@hakugu
|
Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız. 🤍
İnstagram hakugu
🔳🔳🔳
"Kimliği belirlenemeyen on altıncı kurbanın bulunmasının ardından Konya emniyet müdürü Devran Korkmaz da istifa etti, şehir büyük bir korku içinde. Maktullerin aileleri polis merkezlerine saldırıda bulunarak polisle karşı karşıya geldi. İstanbul'dan gelen takviye ekip seri katilin işinde son derece titiz olduğunu, maktullerini kendine dair neredeyse hiçbir iz bırakmadan..."
"Bu günlerde gelinlikçide çalışmak sence de çok tehlikeli değil mi Melihan? Annem çıkmamı istiyor ama ay sonuna kadar durmak istiyorum ben de."
"Ben de çıkmak istiyordum ama artık biraz daha kalabilirim gibime geliyor."
"Neden ki?"
Genç kızlar gözleriyle Haris'i işaret ederken o ise haberleri izliyordu. Kaşları çatık bir şekilde kendisini bekleyen müşterileri bile görmeden telefonundaki haberi dikkatle izlerken düşüncelere boğulmuştu. Yeni bir maktul, yeni bir gelinlik ederdi. Peki ya gelinliği nasıl almıştı? Önceden alıp stokluyor muydu? Bir yandan haberi dikkatle seyredip bir yandan aklındaki sorulara cevap bulmaya çalışırken kızlardan biri yanına geldi.
"Haris Bey müsaitseniz satılmayan gelinlikler reyonuna geçebilir misiniz?"
İrkilerek çıktığı düşünce havuzundan gerçek dünyaya adım attığında beklemeden telefonu kapatarak pantolonun arka cebine koydu ve gülümseyerek kıza baktı.
"Heyzı...şey aman Hacer Hanım ilgileniyordu orayla?"
"Kendisi sanırım lavaboya gitti. Şimdi de çok talep var, yetişemedik."
"Tamam tamam."
Haris hızla reyona geçtiğinde aklında olan haberin burukluğu ile müşterilerle ilgilenmeye çalışıyordu. Düşünceleri çok derindi. Ters giden bir şeyler vardı. Haberdeki maktulün gelinliği buradaki gelinliklerden değildi. Oysaki kesin emindi. Tezini ortaya attığında buna gerçekten inanıyordu. Şimdi ne olmuştu? Yine psikolojik bir değişime mi uğramıştı? Gelinlik değiştirmesindeki neden ne olabilirdi?
Aradan on dakika geçti ve merakla sağa sola bakmaya başladı. Müşteriler gelmeye devam ediyor ama o başka birini bekliyordu. Hiç böyle beklettiği olmamıştı. Her neredeyse ya haber verir ya da sorumluklarını aksatmazdı Heyzır. Aradan bir saat geçmişti ki şüphelenmeye başladı Haris.
"Bakar mısın Melihan, Hacer'in lavaboya gittiğinden emin misin?"
Gülümseyerek bakan Melihan hemen arkasında topuklu ayakkabıları düzelten Derya'ya döndü.
"Derya sen söyledin değil mi? Lavaboya gitti mi?" Spot ışıkların da verdiği aydınlıkla parıltılı bir yere dönüşen ayakkabı bölümündeki düzenlemesine ara vererek ayağa kalktı Derya.
"Hayır, ben sadece gitmiş olabilir dedim sana. Ayrıca biraz önce gittim lavabo boştu."
İşler bir anda sarpa sarmıştı. Nasıl bir aksaklıktı bu? Nedense kötü bir his vardı Harsi'in içinde. Gözleri telaşla sağa sola bakarken afallamış bir şekilde bir adım ileri gittiğinde "Bi teyzeyi evine bırakmaya gitti," dedi karşı reyondaki Aslı elindeki duvağı sıkıca tutmaya çalışırken.
"Aslında ufak bir çatışma oldu. Başka bir kadın o yaşlı kadını yere itekledi ve o da..."
"Ne zaman oldu bu?"
"Ben şey..."
"Ne zaman oldu!"
"Bir iki saat önce sanırım emin değilim..."
Elleri endişe ile saçlarına gitti Haris'in. Biraz önceki kötü his kanser kitlesi gibi tüm bedenine yayıldığında nefesi kesildi. Sıcak mı olmuştu? Böylesi bir ateşin varlığı hiç normal değildi. O yetişkin bir insandı ve dahası bir polisti.
Fakat bir kadın ve ismi he ile başlıyor?
"K-kamera! Kamera kayıtlarına bakmam lazım." Haris aklına gelen ilk fikri ortaya attığında telaştan kime söyleyeceğini bilmediği için önüne gelene bildiriyordu.
Çalışanlar korku ile müdürün yanına gittiklerinde kamera odası açılmıştı. Alışveriş merkezinin iç ve dış bölümünü gösteren kameralar geriye sarıldı. Üç saat öncesiydi gerçekten de. Yaşanan arbede ve yaşlı kadının soğanları ile birlikte kapıdan çıkan Heyzır...
Dış mekân kameraları sayesinde yaşlı kadının evinin yolunu görülse de Haris çok tedirgindi. Hata yaptığını hissediyordu. Bunca benzerlik varken ismi de H ile başlarken büyük bir hata yaptığını hissediyordu. Tam da o gelinliklerin başına vermişti. Kendi durmalıydı. Böyle bir riske girmemeliydi, nasıl düşünememişti?
On altıncı kurban hakkında bilgiler gelmeye başlarken Haris çoktan mağazadan çıkmıştı bile.
***
Hayatın en tatlı günlerini yaşayamadan büyüyen bir çocuk daima içinde küçük bir dünya barındırır. Olaylara geniş açıdan bakmakta zorlanır ve yere düştüğünde yeniden kalkmak onun için yaşamının en zor durumu haline gelir.
Nefes alamadığı zaman boğulur. Yorulduğu zaman ölür. Gözleri acır acımaz kör olur. Sesler kısıldığındaysa, sağır olur.
Çünkü hayat ona bir adım ilerisi için fırsat sunmamıştır. Sunsa bile geçmişin buğulu resmi artık hiçbir şeyi net olarak görememesine neden olur.
Ondandır ki, çocukluğunu yaşayamadan büyüyen herkes, hala bir miktar çocuktur...
Yavaşça hissetmeye başladığım bedenim soğuktan için titrerken bir süredir baygın olduğum için üzerimdeki gelinliği yeni fark edebildim. Bedenimi sıkıca sarsa da üşüyordum. Bulunduğumuz bu ortam her neresiyse çok soğuktu. Yattığım yerin özellikle keskin bir soğukluğu vardı. Temas eden her noktam adeta soğuk tarafından ısırılıyordu. Kaşımak ve bu ısırığı yok etmek istiyordum ama kollarım beni dinlemiyordu.
Gözlerim etrafta gezinirken nerede olduğumu bulmaya çalıştım. Küf ve eski kokuyordu. Sanki bir yerlerde ıslak ve tam olarak kurumadan dürülerek konulan bir halı vardı. Burnum bu keskin koku ve soğuk ile sızlarken nefes almakta zorluk yaşıyordum.
Etrafıma bakmaya devam ediyordum ki sertçe açılan kapıdan sonra içeri kadının oğlu girdi. Kapıdan geçmek için başını eğmek zorundaydı ve devasa kot bahçıvan tulumunun içinde son derece ürpertici görünüyordu. Onu böylesine ürpertici yapan şey canıma kast etmesinden ziyade henüz tam olarak büyüyemeyen bir çocuk olarak canımı yaktığının farkına bile varamamasıydı. Bunu bir oyun olarak görürse ya da daha kötüsü bu dehşetten benim de zevk aldığımı falan düşünürse işte o zaman hiç şansım kalmazdı.
Sekerek bana doğru gelen genç adam bir şeyler de mırıldanıyordu. Neredeyse çoğu dökülen saçlarını arada eli ile düzeltip ayağına küçük olan ama normale göre çok büyük görünen ayakkabılarını yere vurup duruyordu. Neşe ile söylediği şey her neyse elindekiyle ilgilenmekten tam olarak seçememiştim. Elindeki şeyin ne olduğunu çözmeye çalışırken gülüyordu. Korku dolu gözlerle ona bakarken bir anda gözleri beni buldu ve kendinden geçercesine bağırması gecikmedi.
"Uyanmış! Uyanmış!"
Ağzından bilinçsizce akan tükürükleri çenesine doğru süzülürken çocuk gibi zıplıyordu. Dehşetle gözlerimi açtım. Hemen harekete geçmezsem çok geç olabilir. Hiçbir şekilde insafları olmayan bu iki insanın en kötü özellikleri, kötülüğün ne anlama geldiğiniz bilmiyor olmaları.
Çarçabuk etrafı kontrol ederken işe yarar hiçbir şey yoktu. Vazgeçmeden aramaya devam ederken nihayet farkına vardığım şey bir İngiliz anahtarıydı. Parmakları bununla ezmeleri işten bile değildi. Bu durumda Haris haklıydı. Artık parmaklar kesilmiyor, eziliyordu. Sonunda oynatabildiğim başımı sağa sola sallarken inliyordum. İnlemem kısa sürede bağırtıya dönüştüğünde lafımı dinlemeyen bedenime söz geçirmeye çalışıyordum. Kaskatı kesilen her bölümüm tek milim oynamıyordu. Böyle bir durgunluk sadece soğuktan değildi, uyuşturulmuştum. Uzun süreli olacak gibi olan bu uyuşukluk beni ölüme koşarak götürürdü.
Genç adama "Yapma!" demek için tüm bedenimi kullansam da ağzımdan sadece inilti sesleri çıkıyordu. O ise elindeki şeyin ne kadar ağır olduğunu umursamadan sağa sola çarpa çarpa bana doğru geliyordu.
"Bir parmak daha olacak. Bir parmak daha! Yaşasın yeni bir parmak!"
Zıplayarak sevinç nidaları atan adama bakarken midem bulanıyordu. Başımdan başlayan keskin bir arı boynuma oradan da belime inmeye başladığında bu ağrıyı hissedebildiğim için şükrettim. Bu, bedenimin beni dinlemeye başladığının alametiydi. Zorlu bir çabalamanın ardından nihayet ayaklarımı tam olarak oynatabildim. Ellerim de aynı şekilde karşılık verdiklerinde tüm bedenim için çabaladım. Bir anda olabilecek bir şey değilse de kendimi adeta atarcasına yattığım yerden yere yuvarlandım.
Yere sertçe çarpan kafam hafif bir baş dönmesine neden olsa da durmadım ve yerden destek alarak ayağa kalktım. Ayaklarımı genişçe açtığımda dengemi sağlamaya çalışıyordum. Hala sevinçle dönüp duran adam beni görünce elindeki aletle beni işaret ederek bağırdı.
"Yürüyor! Anne! Yürüyor!"
Deli gibi dönen başım gözlerimi tam olarak açmamı engellerken sendeliyordum. Yine de bir kez olsun anahtar elimden bırakmadan bazen pek de kontrollü olmayan savuruşlar yapıyordum.
Kapı kırılırcasına açıldığında içeri kadın girdi.
"Yaklaşmayın!"
Hızla geri çekildiğimde onlara karşı kullanacağım bir şey aradım. Sadece yerde duran boş şırınga vardı. Silah silahtır diye düşünerek elime aldığımda kadın güldü. Basite indirgemişti ama ben şırıngaya daha sıkı tuttum.
"Ne yapacaksın? O iğneyle yüzümüzü mü çizeceksin?"
"Yaklaşmayın dedim!"
Dişlerimin arasından çıkan kelimeler bir hayli sinir barındırıyordu. Gözlerimden o anlarda ateş fışkırdığına yemin edebilirdim. Can havliyle ne yaptığımı bilemesem de son şansımı sonuna kadar kullanacaktım.
"Git şunu hakla Mithat."
Benimle uğraşmaktan vazgeçip oğluna bırakan kadın odadan çıkarken baş başa kalmıştık. Adam annesinin direktifi ile üzerime doğru gelirken şırıngayı sıkıca tutuyordum. Aldığım onca eğitim böylesi bir an için yeterince güç vermiyordu. Sağ elimde anahtar, solunda şırınga varken karşımda dev gibi olan bu yapılı adamı nasıl alt edecektim?
Adam üzerime doğru gelirken şırıngayı bir iki defa avare salladım ama faydası yoktu biliyordum. Korkmuyordu, dahası korkunun ne olduğunu da bilmiyordu. Hem önemli olan tam noktasına isabet ettirmekti.
Aldığım eğitim şimdi işe yaramalıydı. Hemen birkaç saniyede zayıf noktalarını taradım. Boynu? Çok yüksek yetişemem, zıplasam bile kolları ile beni savurabilir. Bacağı? Eğilmem gerekebilir. Ağır hareket etse de çok güçlü. Eğildiğim anda alacağım darbe çok daha tehlikeli olur benim için. Başka neresi var?
Son anda verdiğim kararla aleti tuttuğu eline batırmamla kuvvetli bir haykırışın yükselmesi bir oldu.
Yere düşen aleti alıp geri çekilirken kadın yine telaşla içeri girdi. Sanki kurulmuş bir saat gibi oğlunun sesini duyar duymaz hemen yanında bitiyordu. Ona olan bu bağı dikkatimi çekerken oğlu ağlayarak kadına sığınmıştı bile.
"Sus ağlama! Bir de kocaman adam olacaksın."
Elimdeki keskin aletle kendimi daha iyi koruma altına almışken bulunduğumuz ortamın eski alet ve edevatla kaplı bir oda olduğunu gördüm. Muhtemelen evleriydi ve bu odayı sırf bunun için ayırmışlardı. Maktullerin yatmaları için kullanılan mermer bir yükseltiydi ve yerde bol bol şırıngalar vardı. Merak ettiğim şey bunca insanı buradan nasıl çıkarmışlardı?
"Kafayı mı yedin? Aklını başına devşir. Şimdi o aleti bana geri ver ve sakinleş."
"Asıl sen kendine gel ve çekil kenara. Bir polisle karşı karşıya geldiğinin farkında mısın?"
Polis olduğumu söylememle gülmesi bir oldu. Gülüşü can sıkıcı ve tuhaftı. . Başka planları varmış gibiydi.
"Git ve şunun icabına bak, bir daha da beni uğraştırma."
Oğlu bir makine gibi annesinin sözünü dinlerken elimdeki aleti umursamadan ve aldığı darbelerden de etkilenmeden arkamdan kollarımı tuttuğunda çırpındım ama çok güçlüydü. Sadece olduğum yerde hareketlenmekten öteye geçemiyordum. Tahmin ettiğim gibi anahtarın ağır darbesi onda hiçbir etkiye sebep olmuyordu. Yetmiyordu daha açığı, acı verecek kadar güçlü değildi. Bir tanesi norma bir insanı öldürebilecek kadar ağır olan bu darbelerden defalarca yemesine karşın inlemedi bile.
Kadın gözlerini devirerek oğlunun başarısından sonra odadan çıkıp birkaç saniye sonra tuhaf bir aletle geri geldi.
"Senden önceki kız da böyleydi. Bir türlü durmak bilmedi. Hele bir de o var ya bayağı küçüktü, hak etmekte çok zorluk çektik. Kaç kez oda içinde kovalamaca yaşadık ama bil bakalım ne oldu?"
Alet bir yaya benziyordu. Aslında daha kullanışlı ve daha farklı bir şekliydi. Metal bölümü çok keskin görünüyordu. Olan az ışıkta bile parıl parıl parlarken gözbebeklerim bu parıltıda kararıyordu.
"Bir tane şırınga ile dize geldi."
Ne demek istediğini anlıyordum sanırım. Yine uyuşturacaklardı. Kollarımı çeke çeke canımı acıtmaktan ötesine gidemesem de vaz geçmiyordum. Yine de bu halim zavallı bir fareyi andırıyordu. Kapana sıkışmış bedenini her çırpınışında daha çok ezen ve ölüme her saniye biraz daha yaklaşana zavallı bir fare.
Çırpınışımı daha fazla seyretmek istemiyor olsa gerek ki enjekte edecekleri ilaç için hazırlık yapmaya başladılar. Kadın odanın çekmecelerinde ilacı aradı ancak bulamadı. Eğen olmuş olsaydı o anda işim bitmiş olurdu, neyse ki bitmişti.
"Bitmiş şansına. Ama sorun değil şimdi depodan getiririm."
Tamamen bitmiş olmasını dilerken devam eden bir kaos dizisi ile yıkılmıştım adeta. Hayal kırıklığı ile omuzlarım çöktüğünde yorulmuştum. Dayanacak gücüm kalmamıştı. Ve sanki ben de razı gibiydim uyutulmaya.
Kadın yine eli boş döndüğünde sinirle oğluna bağırdı.
"İlaçları ne yaptın be?"
"Valla ben bi şey yapmadım anne, oradaydı hepsi. Daha dün sen de gördüydün ya."
"Nereye gider aptal çocuk! Buraya senden benden başka gelen mi var? Böyle fakir bir yere hırsız mı girecek sanki?"
Hırsız?
Son cümlesi ile gözlerim açıldığında sağıma soluma baktım. Hırsız kelimesi ilk defa bu kadar sıcak hissettirmişti. Derin bir nefes alıp düşen omuzlarımı yeniden düzeltmeye başladığımda bu sefer kadın odadan çıkmak için hareketlendi ancak arkasını dönmesi ile durması bir oldu.
"Bunları mı arıyordun?"
Gözlerim onu gördüğü için adeta bayram yaşarken sevincimden gülümsedim. Haris elindeki şırıngaları kadına doğru tutarken gözleri beni buldu. Hem yalnız da değildi. Hemen peşinden gelen onlarca polis bir anda içeri dolarken müdür de gelmişti. Gözyaşlarım hızla gözlerimi doldururken içim titredi.
Bir anda curcunaya dönen boş oda ilk heyecanlı deneyimime şahit olmuştu. Grup çalışması ve başarı hissi tüm hücrelerimde soluksuz hissedilen bir gurura dönüşmüşken elimle gözyaşlarımı sildim.
Beni adamdan kurtaran Emre güvenli bir yere çekerken kelepçeler takılıyordu. Onur hemen bir şişe su ile yanıma geldiğinde ağlayışım devam ediyordu. Polis arkadaşlarım yumuşak bir battaniye beni sardılar, kendime gelmem ve iyi hissetmem için her şeyi yaptılar. Müdür kollarını iki yana kaldırıp zafer ilan edercesine bağırdı.
"Neriman Kalaycı, işlediğin seri cinayetlerden insanların hayatına kast etmek, hürriyetlerinden yoksun kılmak ve... bir sürü şey işte. Tutuklusun kısacası."
Müdür gururla bana bakarken "Heyzır iyi misin?" diye bağırdı.
Ellerimi nereye koyacağımı bilemeden öylece dururken içeri telaşla Meriç girdi. Geç kalmasından dolayı yüzünde oluşan endişelerle saçı dağılmışken hızlı hızlı nefes alıyordu. Keskin bakışlarla sağa sola bakıp nihayetinde beni bulduğunda koşarak yanıma geldi.
"İyi misin bir şey oldu mu?"
"İyiyim komiserim teşekkür ederim."
Daha fazla şey söylemek istesem de üzerimdeki gelinlik ve yaşadığım korku, dilimi lal etmişçesine öylece dururken Haris de bize bakıyordu. Sanki bunca şeyi o çözmemiş gibi bir kenara atılırken ben de kaçamak bakışlarla onu seyrediyordum.
***
"Seri cinayet davası nihayet çözüme kavuştu. Habere Türkiye'nin her yanından sevinç bildirileri gelirken katilin hiç beklenmeyen şekilde atmışlı yaşlardaki bir kadın olduğu belirlendi. Doğuştan tüm parmaklarının yarısı olmayan N.K. işlediği hiçbir cinayetten pişmanlık duymadığını belirtti. Cinayetlere dair başka bir bilgi vermekten kaçınan kadın..."
Merkezdeki herkes haberi gülerek seyrederken birbirine sarılanlar ve alkışlayanlar arada bir de beni tebrik edenler vardı. Tüm bu sevinç tufanının arasında Haris bir köşeye çekilmiş hayali bir noktaya öylece bakıyordu. Kadın ve oğlu sorgu için tutuklanırken de yeterince kendinde olduğunu düşünmüyordum ama şimdi daha derindi sanki. Çatık kaşlarından düşünceli olduğunu anladığımda müdür hepimizi susturdu.
"Dostlarım, bu başarı hepimizin."
Gülerek kollarını açtığında bunu söylemişti ki "Böyle bir cümle kurmak isterdim ama asıl başarı," dedi bana ve hemen yan tarafımdaki köşede duran Haris'e bakarak "bu iki inatçı keçinin."
Herkes şakayı anlamışçasına gülerken müdürü tasdikliyorlardı.
"Kim derdi ki ta aslanın inine kadar gireceklerini ya hu? Az kalsın ölüyordular hem de."
"Hele o İstanbul'dan gelen kasıntı dedektifleri görecektiniz müdürüm," dedi Onur.
"Resimlere iyi baktınız mı? Gözden kaçırdığınız bir şey var mı? Bunca insan neden bir kişiyi bulamıyor?" Yüzünü buruşturarak teftişe gelip bizi azarlamaktan ötesini yapmayan polislerden bahsedilirken benim bile canım sıkılmıştı.
"Hatırlatma aman. Ne illet şeylerdi."
Çıkardığım gelinlikten sonra üzerimdeki üniforma kendimi çok daha rahat hissetmeme neden olsa da yine çömez polis kıvamına dönmüştüm. Çekince ile bir adım öne atıp saygıyla diğer kıdemlilerimin aralarındaki konuşmalara gülerek karşılık verdim. Mutluydum, dahası çok gururluydum. İçimde coşup duran sevinci bastırmaya çalışırken sakin kalmaya çalışıyordum.
Meriç beğeni ile bana gülümserken Onur göz deviriyor, Emre ve beraberinde tüm herkes beni destekliyordu.
"Hadi bize biraz ondan bahsedin bakalım. Heyzır? Önce senden başlayalım mı?"
Neler söyleyeceğimi en başından düşünürken iki kere öksürüp boğazımı temizledim. Galiba en iyisi mağazadan başlamaktı. Hem her şeyin başladığı yerdi ve gelinliklerle alakalı bilgiler de oradaydı.
Tam başlamak için ağzımı açacaktım ki "Bir önceki maktul neden kahve kokmuyordu?" diye sordu biri.
Açık olan ağzımla öylece kalakalıp köşedeki Haris'e baktığımda benim gibi herkes ona döndü. Kollarını önünde bağlamış düzeltmediği kaşlarıyla bize çevirdi bakışlarını.
"İlk on dört kurbanın serçe parmakları kesici bir aletle koparılırken neden son ikisininki ezildi?"
Herkes sorulan sorular ile duraksarken ben de çattım kaşlarımı. Bir anda dağılmıştı ortam.
"Başından beri seri cinayetlerin katili için son derece zeki diye düşünürken neden kendinin kamera kayıtlarına girmesine müsaade eden bir amatöre dönüştü?"
Daha fazla soru ve daha fazla karmaşa... Zihinlerimiz bu cevapsız sorularla kaplanmışken yoğun bir bulantı içinde kayboluyorduk. Kendi aramızda çıkan bir uğultu merkezi kapladığında sessizce sorulan soruları düşünüyordum.
"Parmak izi bulunmadı çünkü katilin parmakları yok fakat neden cesetleri paketleme şekli diğerlerine göre değişti?"
Aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Delicisine düşünürken "Katilin avlanma tekniğini değiştirdiğini mi ima etmeye çalışıyorsun?" diye sordu Meriç bir adım öne atarak.
Bu muydu? Meriç'in sorusunu da düşündüm. Tüm bu şeyler neden kötü hissettirmeye başlamıştı?
"Hayır," dedi müdür Haris yerine cevap vererek. "Kandırıldığımızı söylemeye çalışıyor."
O da farkındaydı bir şeylerin ama dile getirmek istemiyordu sanki. Yine de konusu açılmışken devam etmek zorunda kaldı.
Ne oluyordu anlamıyordum. Yine derinlerden gelen bir telaş bedenimi sardığında telefonlar çalmaya başladı. Art arda gelen aramalara cevap verilirken hepsinde tek bir şikâyet vardı.
"Efendim Karatay bölgesindeki çöp konteynerinde yeni bir gelinlikli cinayetine rastlamışlar."
Herkes adeta şoka girmişçesine Haris'e bakarken "Katil," dedi dişlerini sıkarak.
"Hâlâ dışarıda."
Korku dolu rüyaların sonu gelmeyecekmiş gibi hızlı hızlı nefes almaya başladığım o anlarda kendimi çok kötü hissediyordum. Sanki başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü ve tüm hücrelerim korku ile yanıyormuş gibiydi. Yaptığımız her şey boşa çıkmışmışçasına elimizde kalan kocaman bir boşla öylece birbirimize bakarken bir kere daha ava giderken avlanmıştık. Ve bu seferki avcımız su üstünde yürüyen, geride de asla bir iz bırakmayan saydam ayaklı bir yaratıktan farksızdı. |
0% |