Yeni Üyelik
63.
Bölüm

63. Bölüm

@hakugu

 

 

+200 vote +500 yorum

Yeni bölüm sınırı

 

 

🔰

 

 

 

 

Gelen bahar beraberinde tüm yetimhanede temizliği de getirmişti. Böyle durumlarda Tepe göz hiçbirimize göz açtırmaz köşe bucak tüm binayı temizlettirirdi. Akşamdan her yaş grubunun mahalli ayarlanmıştı. Bizimki yatakhanelerdi. Tüm yatakhaneler bizim yaş grubumuza dağıtılmıştı. En büyükler olarak demir yatakları çekip altlarının silinip süpürülmesi gerekiyordu. Tüm bu temizlik senede bir olduğu için berbat şeylerle karşılaşmamız kaçınılmazdı.

 

Ben, Samet, Mehmet ve Serhat aynı yatakhaneyi temizliyorduk. Zaten ne zaman ayrıldık ki birbirimizden? Düşünüyorum da diş fırçalamak olsun, lavaboya gitmek olsun her an beraberiz.

 

Ben yatakları çekerken -boyum onlara göre biraz kısaydı ama kollarım kaslıydı- Mehmet yerlere yatıp uzun süpürge ile süpürüyor, Serhat peşinden siliyor, Samet de çarşafları çıkarıp yenisi ile değiştiriyordu.

 

Yatakların altından neler çıkmadı ki.

 

Magazin dergileri mi dersin, küflü çakılar mı dersin, tuhaf çamaşırlar ve tabii ki olmazsa olmaz yiyecekler. Hepsini temizlemek uzun vakit alsa da hızlı yapmak zorundaydık. Öğle yemeğine kadar yarısı, akşam yemeğine kadar da tamamı bitmek zorundaydı.

 

"Kızların yatakhanesini de biz temizleseydik keşke."

 

Kızların binası erkeklerin binasının hemen yanındaydı ancak dersler ve yemeklerde birleşiyorduk. Arada koridor geçse de apayrı dünyalardaydık.

 

Serhat ve Mehmet kendi aralarında gülerlerken bir yastığın olmasından daha ağır olduğunu fark ettim. Kaşlarımı çatıp elimle yokladım ama normal görünüyordu. Üst kattaki ranzanın kime ait olduğunu bulmaya çalışırken yastığı da alarak aşağı indim.

 

"Ne oldu?" diye sordu Samet elindeki sileceğe dayanarak.

 

"Bilmiyorum. Ağır geldi biraz."

 

"İşemiştir yastığa ne olacak." Mehmet ve Serhat yine güldüklerinde ben yastığı incelemeye devam ediyordum.

 

"Ahaha çok komik lan." Samet çişli şakalardan nefret ediyordu. Eh ben de öyle. Yastıkta çözemediğim bir ağırlık varken dikiş yerlerinden fışkıran kılları fark ettim.

 

"Onlar bir kız saçı değil mi lan?" Mehmet endişe ile sorduğunda "Bunu anlamanın tek bir yolu var," dedi Serhat kenara koyduğu küflü çakıyı göstererek. "İçini açalım."

 

Aslında bunu pek etik bulmasam da itiraf edeyim ben de meraklanmıştım.

 

"Dikkatli aç ama belli olmasın," dedim yastığı Serhat'a uzatarak. Sadece dikiş yerlerinden birkaç yeri açtığında daha fazla kıl çıktı. Dördümüz birden sanki lanetli bir şeyi tutuyormuşuz gibi irkildiğimizde Serhat tüm dikişleri sertçe açtı ve önümüze kaç kilo olduğunu anlamadığım kadın saçı dökülüverdi.

 

Onların elindeki yastık kılıfı benim elimdeki süpürge ile öylece kaldık. Ayaklarımıza ve yere saçılan saç yığınına bakıyorduk. Hepimiz şoka girmiş olmalıydık ki kimse gözünü kırpmıyor tek kelime de etmiyordu. Gözlerimiz saçlarda gezinirken birden fazla hatta ondan fazla renk karışımı olduğunu gördük. Bu da demek oluyordu ki tüm bunlar tek bir kişiye değil onlarcasına aitti.

 

"Niye böyle bir şey yapar ki bir insan?"

 

Mehmet'in sorusuna kimse cevap veremedi. Bizde değildi o cevap fakat hepimiz atmış soruyu soruyorduk.

 

"Bu yatak kime ait biliyor musunuz?"

 

Benim sorum hemen yanıtlandı.

 

"Bilmiyoruz ama galiba on iki yaşların yatakhanesi." Serhat'a dehşetle bakarken o da aynı şekilde bakıyordu bana. Yutkundum ve derin bir nefes aldım. "Hemen toplayalım şunu."

 

"Öğretmenlere haber vermeyecek miyiz?"

 

"Olmaz," dedim eğilip saçlardan birkaç avuç alıp kılıfa doldururken. "Tepe gözün kulağına gidebilir. Temizlik yerine bu şeylerler mi uğraşıyorsunuz diye başımızı ağrıtır. Kaldı ki önce bunu yapan kişiyi sonra da ne için yaptığını bulmamız gerek. Hatta ve hatta," dedim avcumdaki sarı, kahve, siyah karışık kıllara bakarak "bunu biz söylemesek daha iyi."

 

"Midem bulandı ya," diye hayıflandı Samet.

 

"Anıl bence de haklısın ama ya fark edilirsek o zaman daha kötü oğlum," dedi Mehmet.

 

Elindeki bir avuç kıla bakan Serhat öğürürcesine bir ses çıkarınca ben hızlandım. Hızlı hızlı kılları kılıfa doldurdum.

 

"Mehmet koş iğne kutumuzu getir."

 

"Dikecek misin bi de?"

 

"Söktüğümüz iple kapatacak kadar dikeceğim. Açtığımız hemen anlaşılır."

 

Mehmet'le anlaştıktan sonra o koşarak yatakhaneden çıktı. Serhat'la Samet de yerdeki kalan kılları süpürüp dildi. Yastığı dikip olduğu gibi yerine koyduğumuzda yatakhane temizliğini de bitirmiştik. Dördümüz verilen arada atıştırmaları yerken son derece gergindik. Elinde tepsi ile gelen on iki yaşında bir çocuk çekti dikkatimi. Sonra masasında oturup sessizce etrafı inceleyen bir başka çocuk. Arkadaşları ile gülen başka bir çocuk ve ağzındaki çekirdek kabuğunu masaya tüküren diğer bir çocuk. Bunlardan hangisininki o yastık? Ve derdi ne?

 

"Siz neden hiçbir şey yemiyorsunuz?"

 

Dördümüz birden daldığımız için ne Tepe göz'ün geldiğini görmüş ne de bir süredir bizi seyrettiğini fark etmiştik. Sesinden nefretle tanıdık tınısı almasak onu da fark etmeyecektik. İrkilerek ona baktığımızda çatık kaşları ve şüpheli bakışlarıyla adeta dördümüzü birden tarıyordu.

 

"Yorulduğumuz için. Hemen şimdi yeriz."

 

Samet toparlayınca hep birlikte yiyeceklerden bir şeyler yemeye başladık. Tepe göz bir süre daha bizi seyretti ancak hemen sonrasında diğer masaları kontrol etmek için ayrıldı yanımızdan.

 

"Yanlış yaptık," dedim fısıltı ile. "Onun dikkatini üstümüze çekmememiz gerek. Normal davranmalıyız. Aklınızdan silin şu yastığı. Ve tabii ki ben de," dedim çerezden biraz ağzıma alarak. Onlar da benim gibi yemeye başladığında normal davranmaya çalışıyorduk. Sarsılmıştık ama nedenini öğrenmeden kendimizi salıverirsek daha tehlikeli olurdu.

 

İkram sonunda dersliklere geçtiğimizde üniversite hazırlık için soru çözmemiz gerekiyordu. Mehmet ve Samet ön masada, Serhat ve ben arka masadaydık. Dördümüz de neredeyse bir soruyu bile doğru dürüst çözememiştik. Eh tabii bu da İsmail öğretmenin gözünden kaçmamıştı.

 

"Şu soru çok kolay aslında," diye fısıldadı Mehmet'e doğru eğilerek. Baktı dördümüz de tek bir tane çözmemişiz "Hocam dördümüz de midemizi üşütmüşüz. Temizlikten sonra soğuk su içtik de," dedim. İlk defa İsmail öğretmene yalan söylemiştim ve bu beni çok üzmüştü. Yalan söylemek başlı başına güzel değildi ama bunu İsmail öğretmene yapmak daha kötü hissettirmişti.

 

Omzumu hafifçe sıkıp yanımızdan uzaklaşırken Samet ve Mehmet sıra ile arkalarını dönüp bana baktılar. Serhat da baktığında bakışlarımı kapıda sabitledim ve bir şeyler çözmek için kendimi zorladım.

 

Ders bitimi bahçeye çıktığımızda dördümüz de bahçe duvarına oturup hayatı sorgulamaya başlamıştık. Kızlar ve erkekler bahçeyi aynı anda kullanıyorduk böyle durumlarda. Herkes vardı ve ortam çok kalabalıktı. Tepe göz olmadığı için öğrenciler rahat rahat vakit geçiriyorlardı. Sadece birkaç öğretmen vardı onlar da kendilerine küçük bir masa açmış çay ve atıştırmalık bir şeyler yiyorlardı.

 

"Bunu yapan her kimse kızlarla bağlantısı var," dedi Serhat küçük kızlardan birine bakarak.

 

"Bu çok saçma," diye yüzünü buruşturdu Mehmet. "Hadi hastalıklı bir koleksiyoncu desek, sadece bir tutam saçı alıp biriktirirdi. Orada gördüğümüz şey," dedi iki avcunu da açarak "Tüm bir kafa tasını kaplar neredeyse."

 

Samet mide bulantısından yaşaran gözlerini kapatıp dudaklarını ıslattı.

 

"Tepe göz'ün haberinin olduğundan eminim."

 

Üçümüz birden Samet'e baktık. O da gözlerini açıp tek tek bize baktı.

 

"O çiş yapılan her yatağı bilir. Dolaplarda saklanılan yiyecekleri bulur. Lavabolara tıkıştırılan sigaralar, dersliklerdeki magazin dergileri, yemekhaneye gelen defterler ve daha bir sürü şey. Böyle büyük bir şeyden nasıl haberi olmasın ki?"

 

Mehmet ve Serhat önlerine dönüp düşünürken ben Samet'e bakmaya devam ediyordum.

 

"Mutlaka onun haberi vardır. İçimden bir ses haberi var diyor. Olmaması imkansız. Mutlaka vardır."

 

Samet'in yüzünü incelerken aklıma böyle bir yastığın kızlar tarafında da olup olmadığı geldi. Varsa ve şayet onun içi de saç doluysa o da erkek saçı mıydı? Düşüncelerle dolu bakışlarım Samet'in yüzünde gezinirken "Bunu anlamanın tek bir yolu var," dedim. Hepsi bana baktı.

"O yastığın kime ait olduğunu bulmak."

 

Hepimiz yine bahçede oyun oynayan öğrencilere döndüğümüzde ilk yapmamız gereken şeyin o yastığın sahibini bulmak olduğuna kanaat getirmiştik.

 

Güneş batıp akşam olduğunda herkes yatakhanelerine çekildiğinde ve henüz Tepe göz gezmeye başlamadığında o yatakhaneye gittik. Dikkat çekmemek için dördümüz farklı yatakhanelere dağıldık ve Mehmet oraya girdi. O yastığın bulunduğu yatağın hemen yanındaki yatakta yatan çocukla yarına dair ders hazırlığı yapma bahanesi ile o yatakta yatan çocuğu öğrenip geldi. Hepimiz yataklarımıza yattığımızda "İlhan Gün," dedi Mehmet. Üçümüz de duymuştuk. Yatakhanedeki diğerleri duymasın diye devam etmedi konuşmamız. Ta ki Tepe göz gelip yatakları tek tek kontrol edene dek uyuma numarası yaptık ve böylelikle gece de bitti.

 

Ertesi gün erkenden kalkıp üniformalarımızı giymiş dersliklere çıkmıştık. Stresten tırnaklarımızı yiyorduk dördümüz de. Bitmek bilmeyen bir heyecan ve tedirginlik hakimdi üstümüzde. Müthiş bir gerilim vardı. Neden? Bir çocuk neden böyle bir şey yapar? Ve Samet'in dediğine göre bundan Tepe göz'ün de haberi olmalı.

 

Ders bitimi yine dikkat çekmemek için dördümüz farklı yerlerde ama hepimiz aynı kişiyi takip ediyorduk. Yemekhanede yemek yerken, birimiz ağzına kaşığı aldığında gözleri ondaydı. Sonra diğeri yere çatalını düşürme bahanesi ile dikizliyordu. Diğeri öksürerek su içmek için yanından geçiyordu. Geçelim lavaboya. Birimiz hemen yanındaki tuvalete girip üsten bakmaya yelteniyor ama uyanıp yeniden yere iniyor. Diğerimiz dışarıda hemen yanında dişlerini fırçalarken, üçüncümüz lavabo dışınca ayakkabı bağcıklarını bağlarken onun çıkmasını bekliyor ve o fark etmeden koridorda birlikte yürüyordu. Ve bahçede... Birimiz hemen önünde basket atarken, diğerimiz arkasında kızların ipini sallarken kendini kız gibi hissetse de onu dikizlemeye devam ediyordu. Sonra ve sonra derslikte birimizin arka sırasındaki çocuğa defter verirken, diğerimiz öğretmenine bir soru sorarken, her yerde, bulduğumuz her alanda takip ettik. Öyle bir göz hapsine aldık ki çocuğu ona dair bilmediğimiz tek şey DNA dizilimiydi sanırım. Yatakhanede gelip yattığımızda "O kadar eğlenceli ve konuşkan biri ki, tam bir tezat topu," dedi Mehmet.

 

"Zeki ve girişken olması da cabası,"" dedi Serhat.

 

"Ben bile hayran kaldım şimdiden," dedi Samet.

 

"Alın benden de o kadar," dediğimde hemen karşı ranzamızda yatan Emrah başını kaldırıp bize baktı.

 

"Ne oldu len dördünüz birden aynı kıza mı tutuldunuz yoksa?"

 

Dördümüz birden battaniyelerin üstünden Emrah'a bakıp sonra yeniden başımızı yastığa gömdük. Battaniyeleri de aynı anda çektik.

 

"Oğlum siz yanlış anlamışsınız lan. Bir erkek dört kız alabilir, dört erkek bir kız alamaz."

 

Yatakhanede bir kahkaha tutanı koptuğunda Mehmet başını çıkardı.

 

"Hemen çeneni kapatmazsan ben seni alacağım."

 

Mehmet ince kara kuru bir şeydi ama yatakhanedeki herkes korkardı ondan. Bileği ince de olsa sıktı mı fena yapardı adamı. Emrah başta olmak üzere ses kesildiğinde Mehmet yeniden yattı yerine.

 

"Böyle olmayacak, yarın toplanıp bütün bilgilerimizi toparlayalım," dedim.

 

"İyi olur yoksa adımız çıkacak," dedi Mehmet.

 

Ertesi sabah yemek sonrası Gümüş gün olduğu için herkes serbestti. Bu günde dışarıdaki aileler gelir ve beğendiği çocuğu evlatlık almak için girişirlerde bulunurdu. Böyle şans genelde küçükleri vurduğu için ve kimsenin on yedi yaşındaki bir ergeni evlatlık edinmek istemediğini bildiğimiz için biz öylece takılıyorduk. Özellikle küçük yaştaki kızlar güzel güzel giyinmiş etrafta geziniyordu. Eminim birkaçı evlatlık edinilirdi.

 

Dördümüz birlikte koridorda yürürken okulun arkasındaki seraya doğru yürüyorduk. Burada genelde kış için sebze yetiştirilirdi ve gönüllü öğrenciler olmak üzere her ay seçilen nöbetçi öğrenciler tarafından düzenlemesi ve temizliği yapılırdı. Genelde büyük yaşlar yaptığı için İsmail öğretmenden rica etmemizle oraya gidiş izni almamız çok kolay oldu.

 

"Bu sene ne çok tatlı kız gelmiş böyle." Mehmet bahçe eldivenini giymeye devam ederken onun baktığı kızlara baktım.

 

"Umarım onları çok sevecek insanların yanına gider," dedi Samet.

 

Dördümüz de bahçıvan pantolonları, uzun plastik çizmelerimiz ve eldivenlerimizle seraya uygun hazırlanmıştık. Tepe göz görse saçlarımızı da kapatmamızı söylerdi ama şu an eminim görüş yapan küçüklerle ilgileniyordu bizim gibi kartlaşmış dört ısırgan otuyla ilgilenecek vakti yoktu.

 

Dördümüz de okulun geniş ve neredeyse üç dönüme kurulmuş serasına geldiğimizde dikkat çekmemek için eldivenlerimizi şaklatıp işe koyulduk. Burası okulda kamera olmayan tek yerdi. Üstelik kimseler de gelmezdi. Özellikle Tepe göz ve öğretmenler.

 

İlk önce olgunlaşmış domatesleri topladık, sonra salatalıkların topraklarını doldurduk ve patatesleri topraktan çıkardık, maydonozları köklerine zarar vermeden hasat ettik, çilekleri topladık ve elbette ki yemeyi de ihmal etmedik. Soğanları ikişer çuvala doldurup kapıya doğru çektiğimizde havadan sarkan kivileri tek tek topladık. Sepet sepet çıkardığımız meyve sebzeler seranın dışına taşınırken hemen hemen tüm işleri bitirmiştik. Ne zaman canımız sıkılsa dördümüz birden bu seraya gelip çalışırdık. Gönüllü olduğumuz için de kimse bir şey demezdi çünkü kimse bu işleri yapmak istemezdi. Oysa her dördümüze de çok eğlenceli ve keyifli gelirdi.

 

Saatler sonunda sanki kamp ateşinin etrafına çevrilirmiş gibi ortaya sevdiğimiz meyve sebzelerden bir bölümün etrafına oturduğumuzda bağdaş kurmuş dinlenmeye çekişmiştik.

 

Samet geriye doğru yaslanıp belini kıtlattığında bir salatalık alıp yemeye başladım. Mehmet çileklerden üçünü aynı anda ağzına attığında Serhat bir kiviyi kemiriyordu.

 

"Ne yaparsam yapayım içimdeki endişe gitmiyor," dedi Samet. "Bi bu kadar daha çalışabilirim ama o saç dolu yastık hala zihnimde."

 

Yeni bir ısırık alıp "Bence bunu dile getirmekten vazgeçmeliyiz öncelikle. Hadi şimdi elde ettiğimiz bilgileri toparlayalım," dedim. "Mehmet defteri getirdin mi?"

 

Mehmet arka cebinden küçük bir defter çıkardığında Serhat da kulağının arkasından bir kalem çıkardı.

 

"Şimdi öncelikle bu çocuğun adı İlhan Gün. Yetim ya da öksüz değil ama ne hikmetse yetimhanede."

 

Serhat bildiklerini yazmayı bitirince defteri Mehmet'e uzattı.

 

"On iki yaşında ve olabildiğine eğlenceli, neşeli..." kuşku ile başını sağa eğip "fazla eğlenceli," dedi.

 

Defter Samet'e geldiğinde "Ne zaman geldiğini bilen yok. Sanki doğduğundan beri burada gibi. İşin kötüsü erkek ardakadaş çevresi neredeyse yok denecek kadar az. Bu kadar eğlenceli birinin nasıl çok az erkek arkadaşı olur?" yazdı.

 

Sıra bana geldiğinde salatalığım da bitmişti. Elimde kalan ıslaklığı pantolonuma sildim ve kalemi elime aldım.

 

"Madde 1. İlhan Gün'ün Tepe göz ile olan alakası araştırılacak. Madde 2. Gece herkes uyduktan sonra takip edilecek."

 

İkinci maddeyi yazmama kalmadan itiraz geldi.

 

"Delirdin mi? Tepe göz ayakta görürse işimizi bitirir."

 

Yazmayı bırakıp Mehmet'e baktım.

 

"Saç olup yastığa doldurulmak istemiyorsak bunun sebebini bulmamız gerek."

 

"Mehmet'e katılıyorum," dedi Samet. "Ama Anıl'a da katılıyorum. Böyle korku ile yaşamaya devam edemeyiz. Üstelik İsmail öğretmen dışında güvenebileceğimiz kimse de yok. Herkes Tepe göz'e yetiştirebilir ve bu da kısa yoldan işimizi bitirir."

 

Serhat Samet'e katılırcasına başını sallarken Mehmet de kabul etti.

 

"Üçüncü maddede bu yastıktan kızlar tarafında olup olmadığını bulmak var ama ilk önce İlhan'ı araştıralım sonra onun icabına bakarız."

 

Hepimiz aldığımız kararlara sadık kalacağımız konusunda anlaştığımızda seradan çıktık. Yaptığımız işi çok beğenen öğretmenlerimiz bize tebrik ve teşekkür ederken biz gece yarısı olması işin saniye sayıyorduk.

 

Akşam yemeği yenildi, gece derslikte soru çözüldü, dişler fırçalandı ve verilen bir bardak sütler içildi, sonra herkes yataklarına çekildi. İçimiz içimize sığmıyordu. Tepe göz bir an önce gelip gezsin sonra biz de kalkıp araştırmaya başlayalım istiyorduk. Erkenden uyuyan Serhat bile uyanıktı.

 

Ve Tepe göz bütün menfurluğuyla gelip yatakhanede gezindi. Sonra çıkıp gitti. Aradan bir saat geçmişti ki yatakhanede dördümüz dışında herkes uyumuştu. Önce ben kalktım yatağımdan sonra Samet. Mehmet ve Serhat da eklendiğinde sessizce çıktık dışarı. On iki yaşların yatakhanesi iki kat alttaydı ve binanın sağlı sollu iki bir de ortadan olmak üzere toplamda üç merdiveni vardı. Sol taraftaki merdiven okulda kalan öğretmenlerin yatakhanesine çıktığı için öğrenciler tarafından fazla kullanılmazdı. Oradan giden merdiven ise Tepe Göz'ün odasına indiği için nerdeyse lanetli sayılıyordu. Genelde her zaman dar ama daha güvenli kabul ettiğimiz sağ taraftaki merdivenleri tercih esiyorduk.

 

Sessiz adımlarla basamakları inerken kimsecikler yoktu ortalıkta. Dördümüz de konuşmuyor, herhangi bir aksilikte ikimiz bayılma numarası yapacak ve diğer ikisi onu taşıyacaktı.

 

Alt kata indiğimizde burada da kimselerin olmadığını gördük sonra bir kat daha indik. Burasının ışığı diğer katlara nispeten daha loştu. İnsanın huzurunu kaçıran bir sakinlik de hakimdi. Önden giderken tuhaf bir şey olursa yumruğumu kaldırıyor ve diğerlerinin durmasını sağlıyordum. Bi tıkırtı olmuştu ki hemen yumruğumu kaldırdım ve hep birlikte durduk. Direklerden birinin arkasına saklandığımızda hiç kimselerin olmadığını gördük ve yürümeye devam ettik. Sessizce yatakhaneye girdik ve İlhan'ın yatağına yaklaştık ama yoktu.

 

"Çocuk yok," diye fısıldadı Serhat. Kaşlarımı çatıp sağa sola baktım. Tüm herkes varken bir tek o yoktu.

 

"Yastığı kontrol edin." Fısıltı ile haber yolladığımda ben ve Samet kapıyı kontrol ediyor Serhat ve Mehmet yatağı araştırıyordu. Yastığı ellerine alıp bize doğru gelirlerken gördüklerine inanamıyor gibilerdi.

 

"Bu yastık değişmiş."

 

Hemen elime alıp inceledim. Dikişler aynıydı.

 

"Hayır sadece içi boşaltılmış," dedim. "Hemen yerine koyun çıkmamız lazım."

 

Mehmet hızla yastığı yerine koyup geri döndüğüne yatakhanenin kapısında birikmiştik. Çıkmak için hazırlık yaparken gürültü fark ettik. Yumruğumu havaya kaldırdığımda hepimiz gizlenecek bir yer bulduk. Kapının arkası bana kalmıştı ki içeri önce o çocuk sonra da Tepe göz girdi. Çocuğun yakasından tutarak adeta sürüklercesine yatağına sürdü. Bir an için kapıyı kapatıp öyle konuşacak diye ödüm koptu.

 

"Bi dahakine o manyaklığı yaparsan derini yüzerim, zıbar şimdi."

 

Tepe göz aksak adımlarla ilerlerken çocuk da yatağına çıktı. Biraz daha beklemek zorundaydık. En azından çocuk uyuyana dek. Diğerleri haberimi beklediği için en doğru zamanı kolladım. Ve sonunda ortaya çıktığımda onlar da yerlerinden çıktılar. İki boş koridor ve bir merdiven sonunda yataklarımıza ulaştığımızda nefes nefesteydik. O gece hiçbirimiz uyumadık. Bomboş tavanı seyretmeye devam ettik. Tam bir işkenceydi. Samet haklıydı. Bu her ne pislikse Tepe göz'ün de haberi vardı. Ve biz de bir şekilde bu işin içine sürüklenmiştik.

 

 

🔰

 

"Çünkü edebi değeri olan hiçbir eser tek başına bir mana ifade etmez. Ancak ve ancak onu okuyan, dinleyen ve yüreği ile değerlendiren insanlar için bir manası vardır. Yoksa kamyon arkası yazılarından ne farkı olurdu değil mi?"

 

İsmail öğretmenin esprisi sınıf içinde kahkaha tufanına neden olurken gülmeyen bir dörtlü vardı. Göz altları mor, benizleri soluk ve moralleri bozuk. Elbetteki ben, Mehmet, Serhat ve Samet'den başkası değildi bu dörtlü. Hiçbirimiz derse odaklanamadığımız gibi kendimizi de iyi hissetmiyorduk. Düşüncelere dalıp durduğumuz için ders çabucak bitmişti. Çıkışta dördümüz de kitaplarımızı dolaplarımıza koyup yemekhaneye geçtik. Masaya oturup yemeklerimizi yerken tek kelime etmiyorduk. Bahçeye çıkıp aynı duvarın üstüne oturduk ve yine tek kelime etmedik. Ne zaman soru çözmek için dershanelere dağıldık o zaman başladı bizim mesai.

 

"O yastık değişmediyse içindekiler çıkarılmıştır."

 

"Yastık demeden devam edelim konuşmaya," dedim Serhat başıyla onayladı.

 

"Hangi gün olduğu daha önemli. Sahi en son ne zaman baktık?"

 

Samet'in sorusuna yanıt Mehmet'ten geldi.

 

"Gümüş gün. Gümüş gün'den bir gün önce içi doluydu o şeyin. Bizzat kendim baktım. Ne olduysa Gümüş gün'den sonra oldu."

 

Başımla onayladım Mehmet'i. Ben de hatırlıyordum. En son baktığında içi doluydu yastığın. Sonra değişmişti.

 

"Belki de biz biraz abartıyoruz ne dersiniz?" Samet'e baktım ve bakışlarımı yeniden önüme indirdim.

 

"Öyle olsa bile bu çok tuhaf. Araştırmayı bırakmamız için böyle söylüyorsan," diye devam etti Mehmet. "Hadi bıraktık diyelim. Peki bi kere daha o şeyi aynı şekilde dolu görürsek? O zaman ne olacak?"

 

"Bir sonraki Gümüş gün ne zaman?" diye sordum Serhat saatindeki takvime baktı. "Haftaya Çarşamba günü. On bir günde bir olduğuna göre Çarşamba olması lazım." Başımla onayladım bir kere daha.

 

"Hazır olun, haftaya Pazar ve Pazartesi günü o şeyi kontrol edeceğiz. Sonra bir de Gümüş gün'den bir gece önce yani Salı gecesi kontrol edeceğiz. Şayet bir değiştirme söz konusuysa bu gece olmalı çünkü o günden önceki gün o şey doluydu. Yani Salı gecesi mutlaka onu kontrol etmiş olmalıyız. Şayet yine aynıysa o zaman bu günle bir alakası yok. Ama yok değiştiyse o günde bi şeyler oluyor demektir."

 

"Yanlış anlama Anıl," dedi Mehmet. "Her koşulda arkandayım ama bu çok riskli değil mi? Yani gece yarısı etrafta gezindiğimiz bi öğrenilirse mahvoluruz. Başta Tepe göz canımıza okur."

 

"Ben de düşündüm bunu. Tek tek ya da ikişer ikişer çıkmayı düşündüm ama bu daha çok riskli. Yakalanan o kişilerin vicdan azabını diğerleri daha çok çeker. En iyisi ne olacaksa dördümüze olsun. Ayrıca tamamen bırakmayı da düşündüm ama ya bir yerlerde birileri acı çekiyorsa? Çocukluğunuzu düşünün. Büyüklerden biri gelip sizi kurtarsın diye dua edip durmuyor muydunuz?"

 

Hepsi başıyla onayladı.

 

"Ne dersen ben varım kanka," dedi Samet.

 

"Ben de." Mehmet de katıldığında "Ben dünden varım," dedi Serhat. Bir kere daha grubu tazelediğimizde her birine teker teker bakıyordum. Benim bitmek bilmeyen macera heveslerim olduğunu düşünebilirler ama ben macerayı hiçbir zaman hedeflemedim. Hep düşündüğüm ve kurtarmak zorunda olduğum insanlar oldu. Şimdi de öyle. Ve altından bir şey çalacağından adım kadar eminim.

 

 

🔰

 

 

Bir hafta sonra

Pazar 

 

Dördümüz birden dikkat çekmemek için farklı mekanlarda oyalanırken bu sefer Samet yatakhaneye girdi ve yastığı kontrol etti.

 

Dışarıda onu bekleyen bize verdiği cevap olumluydu. Yani yastığın içi yine doluyordu. Bu insanın tüylerini diken diken eden bir cevap olsa tahminlerim doğru çıkıyordu.

 

Pazartesi

 

Ertesi gün yine yatakhane etrafında dolanırken bu sefer ben girdim yatakhaneye. Yastığın olduğu yatağa hızla yürüdüm ve kimselerin olmadığı bir vakitte yastığa dokundum. Doluydu. İyice sıkınca içinde kıl olduğu net bir şekilde anlaşılıyordu. Gerisin geri yürüyüp çıktım yatakhaneden ve koridor boyu yürümeye başladım. Ben yürüdüğümü gören diğerleri de oyalandıkları şeyi bırakıp peşime takıldılar. Hep birlikte bahçeye çıktığımızda "Doluydu," dedim.

 

"O halde yarın gece son kez kontrol edeceğiz," dedi Samet. Hepimiz karara sadık kalarak onayladığımızda vaktin gelmesini bekledik.

 

Salı gecesi

Gümüş Gün'den önceki gece

 

"Çok heyecanlıyım."

 

Serhat dişlerini fırçalarken söylenip duruyordu. Gece yarısı yatakhaneden çıkmak ilk kez yaptığımız bir şey değildi ama böyle bir planla gezinmek insanı tedirgin ediyordu.

 

Kalorifer peteğine yaslanan Samet "Heyecanlanacak bir şey yok," dedi. "Yapmamız gerekeni yapacağız o kadar."

 

Saçlarımı tararken aynadan ona bakıyordum.

 

"Öyle bile olsa tüm gece uyanık kalıp sabahları ruh gibi geziyoruz." Mehmet lavabonun kenarındaki mermere oturmuş ruha asla benzemeyen esmer ellerini havaya kaldırıp komik hareketler yaptı. Hepimiz ona gülerken lavabodaki işlerimizi bitirmiştik. Her yatakhane kapısının önündeki masaya konulan bir bardak sütlerimizi alıp içmeye başladık. Her gece içtiğimiz için sanki tek seferde dikilen bir yudumluk şeyler gibi olmuştu.

 

Sütleri içip bardaklarını çöp kutusuna attığımızda yataklarımıza geçtik. Şimdi tek yapmamız gereken Tepe göz'ün kontrolünden sonra yastığı son bir kez kontrol etmekti. Şayet bir değişim yapılıyorsa bu mutlaka bu gece gerçekleşecekti.

 

Saatler geçti ve nasıl geçtiğini bilemedik. Sabah uyandırmak için gelen nöbetçilerin sesi olmasa hiçbirimizin uyanacağı da yoktu. Dördümüz de aynı telaşla kalktığımızda güneş çoktan doğmuş kahvaltı vakti gelmişti. Yan yana yattığımız için endişe ile Samet'e baktım. Alttan yukarı bakan Mehmet ve Serhat da aynı boşluktayken hızla yataktan indim.

 

"Anıl nereye?"

 

"Yastığa bakacağım."

 

Pijamalarımla peşimden gelirlerken onlar geride durdu ben İlhan'ın yatakhanesine girdim ve henüz uyanmamış olmalarından istifade ederek yastığına dokundum.

 

Yumuşacıktı.

 

Gerçek bir yastıktı.

 

Değişmişti...

 

Kalbim hızla çarparken İlhan gözlerini açıp bana baktı. Göz göze geldiğimiz o anlarda elimi çekip geri geri gittim.

 

"Ne oluyor? Sen de kimsin?"

 

"B-ben..."

 

Bir şey diyemeden yatakhaneden koşarak çıkarken diğer üçünü beklemeden hızla merdivenleri çıkmaya başladım. Peşimden gelip yatakhaneye girdiğimizde "Ne oldu? Değişmiş mi?" diye sordu Mehmet.

 

Yutkundum gergince ve başımla onayladım.

 

"Hay anasını!"

 

Mehmet teneke dolaba vurduğunda güm diye ses çıktı ama yatakhanedeki kimse bir şey diyemedi.

 

"Dördümüz birden nasıl uyuruz? O kadar da bekledik. Nasıl aynı anda?"

 

Serhat anlamamışça yere çöküp söylenirken Samet saçlarını karıştırıyordu.

 

"Neyse dikkat çekmeyelim. Zaten çocuk beni gördü. Giyinip yemekhaneye inelim hemen."

 

Sözlerim onlar tarafından hızla yapılması gereken maddeler olarak algılanırken hep birlikte yataklarımızı toplayıp üniformalarımızı giydik ve yemekhaneye indik. Kahvaltımızı büyük bir iştahla yaparken kimse aç değildi. Herkes tüm dikkatini yemeye vermişti.

 

"Burnuma pis kokular geliyor," dedim siyah zeytini ağzıma atarken.

 

"Dördümüz birden uyumadık. Uyutulduk," dedi Samet ekmeğini bölerken.

 

"Tüylerim ürperdi lan." Mehmet esmer ve ince bileğini önümüze getirdiğine siyah tüylerinin havaya kalktığını gördük. Ben de ürpermiştim ama sarı tüylerimi göstermekten her zaman nefret ettiğim için saklamakla yetindim.

 

"Şimdi ne yapacağız?"

 

Serhat etrafı kolaçan ederek sorduğunda çayımdan bir yudum daha aldım.

 

"O çocuğun bir daha böyle bir şey yapacağını sanmam. Bence takip ettiğimizi anladı."

 

Üçü de bana korkuyla baktı.

 

"Bu en kötüsü Anıl. Bu durumda Tepe göz'ün de bizden haberi olur."

 

"Hayır hayır," dedim başımı iki yana sallayarak. "Tepe göz'ün yastıktan haberinin olduğunu sanmıyorum. O böyle şeylere çok dikkat eder. Evet bu çocukla bir ilgisi var ama kesinlikle yastıktan haberi yok. Ve çocuk da bunu gizli yaptığına göre ona söylemeye cesaret edemez."

 

"Yine de dikkatli olmalıyız," dedi Mehmet. "Çocuk arada sana bakıyor. Şimdi bakmayın birkaç saniye sonra bakın."

 

Gözlerim masanın üstündeki yiyeceklerde gezinirken içim titremişti. Geçen birkaç saniye sonunda gizlice ondan tarafa baktığımda onun da benden tarafa baktığını gördüm. Göz göze gelmedik ama beni izlediğini net bir şekilde görebilmiştim.

 

"Abiii çocuk bu tarafa doğru geliyor."

 

Elimdeki çay bardağını sıkarken kırmamak için özen gösteriyordum. Serhat öyle bir söylemişti ki hepimiz korku ile sarmalamıştık. Hayır çocuktan değil doğuracağı sonuçlardan korkuyorduk. Şurada yetimhanedeki son aylarımızda felaket bir dayak ya da ceza almak istemiyorduk. Yutkundum. Büyük hata yapmıştım. O yatakhaneden çıktıktan sonra kontrol etmeliydim. Neden hala yataktayken baktım ki?

 

Yutkunmaktan dolayı tükürüğüm tükendiğinde çocuk da masamıza gelmiş oldu. Gözleri direkt beni bulduğunda ona bakmamaya çalışıyordum.

 

"Ne vardı?" diye sordu Mehmet. Mehmet'e bakıp çayımdan bir yudum aldım ama çocuğa bakmadım.

 

"Anıl abiye bir şey soracaktım."

 

Gerginliğim had safhaya çıktığında ödlek olmaktan vazgeçip ona baktım.

 

"Evet? Ne söyleyeceksin?"

 

Sanki ne söyleyeceğimi bilirmiş gibi gülümsedi. Gözlerindeki anlam bir lazer gibi irisime, korneama, beynime ve oradan tüm bedenime yayılırken bu anlamdan nefret ettim bir anda.

 

"Bu sabah," dedi bardağı daha çok sıktım. "ne çok uyuduk öyle değil mi?"

 

Gerginlikten yutkunurken diğer üçü bir bana bir İlhan'a bakıyordu. Şayet görülebilse hepsinin başından dumanlar çıktığı fark edilirdi. Çünkü hepimiz İlhan'ın ne demek istediğini anlamaya çalışıyorduk. Yastıkla alakalı bir şey beklerken, yatağımın yanında ne işin vardı diye sormasını beklerken o gidip çok uyumaktan bahsetmişti. Bakışlarım çocuğun yüzünde gezinirken o ellerini pantolonunun ön ceplerine yerleştirdi ve gayet rahat bir şekilde "Ne zaman bu kadar çok uyusam sütün uykumu çok fazla getirdiğini düşünürüm," dedi.

 

Türkçe konuşuyordu. Ben de her bir kelimesini anlıyordum ama bir araya gelip bir cümle oluşturduklarında hiç de anlamlı gelmiyordu kulağa. Ne demek istiyordu ki şimdi?

 

İlhan son kez gülümseyip dudaklarını düz bir çizgi haline getirdi ve bir kere daha en derinime baktı sanki. Bu da beynime damarlarıma nüfuz eden bir bakıştı ancak bir öncekinden daha rahatsız edici değildi. Bu sanki yardım çığlığı gibiydi. Sessizce atılan yardım naraları ve ürkekçe yakılan ağıtlar gibiydi.

 

İlhan masadan ayrıldığında Mehmet, Serhat ve Samet tuttukları nefesi tüm güçleriyle verip yaşadıkları gerginliği bir an önce atmak için kendi aralarında konuşmaya başladılar. Bense İlhan'ın olduğu yerde kalmıştım. Hala daha olduğu noktaya bakıyor ve ne demek istediğini anlamaya çalışıyordum.

 

Söylemişti.

 

Bir şeyler söylemişti ama tam olarak söyleyememişti. Anlayacağımı ummuş ufak bilgiler vermişti. Yapboz parçalarını önüme saçıp birleştirmemi beklemişti.

 

Diğer üçü kendi aralarında konuşmaya devam ederken ben soğumuş çayımdan bir yudum daha aldım ve İlhan'ın sözlerini içimden tekrar etmeye devam ettim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Öncelikle geciktiğim için çok özür dilerim. Son zamanlarda (altı ay) o kadar özür diledim ki özür dilemekten nefret eder hale geldim. Ama görüyorsunuz ya hala özür dilemeye devam ediyorum. Bölüm sonralarını günlük olarak kullanırım biliyorsunuz. Buraya da yazacağım bir çift kelam var. Öncelikle başta güzel olmayan bir şey sonradan da güzel olmuyor. Ne kadar iyi bir insan olursanız olun bazıları sizi istemiyor. Ve dua her zaman kapıları açmıyor. Çünkü o kapının kapanması lazım. Koridordu yürümek ve gerçek kapımıza ulaşmak için. Son altı ayda o kadar yıpratıcı bir ilişki içindeydim ki son günlerde elimde sadece utanç kalacak şekilde bitti. Hayır bu sadece insan ilişkisi yani dost olur arkadaş olur eş olur fark etmez. Demek istediğim bazen insan keskin kurallarını esnetmeli gerekiyor. Öyle bile olsa istediğim için çabaladığımdan dolayı pişman değilim. Redlere rağmen devam ettiğim için pişman değilim. Sonunda saygımı yitirmeme neden olsa bile içim rahat ettiği için hiç pişman değilim. Tek pişman olduğum bu acı hikayeden ne ders çıkaracağımı anlamamış olmak. Çünkü ders, anlaşılmadığı sürece tekrar eder ve ben aynı şeyleri asla tekrar yaşamak istemiyorum. Peki ya ne ders çıkarmam gerek? Keşke her şey daha açık olsa.

 

Eveeet kitaba dönersek

 

Anıl grubu yavaşça felakete bulaşıyor siz ne diyorsunuz bu işe?

 

Saç dolu yastık mı? O da ne?

 

İlhan ne anlatacak sizce bize?

 

Gümüş gün'de nasıl uyudular ama?

 

Bir sonraki bölüm 1994'ten olacak inşaAllah. Selma Meryem'e bir şey diyecekti ve Fedai'nin cenazesine katılacaklardı hatırlarsanız.

 

Bakalım orada durumlar nasıl?

 

1994'ten iki bölüm daha yazıp orayı tamamen kapatacağım. Çok kafanız karışmayacak böylelikle.

 

Sonra Anıl ve ekibi de birleştirdim mi tüm kurgu tek düze devam edecek. O zaman da kitap biter 😂

 

Şaka şaka daha çok var.

 

Gidişatı nasıl buluyorsunuz?

 

Eleştiri ve görüşlerinizi alalım efendim. (;

Loading...
0%