@hakugu
|
Bölüm 70 "Çiçek dirilticisi"
🪻
•••
Bir rüya gibi yaşanan gerçeğin tam ortasındayım. Bitmek bilmeyen bir hikâyenin baş karakteri olmak bu kadar yorucu olmamalıydı. Neden hikayemin ana teması dram ki? Romantizm ya da macera olsaydı keşke. Ya da en azından aksiyon. Bir kitabın içine girmiş acımasız bir yazarın insafına kalmış gibiyim. Gerçekleri acı gören, acı çektikçe gerçek hislerini açığa çıkaran, hislerini yaşadıkça da nefes alan tuhaf bir yazar...
Henüz bitmemiş ki rolüm, devam ediyordu yaşantım. Yazar yaşatmaya devam ediyor beni ve ekliyor. Ölmeyeceksin Hacer Gazel. Bu hikâyedeki rolünü bitirene dek ölmeyeceksin. Hançerlenmemiş tek milimin kalmasa bile yaşayacaksın. Sırtında oklarla heybelensen bile yeniden ayağa kalkacaksın. Çepçevre aç kurtlarla sarılsan bile gökyüzüne bakıp yine de yaşayacaksın.
Ve sonra sedye ile ambulansa oradan da hastaneye taşındım. Tüm ekip arkadaşlarım ve tabii ki Haris de geldi benimle. İlk zamanlar çok sancılı geçti ama zamanla iyileştim. Doktor Haris'le konuşurken çok hızlı iyileştiğimi ve bunun harika olduğundan bahsetmiş. Bunu duymak daha hızlı toparlanmama neden oldu. Bıçak darbesi bedenime zarar vermişti ama ben mental olarak suçluyu yakalamanın verdiği güçle çabucak toparlanıyordum.
Emre ve Onur neredeyse odamdan hiç çıkmadılar. Gece gündüz sanki evleriymiş gibi odanın bi köşesinde kalıp eve de uğramadılar. Bensiz boş geliyormuş onlara. Ara ara hemşireyi arayıp Turhan hakkında bilgi aldılar. Haris de anneme uğrayıp kontrol etti ama genel olarak hep yanımdalardı. Cihanşah ve Yağız sık sık ziyaretime gelirken Meriç sadece bir kere geldi. Onda da Onur perdenin tülleri ile oynarken Emre ayağını kaloriferin bir köşesine dayayıp ikisi birlikte iki saniyede bir Meriç'e göz devirip durdular. Gamze cesetlerin işleri ile uğraşırken bir iki defa ancak gelebildi. Devran ise hiç gelmedi.
Ve böylece iyileşme sürecim hızlandı gitti...
Hacer Gazel 🩷 6 gün sonra Hastane
Kapı hızla açılınca ayaklarını ortadaki bodur masaya uzatıp telefonundaki oyunu oynayan Onur da kalorifere doğru koltuğu yaslayıp uyuklayan Emre de doğrulup gelen kişiye baktı.
"Eveeet, artık çıkabiliriz."
Haris'in elinde tuttuğu kağıta gülümseyerek bakarken "Oh be!" diye bağırdı Onur. "Hadi eve gidelim Heyzır bize yemek yapsın. Hastane yemeklerinden illallah geldi valla. Ev yemeği istiyorum."
Haris göz devirirken Emre de saçı başı dağınık kurduğu yuvasından çıkıp dizini kaşıdı. "Ben de bi duş alayım artık. Bitler yuva yaptı saçıma."
Her ikisine gülümseyerek bakarken kalktım ve kabine doğru yürüdüm. Buraya gelirken kan olan tişörtümü attıkları için yeni kıyafetler almıştı Haris. Dizlatıma kadar uzanan siyah etek, buz mavisi bir gömlek ve siyah babetler almıştı. Bir de mavi bir toka. Mavinin tonu neredeyse Haris'in en sevdiği ton olan indikolite yakındı. Sevdiği şeyleri aldığından şüphe yoktu.
Gömleği giyip, üstüne eteği giydim ve gömleğin uçlarını eteğin içine koydum. Babetleri ayağıma geçirip siyah saçlarımı omuzlarımdan sarkıttım ve tokayı da taktığımda hazırdım. Aynada bir iki kere dikiş izime baktığımda neredeyse yok olduğunu görmüştüm ama şimdi böyle hazırlanırken sanki arada kendini belli eder gibi oldu. Öyle ya, bıçaklanmıştım. Hemen sapa sağlam olmayı beklemem doğru olmazdı. Her şeye rağmen gülümsedim ve dik durup aynadaki görüntüme mutlulukla baktım.
İşte, bir kere daha hayattayım! Yeniden nefes alıyorum ve kendime bakıyorum. Hacer Gazel...bir kedi gibisin. Neredeyse dokuz canım var...
Kendi kendime gülümserken kabinden çıkıp yatağa doğru yürümeye başladığımda bir gariplik hissettim. Sesler bir anda kesilmişti sanki. Sonra hareket eden şeyler de durmuş ve bir anlığına duraksamıştı dünya. Yatağın üstündeki çantamı elime alıp karıştırırken yavaşça başımı kaldırıp üçlüye baktım üçü de bana bakıyordu.
Onur elinde tuttuğu telefonun üstünden, Emre eli karışık saçlarındayken, Haris de tuhaf bir şaşkınlıkla öylece bana bakıyorlardı.
"Ne? Ne oldu?"
Onlar gibi ben de üstüme baktım ve yanlış bir şey olup olmadığını kontrol ettim. Normal etek, gömlek, toka işte. Sıradan bir kız gibiyim?
Ben ne olduğunu anlamazken önce Haris öksürürcesine boğazını temizleyerek kapıya yöneldi sonra Onur elektrik çarpışmasına titreyerek, en son Emre bir sağa bir sola adım atıp fener tutulmuş tavşan gibi yolunu şaşırdı. En nihayetinde düz gidip kapıya yürüdü. Hepsi birden çıktığında hala daha ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Kabinde içsel düşüncelerimi dışarıdan falan mı yapmıştım ki? Yoo gayet de içimdeydi. E o zaman bunlar niye böyle tuhaflaştı ki birden?
Son bir kez daha kabine dönüp aynaya yansıyan olağanüstü sıradan görüntüme baktım ve bir zerre anlamayarak kapıya doğru yöneldim.
🩷
Eve gelir gelmez Turhan'ın odasına gittim. Oturur vaziyette beni bekliyordu. Ben ona doğru yürürken o da hareketlendi ve kolları ile yataktan destek alarak kalkmak için bir hamle yaptı. Onu öyle görünce tek bir adım bile atamadan öylece kaldım. Peşimden gelen Haris, Emre ve Onur tıpkı benim gibi şaşkınlıkla kalakalırken en son hemşire geldi ve "Özellikle bekledi. Kardeşinizi tebrik ediyorum Hacer Hanım, uzun zamandır bunun üstünde çalışıyor," dedi.
Gözlerim şaşkınlıkla Turhan'da takılı kalmışken o yataktan da destek alarak zor da olsa ayağa kalktı. Ayağa kalktı! Şu kelimeleri bir gün Turhan için kullanacağımı hiç ama hiç düşünmezdim. Desteksiz, tek başına, kendi ayakları üstünde karşımda öylece dururken hızla ellerimle ağzımı kapattım. Ağlamamak için kendimi sıksam da gözlerim dolmuştu.
"Çabucak iyileş diye duruyorum. Ağlarsan devamını getiremem ki..."
Onun sesi de benimki gibi kısıldığında "Devamı mı?" diye sordum. Gülümseyerek başını salladı ve yere sürterek de olsa bir ayağını bana doğru attı.
Çığlık atıp yerimde zıpladım. Hâlâ daha ağrılarım olduğu için biraz sızladı ama umursamadım. Arkama döndüğümde Onur doku gözleri akmasın diye tavana bakıyor, Emre çoktan sel olmuş göz yaşları ile Haris'in omzuna vurup duruyordu. Haris ise sanki bunu çoktan biliyormuş gibi gururlu bir bakışla Turhan'a bakıyor ve her tebessümde daha çok destek veriyordu. Onların birlikte çalıştıklarından adım kadar emindim. Ancak Haris gibi biri Turhan'a bu kadar cesareti verip onu yeniden ayağa kaldırırdı. Tıpkı bana yaptığı gibi...
Haris Turhan'a gururla bakarken ben de ona bakıyordum. Nakışlarım yeniden kardeşime döndüğünde diğer adımını da atmış önüme gelmişti. Titreyen çeneme hakim olamayıp gözyaşlarımı sicim gibi boşaltırken kollarını açtı. Daha fazla gelemiyordu belli ki ama bu bile yeterliydi benim için. Ona doğru hızlı birkaç adımın sonunda sıkça sarıldığımda düşmemesi için dengesini çok sarsmamaya çalıştım.
"Haris Bey'in çok yardımı oldu. Siz evde olmadığınız zamanlarda birlikte defalarca kez pratik yaptılar."
"Biliyorum," dedim içimden. "Hepsini biliyorum." İnsan kurtarıcı meleğini bilmez mi? İçinde çiçekleri dirilten çiçek dirilticisini tanımaz mı? Kokusu ta uzaktan bile gelirken nasıl bilemez?
Biliyorum. En ince ayrıntısına kadar biliyorum işte. Onun hissi çok önceden işlendi yüreğime. Bitmek bilmeyen bir sızı gibi kalbimde her daim taşımak istiyorum varlığını.
Turhan'a sarılırken ağlama sebebim sadece Turhan değildi. Ayrıca Haris için de dökülüyordu göz yaşlarım. Onun varlığına minnettar olduğum için ve onu çok sevdiğim için.
"Bu kadar yeterli Turhan," dedi hemşire. "Artık dinlenmelisin. Unutma her gün en az on dakika."
Yavaşça Turhan'dan ayrılınca o da benden ayrıldı ve benden destek alarak yatağa oturdu. Ben de hemen yanına.
"Bu kadar duygusal birikim yeter ya! Ağlamayacağım diye gözyaşlarım içime içime akıyor patlayacağım yakında he!"
Hepimiz Onur'a gülerken "Bırak aksınlar. Salak mısın niye içine atıyorsun ki?" dedi Emre salya sümük ağlarken.
"He sonra senin gibi sümüklü böceğe döneyim. Şu tipine bak."
Emre umursamazca yüzünü gözünü kurularken üçüne birden sevgiyle bakıyordum. Hepsini o kadar çok seviyordum ki, bunu kelimelerle anlatmam imkansızdı.
🩷
Duştan çıkıp odama girdiğimde temiz kıyafetler giyip yatağımın üstüne oturdum. Saçlarımı havluyla çok az kurulayıp serbest bıraktım ve öylece dururken kapı çaldı iki kere. Elimde tuttuğum havluyla kapıya doğru döndüm ancak bir şey diyemeden Haris kapıyı açıp başını uzattı. "Girebilir miyim?"
Havluyu nereye koyacağımı bilemeden "Ah, tabii şey, gir elbette," diye kekeledim. Şaşkınlığımı anlamış olacak ki gülümseyerek girdi. O girince ben de ayağa kalktım ve bekledim. Ellerimin arasında sıkıştırdığım havluyla ne yapacağımı bilemiyordum. Haris kapıyı kapatıp yatağımın karşısındaki tekli koltuğa doğru yürüdüğünde yavaşça yatağıma bıraktım.
Önce pencereden dışarıya baktı, sonra ellerini pantolonun ön ceplerine koyup bana doğru döndü. İkimiz de ayakta beklerken "Otursana," dedi yatağımı işaret ederek.
"Sen de otur lütfen."
Ben de ona koltuğu gösterdiğimde ikimiz birlikte oturduk. Sonra yeniden birbirimize baktık. İkimiz de gülümsüyorduk ve bu daha sonrasında ciddi bakışmalara döndü.
"Saçların," dedi işaret parmağıyla saçlarımı göstererek. "ıslakmış baya."
Hemen ellerimle tuttum, uçlarından akan su pembe sweatimde damla damla iz yapmıştı.
"Ah, evet."
"Havluya sar istersen, hasta olursun."
Gülümseyerek havluyu yeniden aldım ve beceriksizce sardım saçlarımı. Biri bakarken doğru düzgün iş yapamam ki ben. Elim ayağıma dolaşır ve hep böyle saçma sapan bir şey olur. Bir bölümü açıkta kalacak şekilde saçlarımı topladığımda elmacık kemiklerim fazladan ısınmıştı. Ellerimin tersi ile yanan yerleri tutup balıklarımı yere indirdiğimde Haris her şeyi anlıyordu. Ellerini önünde birleştirmiş bıyık altından gülümserken halinden memnun görünüyordu.
"Ben buraya baban hakkında konuşmak için geldim Heyzır. Biliyorum zamanı değil ama yine de konuşmamız lazım."
Tüm dikkatimi Haris'e vermiştim bir anda. O ne zaman böyle ciddi olsa hayat duruyordu birkaç saatliğine benim için.
"Öncelikle," dedi eliyle çenesini ovuşturup bana bakarak. "örgüt artık çok daha aktif olacak gibi görünüyor. Yani başına gelen bu olaydan da anlaşılacağı üzere artık direkt üzerine geliyorlar. Emniyette de olmadığın için herhangi bir korkuları çekinceleri kalmamış."
Gözlerim huzursuzca kıpırdanırken başımla onayladım. Az kalsın ölüyordum.
"İkinci olarak babanın cesedini bulmalıyız artık. O her nerdeyse içinde birçok ip ucu barındırdığına eminim."
"Ama nasıl?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak. "Nereden bulabilirim? Gamze'yi sen de duydun. Babama ait tek bir iz bile kalmamış olabilir."
"Sanmam," dedi başını iki yana sallarken. "evet, örgüt acımasız ama Yusuf Gazel gibi bir kişiliği tamamen ortadan kaldırmak istemezler. Bu," dedi yüzünü ekşiterek. "Nasıl desem, takıntı gibi bir şeydir onlar için. Hem bunu işledikleri cinayetlerde de görebiliriz. Asla tamamen yok etme yok. Hep artlarında bıraktıkları bir parça ceset oluyor."
Başımla onu onaylarken ona katılsam da nasıl yapacağımı bilemiyordum. Kimseler yardım etmezken kimseler beni yanında istemezken nasıl yapabilirim?
"Bunu çok düşündüm ve babanı bulup iade-i itibar yaptığında sen de yeniden emniyete girebilirsin."
"Ama emniyet beni..."
"Ne pahasına olursa olsun emniyete yeniden gir Hacer."
Adımı söyledi... Her şey çok ciddi.
"Örgütle sivil olarak başa çıkamazsın. Emniyete yeniden gir ve yüksel. En zirve nereyse oraya kadar çık. Ve bunu bütün inancınla yap. Müdür mü olmak istiyorsun, ol. Daha yükseğe mi çıkmak istiyorsun, çık. Ancak o zaman gerçek bir savaşçı haline gelirsin."
Ellerimi birleştirip ona bakarken tüm bu konu üstünde uzun süre düşündüğünü anlayabiliyordum. Dikkatle dinleyip hepsini aklıma kazıdım. En son ellerini dizlerine vurup "Kalkayım artık," deyip kapıya doğru yöneldiğinde ben de ayağa kalktım ve neden yaptığımı anlamadan kolundan tuttum. Durup kolundaki elime baktı. O öyle baktıkça utanıp geri çektim.
"Afedersin. Ben sadece."
"Merak ediyorum," dedi bana doğru dönerek. Şaşkınlıkla gözlerimi açıp ona baktım. Neyi merak ediyordu? "Ben böyle arkamı dönsem beni durdurur musun her zaman? Ne olursa olsun, ne pahasına olursa olsun kolumdan tutar mısın?"
Dudaklarım tatlı bir gülüşle genişlerken boş yere kaygılandığımı anladım.
"Bunu ister misin? Yani seni tutmamı."
Gözleri gözlerime sabitlendiğinde o da gülümsedi.
"Odada yalnızız biliyorsun. Ve bunlar çok tehlikeli cümleler."
İkimiz de güldük. Hemen bir duvar ötede Emre'nin sesi yankılanırken evet çok tehlikeliydi. Yine de cevabını bekledim. Beklediğimi biliyordu, iç çekti ve gözlerime bakmaya devam etti.
"Keşke," dedi kaşlarını kaldırarak. "sana vereceğim tek cevap keşke. Keşke tutsan. Keşke durdursan ve keşke hiç bırakmasan."
İçim kıpır kıpır etmişti bu cümlelerden dolayı, dayanamadım ve sarıldım ona. Parmak uçlarımda yükselip boynuna doladım kollarımı.
"Seni hiçbir zaman bırakmayacağım. Her ne olursa olsun, ne pahasına olursa olsun."
Onun kolları da belime dolandığında "Sana güveniyorum sevdiğim," dedi. İlk defa biri bana sevdiğim demişti. Ve Haris ilk defa bana sevdiğim demişti. Bu kelime o kadar içime işledi ki yine dayanamadım ve geri çekilip yanağına bir öpücük kondurdum. Bu o kadar hızlı oldu ki geri çekilip utançla yüzüne bakarken kaşlarını çatmış gülümseyerek bana bakıyordu.
"Ohoo oldu mu şimdi? Ben sana tehlikeli diyorum sen ne yapıyorsun? Kilitleyelim o zaman kapıyı ben de şu gömleği çıkarayım..."
Haris gömleğinin üst düğmesini açmak için yeltenirken kapıya koşup anahtarı aldım hemen. "Saçmalama ya!"
"Gel kız buraya."
Küçük odada ben sağa koşsam koca bir adım atıp önünde beliriyor, sola koşsam yine önümde beliriyordu. Tam kapının önünde sırtımı kapıya yasladığımda bu sefer beni yakaladı ve dirsekleri ile sağımı solumu kapatıp kendini bana iyice yaklaştırdığında "Belki de bir randevuya çıkmalıyız," diye fısıldadı. O kadar yakındı ki nefesi yüzüme çarpıyordu. Kalbim boğazıma çıkıp orada teklerken biraz daha yaklaşıp beni kapıya iyice sıkıştırdı. Yutkundum. Benden hemen sonra yutkundu ve adem elması hafifçe hareketlendi.
"Senden uzak duruyorum diye sana karşı bir şey hissetmediğimi düşünme sakın. Ben sadece, kendine hakim olamayan biriyim. Bir kere dokunursam devamını isterim. O yüzden, aklından en ufak bir şüphe geçmesin. Haris Çelik, tamamiyle Hacer Gazel'e ait. Ve kendinle gurur duy. Bir hırsızın kalbini çalan tek polissin."
Dudaklarımı gülümsemek için büzdüm.
"Seni çok seviyorum," dedim. Gözlerimi gözlerine kaldırdığında o da gülümsedi.
"Biliyorum, ben de aynı şeyleri hissediyorum. Ama belki şimdi biraz..."
"Heyzır neredesin kız acıktım ben!"
Onur'un bağırışı dışarıda yankılanırken ikimiz de çeki düzen verdik kendimize ve Haris pencere tarafına yürürken ben yatağa doğru yürüdüm. Tam o anda kapı açıldı ve Onur girdi içeri. Altında siyah eşofman üstünde siyah atletle saç baş dağınık göbeğini kaşıyordu.
"Karnım acıktı benim. Hadi yap bi şeyler de yiyelim."
Ben komodinin üstündeki zaten düzgün olan parfümleri düzeltirken Haris perdenin kıvrımları ile uğraşıyordu. Onur bi bana bi Haris'e bakıp kaşımakta olduğu göbeğindeki eli durdurup "Bu tuhaf atmosfer de neyin nesi?" diye sordu. "Noldu lan burda!"
Onur'un bağırışı ile Emre elindeki tuvalet kağıdı ile koşarak içeri girdi. Tuvalet kağıdının yere sarkan ucunu bir uçurtma gibi peşinde sürüklerken "Ne olmuş ne olmuş?" diye sordu.
"Bilmiyorum şunlara baksana, kertenkele gibi köşe kapmaca oynuyorlar sanki."
"Of ben de bir şey sandım. En fazla öpüşmüşlerdir."
Hem ben hem Haris aynı anda kaşlarımızı kaldırıp ellerimizle itiraz ettik.
"Ne diyorsun be!"
"Emre saçmalama!"
Emre tuvalet kağıdı ile kollarını önünde birleştirip bilmiş bir gülüşle Onur'a dirsek attı.
"Şu itirazlara bak. Kesin öpüşmüşler."
Onur'un sinirden üst dudağı titrerken göbeğini açıp sert bir şaplak attı. "Nasıl yaparsınız lan? Hem de evin içinde. Aile var lan burada!"
Onur yatak ucumdaki havluyu alıp bir kovboy gibi havada bir tur salladı ve Haris'e doğru koşmaya başlayınca önüne geçmek için hamle yaptım. Emre de bana koşup durdurdu.
Onur Haris'i havluyla döverken Emre elindeki tuvalet kağıdı ile beni bir mumya gibi doluyordu. Hayır keşke gerçekten bir şey yapmış olsak. Haris ve ben odada yalnız kalmamızın cezasını çekerken evin içi kaos alanı gibiydi.
🩷
Evin içindeki kaos bitip sükunet sardığında ben ve Haris ilk randevumuz için hazırdık. İkimiz de evin hemen önündeki sokakta birbirimize bakarken ellerimiz arkamızda utangaç çocuklar gibi bakışlarımızı gizleyip duruyorduk.
Ben beyaz tişört üstüne gold düğmeli kırmızı blazer ceketimi altıma da kot pantolonumu giymiştim. Kırmızı topuklu ayakkabılarım ve kırmızı çantamla kırmızılara bürünüp randevu kızı olmuştum. Haris ise neredeyse bir kere gördüğüm şekliyle siyah takım elbise giymiş, siyah ince bir kravat takmıştı. Şöyle alıcı gözüyle bakınca hırsızdan ziyade yakışıklı bir CEO'yu andırıyordu. Siyah saçlarını havaya diktiği için gözüme o kadar havalı gelmişti ki utangaç baktıklarımdan kalan vakitte hayranlıkla seyrettim.
Birbirimize utanarak bakarken sonra bir de gülme tuttu. Ona bana basıp gülüyor, ben ona bakıp gülüyorum. Sanki cennette bir yer kazanmışız gibi mutluyduk ikimiz de. İçimiz içimize sığmıyor, asıl ışık saçan gökyüzündeki güneş değil de aşk dolu bakışlarımızmış gibi gözlerimiz kamaşıyordu.
Ben önden yürümeye başladığımda Haris de bana katıldı ve birlikte sokağı inmeye başladık. Ev hafif yokuşta olduğu için aşağı doğru yürüyorduk. Hava o kadar o kadar güzeldi ki yaz gelmişti çoktan ve sıcacık hava iliklere kadar ısıtıyordu insanı. Böyle bir günde yanınızda en sevdiğiniz varsa sıcaklık on kat daha yükseliyordu. Yine de memnundum halimden. Uzun zamandır soğuktan donan kalbim ilk defa bu kadar sıcacık hissediyordu.
Evimizin yakınlarından ilerleyip kalabalık bir sokağa geldiğimizde Haris insanların bana çarpmaması için sağıma ya da soluma geçip beni korumaya kolları ile birilerinin bana dokunmasına engel olmaya başladı. Tam bir centilmen gibi davrandığı bu dakikalarda onu özgürce seyrediyordum artık. Bana yaklaştıkça gelen hafif parfüm kokusu, dokunmasa bile elinden gelen sıcaklık, her yaklaştığında yanaklarıma hücum eden kan ile nasıl başa çıkacağımı bilmediğim hislerimi dizginlemeye çalışıyordum. Bu bizim ilk randevumuzdu ve ben heyecandan ölmek üzereydim.
"Önce yemek yiyelim mi?"
Kaşlarını kaldırarak sorduğu soruya gülümseyerek cevap verdim.
"O zamaaan, ne yesek ki?"
Dudaklarımı bilmiyorum dercesine yukarı kaldırdığımda "Etliekmek?" diye gülümsedi. Doğru ya, Konya'da olup da en iyi yemeğin etliekmek dışında başka bir şey olduğunu söylersek çarpılırdık.
"O halde bu iki insan etliekmek yemeye gidiyor, üstelik büyük boy yayık ayranlarıyla birlikte..."
Bir çocuk gibi yönlendirilmek normal şartlarda hoşuma gitmese de Haris yapınca tatlı oluyordu. Onun gösterdiği yere dönmek ve direk ona dönmek bir güne aşık gibi hissettiriyordu. Güneşini takip eden vefakâr bir güne aşık.
Merkezdeki lokantaya geldiğimizde ikimiz de bir tek söyledik ve yayık ayranlarımızla yemeye başladık.
"Bu ilk," dedim gülümseyerek.
Ayranını içtikten sonra başını iki yana salladı.
"Bu ikinci etliekmek yiyişimiz."
Anlamamışçasına kaşlarımı kaldırdığımda "Hatırlasana," dedi parmakları ile ayran bardağını tutarken. O an gözümün önüne aylar öncesi sahne geliverdi. Hayvan mezarlığı davasını araştırırken parmak izlerini bu sayede çözmüştük. Doğru ya!
"Zekana hayranım!" Gözlerimi kocaman açıp gülümserken gözlerini kapatıp başıyla onayladı.
"Bana hayran olduğunu en başından beri biliyorum zaten."
Onun bu bilmiş tavırları bile gözüme o kadar tatlı geliyor ki. Yine de içimde tuttum ve gözlerimi kısarak dudaklarımı büzdüm.
"Ama bilmediğin bir şey var," dedi bana doğru eğilerek. "ben de sana hayranım. Hem de en başından beri..."
Önce sakince durdum, sonra hızla ellerimi yüzüme kapattım. "Yaaaa! Niye utandırıyorsun şimdi beni."
Yemeğini yerken tatlı bakışlarla beni seyrediyor, utancımı keyifle takip ediyordu. O karşımda gülerken ben kızaran yüzüme elimle hava vermeye çalışıyordum.
"Kızarınca daha hayran olunası oluyorsun."
Nefessiz kalınca ceketimin düğmelerini açıp bileklerini katladım.
"Sıcak mı oldu ne?"
Hiçbir şey yokmuş gibi omuzlarını silkeledi. Beni gafil avlıyordu. Nasıl da kolayca düşüyordum ağına.
"Yemekten sonra sinemaya gidelim mi?"
Başımla onaylarken "Olur," dedim.
"İstediğin bir tür var mı?"
"Hımm. Fantastik bi şeyler olur mu?"
"Avatar 2 çıkmış, o olur mu?"
"Evet evet!"
Yenilen yemekten sonra sinemaya doğru yürüdük. Sinema büyük bir Avm'nin içindeydi. Biletlerimizi alıp yerimize geçecekken "Dur, mısır ve kola almayı unuttum," dedi ve geri döndü.
"Önemli değil, yeni yemek yedik," desem de dinlemedi ve büyük boy bir mısır iki de kola alarak geri döndü. "Niye zahmet ettin ki, toktum ben."
"Olsun, her şey hayal ettiğim gibi olmalı. Yoksa içimde kalır."
Gülümseyerek kolunu dürttüm hafifçe. "Hayal mi ettin sen bunları bakim?"
İki kere boğazını temizleyip lafı geçiştirircesine "Kaç numaraydı," deyip önden yürümeye başladı. O kadar mutluydum ki bu anın hiç bitmesini istemiyordum. Çantamın kulbuna sıkıca sarılıp arkasından bakarken kanatlanıp uçmamak için kendimi zor tutuyordum. Sahi aşk böyle bir şey miydi? İnsanın ayaklarını yerden kesip fazladan bir de kanat veriyordu? Öyleyse ben, hayatımda ilk defa aşık oluyordum.
Yan yana oturup filmi izlemeye başladığımızda sanki biraz önce yemek yiyen biz değilmişiz gibi hunharca mısır ve kolamızı tüketmeye başladık. Film o kadar macera doluydu ki bir ara Haris'in parmağını mısır diye ağzıma alıp bir de ısırdım. Ben sert diye kendime gelsem de onun şaşkınlıkla bana bakması dışında pek bir tepkisi yoktu. Utanmasak sinema salonunda yerlere kapanıp kahkahalara boğulacaktık. Zaten ondan sonra film fantastikten çıkıp komediye dönüştü bizim için.
Sonra boş sokaklarda dolaştık öylece...
Kalabalık caddelere geçtik bilinçsizce...
Gökyüzünün mavisi daha çok mavi oldu birden bire, bulutlar öyle beyazladı ki bugün biri gökyüzünde temizlik yapmıştı sanki. Her gülüşte gündüz yıldızları beliriyordu etrafımızda. Parlak ve iç ısıtan minik yıldızlar hem onun etrafını hem benim etrafımı sarıyordu.
Onun her bir adımına ayak uydurdum. Ne zaman öne geçse onu takip ettim. Arkasında olduğum her an için yavaşça attı adımını ve güvende olmam için bir gözü ile beni kontrol etti.
Bazen, bazı duyguların dile getirilmesine gerek yoktur. Tuhaf bir sıcaklık verir ve işte o zaman seni seviyorum demesine de gerek kalmaz insanın. Öyle yakın öyle tanıdıktır ki görür görmez benimsersin.
Kalabalık caddede yürürken pamuk şekeri takıldı gözüme. Genç bir çocuk yapıyordu ve görüp görebileceğim en büyük pamuk şekerini büyük bir beceri ile çeviriyordu.
Haris önden yavaşça giderken ben pamuk şekercinin önünde durdum ve bir tane sipariş ettim. Haris yavaşça giderken pamuk şekerim hızlıca yapılmıştı.
"Haris!"
Seslenişim ile durdu ve arkasında bağlı olan ellerini çözmeden gülümseyerek arkasını döndü. Önce bana sonra öne doğru uzattığım pamuk şekerine baktı. Onun gülücüğü yavaşça silinirken benim gülüşüm büyüdü.
Ve sonra bizim dışımızda tüm cadde silik bir resim gibi hızla akarken biz birbirimize bakmaya devam ettik.
"Sana kocaman bir pamuk şekeri aldım. Gel de yiyelim." Elimle onun bana gelmesini işaret ederken onda başka bir şeyler olmuştu. Gülüşünün silinmesinden sonra bakışları daha da derinleşti sanki. Tuhaflığı sezdiğim için ben de ciddileştim ve ne olduğunu anlamaya çalışarak ona bakmaya devam ettim. Baktım bana doğru gelmiyor ben ona doğru yürüdüm.
"Eee ne oldu? Niye gelmiyorsun?"
Yutkundu. Çenesi gerildi ve iç çekti. Haris ne zaman kendini kötü hissetse böyle davranırdı. Yanlış bir şey mi söylemiştim?
"Tamam, ee ben geldim işte senin yanına. Bak pamuk şekerden de bölüyorum senin için."
Bir parça bölüp ona doğru uzattığımda gözleri doldu.
"Ne? Bu sefer ne oldu?"
Bir çocuk gibi gözlerini koluma silip "Bana küçük olanı veriyorsun. Ama ben çok yemek istemiştim," dediğinde böldüğüm parçaya ve diğerine baktım. Gerçekten ona küçük parça gitmişti.
"Tamam tamam, bunu ben alayım sen en büyüğünü al oldu mu?"
Büyük parçayı ona verdiğimde aldı ve küçük bir ısırık alarak bana baktı. Şaşkınlıkla ona bakıyordum. Geçmiş miydi hüznü? Gerçekten hatayı nerede yaptığımı çözmeye çalışırken gülümsedi. Sonra ben de gülümseyip omzuna vurdum.
"Aah! Deli misin nesin ya, korkuttun beni! Ne küçük parçası? Sen iste gidip tüm arabayı alırım senin için," dedim arkadaki pamuk şeker arabasını göstererek.
"Hacer," dedi ciddiyetle.
"Hı?"
"Bundan sonra ne zaman korkarsan sarılalım."
Yutkundum ve arabayı göstermekten vazgeçip önüme döndüm. Şimdi sıra bendeydi. Küs bir çocuk gibi ayağımla yeri kazarken hem bundan memnun hem de daha çoğunu istercesine bekledim. Bekledim. Sonra fısıldadım içimden.
"Korkuyorum."
Kesinlikle tek kelime çıkmadı ağzımdan ama duymuştu. Sağ ve solumuzdan kalabalık bir karınca sürüsü gibi akıp giderken o bana doğru geldi. Adımları tam önümde durduğunda sıkıca sarıldı. Elimdeki pamuk şekerini umursamadan sarıldığımız için ikimizin arasında ezildi. Onu ben de umursamadım ve ben de sarıldım. Ellerim Haris'in ceketinin içinden geçip belini kavrarken o yüzünü boynuma gömmüştü bile.
"Seni çok seviyorum."
Fısıltısı kulağıma ulaşırken daha çok sarıldım.
"Ben de...çok seviyorum."
Kollarımız daha çok sıkıyor, bedenlerimiz birbirine uyumla yaklaşıyor ve kokularımız birbirine karışıyordu. Tüm bu birleşme uzun, çok uzun zamandır beklediğim bir kavuşmaydı.
Gün yavaşça biterken biz olduğumuz yerde durup sarılmaya devam ediyorduk. İnsanlar yürüyor, güneş batıya meylediyor, kediler sokaklarda pinekliyor, kuşlar uçuyor ve bulutlar rüzgarla birlikte sürükleniyordu ancak biz, biz sarılmaya devam ediyorduk.
Yavaşça geri çekildiğimde o da çekildi ve birbirimize gülümsedik. Onun dağılan saçlarını düzeltmek için elimle uzandım ve önce saçlarını düzelttim sonra da yanağına dokundum. Parmaklarım yanağında gezinirken dudakları tebessümle kıvrılıyordu.
"Sevdiğin tek kadın olmak istiyorum."
Elim yanağında gezinirken gülüşü silindi. Gözleri gözlerimde gezindi ve dudaklarını araladı hafifçe.
"Benim için tek kadın sensin."
Elimden başlayan bir akım tüm bedenimi çarpmıştı sanki. Hayatımda ilk defa elektrik çarpıntısı gibi bir şey yaşıyordum. Tüylerim diken dike olunca ürperdim. Yanaklarıma hücum eden kan nefesimi kesse de bu his yaşadığım en güzel hislerden biriydi. Hiç bitmesin istiyordum. Sonsuza kadar sürsün ve daima benimle olsun.
🩷
Kararan gece hoş bir ılıklığı peşinden getirirken oldukça büyük bir göletin karşısında oturuyorduk. Güneş batmış ancak tamamen simsiyah olmamıştı gökyüzü. Hala daha Haris'in yüzünü net bir şekilde görebiliyordum. Bir taş alıp suya attı ve derin bir nefes aldı.
"Öyle günler gelecek ki çok büyük zorluklarla karşılaşacaksın."
Taşın suda oluşturduğu dalgaya bakarken Haris'i dinlemeye devam ediyordum.
"Öyle zamanlar gelecek ki dostların sana sırt çevirecek ve yapayalnız kalacaksın."
Ellerimi birleştirip öne doğru eğildim ve şımarık bir çocuk gibi ona baktım.
"Ben yalnız kalmam ki, sen varsın."
Gülümsedim, o da gülümsedi ama bu gülümseyiş Haris'e ait değildi, hissediyordum.
Gülümsemeye devam etsek bakışlarımız farklı söylüyordu aslında. Rüzgarın önüme getirdiği saçlarımdan bir tutam alıp kulağımın arkasına yerleştirdi ve dudaklarını düz bir çizgi haline getirdi.
"Ve öyle insanlarla tanışacaksın ki kimin senin iyiliğin kimin senin kötülüğün için çalıştığını anlamayacaksın."
Ama sen varsın. Sen bana anlatırsın. Sen bana kimin niyetinin ne olduğunu açıklarsın. Bana yol gösterirsin, destek olursun, yanımda durursun. Sen varsın ama... Varsın değil mi?
"Hem bazı zamanlar elin ayağın tutmaz hale gelecek. Yere düşüp, tıpkı kış ortasında uykunun tatlı geldiği gibi uyumak isteyeceksin. Ve bu uyku seni ölüme götürecek farkında olmayacaksın."
Ona bakarken her defasında bakışlarım hüzne boğuluyordu. Suyun yüzümüze yansıyan dalgalı renkleri hala daha yaşadığımızı gösterse de sanki ölmüşüm de ruhum ayakta kalmak için çabalıyor gibi hissediyordum.
"İşte böyle anlarda sevgili Heyzır, asla pes etme! Bir adım olsun bildiğin yoldan vazgeçme ve karşında kim durursa dursun, bak," dedi kaşlarını kaldırarak "kim durursa dursun, ez geç! Evet, tek kelimeyle ez ve geç."
Gözlerim dolduğu için başımı önüme eğdim. "Bu kadar yeter. Senin olmadığın bir gelecek istemiyorum. Öyle bir konuşuyorsun ki sanki sen yoksun ve ben yapayalnızım. İstemem. Böyle güçlü olmayı istemiyorum. Ben seninle güçlüyüm." Yeniden ona baktığımda şefkatli bir gülücükle bana bakıyordu.
"Yanımda olacaksın değil mi?"
Cesarete gelip bir de böyle sordum. Sonuç her ne olursa olsun onun cevabının olumlu olmasını istiyordum. Haris'siz bir güç istemiyordum. Onu tüm benliğimle...
"Sana yemin ediyorum her zaman seninle olacağım. Bunun bedenen olacağına dair söz veremesem de, seninle olacağım. Yemin ederim."
Dudaklarım büzülmeye başladığında çenem titredi. Elimde olmadan süzülen yaşlarım çeneme ulaştığında bir kere daha sarıldı bana. Bu sefer daha farklı bir sarılmaydı. Eli belime hafif hafif vururken sanki güçlü olmam için bir dosttan gelen gelen bir destek gibiydi. O böyle yapınca daha çok ağlayasım geliyordu, farkında değil miydi?
"Heyzır beni niye seviyorsun?"
Hala daha birbirimize sarılmaya devam ederken bu soruyu sorduğu için yüzüne bakmak ve öyle cevap vermek istedim ancak daha çok sarıldı ve "Lütfen," dedi. "lütfen birbirimize bakmadan konuşalım."
"Merak ediyorum gerçekten, neden beni seviyorsun? Diğer kızlar gibi para için ya da cinsellik için birlikte olmak isteyecek biri değilsin. Üstelik bir de polissin, senin gibi biri benim gibi bir hırsızda ne bulabilir ki?"
Yüzüm omzundayken kollarımı daha çok sıkılaştırıp iç çektim. Doğrusu böyle bir soruyu ben kendime hiç sormamıştım. Şimdi böyle direkt sorulunca ne cevap vereceğimi bilemedim ama ne hissettiğimi çok iyi bildiğim için oradan başladım.
"Bir çocuk annesini neden sever ki? Kan bağı olduğu için mi sadece? Babasını ya da kardeşini? Onlar neden dünyadaki milyonlarca insandan farklıdır? Sadece kan bağı mı gerçekten? Bunu çok uzun zaman önce düşündüm ve anne babasını sevmeyen birçok kişi olduğunu gördüm. Ama yine de onlardan koparıyordu. Neden biliyor musun? Çünkü her insan özgür olduğu kadar evini de özler. Güvenli bir liman, bağlı olacağı bir durak ve sahipleneceği bir kişi ister. İşte bu yüzden ev ailedir, boş binalar değil. Sen benim ailemsin. Ne zaman yanına gelsem evime gelmişim gibi sıcacık hissediyorum. İşte bu yüzden seviyorum."
Bir süre sessiz kaldık. Ondan bir cevap gelmeyince "Haris," diye seslendim. "Hım?"
"Bir şey demedin."
"Sadece," dedi gittikçe kısılan sesi ile. "ilk defa aile sıcaklığını hissettim. Bozulmasın diye bir şey demedim."
Gülümseyip daha çok sarıldım.
"Peki ya bana güveniyor musun?"
Bunu bir hırsız olarak mı soruyordu yoksa kendisi olarak mı bilmiyorum ama her iki ihtimalde de net bir şekilde cevap verdim.
"Evet."
"Neden?"
"İnsan ailesine güvenmez mi?"
"Bilmem, benim hiç ailem olmadı."
Bu cümlesi bir kere daha Haris'i hiç tanımadığım gerçeğini gözler önüne serdi. Onu çok sevsem de hala daha ona dair hiçbir şey bilmiyordum. Öyle bile olsa ellerimden kayıp gitmesinden ölesiye korkuyordum.
🩷
Haris'le birlikte yürürken bir an için nereye geldiğimizi anlamak adına başımı kaldırdım ve bir çıkmaz sokağa geldiğimizi fark ettim. Neredeyse tamamı duvarlarla çevrili bu alan iğrenç kokuyordu. Duvarlar üstüne yazılan yazılar ve etrafta gezen farelerden neden buraya geldiğimizi düşünürken nereden çıktıklarını anlamadığım adamlar etrafımızı sarmaya başladı. İri yarı tuhaf saç ve sakal kesimleri ile serseri tipli yedi sekiz kişi etrafımızı sardığında anlık bir telaş yaşadım. Hiç de tesadüf olmayacak şekilde anlamlı nakışları vardı hepsinin.
Elim hemen belime gitti ancak silahımı almamıştım. Sivil kıyafetlerle ve polis bile olsam ikiye sekiz nasıl kazanırdık? Üstelik ani manevralarda dikiş izlerim ağrıyordu.
"Haris hadi hemen buradan gidelim."
Haris'in bileğini tutup çektim ancak elim elinden ve parmaklarından aşağı süzülürken o tutmadı bile. Buz kesilmişti sanki. Parmak uçlarında hissettiğim o hoş elektrik yok olmuş tıpkı bir mermere dönmüştü. Soğukluğu üstünde gezinen parmaklarım boşluğa düştüğünde "Haris?" diye sordum.
"Hım?"
Yavaşça bana döndüğünde ceketinin kollarını katlıyordu. Gayet rahat ve sıradan...
"Gitmeyecek miyiz?" Sesim o kadar kısık çıkmıştı ki ben bile bana ait olduğundan şüphe duymuştum.
"Niye gideyim ki burası benim mekanım?"
Anlamamışça yüzüne bakarken "Nasıl yani?" diye sordum.
"Ne demek nasıl yani? Ne oldu? Hani beni çok seviyordun? Kim olduğumu adımı ne b*k yediğimi bilmeden bana aşıktın? Şimdi ne oldu da gitmek istiyorsun? Daha birkaç saat önce benim için ölecek gibiydin ha, şimdi ne oldu?"
"Haris neden bahsediyorsun?"
"Aaa bi saniye, ev zırıltısı vardı değil mi?" dedi işaret parmağını sanki bir şey buluşmasına önümde sallarken. "Evine güvenirsin, evini seversin, ev sıcaktır falandı değil mi?"
"Neden yapıyorsun bunu bana?" Sesim ağlamaklı çıkınca neredeyse bir saniye içinde ceketini çıkarıp yere fırlattı. Böyle bir hız ve refleksten dolayı şoka girmiştim. Korkudan tek kelime edemezken nefes bile alamıyordum.
"Gazel ailesinin sorunu ne biliyor musun?" diye sordu ağzındaki bir pisliği tükürürcesine. "Fazla safsınız. Salak salak milleti seviyor değer veriyorsunuz. Kızım sen geri zekalı mısın daha benim kaç yaşımda olduğumu bilmiyorsun."
Titrek gözlerimle ona baktım.
"Ne? Yirmi yaşında mıyım sence ben? Aptal mısın koskoca adamım lan ben!"
İçim titrerken gözlerimden boşalan yaş çeneme doğru süzüldü. Ağlamaya başlamıştım ama onun umrunda değildi. Tüm bedenim kaskatı kesilmişti birden bire. Hani polisim ve eğitimliyim ya güya bunların hiçbirinin bir önemi yoktu o an için. Tamamen iflas etmiştim.
"Ne? Sevdiğim tek kız sen mi olacaksın? Benim kaç kadını elimden geçirdiğinden haberin var mı? Yemin ediyorum tüm bir sene boyunca sana katlanmak için kendimi yedim bitirdim. Saçma fikirler, beceriksiz düşünceler, emniyetteki mahluklar ve sen..."
Yutkunup bir adım geri gittim. Bu Haris değildi. Benim tanıdığım Haris değildi. O gitmiş yerine bambaşka biri gelmişti.
"Her yerde babanın cenazesini ararken bir kör gibi asıl suçlusunun kim olduğundan habersizsin. Woah! Senin gibi fındık beyinliye katlanmak gerçekten zordu. Eminim Devran da sana gülmemek için kendini zor tutuyordur. Ulan adam sana her baktığında ne geri zekalı bu diyordur kesin."
Haris ellerini beline koyduğunda etrafındakiler çirkin kahkahalarla bana güldüler. Onların hakaretleri daha ağır küfürlerdi ancak hiçbiri Haris'inki kadar yakmıyordu canımı.
"Neymiş kim olursam olayım beni severmiş."
Alayla bana doğru bir adım attığında "Babanın leşini sereni de sever misin seni beyinsiz?"
"N-e, ne demek istiyorsun?"
Elleri belinde bana bakarken gözleri iğrenç bakışlarla bezeliydi.
"Hiç düşünmedin değil mi? Bir hırsızın emniyette ne işi var? Benim gibi biri nasıl polislerin arasına sızar? Devran'ın iki itirazına rağmen nasıl da yer ettim aranızda."
"Çünkü sana ihtiyacımız va..."
"Sıç... lan ihtiyacınıza! Hâlâ g*t gibi ihtiyaç diyor. Ne ihtiyacı lan? Beni bilerek aranıza koydular kör müsün? Hem de niye biliyor musun?"
Beynimden akan kaynar sular ayaklarıma sızıyordu sanki. Tüm damarlarım elektriklenmiş ölüm ninnisi mırıldanıyordu. Biraz sonra bir akbaba gelip vücudumu parçalayacak gibiydi.
"Emniyetteki o kadın bile sizden daha bilgiliydi yazık."
Kadın? Mutfaktaki teyze mi? Bir örgütten bahsetmişti hani?
"Meğer izimizi silelim derken her yerden silmişiz. Aferin bizimkilere..."
Etrafındaki adamlarla birlikte kahkahalara boğulduklarında neden bahsettiklerini anlayamıyordum. Fakat babamın adı geçtiği için sinirlendim ve yerden bir taş alarak Haris'in kafasına attım. Çok sert olmasa da canı acımış olmalıydı. Bana sinirle döndü ve "Seni!" diye üstüme yürüdü ancak oradaki adamlardan biri "Patron ona dokunmayın dedi," diye uyarınca durdu. Durmasa ne yapacaktı ki? Haris'ten korkuyordum artık.
"Babanı merak ediyorsun değil mi? Anlatayım sana. Baban yüksek zeka sahibi örgütümüzce yok edildi. Zaten nerede bir çöp görse yok ederiz. Buna sen de dahilsin ama henüz vaktin var. O zamana dek keyfini çıkar."
"Yalan söylüyorsun," dedim ağlayarak. İçimdeki acı bir alev gibi yakıyordu benliğimi. Hıçkırıklarım boğazıma dolanırken o güldü.
Kan çukuruna dönen gözlerimle ona bakıp bir cevap bekliyordum. Az da olsa gönlümü alacak bir cevap. Durdu ve hemen sonra birkaç saniye içinde düğmelerini koparıp yırtarcasına açtı gömleğini.
Hemen önümde sergilerken çıplak bedenini gözlerim tek bir yere takılı kaldı.
Tam göğsünde koskoca bir dövme vardı.
Yılan, kılıç ve birçok şeklin birleştiği bu dövmeyi biliyordum galiba.
Başım hayır dercesine bir sağa bir sola hareket ederken çenem titriyor göz yaşlarım sicim gibi akıyor kalbim paramparça yere saçılacak gibi oluyordu. Tüm bu şeylere rağmen gerçek apaçık önümde duruyordu işte.
İki elimle ağzımı kapatırken zavallı bedenim kaskatı kesildi.
Bu...bu, ölü yiyenlerin işaretiydi.
Haris tüm dişlerini göstererek gülerken ben göz yaşları içinde ona bakmaya devam ediyordum.
Şu an tam da istediğim şekilde bir sona doğru yaklaşıyoruz. Bir sonraki bölüm son geçmiş bölümü olacak. Bi hayli heyecanlı olacak.
Düğümler çözülüyor artık ve her şey birbirine girecek gibi duruyor. Zaten öyle olmasa bu kitabı ben yazıyor olmazdım. İlla her şey birbirine girecek kafamdan dumanlar çıkacak ben bunu nasıl çözücem lan diye bağıracağım sonra tek tek çözüp işte diyeceğim.
Yeni bölümü çok bekletmeden yayımlayacağım inşallah.
Kendime gelecek olursak daha iyiyim. Veda ettim içimde bir şeylere ve çok daha huzurluyum. Artık içimde bir acı ile uyanmıyorum ve geceleri düşünerek uyumuyorum. Zihnim berrak ve daha umut doluyum.
Evet bölüm hakkında biraz konuşalım lütfen. Başta çok güzel başladı ama sonu...
Az çok tahmin ediyorsunuz durumu ama yine de her şey Hacer için çok zor değil mi? Kuzum benim.
Öyle bile olsa zirve her zaman tek kişiliktir.
Ne yazık ki Hacer Gazel bu yolu tek başına yürümek zorunda kalacak.
Evet yeni bölümde görüşmek üzere. Sizleri çok seviyorum.
Biricik yazarınız, Haku |
0% |