Yeni Üyelik
74.
Bölüm

74. Bölüm

@hakugu

 

 

 

 

 

 

 

İnstagram hakugu

 

Yıldızı parlatmayı ve yorumlarla süslemeyi unutmayın!

Keyifli okumalar dilerim ❤️

 

 

 

 

 

🔰🔰🔰

 

 

 

Tüm bu yaratılmışlar içinde tek insan türü olmadığımızı anlatmıştı biri. Farklı gezegenlerde ve farklı evrenlerde de yaşayan farklı insan türleri varmış. O yüzden kalıba sokup iki göz, iki kol ve bacak demek doğru değil derdi insanlar için. Bazıları tek göz, bazıları yürüyemeyen, bazıları tuhaf şekilli de olabilirlermiş. Mars'ta hayat kesin var derdi mesela. Ve oradakiler de insan. Fakat bize benzediklerini söylemek pek mümkün değil derdi.

 

Şayet öyleyse, evrenin herhangi bir yerinde ve herhangi bir zamanında bana benzeyen biri çıkar mı acaba? Bir tane daha Hacer Gazel yaşıyor mu benimle birlikte? Hani insanlar çift yaratılmıştır ya, benim de benzerim var mıdır ki? Tümden bana benzemesini beklemiyorum elbette. Benim yaşadıklarıma yakın şeyler yaşasa yeterli. Merak ediyorum sadece, o da benim gibi şeyler yaşadığı halde nasıl hayatta kalabiliyor? Ve merak ediyorum benim gibi ciğerleri kuruyor mu, içi çekiliyor mu, her gün biraz daha taşa dönüyor mu kalbi? Çok merak ediyorum.

 

Sevgili ikizim, şayet beni işitiyorsan gelecekle bir randevu yapalım ve birer kahve eşliğinde, sen kendi istediğin şeyi içsen de olur, yaşadığımız her şeyin ince ayrıntısına kadar belini bükelim. Olur mu?

 

Aracı deli gibi kullanan Onur ve onun yanında oturan Emre iki de bir arkaya bakıyordu. Her yerim kan olduğu için pek iç açıcı görünmüyordum ve yanımda oturan Anıl denilen çocuk da en az benim kadar bitkin duruyordu. Bir mıknatısmışım da kendim gibi sorunlu olanları üstüme çekiyormuşum gibi hissettim o an. Göz ucuyla ona baktığımda onun da benim gibi saçı başı dağılmış, kıyafetleri kirlenmiş ve yüz ifadesi ekşi bir turşuyu andırıyordu. Ya da iflas etmiş bir tüccarı. Gencecik göründüğü için benim kadar dertlerinin olamayacağını düşünmem ilk yanılgım olmuştu. Yine de o an ağzımı açıp da tek kelime edecek gücüm yoktu.

 

"Şimdi Devran komiser seni aradı ve bu kalemi verdi öyle mi?"

 

Emre elinde tuttuğu kalemi evirip çevirip incelerken "Burada dinleyeceğimiz şeyler büyük ip ucu olabilir," diye devam etti.

 

"O kalemi şimdi dinletemeyiz yalnız. Cenaze töreni düzenlenecek önce. Otopsi falan derken yarına ertelesek iyi olur."

 

Onur dikiz aynasından bana bakıp aslında bana söylediğini ifade ederken başımla onayladım sadece.

 

"Ben anlamıyorum. Kim Devran komiserden ne ister? Tamam gıcığın tekiydi ama bildiğin bi komiser lan. Komiserler de güvende değilse diğer insanlar ne yapsın? Güpegündüz, güpegündüz nasıl ya?"

 

Emre eli ile ağzını kapatıp hâlâ daha şokun etkisinden çıkamazken Onur aracı eve doğru çevirdi. Ben daha bir şey sormadan "Heyzır sen temiz bir şeyler giy. Seni böyle görmesinler şimdi. Anıl abim sen de biz gelene dek bizim evde kal. Sen de ortalıkta görünme olur mu?" diye sordu.

 

Anıl'a bir kere daha baktığımda tıpkı benim gibi sadece başını sallamakla yetindi. Benimle aynı tepkileri verdiği için ona karşı ister istemez bir yakınlık duymuştum. Benim gençliğime benziyordu. Bastırılmış, ezilmiş ama yine de başının içinde dönen isyan tilkilerine engel olamayan ve türlü ikilemler yaşayan bir taze dimağ. Bakışlarımı hissetmiş olacak ki o da bana baktı. Sarı saçlarında biriken toprağa bakıp yeniden gözlerine döndüğümde "Abla eğer rahatsız olursan ben dışarıda da beklerim," dediğinde kaşlarım istemsizce süzüldü.

 

"Asıl sen bizden rahatsız olma. Bir süre meşgul olacağız ama evimizde güvende olacaksın. Endişe etme olur mu?"

 

Başıyla onaylarken ben de aynı şekilde salladım başımı. Sonra eve geldik ve ben hızla bir duş alıp temiz kıyafetler giyindim. Onur ve Emre Anıl için bir oda ayarladılar. Turhan da Anıl'la birlikte sohbet edip tanıştılar. Tüm bunlar olurken gözüm telefonumdaydı. Henüz Emre ve Onur'a Haris'le olanları anlatamamıştım. Onlar ne olduğunu bilmiyorlardı ama sormak akıllarına da gelmemişti. Devran komiserin ölümü hepimizi sekteye uğratmıştı. Bir tek ben onun yokluğunu en derinimde hissederken bana olan ihanetinin de en ağırını yaşıyordum.

 

"Heyzır! Hadi!"

 

Onur seslenince telefonumu da alıp odadan çıktım. Turhan zar zor dursa da ayakta beni bekliyordu. Gülümseyerek ona yaklaştım ve yanağından öpüp saçlarını okşadım.

 

"Kendini yorma ablacım."

 

"Sen de abla." Turhan'ın eli omzumu şefkatle sıkarken hafifçe tebessüm ettim. Ondan gelecek olan bu şefkati bana daha önce biri söylese asla inanmazdım. Günden güne eriyen sevgili kardeşim nasıl olur da ayakta bana sarılırdı? Bir kapı kapanınca peşi sıra bir pencere açılıyordu. Ve ben bunu öğrendiğim günden beri kapanan kapılar yerine açık olan pencere, baca, delik her ne varsa onlara odaklanıyordum. Çünkü her ne olursa olsun yürümem gerek.

 

"Çıkalım hadi."

 

Onur'un ikinci direktifinden sonra Anıl da odasından çıktı.

 

"Kolay gelsin abi."

 

"Eyvallah abim. Sen dinlene dur, gelince senin meselenle yakından ilgileneceğiz olur mu?"

 

"Tamam abi."

 

Anıl önce Onur'a sonra Emre'ye sonra da bana baktığında en son bende durdu gözleri. Gülümsedim. O da gülümsedi. Az da olsa umut kıvılcımı yerleştirmiştik yüreğine, bu yüzden tozlu da olsa berraktı bakışları.

 

"Ben arabayı çalıştırıyorum siz de gelin hadi."

 

Onur önden çıktığından peşinden ben sonra da Emre geldi. Merdivenleri hızlıca inip araca koştuk. Bu sefer ben Onur'un yanına oturdum Emre arkaya geçti. Üçümüz birlikte emniyete geldiğimizde beklediğimiz şeyle karşılaşmadık.

 

Kimsecikler yoktu...

 

Koskoca emniyet müdürü öldürülüyordu ne bir isyan ne bir telaş ne de bir hüzün hakimdi. Devran komiserin yanından ayrılmayanların hiçbiri ortalıkta görünmüyordu. Herkes işinde ve sanki hiçbir şey olmamış gibiydi. Üçümüz morga doğru inerken Emre "Sıradan günlerimiz bile daha atraksiyonlu oluyordu doğrusu," dedi.

 

Böylesi bir sakinliğin moral bozan bir tuhaflığı vardı. Niye kimseler bu işi önemsememişti ki? Devran komiser kötü de olsa polis camiasının bir parçasıydı sonuçta.

 

Morgun olduğu koridora geldiğimizde yürümeye devam ettik. Grinin en karanlık tonu duvarları boyamışken ayak seslerimizden başkası işitilmiyordu. Morgun önünde de bekleyen kimse yoktu.

 

"Ben ölünce de böyle kimseler olmayacak mı etrafta? Ne kadar korkunç."

 

Onur'un cümlesi ile kaşlarımı çattım.

 

"Tüylerim diken diken oldu. Böylesi bir sonu seri katiller bile yaşamıyor."

 

Emre de ekleyince iyice yüzümü buruşturdum. Kesinlikle ama kesinlikle normal değildi. Üstelik bir yerden de tanıdık geliyordu. O etrafı insanlardan geçilmeyen, bir sürü arkadaşı olan sevgili babam da şehit olduğunda yapayalnız kalmıştı. Çok hatırlamasam da annemin anlattığına göre kimseler arayıp sormamıştı. Devran komiserin dışında annemle konuşan bile olmamıştı. Sanki herkes buna rollenmiş gibi buz kesmişti. Böyle bir benzerlikten sonra failin aynı kişi olduğunu düşünmemek işten bile değildi.

 

Biz morgun kapısına geldiğimizde Gamze dışarı çıktı. Yüzü bir karış gözleri kızarmıştı. Ağlamıştı besbelli.

Bizi görünce daha çok hüzne boğuldu. Onu ilk kez bu kadar dağılmış görüyorduk. Beyaz eldivenine bulaşan kan ile bileğinin tersini alnını kurulamak için kullandı. Terlemişti.

 

"Durum nedir?"

 

Sorum ile bana baktığında başını iki yana salladı.

 

"Ölmeden önce çok işkence çekmiş."

 

Gözlerinden sicim gibi yaşlar akarken iç çekti.

 

"Çok tahrip etmişler bedenini."

 

Ağlayan Gamze'ye sarıldığımda koridorda bir çığlık yankılandı.

 

"Babaaa!"

 

Hepimiz sesin olduğu yere bakarken Pelin koşarak morga doğru geliyordu. Tek değildi ve beklenmedik şekilde üç kişi daha vardı yanında. Biri Çiçero diğer iki kadını ise daha önce hiç görmemiştim. Gamze'ye sarılan kollarımı geri çekip Emre ve Onur'un yanına yaklaştığımda Pelin kapıya ulaşmıştı bile.

 

"Pelin dur! Şimdi değil."

 

Gamze kendini toparlayıp Pelin'ini durdurmaya çalışırken "Kızım dur," dedi kadınlardan biri. Devran komisere hiç benzemeyen ama neredeyse yanındaki kadının tıpkısı olan kadın Pelin'in kolundan tutup kendine çekmeye çalıştı.

 

"Anne bırak! Babamı göreceğim."

 

Demek annesiydi. Pelin'e de benziyordu doğrusu. Şaşırtıcı olan diğer kadına da benzemesiydi. Pelin annesinden kurtulup içeri girmek için çabalarken annesi baygınlık geçirir gibi olunca Emre hemen müdahale etti ve birlikte koridorun sonundaki koltuklara yürüdüler.

 

"Heyzır, siz iyi misiniz?"

 

Çiçero'yu en sonki davadan sonra bir daha görmemiştim. Nasıl çıktı sonrasında ne yaptı ve davanın sonucu ne oldu hiç araştırmamıştım. Hastaneden çıkıp kendimle ilgilenirken hepsi aklımdan çıkmıştı.

 

"İyiyiz biz. Sorun yok. Sen nasılsın?"

 

Çiçero başıyla onaylayıp yanındaki kadını işaret etti. "Annem."

 

Demek Pelin'in annesine benzeyen o kadın Çiçero'nun annesiydi. Kadına baktığımda onun zaten bana baktığını gördüm. Diğer herkes dururken bana doğru yaklaştı ve elini uzatarak "Selma," dedi.

 

Önce bana uzattığı ele sonra bize doğru gelip ama uzakta duran Haris'e baktım. Bakışlarım yeniden Selma Hanımı bulduğunda ben de elimi uzatıp tuttum.

 

"Ben Hacer..."

 

"Gazel," diye tamamladı kadın. Tanıyordu anlaşılan. Başımla onaylayıp yutkundum. Kadın gözlerini benden alamıyordu. Yüzümü saçlarımı en çok da gözlerimi inceliyordu. Bu kadar titiz bakışmadan sonra nihayet "Gözlerin," deyiverdi.

 

Gözlerim evet...

 

"Babana çok benziyor."

 

Bunu bana söyleyen ikinci kişiydi. Devran komiser de böyle demişti. Onun babamın eski arkadaşı olması hasebiyle bilmesi normaldi ancak peki ya Çiçero'nun annesi?

 

"Baban hazırmış Pelin," dedi Gamze. Otopsi için açılan bedeni eski haline getirilmiş olacak ki ziyaret vakti gelmişti nihayet. Pelin tek başına içeri girerken bakışlarımı yere indirdiğimde bu acının bir benzerini yaşamıştım yıllar evvel. Kapı kapatıldığında "Devran komiseri sen mi buldun Heyzır?" diye sordu Çiçero.

 

Gergin ortama atılan en kurtarıcı sorulardan biriydi.

 

"Şey," dedim düşüncelerden zihnimi arındırarak. "o beni aradı. Yanına gittim. Geldiğimde çoktan bu hale gelmişti."

 

"Son nefesini senin yanında verdi yani?" diye sordu annesi. Başımla onaylarken Pelin'in annesi de oturduğu yerden kalkıp bize doğru gelmişti.

 

"Düşmanı mı varmış? Çatışmaya mı girmiş? Kim yapmış sana bir şey dedi mi?" Pelin'in annesi art arda sorular sorarken başımı iki yana salladım.

 

"Üzgünüm, benimle de çok vakit geçiremedi. Zaten pek hali yoktu. Birkaç dakikalık bir görüşmenin ardından..." devamını getirmedim ama herkes anladı. Yeniden bir sessizlik olduğunda morgun kapısı açıldı ve ağlamaklı bir halde Pelin çıktı ve annesine sarılarak ağlarken ben girdim içeri ve peşimden diğerleri de geldi.

 

Hepimiz Devran komiserin etrafında ellerimiz önümüzde bağlı şekilde halka kurduğumuzda herkesin başı önündeydi. Sadece ben cesede bakmaya devam ediyordum.

 

"Devran komiserin otopsi raporunda ayda bir kalça bölgesine baskı uygulandığı ve bunun düzenli olarak yapılmasından dolayı kalça kemiğinde erimeler oluştuğu ortaya çıktı."

 

Gözlerimi yavaşça kapattığımda son anı geliyordu gözümün önüne. O zaman da bir hayli acılar içindeydi lakin bu sürekli işkencenin boyutunu anlamam mümkün değildi elbette.

 

"Devran komiser hakkında yaptığım araştırmalarda özellikle 1994 öncesine ait pek bilgi bulamadım. Ve bu, babanın vefat senesine tekabül ediyor Heyzır."

 

Gözlerimi hızla açıp Gamze'ye baktığımda ciddiyetle bana bakıyordu.

 

"Devran komiser ve baban aynı dönemde görev yapmışlar. Yaşları da yakın olduğuna göre yakın arkadaş olmaları lazım. Bu konuda bir bilgin var mı acaba?"

 

Başımı iki yana sallarken kaşlarım çatıktı. "Devran komiserle sizden daha kötü bir ilişkiye sahip olduğumu biliyorsunuz. Değil babam hakkında konuşmak, beni burada istemiyordu bile."

 

"O iş öyle değil," dedi biri kapıdan içeri girerken. Hepimiz kapıyı kapatan Meriç'e bakarken peşinden Cihanşah da geldi. Önce Devran komisere baktılar hüzünle sonra bana yaklaştılar. Ellerinde birer dosya vardı ve Meriç kendi elindeki dosyayı sallarken "Burada her şey kanıtlı ama yine de eğer bana birazcık güveniyorsan dinle beni," dedi.

 

Kimseden ses çıkmazken gerilmiştim. Kuruyan boğazımı ıslatmak için yutkunduğumda bakışlarım Meriç'in keskin bakışlarına odaklanmıştı.

 

 

🔰

 

 

Ben, Meriç, Emre, Onur ve Cihanşah hep birlikte Gamze'nin odasında toplanmıştık. En son giren Yağız kendine oturacak bir yer bulduğunda bakışlarım Meriç'teydi. Masanın üstünde duran dosyasının ilk sayfasını çevirip bana çevirdi. Babamın siyah beyaz resmi vardı. Gençti, çok genç. Daha önce hiç görmediğim bir haliydi. Başımı hafif sola eğerken dosyaya uzanıp kendime çektim.

 

"Bunu nerden buldun?"

 

"Devran komiserin şahsi eşyalarının arasında. Fotoğraftı ama fotokopi çekebildim sadece."

 

Resim de olsa babamın yüzüne bakarken dudaklarıma küçük bir tebessüm oluştu. Gencecikti. Gözlerinden alev fışkıracak kadar cesur, bir yandan parıl parıl ışıldayacak şekilde de hayat dolu. Öylesine taze bir bakışı vardı ki insanın bu güzelliğin seneler boyunca sürmesini istiyor. Resimde sadece babam yoktu. Üç kişiydiler ve biri kesinlikle Devran komiserin gençliğiydi. Diğeri kimdi bilmiyorum ama o da onların bir parçası gibiydi.

 

"Uzun bir süre babanı araştırdım. Nasıl kendisine dair tek bir iz bulunmaz, nasıl Devran komiser zamanında yaşar da ondan hiç bahsedilmez ve nasıl şehadeti intiharla değişir?"

 

Meriç anlatmaya devam ederken ben sanki fotoğrafın içine girdim usulca ve her şey geriye gitti bir anda...

 

25 Eylül 1991 / Konya köyü

 

"Bak Yusuf benden günah gitsin tamam mı? Meryem yenge sorarsa ben seni çağırdım ona göre."

 

"Devran bi sus oğlum be. Şurada iki fotoğraf çektirip gideceğiz. Hatıra kalsın. Meryem bi şey demez hadi hadi."

 

"Ya ama benim gömleğim eski. Asiye sabah yenisini yıkamıştı. Gidip onu giyip gelsem mi?"

 

"Murat benimki de eski, içimizde acar giyinen mi var? Bi şey olmaz hadi."

 

Üçlü kendi aralarında konuşurken uzaktan izliyordum sanki. Onların zamanlarına çok uzak ama onlardan bir parçaydım. Gözlerim nemlendiğinde babamın dudaklarındaki içten gülüşünü seyrediyordum. Üç arkadaş şakalaşarak, birbirine sevgiyle bağlanarak defalarca kez poz verdiler. Fotoğraflarını çeken kişiyi göremiyordum ama en son bu fotoğraftaki pozu verene dek tuhaf tuhaf şekillere girdiler. Bazı bazı gülümsüyor onların dostluklarının sıcaklığı içinde kayboluyordum. Gözlerimden süzülen yaş her zaman hüzünden değil samimiyetten de oluyordu pek tabii. Birbirlerinin omuzlarına tutup sarılırken üçlüyü son görüşüm gibiydi. O vakit de kavaklar nazlı nazlı süzülüyor, gökyüzündeki bulutlar uçuşuyor, kuşlar geçiyordu tepemizden. Dünya o vakit de aynı şimdiki gibiydi.

 

"Bu tanımadığımız kişinin adı da Murat'mış."

 

Meriç'in sesi bir anda beni fotoğraftan çıkarıp gerçek dünyaya döndürdü.

 

"Murat Bircan. Soyadı da burada yazıyor işte." Meriç'in çevirdiği fotoğrafın arkasında sırası ile Yusuf Gazel, Murat Bircan, Devran Korkmaz yazıyordu.

 

"Sen daha önce Murat komisere dair bir şey duydun mu Heyzır?" Meriç'in sorusu ile herkes bana baktı. Başımı iki yana sallarken hüzünlüydüm. Bu işlerin odak noktası olmama rağmen hiçbir şey bilmiyordum. Bu bilerek yapıldıysa şayet bunda çok başarılı oldukları kesindi.

 

"Murat komisere ait birkaç bilgi bende var," dedi Cihanşah kendi dosyasını açarak. "Bakın şurada ve şurada ona dair birkaç bilgi topladım."

 

Cihanşahın gösterdiği paragrafları okumak için dosyayı elime alıp yüksek sesle okumaya başladım.

 

"Murat Bircan 1974 Konya doğumlu. Eşi Asiye Bircan. Çiftin bir oğulları olduğu ve cinnet geçiren babası tarafından öldürüldüğü belirlenmiştir. Murat Bircan kendisine ait silahla önce eşi Asiye Bircan'ı sonra da kendi kafasına sıkarak hayatına son vermiştir."

 

Tüm bu paragraftan sonra bakışlarım Meriç'e kaydı. Öne doğru eğilmiş ellerini birleştirerek bana bakıyordu. Alttan baktığı için alnında birkaç çizgi oluşmuştu.

 

"Cihanşah bunu ilk bulduğunda ikimiz de inanmıştık. Fakat Devran komiserin ölümünden sonra bu çok saçma gelmeye başladı." Meriç yüzünü buruşturup başını iki yana sallarken gözlerimi dosyaya indirdim bir kere daha.

 

"Murat komiserin bir oğlu varsa şayet onunla tanışmış olmalıyım mutlaka. Benim yaşlarımda olmalı değil mi?" Tasdiklenmem için Cihanşah'a baktığımda başıyla onaylıyordu.

 

"Ve bunu sen bilemezsin ama," dedi Meriç "annen çok iyi bilebilir. Muhtemelen babanın şehadetinden sonra bu gibi şeyleri bir daha anmak istememiştir ama annenin Murat Bircan ve oğluna dair birçok şey bildiğine eminim Heyzır."

 

Onca cümlesi içinden tek bir kelimeyi çekip almıştım. Gülümseyerek "Babanın şehadeti dedin," dedim bakışlarımı memnun olarak yere indirerek. "İnanmadığını sanıyordum." Bir süre parmaklarımla oynayıp yeniden ona baktığımda Meriç de gülümsedi ve geriye yaslanarak "Bu bilgileri elde etmek için öyle davranmak zorunda kaldım ne yazık ki," dedi. Ona minnetle bakıyordum. Güvenimi boşa çıkarmadığı için.

 

"Bu arada Haris nerede?"

 

Emre eğilerek sorduğunda önce ona baktım sonra bakışlarımı başka yere çevirdim. Sabitlerim gözlerime odadaki her bir göz bakıyordu. Bir şeyler olduğu kesindi ama ne olduğunu kestiremiyorlardı.

 

"Kavga mı ettiniz?" Yağız'ın sorusu cevapsız kaldı.

 

"Ya da Haris yaralandı?" Onur'un sorusu da cevapsız kaldı.

 

"Ne oldu Heyzır anlatsana?"

 

Gamze'ye baktığımda şefkatle bana bakıyordu. Yutkundum. Onun hakkında kötü bir şey söylemek istemiyordum. Çünkü insan, birini sevdiğinde başkalarına onun hakkında kötü bir şey söylemek de istemiyor. İçi yanıyor, canı acıyor. Ama bu durum bambaşka.

 

"Bulduğunuz o belgeler arasında yılanlı tuhaf bir dövme de var mıydı?"

 

Meriç hemen dosyasını karıştırmaya başlarken Cihanşah "Şu mu?" diyerek gösterdi. Aynı dövmeydi. Haris'te olanınkinden. Başımı çok az yukarı kaldırırken gözlerime dolan gözyaşlarımı akmaması için tembihliyor gibiydim. Doğruydu demek. Bizim yalancı ilk defa doğru söylemişti sanki.

 

"Bu dövmenin Haris'le ne alakası var ki?"

 

Meriç'in sorusu yanıtsız kalmadı.

 

"Bulduğunuz o örgüt," dedim alt dudağımı kemirip. "Haris de onların bir parçası."

 

"Ne!"

 

"Yok artık!"

 

"Şaka yapıyorsun?"

 

"Bizim Haris mi?"

 

Her kafadan bir ses çıkarken odanın içi uğultu ile doldu. Sandığımdan daha çok güveniliyordu Haris'e. Onların bu hali söz dinlemeyen göz yaşlarımın akmasına neden oldu. Çeneme doğru süzüldüler. İçimin yangını gözlerime vurduğunda cehennem gibi kavruldum.

 

"Heyzır sen ciddi misin?"

 

Meriç bana doğru eğilip kaşlarını yukarı kaldırdı. Alnında oluşan birkaç çizgi ve sert yüz ifadesi ile olabildiğine ciddiydi. Başımla onaylarken göz yaşlarım akmaya devam ediyordu.

 

"Babamın şehit edilmesinde parmağı olan o örgütün bir parçasıymış. Emniyete de o yüzden kolayca sızabilmiş. Benimle yakınlaşmış çünkü hakkımda bilgi toplaması gerekiyormuş. O..." hıçkırıklara boğulup yeniden toparladım. "O düşmanın ta kendisiymiş."

 

Onur sinirle yerinden kalktığında Emre kolundan tuttu. "Nereye?"

 

"Gidip o pezevenkin ağzının payını vereceğim."

 

"Oğlum saçmalama."

 

"Bırak lan!"

 

Onur'un, Emre'nin, Gamze'nin ve hatta Yağız'ın da gözleri dolmuştu. Meriç şoka girmişçesine olduğu yerde boşluğa bakarken herkes en güvendikleri, sırtlarını dayadıkları ve karanlık içinde bir ışık yakacağına inandıkları kişiyi kaybettiği için paramparça olmuştu.

 

Gamze akmakta olan bir göz yaşını çarçabuk silerken ben ağlamaya devam ediyordum.

 

"İyi o halde!" dedi Onur yerinden kalkarak. "Madem öyle biz de bu yolda yürümeye değil koşmaya başlarız."

 

Onur cebinden kalemi çıkardığında bana bakıyordu. Herkes ne olduğunu anlamaya çalışırken kendimi topladım ve "Devran komiser ölmeden önce bu kalemi bana verdi. Ne olduğunu bilmiyorum ama mutlaka bir önemi vardır," dedim.

 

"Ben bir bakabilir miyim?" Cihanşah kalemi eline aldığında dikkatle incelemeye başladı. Eline birkaç defa yazmaya çalıştı ancak mürekkep çıkmamıştı. Üstünde bulunan tüm her yere tek tek basarken bir anda sesler çıkmaya başladı.

 

"Devran Korkmaz. Toplantı başladı ancak sizi birkaç dakika daha bekleyeceğiz."

 

"Tamam beklerim ben."

 

Gamze "Ses kaydediciymiş," dediğinde Meriç işaret parmağı ile sus işareti yaptı.

 

"Bu ayki kargoların Hatay limanı üstünden Kıbrıs'a oradan da İtalya'ya geçmesi için tüm hazırlıkları yaptık efendim."

 

"Okul ve yetimhane içinde listeye uygun tüm çocukları işaretledik biz de."

 

"En son sorun çıkaran bir veli vardı ona ne oldu?"

 

"Okuldan atıldılar. Böbrek ameliyatı sorasında karaciğerinin iltihaplı olduğu tespit edildi. İşimize yaramayacaktı o yüzden yol verdik."

 

"Bunlar da kim böyle?" Cihanşah kaleme basıp sesi durdurduğunda hepimiz ona baktık. Şaşkınlık ve endişe ile dinliyorduk tüm olanları.

 

"Devran komiserin de örgütle bağı vardı, oradaki toplantılardan biri olsa gerek." Meriç bana baktığında onun nerden bildiğini sorguluyordum ama o buna izin vermedi. "Onu takip ettiğim zamanlarda öğrendim Heyzır. Yusuf Gazel ile aynı dönemde görevde olup da onun adını ağzına almaması çok tuhaf gelmişti. Fakat örgüt beni içeri almadı. Polis olduğumu biliyordular ve göstermelik misafirperverlikten sonra salıverdiler. Oraya bir baskın düzenlemeyi çok istedim ancak gerekli izni çıkaramadım. Polisin bile yetkisinin yok edildiği bir yer orası."

 

Meriç'in açıklamasından sonra ses kaydı devam etti. Sonuna kadar dinledik hep birlikte. Ses kaydı bittiğinde hepimiz farklı şekillerde farklı noktalara dalmıştık. Kimsede göz yaşı yoktu ve karanlığa dair tek bir esame. Neyin ne için olduğunu çok daha iyi anlamıştık. Kimin rolünün ne olduğunu çok daha iyi kavramıştık.

 

Hızla ayağa kalktığımda herkes aniden kalktı. Neredeyse hepsi aynı anda "Nereye?" diye sordu.

 

"Babamın naaşını bulmam lazım."

 

"Heyzır en gömdükleri yer Alaaddin tepesi. Orası şu an park biliyorsun. Neresini kazacaksın? Önce daha fazla bilgi edinelim." Meriç'in teklifini reddedercesine başımı iki yana salladım.

 

"Kaybedecek vaktim yok. Beni rakip ediyorlarsa naaşı bulup değiştirmeleri de mümkün."

 

"Doğru söylüyor," dedi Gamze. "Kaç kere değiştirmişler yerini. Üstelik bu kadar çok değişimde ceset iyice deforme olmuştur. Doğrusu onu tamamen yok etmemelerine çok şaşırdım. Heyzır lütfen üzülme ama ben babana bu kadar düşman olduktan sonra tümden yok etmelerini beklerdim."

 

Üzülmedim elbette ve ben de aynı şeyi beklerdim ama bu dünyada her şey zıttı ile kaimdir. Örgüte güç veren de babamın yaşamayan varlığı olsa gerek. Onu düşündükçe ve alt ettiklerini hatırladıkça mutlu oluyorlardır. Zaferin o gurur rüzgarı tepelerinde geziniyordur. Daha ileri ve daha ileri gitmek için kendilerine yol açıyorlardır.

 

Yumruklarımı iki yanımda sıktığımda kalabalığa döndüm.

 

"Babamı benim bulmam lazım. Onu ancak ben bulabilirim. Ben bulamazsam, kimse de bulamaz. Ve onu artık bulmam lazım. Daha fazla zarar görmesine izin veremem."

 

Hepsinin gözleri tek tek gece vakti yakılan meşaleler gibi parlarken "Hadi gidip yapalım şu işi," dedi Emre öne atılıp.

 

"Evet, hadi yapalım." Onur kolunu Emre'nin omzuna attığında Cihanşah masadaki dosyalarını düzenleyip "Ben de varım," dedi.

 

"Elbette bir adli tıpçıya ihtiyacınız olacak değil mi?" Gamze ellerini önlüğünün ceplerine koyup gülümserken "Ve tabii ki bana," dedi Yağız da.

 

Meriç'le göz göze geldiğimizde "Ben arama emri çıkarayım o halde," dedi ve eli ile omzuma dokunup önden çıktı.

 

İçimde yayılan intikam ateşi tüm köy ve kasabaları aleviyle yutmaya başladığında küllerinde bulunan bir Anka yeniden dirilmek için kırık kaburgalarını yapıştırmaya çalışıyordu sanki.

 

 

🔰🔰🔰

 

 

Alaaddin Tepesi Milli Parkı

 

Tek başıma çıktığım tepenin eteklerine iniş yaparken onlarca insanın hafta sonu dinlenmek için geldiği bu yerde babamın nerede olduğunu bulmak neredeyse imkansızdı. Altın olsa makinesini alır gelir aratırdım ancak insan kemiklerini nasıl bulabilirsiniz ki? Bunu ancak her çeşit düşünceye hakim biri bulabilir. Ben kendi çapımda düşünürken bile zorluk çekiyorum nasıl olur da adi katillerin zihni ile düşünebilirim ki? Tepe; geniş zirvesi, mevlana eteği gibi açılan eteği ile genişçe bir alana sahipti. Zirvede banklar ve kültür merkezlerine ait atölyeler bulunuyordu. Çeşit çeşit ağaçların, eskiye dayanan mimari duvarların, yeni yapılan park çalışmalarının arasında babam nerede?

 

Şehrin tam göbeğinde olan bu tepe düşmana ne kadar yakın olursan o kadar güvende sayılırsın düşüncesi ile seçilmişti muhtemelen. Kimsenin aklına böyle bir tepeye Yusuf Gazel gibi birinin gömüleceği gelmezdi.

 

Tepenin tamamı polisler tarafından çevrelendiğinde halkın girişi yasaklanmıştı. Etrafa çekilen şerit ve bariyer gelip geçenler tarafından dikkat çekerken bugün babamı bulmak zorunda olduğumu biliyordum. Şayet bulamazsam örgüt buradan da almanın bir çaresine bakacaktı. Beni izliyorlar, beni takip ediyorlar, attığım bir sonraki adımı tahmin ediyorlar. Burada olduğumu da elbette biliyorlar. Lakin... Lakin yine de babamı bulmak zorundayım.

 

Tepenin zirvesinden şehre bakarken sert esen rüzgar saçlarımı sağa sola savuruyordu. Haris olsaydı babamın nerede olduğunu tahmin ederdi. Haris olsaydı bana ip uçları verir yolumu kolaylaştırırdı. Haris olsaydı şayet...

 

Ama yok...

 

"Peki ya ben olsaydım?"

 

Sorduğum soru rüzgara çarpıp yeniden bana iade edildi sanki. İçimi ürperten bir his tüm bedenimi titrettiğinde 'ben olsam ne yapardım' diye bir kere daha sordum.

 

Sonra kapattım gözlerimi. Dışarıdaki şehrin gürültüsü, içimdeki yangının çatırtısı, beynimde dönüp duran dümenlerin gıcırtısı arasında onlar gibi düşünmeye çalıştım.

 

Yusuf Gazel'i bu tepeye gömseydim, tepenin doğal olmadığını bilir yığma olduğu için kazımı kolay olduğunu, cesetin daha derine gömülmesi gerektiğini düşünürdüm.

 

Zirveden kazdıkça içeri girse de hala daha yapay bir tepeydi. Asıl zemin ise eteklere doğru inilinceydi. Ayaklarım beni tepenin eteklerine doğru götürürken devam ettim.

 

Yusuf Gazel'i bu tepeye gömecek olsaydım şayet, tepenin vakti zamanında şehre yangın için müdahale eden itfaiye için mesken olduğunu bilirdim. Sadece zirvesine çıkmakla tüm şehir ayaklarımın altında olacaksa ve ben de her gelişte o mezarı göreceksem daha işlek bir yere yapardım.

 

Ayaklarım arka taraftan öne doğru ilerlerken ana cadde gözüküyordu uzaktan.

 

"Heyzır bana kalırsa buralarda..."

 

Onur elindeki dosya ile bana bir şey anlatmaya çalışırken onu duymuyordum. Benim bir şeyin peşinde olduğumu anladı ve onunla birlikte aşağılarda olan Meriç ve Yağız da peşimden gelmeye başladı.

 

Şayet ben Yusuf Gazel'i bu tepeye gömecek olsaydım, sinsi bir katilin psikolojisi ile onu gelip geçerken göreceğim noktaya gömdükten sonra ona olan nefretimi kusmak için ayaklar altına alınan bir yeri seçerdim. Öyle ki her bir çift adımda içimdeki nefreti kolayca kusabileyim...

 

Kendimi parkın girişindeki kapı ile yukarı götüren merdivenlerin hemen yanındaki havuzun başında bulduğumda elimle su dolu mermer yapının kenarına dokundum.

 

"Köpekler bir şey bulamamış."

 

"Şşşt!"

 

Emre ve Cihanşah Onur tarafından susturulurken onlar da sessizce beni takip etmeye başladı.

 

Ben Yusuf Gazel'i gömecek olsaydım...

 

Havuzun hemen sol tarafındaki Selçuklulardan kalma meşe ağacı ile göz göze geldiğimde onun önündeki yolun ne kadar eski olduğunu fark ettim. Parka girmek isteyen herkes ya kalın taşlarla döşenmiş merdiven basamaklarını ya da bu meşenin önündeki yolu kullanmak zorundaydı.

 

"Ekipleri buraya çağırın."

 

Meriç el işareti ile diğer polis arkadaşlara emir verirken ben yolun başlangıç noktasına diz çöktüm. Etrafımı saran Emre, Onur, Cihanşah, Yağız ve Meriç de benim gibi çömeldiklerinde "Şayet babam bu tepedeyse, burada olmalı," dedim.

 

"Acele edin!"

 

Meriç yüksek sesle bağırdığında kazı için gelen işçiler belirleyen noktayı kazmaya başladılar. Hepimiz geri çekilip izlemeye başladığımızda kaşlarımı çatıp önüme çıkacak olan manzara için kendimi hazırlamaya çalışıyordum. Görmeye katlanabileceğim bir şey olmayacaktı hiçbir zaman ama yine de en kötüsü olmaması için dua ediyordum.

 

Kazı devam ettikçe sadece toprak çıkıyordu. Beş, on, on beş, yarım saat erken kırk beş dakika boyunca kazıldı o nokta ancak hiçbir şey çıkmadı.

 

"Komiserim burada yok bir şey." İşçi alnındaki teri silip bitkinlikle küreğe yaslandığında sanki ardımda biri benim bu çaresiz halime gülüyormuş gibi hissettim ve hızla arkamı döndüm. Benimle birlikte diğerleri de dönerken Meriç ve Cihanşah silahlarını çekip sanki arkamızda biri varmış gibi hedef aldılar.

 

"N-ne ne oldu Heyzır?"

 

Emre kekeleyerek sorduğunda derin nefesler alarak arkama bakmaya devam ediyordum.

 

"Bizimle eğleniyorlar. Bizi izliyorsalarsa, atacağımız adımı tahmin ediyorlarsa bize gülüyorlar."

 

Beni ortaya alıp etrafımı sardılar ve sanki tehlikedeymişim gibi çemberin her bir yanına dikkatle bakmaya başladılar.

 

Ben Yusuf Gazel'i gömecek olsaydım, onu arayan kişi pes edene kadar olurdu mühletim. Kazan kişi orada olmadığını düşünene dek derine gömerdim. Ki böylece eli boş terk edebilsin.

 

"Çıkıyoruz biz komiserim. Ha burda yok bi şey..."

 

"Çıkmayın!"

 

Onlar Meriç'e rapor veriyorlardı ama bizimkilerin arasından geçerek çukura kadar gelen ben oldum.

 

"Hayır. Şimdi bırakamazsınız. Kazmaya devam edin."

 

İşçi ellerini çukurun kenarına koymuşken zıplamaktan vazgeçip öylece bana bir de Meriç'e baktı.

Meriç'in ne emir vereceğini bekliyordu.

 

"Heyzır..."

 

"Lütfen... devam etsinler."

 

Meriç gözlerimin içine bakarken elimden gelen tüm yakarışı yapmaya hazırdım.

 

"Devam edin."

 

İşçiler bundan pek memnun olmasalar da devam ettiler. Kazı devam etse de bir şey çıkmıyordu. İsyan edip çukurdan çıkan işçiler kenarda dinlenirken bıraktıkları kazmayı ben alıp atlayacaktım ki Meriç kolumdan tuttu. Elimdeki kazmayı aldı, Onur da küreği ikisi indiler bu sefer de. Çok değil beş dakikalık kazının sonunda kazma ahşap bir yüzeye takıldı. İşçiler hemen çukurun başına geldiler.

Ateşim varmış da içimdeki yangın dışarı için bedenimi üşütüyormuş gibi bir hisle titredim.

 

"Burada bir şey var."

 

"Elle kazalım."

 

Emre, Cihanşah ve iki işçi de çukura indiğinde tabut genişliğinde bir sanduka çıktı ortaya. Böylesi bir şeyin buraya bu kadar özenle gömülmesi sıradan kişilerin işi değildi.

 

"Dışarı çıkarıyoruz."

 

Diğer polislerden de takviye geldiğinde on beş kişi çukurdaki sandığı güçlükle de olsa yüzeye çıkarmayı başardılar. Parkın girişindeki araçlarda duran Gamze haberi alır almaz ekip arkadaşı Yavuz ile birlikte geldiğinde "Siz geri çekilin," dedi Gamze. "Bu işi daha dikkatli yapmalıyız."

 

Hepimizi iki metre kadar geri çektiğinde gaz maskesi takıp ellerine koruyucu eldivenler giydiler. Kıyafetlerini tamamen kontrollü bir şekilde kullandıklarında özel keskin aletleri ile sandığın kenarlarını çizmeye başladılar. Çok fazla zorlanmadan üst kapak oynamaya başlamıştı.

 

İçimdeki deli heyecan bir atlı olup dışarı çıkacaktı sanki. Öyle çok coşmuştu ki yüreğim ayakta durmakta zorlanıyordum. Bizimkiler toz toprak içinde sandığı seyrederken "Biraz daha geri gidin!" diye uyardı Gamze.

 

Hepimiz aynı anda ikişer adım daha geri gittiğimizde Gamze baş tarafını Yavuz da ayak tarafını tutarak kapağı kaldırmaya başladılar.

 

Ömrümün en can alıcı saniyelerinden biriydi. Dizlerimde derman kalmamıştı ve gözlerimdeki ışıltı tümüyle o sandukanın karanlığına yoğunlaşmıştı.

 

Neden bilmiyorum apaçık gökyüzü birden kara bulutlarla kaplanmaya başladı. Gök gürültüleri ve şimşekler peşi sıra yerlerini aldığında gözlerimle aynı anda akmaya başladılar.

 

Meğer gök de ağlarmış yerdeki sevdiklerine...

 

Meğer onun kokusu göğün de hasretindeymiş...

 

Meğer tek seveni yerde değilmiş babamın...

 

Kapısı açılan sandukanın içinde şeffaf kalın torbaya sarılı babam gözüktüğünde yere çöktüm. Tüm bedenim ayrı titrerken herkes göz yaşlarına boğulmuştu.

 

Babam... canım babam... sana ne ettiler bi tanecik babam...

 

Emre yere çömelip omuzlarımdan tuttuğunda Onur da diğer yanıma çöküp omzumu tuttu. Meriç, Cihanşah ağlayarak sandığa yaklaştıklarında ben de yerimden kalktım ancak Onur'la Emre beni tuttular.

 

"Bırakın! Babama gideceğim. Baba!"

 

"Heyzır'ı uzaklaştırın buradan!" Meriç bağırdığında Onur, Emre sonra koşarak yanıma gelen Cihanşah da zorla beni uzaklaştırmak için çabaladılar.

 

"Niye? Niye babamı görmeme izin vermiyorsunuz? Onun kızıyım ben. Babam. Babama gideceğim."

 

"Heyzır, bak anlıyoruz ama bedeni tam değil. Gördüm, yakından gördüm. Sen bakmamalısın anla lütfen." Cihanşah yüzümü elleri arasına alıp beni ikna etmeye çalışıyordu. Söyledikleri canımı yaksa da başımı iki yana sallayıp itiraz ediyordum.

 

"Olsun. Olsun yine de görmek istiyorum."

 

Beni tutmakta zorlanmaya başladıklarında Onur "Tamam o zaman önce ben gideyim. Ben de bi bakayım, eğer katalanabileceğin bir düzeydeyse gör tamam mı?" diye sordu. Onun bu teklifi beni biraz olsun sakinleştirdiğinde durdum ve beni tutan Emre ile Cihanş'la birlikte beklemeye başladım.

 

Onur gitti, Meriç'le görüştü. Meriç kabul etmedi ancak Gamze'nin de desteği ile cesedin alt tarafı bir örtü ile örtülüp görmeme izin verildi. Emre ile Cihanşah'tan kurtulup babama koşarken küçücük bir kız çocuğuydum. Babasının kollarındaki yerini özleyen masum bir çocuktum. Babam beni kucaklayamayacak kadar halsizdi ama ben yine de Yusuf Gazel'in bir tanecik Hacer'iydim.

 

Yağmur, çamur, göz yaşı ve hasretle harmanlanan her şeyle birlikte babama kavuştuğumda yarıya kadar açık gözleri ile karşı karşıya geldim. Bana bakıyordu sanki. Geçen onca yıla rağmen göz bebeğindeki ışıltı ile bana bakıyordu işte...

 

Elmacık kemikleri daha çok öne çıkmış, yanakları erimiş, çenesi sola doğru çok az kaymış ama taptazeydi hala. Gördüğüm en canlı ölüydü babam. Saçları taptazeydi, sanki henüz sabah taranmış gibi. Ölüydü cesedi ama kokusu yoktu hiç. Mis gibi toprak kokusuna bürünmüştü her yeri. Bir şehit ne kadar ulu olabilirse, babam da o kadar uluydu işte. Yerle göğün aynı anda ağladığı her bir alemde ünlü biriydi babam.

 

"Baba...ben geldim."

 

Elimle torbanın üstünden de olsa yanağını okşadığımda parmak uçlarımda hissettim sıcaklığını.

 

"Babam!"

 

Dayanamayıp sarıldığımda "Heyzır, yapma," dedi Gamze ağlamaklı sesiyle. "Ceset çok işlemden geçmiş. Sarsılırsa dağılma ihtimali var. Dokunmamak gerekiyor canım."

 

Gamze'nin sözlerine kulak verip geri çekildiğimde "Örtünün altındaki bölümü çok mu kötü?" diye sordum.

 

Meriç göz yaşlarını elinin tersi ile silerken başı ile onayladı. Onun o gözü yaşlı samimiyetine inandım ve babamın sadece yüzüne bakarak hasret giderdim. Keşke annem de kendinde olsaydı, Turhan buraya gelebilecek olsaydı, yeniden bir aile olabilseydik.

 

"Çok bekletmeden cenaze töreninin yapılması gerek Heyzır. Diri göründüğüne bakma çürümeler başlamış ve dışarıda beklemesi onun için daha kötü olur."

 

Başımla onaylarken çenemden süzülen göz yaşlarım babamın yüzünün üstüne düştü.

 

"Ben bir kere daha otopsi yapacağım Heyzır. Tüm gerçekliğiyle elinde bir belge olsun olur mu?"

 

Gamze bana yapacaklarını bir bir anlatırken ben babamın yüzüne bakmaya devam ediyordum.

 

Ey gidi koca dünya, Yusuf Gazel'i çok gördün kendine... fazla geldi üstüne de toprak altına aldın değil mi? Babam...benim canım babam.

 

 

🔰

 

"Otopsi raporunda sana verdiğim parçalama ve işkence dışında başka bir şey daha buldum Heyzır. Tam leğen kemiğinin içine yerleştirilen bir hazne var. Bir torbacık gibi düşün. Bunu sana nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum ama babanın naaşı başka biri tarafından çok uzun zaman önce bulunmuş. Bulduğum bu şeyin başka açıklaması olamaz çünkü."

 

Ellerim önünde bağlı, karşımdaki tabutun hemen önündeki babamın fotoğrafına bakarken göz kapaklarım beceriksizce kapanıyordu.

 

"Yirmi seneden fazla geçen Yusuf Gazel davası bugün itibari ile sona erdi. Adı skandallarla anılan doksanların aslanı ünvanına sahip Yusuf Gazel'in gerçek naaşı nihayet bulundu. Genç yaşta şehit edilen polisin işlencelere maruz kaldığı, defalarca kabrinin yer değiştirildiği ve intihar değil şehit edildiği kesinlik kazanmıştır."

 

Hemen birkaç metre uzaktaki muhabirler haber kanallarına flaş haber geçerken acı bir soğuk esip yüzüme çarptı. Gözlerim hâlâ daha babamın gözlerindeyken cenaze namazı için imam gelmişti. Emre, Onur, Meriç, Cihanşah ve Yağız ön saflarda yer tuttuğunda tekerlekli sandalye ile gelen Turhan'ı ayağa kalkmaması için uyarmıştık. Olur da yeni bir vaka daha yaşanmasın diye. Şu an bile zira, izlenildiğimize emindim. Babamın naaşını bulduğum için şoka giriyor olmalılardı. Sorumlusu her kimse çoktan öldürmüş olmalılardı. Bir numaralı düşmanları haline gelmiş olmalıydım. Bu sefer yapayalnız değildi babam. Bir sürü kişi onun cenaze namazını kılmak için gelmişti. Son yolculuğunda onu uğurlamak için tanımadığım birçok insan gelmişti. Bizimkiler dışında hiç polis yoktu gerçi. İlk cenazede de olmamıştı ya. Tam da şu anda yanımda olmasını istediğim bir kişi vardı aslında. Birlikte bunca mücadele verdikten, bana sunduğu destekten sonra nihayet emelime ulaştığımı görmesini istediğim biri vardı. O da çok sevinirdi eminim. Eski o olsaydı. Benim bildiğim o olsaydı. Babama hayran Haris, yanı başımda olmasını istediğim tek kişiydi.

 

Gamze'nin bahsettiği şey ise şifrelerle dolu bir nüshaydı. İnsan derisi üzerine dikilmiş şifreler, uzun süre muhafaza edilen plastik madde ile kaplanmış ve babamın leğen kemiğine dikilmişti. Dikkatli inceleme olmadan görülemeyen bu şeyi her kim koyduysa babamın dostuydu. Bana bir mesajdı. Bunu çözmem için özellikle bu günlere ulaştırılmıştı.

 

Sonra cenaze namazı bitti...

Yeniden öne yürüdüm. Tabutun tam hizasına geldiğimde birden bire babamın silüeti belirdi sanki. Onu bulduğum için ağzı kulaklarına varıyor, başardığım için, uğraştığım için, pes etmediğim için, her şekilde ayakta kaldığım için. Ona sarılamayacağımı bilerek olduğum yerden ayrılmadım. Bir meleği andıran billur görüntüsü ile onunla aynı anda asker selamı verdim. Onun eli alnındayken gülüşünü ciddileştirdi ve bedenini titreterek sanki dik durmam gerektiğini gösterdi. Ben daha dik durmaya başladığımda bizimkiler de asker selamı verdi. Sonra özgürce uçtu kuşlar ve Yusuf Gazel nihayet hak ettiği ulu veda ile gönderildi cennetine...

 

🔰

 

 

Engerek zehri örgütü karargahı

 

"Yusuf Gazel'in naaşının bulunmasının ardından 90'larda tüm ülkeyi sarsan seri cinayetler bir kez daha gün yüzüne çıktı."

 

"Şehit polisin işkence edilerek katledilmesinden sonra defalarca mezar değişikliği yapılması da uzmanlar tarafından bir örgüt tarafından yapılma olasılığını güçlü olduğu belirtiliyor."

 

"O döneme ait polis intihar vakalarının yeniden incelenmesi konusundaki kanun taslak halinde meclise sunuldu."

 

"Birbiri ardınca açılan mezarlarda yapılan DNA testleri sonucunda hiçbiri gömülü cesetlere ait olmadığı, yerlerinde bulunan cesetlerin kimliği belirsiz kişilere ait olduğu ve asıl cesetlerin ise nerede olduğu bilinmediği tespit edildi."

 

"Yusuf Gazel'in kızı ve Gelinlik davasının çözümünde de son derece etkili olan Hacer Gazel önderliğinde polis ve müfettişlerden oluşan bir kurul 1990 ve 1998 arasında intihar vakası ile üstü kapatılan tüm polis ölümlerini araştırmaya başladı. Ekipte Meriç Uysal, Onur Katmer, Emre Şahin, Cihanşah Aliyev ve Yağız Güngör gibi polislerin başı çektiği ekip günden günde daha fazla gönüllüye ev sahipliği yapıyor."

 

"Remzi G. isimli adı daha önce Balkabağı davasına karışan çiftçinin intihar ettiği öne sürülen oğlunun açılan mezarındaki cesedin kendisine ait olmaması ile sayı otuz ikiye çıktı."

 

"Ülke genelinde yapılan protestolar şehit edilen polislerin hangi amaç ve uğura gönderildiğini bilmeyen ailelerine destek oluyor. Uzmanlar tüm ülkeye yayılan bu katliamın ardında olan kişilerin hala hüküm sürebileceği ihtimalini ortaya attı."

 

"Doksanlarda olduğu gibi bir Gazel'e daha ihtiyaç olduğunu düşünen sivil toplum kuruluşları Hacer Gazel'in Konya emniyet müdürü olması için imza toplamaya başladı."

 

Kumandanın tek bir tuşuna basılınca onlarca tv aynı anda kapandı. Hepsi farklı kanalların haberini verirken aslında aynı şeyden bahsediyorlardı. Elindeki kumandayı dik şekilde masaya dokunduran Adnan Keşan her defasına şiddetini artırdı. İki, üç, yedi, on... On vuruşunda kumandada bir çatlak oluştu.

 

"Hepsi Devran köpeği yüzünden."

 

Fehmi Tanrıverdi psikolog olarak en büyük çıkarımını ortaya sunmuştu ki Melik Kandemir ona arka çıktı.

 

"Yusuf Gazel'in otopsi raporunu da kamuoyu ile paylaştılar. Benim verdiğim raporun neden farklı olduğu konusunda bir açıklama yapmak zorunda kalabiliriz."

 

Melik endişe ile alnını tutarken Fehmi atağa kalkıp biten viskisini yeniledi.

 

"Hacer Gazel'in başımıza iş açacağı en başından belliydi. O kadar engellemelere rağmen gidip polis oldu. Kardeşi ve annesinden haber alamıyoruz. Kendisi de aynı babası gibi ün ve şöhrete düşkün. Şuna bak daha yeni polis kategorisinde ama şimdiden tüm Türkiye tarafından tanınıyor."

 

Fehmi ve Melik tedirgin, bilhassa iç karartıcı konuşmalar yaparken Adnan son vuruşta kumandayı üçe ayırıp parçalarının sağa sola savrulmasını izledi.

 

Elindeki bardakla olduğu yerde kalan Fehmi, oturuşunu düzelten Melik Adnan'a baktıklarında o çoktan gülmeye başlamıştı bile. Dişlerinin arasından geçen sivri dili bir yılanı andırırken git gide kahkahaya dönen gülüşü hem Melik'i hem de Fehmi'yi tedirgin etmeye başladı. O ne zaman böyle gülse içinden bir pislik çıkıyordu çünkü.

 

"Sizi anlamıyorum," dedi ayağa kalkıp ellerini pantolonun ön ceplerine koyarak. "Aynı şeyler tekrar ediyor ve siz hala aynı boş bakışlarla beni sinir etmeye devam ediyorsunuz."

 

Gelip Fehminim omuzlarından sıkan Adnan sözde ona masaj yaparken Fehminin alnında terler birikmeye başlamıştı. Doğrusu masaj yerine hiç dokunmasa daha çok mutlu olurdu.

 

"Babası neydi ki kızı ne olsun? Ha?"

 

Melik'in yanında gelip onun da ensesini okşayan Adnan "Geçmişte ne yaptığımızı unutmayın," diye fısıldadı.

 

"Hacer Gazel demek şimdiki lokmamız? O halde onu da halledelim gitsin..."

 

"Ama nasıl? Tüm ülke onun varlığından haberdar şu an. Başına bir şey gelse biz tehlikeye gireriz."

 

Adanan yapmacık bir iç çekişle Fehmi'nin yanına gelip kaşlarını çatıp dudaklarını büzdü. "Biliyor musun Fehmiş, bazen psikologların tamamının mı yoksa direkt senin mi geri zekalı olduğunu konusunda şüpheye kapılıyorum. Hatırla bakalım Yusuf Gazel'i tir tir titreten oyun hangisiydi?"

 

"Oğlan katliamı."

 

"Bom!" Adnan baş ve orta parmağını şıklatarak Melik'e döndüğünde "Hiç şüphesiz adli tıpçılar daha zeki. Ama bil bakalım bu sefer elimizde ne yok?" diye sordu.

 

"Oğlan..."

 

Fehmi çekince ile söylediğinde Adnan bu sefer ona yaklaştı ve yanağını okşayıp hafifçe sıktı.

 

"Oğlan yoksa başka bir şey buluruz biz de değil mi?"

 

Fehmi ve Melik beklenti dolu gözlerle Adnan'a bakarken o çoktan sandalyesine oturmuştu bile. Son derece yüksek bir keyifle döner sandalyesinde dönerken mırıldanmaya devam etti.

 

"Uçan kuşları vurun. Gülen çocukları yakın. Çiçekleri soldurun ve güneşi söndürün! Umuda dair ne varsa hepsini çürütün. Yalnızlık, Hacer Gazel'in damarlarında akan kan olana dek, çevresindeki herkesi bir bir yok edin!"

 

 

🔰

 

 

Ceketimi de giydiğimde aynadaki son görünüşüme baktım. Biraz sonra emniyette devir teslim töreni yapılacaktı ve resmen emniyet müdürü oluşum kayda geçecekti. Meriç, Yağız, Cihanşah emniyette beni beklerken Emre ve Onur aracı yıkatmaya götürmüşlerdi. Turhan hemen arkamda gülümseyerek beni izlerken arkamı dönüp ona baktım.

 

"Sıkıca bağlanmış saçların, yüzündeki net ifaden, resmi üniforman ve tamamen sen... ablamla gurur duyuyorum."

 

Turhan asker selamı verip gururla dik durmaya çalışırken selamına karşılık ben de selam durdum ve birkaç saniye birbirimizi selamladık.

 

Bu, pes etmeden üstüne yürüyeceğim her davanın ilk adımıydı. Bu, babamın intikamını almak için önüme gelen tüm herkesi devireceğim kasırganın ilk esintisiydi. Ben Hacer Gazel... Bundan sonra tüm benliğimle, kanımın son damlasına dek haklı davamdan asla vazgeçmeyeceğim!

 

Telefonumun diğer odadan sesi duyulunca Turhan'ın ulaşabildiğim kadarıyla omuzlarından sıkıp hızlı adımlarla yürümeye başladım. Onur ya da Emre arıyor olmalıydı. Aşağı gelmişler mi diye pencereden baktım ancak kimseler yoktu. Telefona ulaştığımda arayanın Gamze olduğunu gördüm. Beklemeden hemen yanıt verdiğimde ses telaşlı geliyordu.

 

"Heyzır hemen emniyete gelmelisin."

 

"Gamze? Ne oldu?"

 

"Çok kötü şeyler oldu Heyzır. Hemen gel."

 

"Anlat hadi. Ne oldu, merakta bırakma beni."

 

Bir yandan evden çıkarken bir yandan Gamze ile konuşuyordum. İlerdeki taksiyi çağırdığımda "Kimin işi bilmiyorum ama sana gelecek araca bomba düzeneği kurmuşlar," dediğinde aniden durdum. Taksi geldi, önümde durdu ama benim dizlerimin bağı çözüldüğü için bir milim bile ilerleyemedim.

 

"A-ama... Onur ve E-Emre..."

 

Gözlerimde hazır bekleyen yaşlar usulca çenem süzülürken "Emre ve Onur yoğun bakımda. Hayati tehlikeleri varmış. Vücutlarının büyük çoğunluğunda yoğun yanıklar varmış..." Gamze bir yandan hıçkırıklara boğuluyor bir yandan anlatmaya devam ediyordu.

 

Hiç halim kalmamıştı. Kendimi taksiye atarcasına oturduğumda Gamze devam ediyordu. "Daha kötü şeyler de var. Meriç ve Yağız'ın bu sabah tayini çıktı. Onlar şu an şikayet için İstanbul'a gidiyorlar ama Cihanşah'ı vergi kaçakçılığından tutukladılar. Ortalık çok fena karıştı çok fena!"

 

Elim titrediği için telefon yavaşça koltuğa düştü. Böyle bir vurgunu hiç beklemiyordum. Gafil avlanmıştım. Arkamdan hançerlenmiştim. Örgüt beni nasıl yerle bir edeceğini çok iyi biliyordu.

 

O gün... emniyet müdürü olduğum gün... kimseler yoktu yanımda. Ne tebrik etmeye ne destek olmaya ne de yanımda durmaya kimseler gelmemişti. Çevremdeki tüm dostlarımı teker teker yok etmişler, beni yapayalnız bırakıp köşelerine çekilip keyifle izlemişlerdi.

 

Göğüs hizama nişanım takılırken karşımdaki sandalyelerde birkaç muhabirden başkası seyretmiyordu beni.

 

Lakin affetmeyeceğim...

 

Bana ve babama bunu yapanları asla affetmeyeceğim...

 

Bugün bir başıma rütbem yükseltilirken dahi beni bir başıma bırakanları asla ama asla affetmeyeceğim...

 

 

 

SON

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Buraya öncelikle tarih atarak yazmaya başlamak istiyorum. 25.10.23

Bu sene benim için birçok değişik olay oldu. Senenin son aylarını yaşarken serinin bir kitabını daha bitirmenin keyfini yaşıyorum. Doğrusu tüm kitaplar içinde yazmakta en çok zorlandığım kitap bu kitaptı. Belki de hayatımda gelişen olaylardan kaynaklı bilmiyorum epeyce zorlandım. Fakat şu son bölümde yine içim burkuldu. Onlardan ayrılmak her zaman üzüyor beni. 🥲

 

5. Kitap için kurgumu ayarladım ama onu yazmaya ne zaman başlarım inanın bilmiyorum. Aklımda yeni bir kurgu var, onu mu yazsam ya da yazmayı tamamen bıraksam mı? Çünkü bazen kitaplarımın istediğim ve güzel bir yayınevi ile basılma şansına sahip olmadıklarını düşününce neden yazdığımı sorguluyorum. Bir noktada yazmak için yazmak yeterli gelmiyor işte.

 

Seri 6 kitap oldu biliyorsunuz. Bir sonraki kitapta kurgu çok daha iyi şekillenecek ve yeni karakterler göreceğiz. Eski karakterlere ne olacak onu da göreceğiz.

 

-Sizce Yusuf Gazel'in naaşına o notu yerleştiren kimdi?

-Hacer'in annesi ne durumda?

-Emre ve Onur'a ne oldu?

-Haris ne yapacak örgütle?

-Hacer nasıl toparlanacak?

 

Tüm bu cevaplar ve daha fazlası 5. kitapta...

 

Sizleri çok seviyorum.

Güzel yorumlarınızla süslemeyi unutmayın.

 

Yeni bölümlerde görüşmek üzere...

 

❤️

Loading...
0%