@hakugu
|
Ne yağmur kabullendi beni ne bulutlar. Gökyüzü ve yeryüzü arasında sıkışıp kaldım bir insan ömrü kadar.
+500 vote +500 yorun
🔰
Çiçero davasından 1 hafta önce
Haris Çelik
Gökyüzünün nesi var bugün? Bulutlar trafik varmış gibi birbirine girmiş, sanki bir karmaşa var ve nereye gideceklerini bilemiyorlar. Güneş geri duruyor, havada ruhları üşüten bir grilik var. Tam da moral bozmalık bir hava.
Üzerime tam oturan takım elbise olduğumdan daha rahatsız hissettiyse de giymeye mecburdum. Ne zaman toplantı olsa takım elbise giyme zorunluluğu vardı. Gerçi, bu kuralın herkes için değil de sadece benim için olduğunu düşünsem de çok üstünde durmuyor bana ne derlerse onu yapıyordum. Tıpkı kendimi bildim bileli.
Geniş koridorun yerden tavana kadar olan penceresinin pervazına yaslanıp toplantının başlamasını beklerken vakit geçmek bilmiyordu. Bir an önce bitse de gitsem diye iç çekip başımı sağa çevirmiştim ki koridor başında biri göründü. Hemen tanıdım onu. Hani sevmediğiniz biri olur da onu unutmak için elinizden geleni yaparsınız ama sonra bir bakmışsınız ki seneler sonra karşınızda. Aynı berbat his, aynı iç burukluğu ve aynı moral bozukluğu karşılar sizi. Sanki bir saniye bile geçmemiş gibi tazedir o nahoş hisler.
Uzun zaman olmuştu görüşmeyeli ama beni görmesi ile gülümsemesi bir olduğuna göre o da beni tanımıştı. Ben de gülümsedim fakat doğrusu ikimiz de bunun yaşımızın verdiği bir tebessüm icbarı olduğunu biliyorduk. Olgunlaşmış ve bir tebessümün birden fazla anlamı olduğunu bilen illa ki sevgi anlamına gelmeyen bir şey olduğunu gayet iyi biliyorduk.
Yaslandığım yerden doğrulup bana doğru gelen kişiye baktım. En son gördüğümden sonra boyu daha çok uzamış, beni bulmuştu. Vücut çalışmış olmalı, bir hayli de olgun görünüyordu. Belki ben onun yanında biraz daha cılız kalabilirim. Hep olduğu gibi çok özgüvenli görünüyordu. Bana nispeten o, hayatın en iyilerini gören ve bunu en zirvede yaşayan biri. Çocukluğumuz birlikte geçse de asla bir tutulmadığımız gerçeğini hala da atamamış olmalıyım ki benim takım elbiseme nazaran onun spor kıyafetleri bir an için canımı sıktı. Tam da tahmin ettiğim gibi bazı kurallar sadece benim için geçerli. Bir kere daha gülümsedim ama bu hoş bir tebessüm değildi. Kendime duyduğum acınası hissin dışa vurulmuş haliydi. Bir gül verseler, elime alır almaz solduracakmışım gibi hissediyorum kendimi. O bana her zaman öyle hissettiriyordu. Sayesinde ikinci insan muamelesini iliklerime kadar işlemiş olmalıyım.
Ellerimi pantolonum ön ceplerine koyup bakışlarımı pencereye çevirdiğimde önüme kadar gelmişti. Bir kere daha ona baktığımda baştan ayağa süzdü beni.
"Haris?"
"Buyurun benim?"
Gülümsedik bir kere daha. Güya uzun yılların dostuymuşuz gibi espiri yaptım. Suratına bir yumruk atmamak için kendimi zor tutarken hem de.
Gülümsedik ama kalıbımı basarım ki dışarıdan bizi gören biri her an tutuşmak üzere olan çıra ve alevden başkasını göremezdi. Bu elimizde değildi büsbütün böyle yetiştirilmiştik. İlmek ilmek işlendi bu roller bizlere.
"Tam bir adam olmuşsun. Çok kızın kalbini kırmış olmalısın." Hep benim hakkımda çok şey bilirdi. Hiçbir şey bilmediği halde. Hiç sevmediğim o gülüşünü görmemek için gözlerimi yere indirdim ve alt dudağımı ıslatırken gülümsedim.
"Muhtemelen öylesi daha normal olurdu. Ama bildiğin üzere pek normal biri değildim."
Dudaklarını topladı ve o da benim gibi sol elini pantolonun ön ceplerine koyup tüm vücudu ile hafif yana eğilip sağ eli ile ceketimi düzeltti. Hoş bozuk değildi. Nefret ediyorum benim için samimiyetsiz iyilikler yapmasından. Çocukken de böyleydi, daha gençken de. Asla bir işe yaramayan iyilikleri beni tiksindirmekten öteye geçmezdi.
"Doğru, unutmuşum. Haris Çelik hiçbir zaman normal olmadı. Olamaz da. Bağışla lütfen."
Omuzlarımı silkeledim. Alttan alttan laf soktuğunu biliyordum ama onunla laf dalaşına girecek değildim. Eskisi gibi benim suçlu çıkmam da büyük ihtimaldi. Her zaman kavgayı çıkaran ben olurdum. Suçlu ve kötü niyetli. Kimseyle anlaşamayan belki içine kapanık ama özünde psikolojisi bozuk bir çocuk etiketi ezelde yapıştırılmıştı üzerime. Aradan geçen yirmi sene sonra değişen bir şey de olmamıştı.
"Neyse, hadi girelim. Dedem bizi bekliyor olmalı."
Tüylerim ürperdi bir an için. Hala dedem diyor ve bu beni iğrendiriyor. Kulağımda yankılanan bazı cümleleri çağrıştırıyor.
"O bizim annemiz. Sen bizim ailemize ait değilsin. Benim dedem. Senin değil. Annem bu evde seni istemiyor. Sen bizden değilsin. Değilsin! Hiçbir zaman da olmayacaksın anlıyor musun?"
Başımı iki yana sallayıp sanki geçmişten yüklenen dosyaların ağırlığı ile titredim. İliklerime kadar işleyen kimsesizlik yakamı bırakmazken bir an için gözümün önüne Hacer'in gülüşü geldi. Böyle gri gökyüzünde açan pembe bir çiçek gibiydi. Mis kokusu burnuma dolarken içim ısındı. Güneş gibi, yıldızsız gecede ay gibi, ışık gibi, hoş bir rüzgar gibi. Güzel olan ne varsa o gibi. Baktığım yer koridordaki boşluktu aslında ama gördüğüm onun hoş gülüşüydü. Sonra silindi tüm o sesler ve kötü hisler. Yerini sadece o aldı. Benim dudaklarım da içten bir gülüşle kıvrıldığında "Gelmiyor musun?" diye sordu durup bana bakarak.
Evet. Kimse olmayabilir ama Heyzır var. Beni seven, beni gerçekten seven ve değer veren. O kadar da kötü değilim. Sevilmeyecek kadar kötü değilim.
"Geliyorum."
Birlikte geniş kapıdan geçtiğimizde toplantı odasına girmiştik. Normalde çok kişi olurdu ama bu sefer sadece ikimiz vardık. Belki de o yüzden gelmişti. Çünkü onu görmeyeli neredeyse on sene olmuştu. Oturacak hiçbir sandalye konmadığı için ikimiz de ayakta bekliyorduk. Bir geniş masa ve bir döner sandalyeden başka bir şey olmazdı bu odada. Sadece toplantıya gelecek kişi kadar sandalye konurdu o kadar. Sandalyesiz zamanlarda da ayakta duracağımızı bilirdik. Neden sonra içerideki kapı açıldı ve içeri iki kişi girdi.
"Dede!"
Ben geride kalırken o gidip sıkıca sarıldı. İkilinin sarılışı devam ederken ben ellerimi önümde bağlayıp beklemeye devam ettim. Artanları kabul eden bir köpek gibi bir adım geride beklemek zorundaydım. Bir adım alsam sınırı daha geri gitmekle cezalandırılıyordum her defasında.
"Hoş geldin oğlum."
"Anne."
Nefret ediyorum... Bir de annesi ile sarıldı. Sözde birlikte büyüdük işte. Annesi olan herkesten nefret ediyorum. Ve dedesi olan. Hayır aslında benim gibi kimsesi olmayan herkesten iğreniyorum.
"Tamam sonra görüşürüz. Önce konuşmamız gerekenler var."
Nihayet annesinden ayrılıp benim yanıma geldiğinde dedesi de koltuğuna oturdu. Bu mutlu aile tablosunda o kada eğreti duruyordum ki duvardaki tablo bile daha uyumluydu onlara.
"Hacer ne durumda?"
Bu soru banaydı. Hiç beklemeden cevapladım.
"Bugün arkadaşları ile yeni bir daireye taşındılar. Kardeşi Turhan, Emre Şahin ve Onur Katmer ile birlikte kalacaklar."
"Ya sen?"
"Ben de onlarla birlikte kalacağım."
"Emniyetten kovulduğu doğru mu peki?"
"Evet efendim."
"Seni beceriksiz!" Yüzüme atılan kağıtlar yanağımda hafif bir çizik oluştursa da dik durmaya çalıştım. "Ne olursa olsun Hacer Gazel emniyette kalmalıydı. Ne yapıp edip onu orada tutmalıydın. İşte bu yüzden bu devir işlemi yapılmak zorunda."
"Devir mi?" Şaşkınlıkla sorduğumda neden bahsedildiğini anlamıyordum.
"Senin görevin buraya kadardı. Artık Çimen devralacak. Emniyetten bir an önce ayrıl."
Afallamıştım. Hayır hayır, dahası şoka girmiştim. Bu işi sonuna kadar götüreceğimi sanıyordum. Şaşkınlıkla Çimen'e baktığımda o da en az benim kadar şaşkın görünüyordu.
"Ama efendim, bir anda ayrılırsam bu onların dikkatini çeker. Uzun zamandır birlikte çalışıyoruz ve..."
"Ne yapmayı planlıyorsun seni ahmak? Tek tek vedalaşacak mısın onlarla? Ne sandın? Polisler işlerini güçlerini bırakıp bir hırsızım gidişine mi ağlayacaklar?"
Yutkundum. Bunu Heyzır'a nasıl söylerim? Ne derim?
"Ne işin varsa bir an önce bitir ve ayrıl oradan. Çimen senin yerine ne yapması gerekiyorsa yapacak. Sadece artık daha saygın birine ihtiyacımız var."
Bakışlarım yere düştüğünde zor nefes aldım. Başımdan aşağı kaynar sular dökülüyor gibiydi. Her duruma uygun şekilde yetişsem de ilk defa ne yapacağımı bilemez bir haldeydim. Kendimi o kadar çaresiz hissediyordum ki titremeye başladım.
"Hacer. Efendim. O anlamayacaktır."
Osman Çelik ilk defa o zaman sakince baktı bana. Hiçbir zaman bu sakin bakışları görmemiştim onda. Şiddetin her türlüsü bana gösterilirken neden sakindi anlam veremedim. Belki daha sonrasında kızacaktı.
"Haris, sen bir hırsızsın. Hacer Gazel ise bir polis. Ve polisler hırsızlarla arkadaş olmaz. Hacer Gazel benim için çok değerli. Onun mesleğini bir hırsız için heba edemem."
Dudaklarım aralandı ama söyleyecek bir şey bulamadım. Ona birbirimizi sevdiğimizi söylesem bana alayla gülerdi. Dahası, üstüne bir de aşağılanırdım besbelli. Deli olduğumu söyler ve beni kafayı yemekle itham ederdi.
"Çiçero. Sıra onda."
Osman Çelik hemen yanımda duran torununa bakarken annesi Selma Çelik de gururla oğluna bakıyordu. Dişlerimi sıktım ve gerilen çenemle akmak için inat eden göz yaşlarımı tutmaya çalıştım. Bir kere daha, bir kere daha sevdiğim şey elimden alınıp Çimen'e veriliyordu. Gözlerim yerinden çıkacaktı yaşları akıtmamak için kendimi zorlarken.
"Elimden gelenin en iyisini yapacağınızdan emin olabilirsiniz dedeciğim. Gerek Çiçero gerek Çimen Çelik olarak tüm imkanlarımı kullanacağım."
"Aferin oğlum. Bir an önce Hacer Gazel'e yakınlaşmaya bak. Güvenini ve sevgisi kazan. Sonrasına bakarız. Artık onu da yanımıza almanın vakti geldi. Ve bunun için de senin onunla güzel bir ilişki kurman gerek."
"Peki," dedim zar zor konuşarak. "Ben ne yapacağım?" Kısık çıkan sesim ve yerden kaldıramadığım bakışlarımla üçü de bana bakarken Osman Çelik ayağa kalktı ve arkasını dönerek pencereden bakmaya başladı.
"Sen örgüte katılacaksın."
Hızla kaldırdım başımı. Bir adım öne attım ve ne yapacağımı şaşırdım.
"Ama efendim..."
Örgüt, hani çocukluğumuzdan beri nefret ettiğimiz ve ölesiye uzak durduğumuz yer. Şimdi benden oraya katılmamı mı istiyordu?
"Aması yok Haris," dedi Selma Çelik. "Babam bu kararı kolay vermedi. Yapman gereken şeyler sana daha sonra bildirilecek. Şimdilik emniyetle bağını kesmeye bak. Hacer dahil kimse gidişini hissetmesin. Ya da her nasılsa ayrıl oradan."
Yutkunuyordum ama bir türlü geçmiyordu boğazımdaki yumru. Takılıp kalmıştı.
"O halde bana iki hafta verin. İki hafta içinde tüm işlerimi halledip tamamen ayrılacağım."
Ne Osman Çelik ne de kızı Selma tek kelime etmese de izin verilmişti. Böyle şeylerde bana lütuf sağlanmazdı. Sessiz kalınır ve mecburen izin verildiği hissi aşılanırdı kalbime. Fazlalık bir ruhun bir şey istemesi de ağır geliyordu diğer herkese.
"Gidin hadi."
Çimen selam için eğildiğinde ben de aynısını yaptım. Çok eğilip gözlerime dolan yaş yere düşmesin diye ilk kalkan ben oldum. Robotik hareketlerle geri döndüğümde önümü göremiyordum. Yürüyüşüm aksak ve tüm bedenim taş kesilmişti sanki. Böyle olmamalıydım. Böyle olmam çok yanlıştı. Hem ben hem Çimen küçüklüğümüzden beri verilen her emri yerine getirmeye yönelik yetiştirilmiştik ama şimdi...
Şimdi niye zorlanıyorum? Şimdi niye ayrılmak canımı bu kadar yakıyor? Kalbim paramparça ve içim yanıyor. Çiçero ile birlikte uzun koridoru yürürken o durdu. Sonra ben durdum. Birbirimize baktık ve o elini uzattı.
"Yeni görev yerlerimiz için tebrik ederim. Birbirimize yardımcı olursak sevinirim."
Önce uzattığı ele, sonra da yüzüne baktım. Ellerimi bir kere daha pantolonumun ceplerine koyduğumda "Örgüt hakkında bana yardımın olur mu bilmem ama ekip hakkında sana yardımcı olmaya çalışırım," dedim.
Uzattığı eli geri çekerken gülümsüyordu. Tutmak istemediğimi anlamış olmalıydı.
"Hepsi değil aslında, Hacer'cik hakkında yardım etsen yeter."
Kelimelerine dikkat et seni köpek!
İçimden geçen cümle için yutkunup nefreti içime akıttığımda gülümsedim.
"Yusuf Gazel'in kızından bahsediyoruz. Çetin ceviz olacağından emin olabilirsin," dediğimde gülümsedi ben de gülümsedim.
"Öyle olacağından eminim. İşim zor ama yine de onu kendime aşık etmek için elimden geleni yapacağım."
Gülüşüm yavaşça silinirken "Osman Çelik böyle bir şey demedi," dedim. "Tek yapman gereken onun güvenini kazanmak."
"Evet ama," dedi bana doğru bir adım atıp samimiyetten uzak şekilde ceketimi ikinci defa düzelterek. "dedemi bilirsin. En iyisini ister. Gözü hep yükseklerdedir ve o yükseklere çıkanları da her daim sever. Eh beni de biliyorsun, nerede bir zirve görsem oraya tırmanmak için elimden geleni yaparım. Dedem Hacer Gazel'le yakınlaşmamı istiyor ama bir de Hacer'in bana tutulduğunu duysa eminim havalara uçar. Sonuçta Yusuf Gazel'e olan sevgisini hepimiz biliyoruz. Eminim kızı da onun için farksızdır."
Tepkisiz kal Haris. Sakın bir şey yapma. Sinirini gösterme. Eline koz verme Haris. Sabret. Sabret...
Gülümsedim. Gülümserken başımla onayladım. "Haklısın. Zirvede umarım her şey gönlümce olur. Bol şans o halde."
"Sana da..."
Ben önden gitmeye başladığımda o ardımda kalmıştı. Nefretimi ceplerimde olan ellerimi sıkarak geçirmeye çalışsam da yetmiyordu. İçine düştüğüm bu durumdan nasıl kurtulacağıma dair tek bir fikrim yoktu.
🔰
Hacer Gazel
Önde bizim polis arabası arkada cenaze arabası emniyete geldiğimizde sinirle indim araçtan. Dişlerim birbirine girecek kadar sıkmıştım ve çenem ağrıyordu. Hafiften metalik bir tat ağzıma dolduğunda kanadığını anladım. Peşimden diğerleri de inmiş birlikte hızlı adımlarla içeri girmiştik. Koridorlar ve köşeler şimşek hızıyla geçildiğinde açtığım son kapı toplantı salonunun ta kendisiydi. İçeride Meriç, Devran ve birkaç polis daha vardı. Hep birlikte Çiçero davasını konuşuyorlar ve tamamen odaklanmışlardı. Sert adımlarla ortaya kadar geldim.
"Niye geldiniz? Çiçero davasını araştırmayacak mıydınız siz?"
"Tek derdin davaların bir şekilde çözülmesi. Kimin masum kimin suçlu olduğunu umrunda bile değil değil mi?"
Devran yavaşça ayağa kalkıp alayla güldüğünde bana doğru bir adım attı ve tam önümde durdu.
"Babanın öldürülmesinin en büyük nedeni neydi biliyor musun?"
Ellerini umursamazca pantolonun ceplerine koyduğunda bu rahat tavrı için tam iki kaşının ortasına bir tane yapıştırmak istedim. Gözlerimde o kadar büyük nefret taşıyordum ki, tüm bedenimdeki hisler toplanıp gözlerime yerleşmişti sanki. Bir an önce devam etmezse söyleyeceği şeye gözlerimle yiyebilirdim onu.
"Herkesin işine burnunu çok sokardı. İyilik meleği gibi kesilirdi başımıza. Yardım etmek için kendini yer bitirirdi. Oysaki kimse ondan yardım istememişken. İstenmeyen bir yardımın ne kadar büyük bir yük olduğunu bilir misin sen? Tıpkı çorba üstünde gezen iğrenç bir kıl gibi. Almaya çalışırsın ama parmağını soktukça daha çok çorbaya dalarsın. İşte o zaman o kıldan nefret edersin. Sen de tıpkı ona benziyorsun."
Ağzımdaki acı tadı güçlükle yutkunup hafifçe gülümsedim.
"Herkesin şeytan olduğu bir yerde meleğe ihtiyaç olduğunu düşünmüş olmalı. Tıpkı benim gibi."
"Ne dedin sen?"
Elini havaya kaldırdığında bileğinden tuttum ve tüm gücümle sıktım. Yo, bu sefer değil. Artık değil. Kimselere güvenim kalmadı ve adaleti artık kendimden başkasının sağlayabileceğini de düşünmüyorum.
"Artık, tek bir kez bile, sevdiğim insanların canını yakmalarına müsaade etmeyeceğim. Buna sen ve en üst mertebe memurlar da dahil."
Tüm gücümle savunduğum kolu ile bir adım geri giderken afallayarak bakıyordu bana.
"Eğer!" diye bağırdım tüm salonda sesim yankılandı. Meriç dahil tüm polisler ayağa kalkıp bana baktı. "Ben de Yusuf Gazel'in kızıysam bundan böyle bu işlerin sonunu getireceğim. Ve Çiçero davasının çözümünden diğer tüm davalara bu işi sizin yanınıza bırakmayacağım."
Herkes bana bakarken son kez bağırdım.
"Artık çöplükteki ötüşlerinizin son günleri."
"Delirdin mi sen? Götürün şunu!" diye bağırdı Devran ama ne Onur ne Emre ne Yağız ne de Cihanşah yerlerinden bir milim kıpırdamadı. Devran'ın gözlerinde büyüyen hayal kırıklığı arşa çıkarken "Efendim bırakın ne halt yiyorsa yesin," dedi Meriç. Nefretle ona da baktım.
"Senin yediğin haltlardan sonra benimki pek bir işe yaramaz ama idare edeceğim artık."
"Hacer sözlerine dikkat et!"
"Etmezsem ne olur?"
Meriç'le birbirimize yaklaşırken durdu ben de durdum.
"Sınırı aşıyorsun."
"Sen çoktan aştın bile. Hamza amca öldü seni leş çuvalı!"
Ağzı açık kaldı ama tek kelime edemedi. Şoka girmişçe bana bakarken yutkundu. Bizim dışımızda herkes, herkes şaşırırken "İşte bundan dolayı," dedim biraz ben de kendimi delirmiş gibi hissedip kendi etrafında dönerek. "Bu işin başına geçip artık sizin pis ellerinizi kesme vakti geldi. Koltuklarınıza yapışıp para için masum insanları katlettiğiniz günler geride kaldı. Artık siz de hesap vereceksiniz. Hem de kan kusarak."
İşaret parmağım Devran, Meriç ve diğer polisler tarafından görüldüğünde önden yürümeye devam ettim. Peşimden gelen Emre, Onur bana daha çok yaklaşırken Cihanşah ve Yağız da peşimize takılmıştı. Gamze'nin odasına çıktığımızda onu bir arkadaşı ile kahve içerken gördük. Fakat bizi görünce hemen kahve kupalarını topladı ve arkadaşını gönderdi. Masasının üstünü boşaltıp oturmamız için yer açtı. Hepimiz koltuklara oturduğumuzda o da kendine bir sandalye alıp yerleşti.
"Ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sordu Emre. Ellerimi birbirine birleştirip sıktım.
"Emniyet genel müdürü olacağım."
"Ne? Delirdin mi?" Onur şaşkınlıkla sorduğunda önüme bakmaya devam ettim.
"Böyle bir şey yaparsan örgüt tarafından hemen fark edilirsin. Babanla uğraşanlar seni rahat bırakırlar mı sanıyorsun?" Cihanşah'ın itirazı da geldiğinde Emre devam etti. "Ne dersek diyelim boş değil mi? Sen kararını verdin." Bakışlarımı Emre'ye kaldırıp başımla onayladım.
Gamze ise hiç şaşırmadı. "Bunun er ya da geç olacağını biliyordum zaten. Durun hemen kahve hazırlıyorum siz konuşmaya başlayın."
"Peki nasıl olacak? Rütben yükseltilse de yeni polis sayılırsın. Nasıl müdür olabileceksin?"
"Çiçero'yu kullanacağım Yağız. Medyanın gücünü hafife almayın. Ülkenin tamamı bu davayı öğrenmek zorunda. Madem zaten ensemde geziyor elleri ben de arkamı dönüp o bilekleri kırarım."
"Woah! Tüylerim ürperdi," dedi Emre kolunu göstererek.
"O halde ne duruyoruz hemen başlayalım."
Onur hemen kalkıp bir parça kâğıt ve birkaç kalem getirip masanın üstüne koyduğunda dava hakkındaki bildiğimiz her şeyi yazmaya başladık.
🔰
Hiç vakit kaybetmeden işlere koyulduk. Ben Çiçero'nun eski menajerinin evine gitmişken, Onur benim yanımdaydı. Cihanşah Çiçero'nun yeni menajeri ile görüşürken Emre ve Yağız göletteki son durumu kontrol ediyordu. Hepimiz koordineli bir şekilde çalışırken Gamze de cesedi son kez inceleyip cenine geçmişti. Cenin kesinlikle kadına aitti ve şimdi babasını bulma vakti gelmişti.
Arka cebimde duran Çiçero'nun eski menajerinin resmi ve kişisel bilgilerine defalarca baktığım için ezberlemiştim artık. Aradığımız kişi esmer, koyu kahve gözlü, siyah saçlı zayıf bir erkekti. Sarp Tuncay, tam olarak dört sene Çiçero'nun menajerliğini yapmış ancak sonrasında hırsızlık yaptığı için görevinden kovulmuş. Elbette tek kanıtımız Çiçero'nun evinin önündeki göletten çıkan kağıtta yazan yazının Sarp'ın el yazısı olması. Başka hiçbir şey yok. Yine de bir yerden başlamak gerek.
Eski menajer çiftlik gibi bir yerde yaşıyordu. Onlarca araç iskeleti ve hayvanı vardı. Araçları görünce Emre ile koşar adımlarla hepsini gezdik. Elimizdeki lastiğe uygun bir araç var mı diye baktık ancak yoktu. Hoş gerçi burada saklayacak hali de yoktu ya. Şayet bir cinayet işlenmişse ona dair her ayrıntı yok edilirdi. Biz bahçeyi gezerken biri çıktı evden. Genç ve yakışıklı bir adamdı. Açık kahve saçlı, mavi gözlü, kaslı ve hoş gülüşlü.
"Buyrun kime bakmıştınız?"
Onur ile durup ona doğru birkaç adım attık.
"Merhaba. Biz Dolunay Tuncay'ı arıyoruz. Onun evi değil mi burası?"
Genç bize doğru gelmedi. Evinin kapısının önünden bağırdı.
"Evet burası ancak kendisi şu an şehir dışında!"
"Şehir dışında mı? Ne zaman çıktı? Neden çıktı?"
"Neden çıktığını bilmiyorum ancak neredeyse bir aydır ortalıklarda görünmüyor."
Güneş bulutların arasından daha fazla yüzünü gösterdiğinde adam hafif gölgeye çekildi. Geri geri gitmişti. İyice gölgeye geçtiğinden emin olduktan sonra "Kusura bakmayın güneş ışınlarına alerjim var da. Dilerseniz evin içinde görüşelim," dedi. Rahatsız etmek istemediğimiz için Onur ile birlikte hızlı adımlarla ona doğru yürümeye başladık. Eve girdiğimizde peşimizden kapıyı yavaşça kapattı. İçerideki perdelerin neredeyse tamamı kapalıydı. Gerçekten de güneşe alerjisi olsa gerekti neredeyse hiç ışık girmiyordu. Bir an için kendimi bunalmış hissetsem de sakin kalmaya çalıştım.
"Siz Dolunay Tuncay'ın nesi oluyorsunuz? Ya da ne zamandır tanışıyorsunuz?"
"Tanışmıyoruz aslında. Yeni kiracıyım. Ben de menajerlik yapıyorum. Arkadaşlarından haberini aldım."
Onur tek tek sorarken ben de cevapları not alıyordum.
"Peki bir de isim soy isim alalım lütfen. İhtiyaç halinde ifadenizi almak için size emniyete çağırabiliriz."
"Tabii. Harun Kahriman. Texo'nun menajeriyim."
"Texo mu?" Onur anlamamışça sorunca ben de baktım. "Evet, o da bir şarkıcı." Hemen Texo'nun yanına şarkıcı yazdım. Tüm bilgileri aldıktan sonra eve şöyle bi baktım.
"Evi gezme imkanımız var mı acaba?"
"Tabii neden olmasın?"
Ricamı kurmadığı için gülümsedim.
Onur giriş bölümlerini ben diğer odaları gezmeye başladım. Yatak odası, oturma odası, depo ve lavabo son derece düzenli ve herhangi bir fazlalık bulunmadan tertemiz duruyorlardı. Banyoya girdiğimde küvet, klozet ve aynanın da tertemiz olduğunu gördüm. Herhangi dikkat çekici bir şey yoktu. Vakit kaybetmemek adına banyodan da çıkacaktım ki dolabın hemen önünde duran tarak dikkatimi çekti. O değildi, Çiçero'nun bize verdiği resimdeki eski menajer değildi ama yine de ne olur ne olmaz diye taraktaki saç tellerinden üç tanesini alıp cebimden çıkardığım poşete koydum.
Ben banyodan çıktığımda Onur da mutfaktan çıkıyordu. İkimiz birlikte genç adamın yanında birleştiğimizde "İsminiz ne demiştiniz?" diye sordum.
"Harun Kahriman."
"Teşekkür ederiz Harun. Bize bir de dilekçe vermen gerekecek o halde. Dolunay Beyin yurt dışına çıktığına dair beyanınızın olduğu birkaç cümle ve imzanız."
"Tabii ki hemen yazayım."
Onur ile ben ayakta beklerken Harun gidip bir kağıt ve kalem getirip yazmaya başladı. İstediğimiz birkaç cümleyi yazdıktan sonra bana uzattığında katlayıp cebime koydum.
"Teşekkür ederiz o halde. Acil bir durumda yeniden kapınızı çalabiliriz."
"Tabii ki, memnuniyetle."
Harun ikimizi büyük bir özenle geçirdikten sonra Onur ile elimiz boş yürümeğe başladık. Evi de bahçesini de gezmemize rağmen hiçbir şey elde edemeden ayrılmak canımı sıkmıştı. Oysa Çiçero yazının eski menajerine ait olduğunu söylediğinde çok umutlanmıştım.
"Yazık, bir şey bulacağımızdan emindim." Onur hüzünle söylendiğinde "Al benden de o kadar," dedim yerdeki taşa bir tekme atarak. Birkaç adım attığımda ağaçta sallanan salıncağa baktım. Öyle boş boş rüzgardan ötürü sallanıp duruyordu. İç çekip bir an için sadece salıncakta sallanan bir çocuk olmak istedim. Doğrusu şu an en çok ihtiyaç duyduğum şeydi.
"Gel iki sallayayım." Onur benim baktığım şeyin salıncak olduğunu anladığında gülümsedim. "Boş ver. Beni sallasan içimden simsiyah anılarla dökülür ancak."
"Saçmalama Heyzır. Gel hadi."
Onur omuzlarımdan tutarak salıncağa ittiğinde zorla oturttu ve sallamaya başladı. Başta isteksiz olsam da sonrasında hevesle iplerine tutundum ve sallanmaya başladım. Her gökyüzüne çıktığımda geride bıraktığım kötü hislerden ötürü gülümsüyordum. Uzun zaman olmuştu böyle kuş gibi hafif hissetmeyeli. Bedenen zayıftım ama cüssem o kadar ağır geliyordu ki yürürken bile artık hissediyordum bu baskınlığı. Senelerdir sağlanmadığım kadar sallandım o salıncakta. Sonrasında Onur durdu, salıncak da.
"Devam etmen için önce senin güç toplaman lazım." Onur nefes nefese söylediğinde salıncaktan kalktım ve ipinden bir tutam koparıp cebime koydum. "O zaman önce buradan başlıyorum." Gülümseyerek Onur'a baktığımda o da bana gülümsedi. "Aferin kız, müdür zekası var sende. Şimdiden hissediyorum."
İkimiz birbirimize bakıp gülümserken telefonum çaldı. Arayan Emre'ydi.
"Alo Emre?"
"Heyzır neredesiniz?"
"Eski menajerin evindeyiz ne oldu?"
"Hemen emniyete gelmeniz gerek."
Onur ne oluyor dercesine kaşlarını kaldırdığında başımla gelmesini işaret ettim. Birlikte koşarak polis arabasına bindiğimizde "Hemen emniyete gitmemiz gerek," dedim. Onur ne olduğunu sormadı ve beş dakika içinde emniyete ulaşmıştık.
Biz merdivenlerden koşarak çıkarken Emre ve Cihanşah da aşağı koşarak geliyorlardı.
"Ne oldu?"
"Anlatacak vakit yok çabuk gel."
Çıkmaktan vazgeçip Cihanşah ve Emre gibi inmeye başladığımızda dördümüz birden morgun olduğu kata doğru koşuyorduk. İkinci katta Yağız ve Meriç katıldı bize. Altı kişi birlikte merdivenlerden zemin kata indiğimizde Gamze koridorun ortasında göründü.
"Size eminim diyorum. Evet eti yumuşak ama eminim."
"Öyle bile olsa bu neyi değiştirir ki? Sonuçta çoktan ölmüş."
"Ne demek neyi değiştirir? Exin adı Yağmur Tunç. Ama bu kız Yağmur değil ki? Elbette çok şeyi değiştirir."
Altımız birden koşmayı durdurup Gamze'nin etrafını çevrelediğimizde yanındaki savcı bıkkınlıkla nefes verip ayrıldı. Savcılıktan soruşturma geldiyse durum bayağı bir ciddi demekti.
"Ne oluyor Gamze? Niye acele ile çağırdın hepimizi?"
Gamze'nin elleri titriyordu.
"Of. Nasıl en başta anlayamadım. Benim suçum. Benim suçum."
"Sakin ol da bize ne olduğunu söyle," dedi Meriç Gamze'nin kolundan tutarak.
"Ceset," dedi bana bakarak. "Galiba sandığımız kişiye ait değil Heyzır."
Gamze bana odaklandığı için Meriç geri çekildi.
"Ne demek istiyorsun?" Kaşlarımı çatıp ona doğru yaklaştım.
"Bakın, ilk otopsi incelemesinden hiçbir sorun yoktu. Ama bugün, aklıma takılan bazı şeyler vardı. Uzun süre su altında kalmasına rağmen iç organlarında deformasyon çok değildi. Onu araştırmak için yeniden cesedi açmıştım ki başka bir şey fark ettim."
Hepimiz heyecan ve endişe ile Gamze'ye bakarken gerginlikle yutkundum.
"Bu ceset daha önce yüz nakli geçirmiş."
Gözlerimi sonuna kadar açtığımda ayaklarım geri geri gitti.
"Bedenin bu kişiye ait olduğunu sanmıyorum. Dahası yüz kime ait onu da bilmiyorum. Allah'ım delireceğim. İlk defa böyle bir şeyle karşılaşıyorum."
Yedimiz birden şoka girdiğimizde "Neler oluyor böyle!" diye bağırdı başka biri. Ses tanıdıktı ve koridorun başından sinirle gelen Devran'dan geliyordu. Hızla yürüdüğü için ceketinin etek bölümü havalanıyor ve bir bayrak gibi ses çıkarıyordu.
Tam önümüzde durduğunda "Duyduklarım doğru mu?" diye sordu.
"Evet efendim."
"Seni ahmak! Sen de bu rezilin peşinden gittiğin için kafayı yemeye başladın. Niye işini doğru düzgün yapmıyorsun!"
Devran'ın bağırışları koridorda yükselirken Gamze göz yaşlarına boğulmuştu.
"Çok üzgünüm efendim. Gerçekten çok üzgünüm."
"Allah kahretsin!"
Devran sinirle yere tekme attığında yeniden bize döndü.
"Defolun! Gidin araştırma yapın dağılın. Kaybedeceğiniz bir saniye bile yok geri zekalılar!"
Cebimden çıkardığım kılları Gamze'ye verirken "Bunun babalık testini yapar mısın?" diye sordum. Gamze saçları eline aldığında geri geri gidip yönümü düzelttim. Sonra da koşarak koridorda ilerledim. Diğerleri peşimden gelseler de ben çoktan iki kat çıkmıştım bile. Tutukluların tutulduğu kata geldiğimde dosdoğru Çiçero'nun olduğu yere yöneldim. Köşede, başını önüne eğmiş öylece bekliyordu.
"Çiçero!"
Bağırışım ile diğer tutuklular da bize baksa da o hemen yerinden fırlayıp parmaklıklara koştu.
"Heyzır?"
Adımla hitap etmesi rahatsız etse de şu an bununla ilgilenecek durumda değildim.
"Bir karşılığı olmalı," dedim nefes nefese. "Seni buradan kurtarmamın bir karşılığı olmalı."
Şaşkınlıkla baktı bana.
"Nasıl yani?"
Başımı yavaşça iki yana salladım.
"Durum hiç iç açıcı değil ama yemin ederim ki çözeceğim. Sadece bana istediğim şeyi ver."
Anlamayarak çattı kaşlarını. "Ne istiyorsun anlamıyorum."
"Emniyet müdürü olmam için bana yardım et. Sende benim istediğim bir şey var. O da nüfuz."
Nefesini dışarı verdi ama gülmedi.
"Nüfuz işe yarasaydı şu an burada olmazdım."
"Evet mi hayır mı?"
Ciddiyetle baktı bana.
"Beni buradan kurtar, ne istiyorsan yaparım. Gücüm yettiği kadar."
"Anlaştık," dedim başımla onaylayarak.
"Heyz..."
Onu dinlemeden koşmaya başladım yeniden. Üst kata eski davaların olduğu depoya çıktığımda daha önce yüz nakli olan bir maktulle alakalı davaları araştırdım ama Türkiye'de buna benzer bir dava olmamıştı. Beklemeden bilgisayar başına geçip yurt dışında olan haberleri araştırdım. Orada da elime pek bir şey geçmemişti. Yüz nakli olup da maktul olan tek bir kişi vardı sanki, o da morgda yatan kadındı. Bıkkınlıkla fareyi attığımda hemen köşedeki makale dikkatimi çekti.
Yüz nakli yaptırmanın maliyeti cebinize rahatlık sağlıyor. Merkezlerimizdeki nakiller uzman doktorlar tarafından yapılıp...
Biraz önce fırlattığım fareyi yeniden elime alıp makaleye tıkladım.
"Sen de geçirdiğin bir kazadan dolayı yüzünden rahatsız mısın? Artık insanların sana hor bakmasından bıktın mı? Dünyaya yeniden gelmek ister misin?"
Tüm bu soruları tek tek okuyup yüz naklinin nasıl yapıldığına dair araştırmalar da yapmaya başladım.
"Derinin yedi katmanı ince ince kesildikten sonra uyum sağlayan bölümden itibaren burun kıkırdağını da kapsayacak şekilde tüm deri yüze monte edilir."
Okumak bile rahatsız etse de bunu yapmak zorunda olan onlarca insan vardı.
"Yüz nakli olan insanların en az bir ay boyunca direkt güneş ışınlarından kaçınmaları ve mümkün olduğu müddetçe loş bir ortamda kalmaları tavsiye edilir."
Parmağım farenin üstünde öylece kaldığında gözümün önüne gelen Texo'nun menajeri geldi. Çekince ile geri adım atması, güneşten kaçması, evdeki loş ortam...
"Yo..."
Hızla yerimden kalkıp Çiçero'nun evinin önündeki göletten çıkan ipten aldığım parçayı buldum ve masanın üstüne koydum. Cebimden çıkardığım ipi de koyduğumda birbirini tamamladıklarını fark ettim. İçim ürperdi bir anda. Elimdeki ipler sağa sola sallanırken beklemedim ve hemen internete Texo yazdım.
"Şarkıcı ve söz yazarı."
Doğum tarihi 8 Nisan 1962. Ölüm tarihi beş sene önceyi gösterirken tüm bedenim titremeye başladı.
"Yalan söyledi. Bizi kandırdı."
Son cümlemi söylememden sonra kapı açıldı ve içeri Gamze girdi.
"Heyzır! Bu saç kime aitse %99 uyuştu DNA'lar. Kesinlikle ceninin babası!"
Zangır zangır titreyerek Gamze'ye bakarken elimdeki fareyi sıkmaya devam ediyordum.
🔰
Selamlar sevgiler...
Nası güzel bi bölümdü ama (;
Çok beğendim yazarken. Hem Harika bölümünü hem Hacer bölümünü keyifle yazdım.
4. Kitaptan geriye 9 bölüm kaldı ve ben biteceği için şimdiden üzgünüm ):
Seriyi ve ekibi çok seviyorum. Umarım sizler de beğenmişsinizdir bölümü.
Yüz nakli ile ilgili birçok araştırma yaptım ve hep böyle bir kurgu yazmak istiyordum nasip bu davayaymış. Çok şaşırdınız mı?
✨Haris Çiçero ve Osman Çelik üçlüsü hakkında ne düşünüyorsunuz?
✨Selma nihayet ortaya çıktı ıyyy şirret kadın!
✨Heyzır emniyet müdürü olmak istiyor siz ne düşünüyorsunuz?
✨Dava nasıl gidiyor? Biraz uğraştırsın istedim altından bir sürü şey çıktı.
✨Yeni bölüm Anıl ekibi mi olsun bizimkiler mi olsun? Ona göre kurguyu devam ettireceğim.
Bol bol yorum yapmayı unutmayın lütfen. Sınırı geçince yeni bölüm gelecek.
Görüşmek üzere 😽 |
0% |