devam ediyordu. Birkaç defa hala bakıyor mu diye baktım ve her defasında bana bakarken yakaladım. İster istemez rahatsız olmuştum. Üzerimde sivil kıyafetler olduğu için sıradan bir kız mı sanmıştı acaba?

 

Boğazımı temizlemek adına öksürüp mor, lila ve pembe çizgileri olan oduncu gömleğimin önünü daha çok kapatmaya çalıştım. Bir tarafından dikkatle izlenmek ne kadar da rahatsız edici bir şey.

 

"Şimdi villasında uyurken birden kapısı çalındı ve sevgilisinin ölüsünün gölde bulunduğu söylendi öyle mi?"

 

Devran menajere tek tek sorarken gizlenmek adına Emre'nin arkasına geçmeye çalıştım.

 

"Sevgilisi değildi. Kız Çiçero'ya birkaç defa ilan-ı aşk etmiş hayranlardan biri. Ama nasıl olduysa adı sevgilisi olarak çıktı."

 

"Bu çok saçma," dedi Meriç. "Madem sevgilisi değil niye inkar kabul edilmiyor."

 

"Herhalde hiç ünlü tanıdığınız yok."

 

"Evet de bununla ne alakası var?"

 

"Ünlülerin skandalı çıktı mı hayranlar arasında on şey eklenerek yayılır da o yüzden. Biz de biliyoruz inkar etmesini ama çift tişörtleri, yüzükleri, nasıl olduysa birlikte karşılaştıkları AVM'lere kadar delil dağıtılmış medyaya. İnkar etsek de inanmazlar bundan sonra."

 

Emre'nin arkasında dururken bu saçma olay için yüzümü buruşturdum. Ünlü olmak da zor.

 

"Tamam o zaman Meriç sen Çimen Rojdar'ın ifadesini al. Yağız sen de..."

 

"Davamla kim ilgilenecek?"

 

İlk defa konuşan Çiçero'ya bakmak için başımı çok hafif eğdiğimde istifini bozmadan Devran'a bakıyordu.

 

"Biz," dedi Devran. Kendini, Yağız'ı ve Cihanşah'ı işaret ederek.

 

"Peki o ne yapacak?" Çiçero'nun başıyla işaret ettiği kişiye hep birlikte baktıklarında ben masanın kenarıyla oynuyordum. En son Haris bana baktığında "Onlar," dedi Devran hemen sözünü kesti Çiçero.

 

"Gelinlik davasının bir numaralı polisinin bana yardım etmesini istiyorum."

 

Benden sonra herkes Çiçero'ya baktığında "Bu işler karpuz seçmeye benzemez, ayrıca onlar..." Devran araya girmek istemişti ancak Çiçero telefonunu çıkarıp birini aradı.

 

"Davamla ilgilenmesi için şu meşhur bumerang ekibini istiyorum. Bu konuda benimle iş birliği yapabilirsiniz sanırım."

 

Telefon kapandığında Devran'ın telefonu çalmaya başladı. Hepimiz tedirgince Devran'a baktık. Bu kadar çabuk mu? Devran önce bıkkınlıkla nefes aldı sonra "Buyurun amirim," diye açtı. Amir her ne dediyse artık Devran kızarıp bozarmaya başlamıştı. Bu işin sonunda biz sıkıntı çekmesek iyidir.

 

Telefon kapandı ve Devran nefretle bize baktı.

 

"Bumerang ekibi sadece bu dava için ayarlandınız."

 

"İşte bu be!" Onur ve Emre birbirlerine sarılarak sevinirlerken Haris'i de aralarına aldılar. Ben açıkta kaldığımda oturduğu sandalyede yayılıp, birleştirdiği ellerindeki baş parmaklarını daire şeklinde birbiri etrafında döndürmeye devam eden Çiçero gülümseyerek bana bakıyordu.

 

 

🌙

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Pişman olduğunuz şeyler yaptınız mı hiç? Ya da yapıyor musunuz?

 

Son zamanlarda durup durup alnıma vuruyorum. Kendi kendime neden yaptım ki, neden şöyle böyle diyip duruyorum.

 

Bazen hayat kısa bu kadar düşünmeye gerek yok oldu bitti diyorum.

 

Bazen yemek yerken ağzımdaki kaşıkla birlikte aklıma gelen şeyler ile utançtan yerin dibine giresim geliyor.

 

Aslında sıradan biri için gayet normal ama benim gibi ketum ve soğuk biri için çok şeyler. Mesele vahim dostlarım dua edin lütfen bana.

 

Evet, yeni bölümü nasıl buldunuz?

 

Hamza amcanın davası çözüldü çözülecek. Tüm sırlar bir sonraki bölümde açığa çıkacak ama yine de sorayım bir sonraki bölümü nereden istersiniz?

 

Anıl grubu?

 

Geçmiş?

 

Bizim ekip?

 

Elbet bu gruplara gideceğim ama sizin okumak istediğiniz şekle göre sıralayacağım.

 

Dördüncü kitap da hız kesmeden devam ediyor. Hem mutluyum hem üzgün. Sanırım 2021'de başlamıştım ve 2023'e gireceğiz. Çok benimsedim onları (;

 

Final için kitabı 2'ye ayırabileceğimi söylemiştim. Sanırım serimiz 5 değil 6 kitap olacak. Ama belli olmaz belki 5'i uzun tutarım. Bakıcaz artık.

 

Sizleri çok seviyorum yeni bölümlerde görüşmek üzere 🌙

Loading...
0%