Yeni Üyelik
75.
Bölüm

75. Bölüm

@hakugu

 

 

 

Yeni bölüm sınırı

200 vote

200 yorum

 

 

🎭🎭🎭

 

 

Hacer Gazel emniyet müdürü olduktan iki ay sonra...

 

Hacer Gazel 🌸

 

 

"Emniyet ekiplerinin yardımına bir kez daha Maskeli şövalye koştu. Kimliği belirsiz halk kahramanının yardım ettiği atmış yedi yaşındaki Nesrin Hocalı gözyaşları içinde defalarca kez teşekkür ederken, Maskeli şövalye için o bir melek ifadesini kullandı. Maskeli şövalye; yüzündeki maske, deri eldivenleri ve pelerini ile tıpkı bir masal kahramanını andırırken vatandaşların gönlünü fethetmeye devam ediyor..."

 

 

"Maskeli şövalyenin ortaya çıkışından bu yana kurtarılan kişi sayısı yetmiş kişiyi aştı. Şövalyenin kimi neden kurtardığı bilinmezken kurtardığı kişilerle yapılan röportajda geç gelen polisten dolayı yaptığı öğrenildi. Konya emniyet genel müdür Hacer Gazel'in yaptığı açıklamada Maskeli şövalye hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadıkları. Her vakada ortaya çıkmadığı, sadece belirli durumlarda yardım ettiği öğrenildi."

 

"Maskeli şövalye dokunuşları devam ediyor. En son kurtardığı üniversite öğrencisi P.Z'nin eğer şövalye olmasaydı polislerden hemen önce ölmüş olacaktım dediği ortaya çıktı."

 

"Polisler yetersiz mi?"

 

"Konya emniyet müdürü Hacer Gazel emniyetteki istihdamın yeterli olduğunu, Maskeli şövalyenin polislerle iş birliği yapıp yapmadığını henüz kesinleşmediğini söyledi."

 

"Maskeli şövalye dost mu? Halk ikiye ayrılmış durumda. Bir bölüm şövalyenin halk kahramanı olduğunu iddia ederken, diğer bölüm polisin bu kişiyi tutuklaması gerektiğini söylüyor."

 

Televizyon karşında kolları önünde bağlı bir şekilde duran kişi mavi çizgili lacivert takım elbisesi savcı Şirin Özmen'den başkası değildi. Ağzındaki sakızı evirip çevirip dinlerken içeri girdim. Gece gündüz demeden aynı haberi dinleyip duruyordu. Başıma bela olarak gönderilmiş nadide kişilerden biriydi.

 

"Hiç rahatsız olmuyorsunuz değil mi sayın müdürüm," dedi iğneleyici ses tonu ile. Arkasını bile dönmeden benim geldiğimi anlamıştı. Sırtında gözü vardı sanki. Uzun saçlarını özensizce bağlamış, her gün bir erkek takım elbisesi giyip gelen uzun boylu bu kadın benden sadece iki yaş büyüktü ancak baskın karakteri ve henüz kestiremediğim niyeti yüzünden başımı ağrıtmaktan başka bir işe yaramıyordu.

 

"Adam resmen polisin yapacağı işi yapıyor. Siz pek rahatsınız."

 

Arkasını döndüğünde masaya oturup elimdeki dosyayı incelemeye başlamıştım bile.

 

"Ve beni duymazdan geliyorsunuz."

 

"Savcıların görevi polisle iş birliği yapmaktır. Onu yetersiz hissettirmek değil."

 

"Siz kendinizi yetersiz hissetmiyorsanız benim varlığım zaten ne mühim ki?"

 

O da benim çaprazıma oturduğunda "Bu maskeli şövalye emniyetin başına iş açacak gibi duruyor," dedi.

 

"Halkın bir bölümü onu çok seviyor," dedim elimdeki kağıtları okumaya devam ederken. "Eğer yakalarsak..." diyecektim ki "Zaten yakalayamazsınız," dedi. Gözlerimi yüzüne kaldırdığımda bana aşağılayıcı bir ifade ile bakıyordu.

 

"Neden emniyet müdürü oldunuz ki? Madem en kritik suçluları bu maskeli şovmen yapacak?"

 

"Haddini aşıyorsun."

 

"Belki. Yine de gerçekleri söylüyorum değil mi?"

 

"Şövalye bizim çözemediğimiz herhangi bir davayı çözmüş değil. Sadece geç kaldığımız..."

 

"Ben de ondan bahsediyorum. Neden geç kalınıyor? Emniyet dediğimiz şey güven verendir. Bir çapulcudan mı medet umsun halk?"

 

"Şövalye şimdiye dek hukuksuz bir şey yapmadı."

 

"Ancak hukuk içinde de yeri yok."

 

Bıkkınlıkla nefes verip dosyayı kapattım.

 

"Her yerde ve şekilde adaletin emniyet tarafından sağlanacağını mı düşünüyorsun? Neden bize yardım eden birine sırtımızı dönelim ki?"

 

"Ben mi yanlış işitiyorum yoksa koskoca Konya emniyet müdürümüz kim olduğu belirsiz birinin yardımlarını işini kolaylaştırdığı için kabul mü ediyor?" Bana doğru eğilip kuşkuyla sordu. "Onun dostumuz olduğunu nereden biliyoruz?"

 

Cevap vermedim. Veremedim. Bilmiyordum. Maskeli şövalye bir süredir hayatımızdaydı ve dost mu düşman mı olduğu daha doğrusu ne için kime yardım ettiği belirsiz biriydi. Tek bildiğimiz emniyetin geç kaldığı ya da bizzat bizim tehlikede olduğumuz durumlara el atmasıydı. Lakin benim de aklımda soru işaretleri dolanıp duruyordu. Her defasında bizim geç kalacağımızı ya da başımıza bir iş geleceğini nereden biliyordu? Bu büyük bir soru işaretiydi ancak şu an bu sinir bozucu savcıya cevap verme niyetinde değildim. Arka cebimden çıkardığım telsizden anons geçtim.

 

"İhbar edilen bir intihar vakası için acil toplantıya bekleniyorsunuz. Birkaç saniye içinde masada olun."

 

Kalkıp pencereye yaklaştım ve savcı başını iki yana sallayarak kollarını önünde bağladı bir kere daha. Geldiğinden beri beni beğenmiyordu. Hoş ben de kendimi çok yeterli görmüyordum ancak o daha çok elimi ayağıma dolaştırıyordu.

 

Son felaketten sonra yeni polisler atanmıştı ve bir de bu savcıyı göndermişti İstanbul. Başımda bıt bıt ağaçkakan gibi bitmek bilmeyen eleştirileri sürüp giderken ona hak verdiğim noktalar da oluyordu lakin bir kere katılsam hiç susmaz diye korktuğum için hep bende kalıyordu.

 

Ekibimin çoğu yeni polislerden oluşsa da bir tane de emekli olmak üzere olan bir polis vardı. Gençken Mersin'de görev yaptığı için Konya'da geçen dalavereden pek haberdar değildi ancak onun tecrübelerinden yararlanmak bana iyi geliyordu. Ondan genç olmama rağmen emniyet müdürü olmam onu hiç rahatsız etmemiş ve ben de ona karşı saygılı davranıyordum.

 

Birkaç saniye içinde patır kütür içeri doluşan polisler arasında henüz yeni mezun olmuş Süleyman, üç senedir Van'da görev yapan Berfin, evlenip boşanan ve kendisini psikolojik olarak ruhsuz olarak niteleyen Üzeyir bir de İbrahim abi vardı. Üzeyir ve İbrahim abi benden büyüktü lakin yine de bana karşı olabildiğine ihtimamlı davranıyorlardı.

 

"Gelen davada kayıp üniversiteli bir genç kız var... Annesi yok bu kızımızın ve babası da cezaevinde. Bir ablası var o da pavyonda çalışıyormuş. Pek fazla bir ip ucu yok ancak kız en son kampüste görünmüş."

 

Elimdeki dosya kopyalarından ekibime tek tek dağıttığımda hepsi incelemeye başladı. Onlar okurken ben anlatmaya devam ediyordum.

 

"Kampüs ve kızın tek başına yaşadığı bodrum katı için arama emri çıkardım. Ayrıca üniversitedeki arkadaşları ve öğretim görevlileri ile de görüşebilirsiniz. Onun nereye gittiğini bulmak hepimiz için önemli zira..." dedim elimde kalan son kağıdı onlara doğru tutarak "Kayıp kızımız bu kızın yakın arkadaşıymış."

 

Hepsi daha fazla ip ucu için beklerken.

 

"Aklınız karıştıysa hemen özetleyeyim. Kayıp kızımın adı Bedia Tek. Yakın arkadaşı ise Pınar Ülfet. Mevzu şu ki Pınar geçen ay intihar etmiş. Korkumuz Bedia'nın da intihar etmiş olma ihtimali."

 

"Maskeli şövalyenin haberi var mı bu durumdan?"

 

Sert bakışlarımı Şirin'e gönderdiğimde ellerini iki yana açıp tamam dercesine kaşlarını kaldırdı.

 

"Herkes son hazırlıklarını yapsın. Beş dakikaya olay yerine intikal edeceğiz."

 

"Anlaşıldı efendim."

 

"Peki efendim."

 

Ekibim hızla yerlerinden kalkıp hazırlık için odadan çıktıklarında ben de dosyalarımı topluyordum. Hepsini alıp kapıya doğru yürüyordum ki "Arabada yer var mı müdürüm? Yoksa kendi aracımla mı geleyim?" diye sordu.

 

"En son araçta bir kişilik yer var."

 

"Teşekkür ettim o halde."

 

Önden giderken peşimden geliyordu. Benden uzun ve erkeksi bir görüntüsü olsa da Şirin'di adı. Savcılığın hakkını veriyordu ve eleştiri çemberi ile sarmalanmış gibiydi. En çok benimle uğraşıyor, elleri pantolonun cebinde keko erkeklerini andırıyordu. Emniyet müdürü olmasam kız kıza bir düelloya giriştirdik ancak tuttuğu raporlara ihtiyacım vardı. Müdür de olsam savcının hakkımda yazdıkları mühimdi.

 

Üç polis aracı peş peşe yola koyulduğumuzda dışarısı epey sıcaktı. Öğle vakti Konya sıcaktan kavrulurken araçların camlarını açıp içeri hava girişini sağladık. Mavi ve kırmızı ışıklar yanarken görev üzerinde olduğumuz belliydi. Bazı durumlarda kırmızı ışığı bile geçip gaza basıyorduk. Deliller varsa şayet yok olmadan hemen toplamalıydık.

 

"Müdürüm kampüse yaklaştık," dedi Üzeyir aracın hızını azaltarak. Hemen yanındaki koltukta yukarıdaki tutunma yerinden sıkıca tutmuş elimdeki dosyaları okumaya devam ediyordum.

 

"Girişte park edin. Ben, İbrahim abi ve savcı üniversiteyi kontrol edeceğiz. Berfin ve Üzeyir siz de rektör ile görüşüp ip ucu toplayın. Tamam."

 

Telsizden anons geçtiğimde olumlu karşılıklar gelmişti.

 

Hepimiz araçtan hızlıca inip görevlendirdiğim şekilde ikiye ayrılarak yürümeye başladık. Ben, İbrahim abi ve savcı üniversiteyi gezerken Üzeyir ve Berfin rektörün yanına gitmişlerdi.

 

"Kampüs içinde de ayrılalım. Şirin sen kantin bölümüne bak, İbrahim abi sen spor salonu ve diğer salonları gez ben de sınıflara bakacağım."

 

Üçümüz de ayrıldığımızda geriye tek kalmıştım. Sınıflara ulaşmak için koridorlardan geçtim ve öğrencileri etrafta gördüm. Ders henüz başlamamıştı. Sınıflardan birine daldığımda "Selam! Aranızda Bedia Tek'i tanıyan var mı?" diye sordum.

 

"Hangi bölüm?"

 

"Bilişim teknoloji."

 

"Onlar üst katta okuyorlar."

 

"Teşekkürler."

 

Sınıftan çıkıp koridoru geçtim ve merdivenleri aşıp üst kata geldim. Etrafta birçok sınıf vardı ancak bilişim teknolojilerinin derse girdiği alanlardan birini bulunca içeri girdim."

 

"Merhabalar, Bedia Tek'i tanıyor musunuz?"

 

Bazıları kendi işleri ile ilgilenmeye devam ederken arka taraftakilerden bir erkek öğrenci "Tanıyoruz, ne olmuş?" diye sordu.

 

"Onun arkadaşı mısın?"

 

"Değilim ama şu kayıp kız değil mi? Hepimiz onunla en az bir kere derse girdik. Neden soruyorsunuz?"

 

"Varsa arkadaşlarını arıyorum."

 

Hepsine tek tek bakmama rağmen pek bir cevap alamıyordum. Bedia'nın adını andıktan sonra daha çok kendi işleri ile ilgilenmeye başlamışlardı. Sanki beni duymazdan geliyorlardı.

 

"O halde şöyle sorayım. Aranızda Pınar Ülfet'i tanıyan var mı?"

 

Korku dolu bakışlarla bana baktılar. Onu sormamı beklemiyorlardı muhtemelen.

 

"Sanırım hepinizi emniyete davet etmem gereke..." diyecektim ki "Onları bize sorma," dedi bir genç kız. "Onları Gibi'ye sor."

 

"Gibi?" Kaşlarımı çatarak sorduğumda "Gibi işte," dedi. "Bizden duymuş olma. Başımız belaya girer yoksa."

 

"Evet çocuklar herkes yerine otur..."

 

İçeri öğretmen girdiğinde başımla selam verdim. "İyi dersler öğretmenim ben de çıkıyordum."

 

Derslikten çıkıp koridora geldiğimde gibi denilen şeyin ne olduğunu düşünüyordum. İnternet sitesi gibi bir şeye benziyordu ancak böyle bir cinayeti site işlemezdi herhalde.

 

Alt kata inip koridorunda yürüdüm. Sonra en alta inip kantine geçtim. Bir çay alıp masalardan birine oturduğumda telefonumu çıkarıp ekipten birini arayacaktım ki arkamdan sesler gelmeye başladı.

 

"Herkes derse girdi lan. Geç kaldık hadi."

 

"Kapa çeneni İlker. Çok meraklıysan git babana söyle o seni alsın derse."

 

Dört tane öğrenci kendilerine yiyecek bir şey alıp masaya geçip yemeye başladılar. Önce arkamdaydılar ancak şimdi yan tarafımdalardı göz ucumla görebiliyordum.

 

"Sigara var mı?"

 

"Var da şimdi..."

 

"Neyse spor salonunda içeriz."

 

Çayımdan bir yudum daha alıp bekledim.

 

"E sinemaya gidiyor muyuz bugün? Ben doldum biraz."

 

"Çüş lan. Kızı yedin bitirdin. Kaçtı senin yüzünden."

 

"Ortalık yerde konuştuklarına dikkat et Gülşah. Mal mısın?"

 

"E kimse yok ki burada? Kim duyacak!?"

 

"Olsun sessiz ol yine de."

 

"İrem sen ne diyorsun bir sinema yapalım mı bugün yine?"

 

"Bana uyar. Bugün bale dersim var ama asarım artık."

 

"Buse?"

 

Bardağı elimde çevirirken isimleri düzenli bir kelime haline getirdim. Gibi çıkmıştı ortaya. Bunlar Gibi'yse mutlaka cinayetle ve kayıp kızla bir bağlantıları vardı. Telefonumu çıkarıp ekip grubuna mesaj yazdım hemen.

 

~Kantindeyim ve bir ip ucu buldum. Kimliklerinizi gizleyin. Sivil hale geçin.~

 

Aradan on dakika geçmemişti ki ekibim farklı zaman ve sayı ile kantine geldiler. İkisi bir masaya biri başka masaya oturduğunda savcı da benim masama oturdu.

 

"E ne buldunuz?"

 

Başımla yan tarafı işaret ettim. Hemen bakmadı. Sonra göz ucuyla inceledi.

 

"Kayıp kızın sınıfında biri Gibi diye bir şeyden bahsetti. Bu dörtlü sanırım."

 

Fısıltı ile konuşurken olabildiğince dikkat ediyordum. Savcı daha çok dikkatli baktığında Gibi denilen topluluk masadan kalktılar.

 

"Hadi sinemaya duramıyorum artık."

 

"Azgın bir teke gibisin İlker."

 

"E kız yok ne yapacağız?"

 

"Birinci sınıflardan sessiz bir kız vardı. Neydi adı?"

 

Gerisini duyamadığım için hızla yerimden kalktım. Savcı ve ekibim ardımda kaldığında dörtlüyü kaybetmek istemiyordum. Belli etmeden takipe başladığımda ekibim de dikkat çekmeden bizi takip ettiler.

 

Dörtlünün çıkıştan geçeceklerini fark edince hemen bir mesaj daha yazdım.

 

~Polis araçlarını başka yere park edin. Kampüsten uzaklaşın hemen!"

 

Erken davranan Berfin ve Üzeyir araçları çektiklerinde çıkıştan geçip kampüsün otoparkına geçtik. Ben bir köşede onları izlerken dördü de aynı lüks araca binip ayrıldılar.

 

"Çıkışa bir araç gönderin. Onları takip edeceğiz."

 

Üzeyir polis aracı ile geldiğinde hemen bindim. Peşimizde olan Savcı ve Süleyman abi de bizi takibe başladığında onlara fark ettirmeden peşlerine düştük. Çok geçmedi yolumuz sinemaya dönen kavşağa geldiğinde devamını yaya olarak ilerleyeceğimizi söyledim ve araçlardan indik.

 

"Şirin ve Berfin siz dışarıda bekleyin. Süleyman abi sen sinemaya girişteki marketin önünde ol. Üzeyir seninle birlikte bilet alıp içeri gireceğiz."

 

Görev dağıtımından sonra ben Üzeyir'le birlikte gişelere yöneldim. Dörtlü hemen önümüzdeydiler.

 

"Film başlamadan kız gelse bari."

 

"Yuh oğlum be film üç saat sürüyormuş. Üç saat ne yapacaksın?"

 

"Karışma."

 

Gergince yutkundum. Neden bahsediyorlardı anlamıyordum. Üzeyir'e baktığımda kaşları çatık bir şekilde bana baktı. O da anlamıyordu. Ama ikimiz de bu durumdan memnun değildim.

 

Hepimiz biletlerimizi alıp oturduğumuzda onlar en arkada bir sırayı seçtiler. Biz onlardan iki öndeydik ancak konuşmalarını duyabiliyorduk. Salon çok dolu değildi zaten bilerek çok gidilmeyen bir filmi seçmişlerdi.

 

"Hâlâ gelmedi. Nerede bu kız?"

 

"Arayıp telefonu bana ver."

 

"Ooo Buse Hanım işleri ele alıyor."

 

Tek dikkatim onların konuşmalarına yönelikti. Gerginlikten yutkunup yutkunup onları dinlerken ışıklar yandı.

 

"Nerdesin? Film başlamadan burada ol demiştik. Evine gelmemizi istemiyorsan hemen gel. Sana son beş dakika."

 

Saatime bakıp derin bir nefes aldım.

 

"Ne oldu geliyor muymuş?"

 

"Evet. Gelmek zorunda."

 

"Buse Hanımın elinden kim kurtulur ki? Kraliçe kraliçe."

 

"Yalakalığı kes İlker. Beni eğlendirsen sana yüz dolar."

 

"En iyisini yapacağımdan emin olabilirsin."

 

Onları dinlemeye devam ederken telefonuma bir mesaj geldi.

 

Üzeyir - Müdürüm bunlar çok kötü şeyler yapıyorlar galiba?

 

Hacer - Bekleyip emin olalım.

 

O kısacık beş dakika geçmek bilmedi. Yeni bir mesaj geldi.

 

Süleyman - İçeriye koşmaktan terlemiş bir genç kız giriyor.

 

Hacer - Tamamdır.

 

Koşarak gelen kız sinema koltuklarına baktığında arkamızda bir hareketlenme oldu.

 

"Buradayız!" diye fısıltı tarzı bir ses yükseldiğinde kıkırdamaya da başlamışlardı. Tüylerim diken diken olurken kendimi nedense çok kötü hissetmeye başlamıştım.

 

Kız hızlı adımlarla merdivenleri çıkıp en sona geldi. Elimdeki aynayı çıkarıp izlemeye başladım. Loş ışıktan çok göremiyordum ancak sesleri net geliyordu.

 

"Niye geç kaldın?"

 

"Otobüs geç geldi."

 

"O halde annene de geç gideceksin?"

 

"Annem hastanede bekliyor Buse yalvarırım bu günlük müsade et."

 

"Ben sana film başlamadan gel demiştim bak kaçıncı sahnedeyiz."

 

"Çok özür dilerim bir daha olmayacak."

 

"Çok mu üzgünsün?"

 

"Evet çok üzgünüm."

 

"İyi o halde otur ve bizimle filmi izle."

 

Kıza etrafa bakındı ancak o sıradaki dört koltuk da doluydu. Aşağı tarafa inmek için hareketlenmişti ki "Nereye gidiyorsun? Senin yerin burası?" dedi İlker kucağını göstererek.

 

İçimden başlayan bir titreme tüm vücudumu aldığında aynayı tuttuğum elim titriyordu.

 

"Buse lütfen. Yalvarırım."

 

"Vaktim değerli Melike. Annene gitmek istiyorsan vakitten tasarruf et tatlım. Her beş dakikaya bir yarım saat ona göre."

 

"Lütfen. Yalvarırım."

 

"İyi peki sen bilirsin. Biz de evine geliriz."

 

"Tamam durun. Gelmeyin evime. Oturacağım."

 

Melike istemeyerek de olsa İlker'in kucağına oturduğunda başladı işkence. Kızın istemiyorum yapma mırıldanmaları, diğerlerinin kıkırdamaları, video kayıtlar ve daha nicesi. Bir ara Üzeyir kalkıp müdahale etmek istedi ancak onu durdurdum.

 

Sonuna kadar beklemem ve hepsini görmem gerekiyordu.

 

"Tamam. Ben tamamım."

 

İlker yığılırcasına koltuğa yayıldığında kız kalktı kucağından. Dağılmış üstünü düzeltip ayakta beklerken ağlıyordu.

 

"Niye ağlıyorsun şimdi? Sesini insanlar duyabilir. Kabul et senin için de çok zevkliydi."

 

Midemden başlayan bir his tüm vücudumu sardığında tiksinmeye başladım. Kızın sesi biraz yükselince Buse denen kız "İlker sustur şunu," dedi. Yayıldığı yerden hızla kalkan İlker Bahriye'nin dudaklarına yapıştığında bu son nokta oldu. Daha fazla dayanamayacaktım. Onları takip edip cinayeti yürütmek zorunda olsam da bu genç kızın işkencesine daha fazla şahit olamayacaktım.

 

Ben tam ayağa kalkıyordum ki "Sessiz olacaksın değil mi?" diye sordu Buse ve Melike de kabul ettiğinde bitti. Dörtlünün gelişmeleri ile Melike sinema salonundan ayrılırken elimdeki aynayı sıktığım için kırıldı ve sıcak bir sıvı parmak aralarımdan sızmaya başladı.

 

"Müdürüm?"

 

Elimle dur işareti yaptığım Üzeyir ile beklemeye devam ederken dörtlü de nihayet kalktı. Amaçları film değildi. Onların seyretmek istediği başka bir şeydi. Midemi bulandıran tiksinç bir pislik sürüsü gibi merdivenlerden inerken epey rahat görünüyorlardı. Bu yaptıklarının kendilerine dokunmayacağından, başlarına hiçbir bela gelmeyeceğinden ölesiye emindelerdi. Onlar kimlerdi bilmiyorum ama sadece bir saat içinde bir lağım çukurundan farksız olduklarını göstermişlerdi. Anlaşılan bu dava sandığımdan daha iğrenç geçecekti.

 

🎭🎭🎭

 

Tüm ekip birlikte merkeze geri döndüğümüzde sinirle elimdeki dosyayı buruşturdum. Herkesin yüzü sirke satıyordu. Mide bulandırıcı bir sahneye şahit olduktan sonra onlar tek kelime edemezdim.

 

"Ben direkt tutuklamaktan yanayım," dedi Şirin. Bir savcı olduğu için hemen müdahale etmek istiyordu.

 

"Hemen tutuklarsak sadece bu suçtan hüküm giyerler. Unutmayın ki bir cinayet bir de kayıp vakamız var," dedim.

 

"Midem bulanıyor. O kadar bulanıyor ki oracıkta bitirmeliydik sanki işlerini müdürüm."

 

Üzeyir yüzünü buruşturarak konuşurken ona hak veriyordum.

 

"Burada destek alacağımız tek bir kişi var, o da Melike."

 

"Adı Melike miymiş?" diye sordum.

 

"Evet," dedi Berfin. "Gişeye sordum. Kayıt olarak Melike Kutalmış olarak yaptırmış."

 

"Bu davada hiç yoksa şahitlerimiz var ancak bu Gibi denen grubun ilk vakası değil belli ki. Onları konuşturmak için mutlaka emniyete almamız lazım. Yalnız ondan önce delil toplamalı ve Melike'yi de şahit olarak tutmalıyız."

 

"Ben Melike ile görüşürüm," dedi Berfin elini kaldırarak. "Hem hemcinsiz hem de ben..." Berfin'in sesi biraz kısılınca ona verdim dikkatimi. "Ben de ona benzer bir şeyler yaşadım zamanında. Taciz insanı ne kadar kirli hissettiriyor biliyorum. Melike şu an kendinden nefret ediyor olmalı. Sanki onun suçuymuş gibi görüyor. Onu çok iyi anlıyorum."

 

"Tamam, o halde birlikte Melike ile görüşmeye gidelim. Süleyman abi sen ve Üzeyir siz de dekan ve öğretim görevlileri ile görüşüp bu işte parmağı olanları bulun. Şirin sen de Gibi için tutuklama kararı hazırlığı yap."

 

Tüm ekip bir kere daha masadan kalktığımızda yeni görev yerlerimize dağılmıştık. Ben ve Berfin Melike'nin annesinin yattığı hastaneye doğru yol aldığımızda aracı ben kullanıyordum. Berfin toplu ve güzel bir kızdı. Biraz daha erkeksi davranışları vardı ancak şimdi tüm bunların kendini savunmak için olduğunu fark etmiştim.

 

"Benim de hemcinsin olduğunu unutma olur mu?"

 

Emniyet kemerine tutunan elini dizinin üstüne koyup bana baktı.

 

"Evet aramızda ast üst ilişkisi var ama ne zaman kendini yalnız hissedersen bana gel. Taciz olayında da senin bir suçun yoktu. Sen kirli değilsin. Asıl kirli olan bunu yapan kişilerdir. Sakın unutma."

 

Yola baktığım için ona bakamıyordum. Bir süre ses gelmeyince göz ucuyla baktığımda yaş dolu gözlerle bana dalmıştı. Benim baktığımı fark edince hemen bakışlarını çevirip oturuşunu düzeltti.

 

"Müdürüm siz benim örnek aldığım birisiniz biliyor musunuz? Konya'ya gelmemin tek nedeni sizin ekibinize katılmak içindi."

 

Hafifçe tebessüm ettim.

 

"Neden beni seçtiniz bilmiyorum ancak mülakatta sizinle karşılaştığımda kalbim duracak gibi olmuştu. Televizyonda gördüğüm, gazetelerde okuduğum Hacer Gazel sadece bakışıyla içimi umutla doldurmuştu."

 

Beğeni ile gülümserken direksiyonu daha çok sıktım.

 

"Ben babanıza olanları da biraz araştırdım. Tüm her şeye rağmen bu noktaya gelmenize hayranım. Dik duruşunuza ve mücadeleci ruhunuza hayranım. Müdürüm siz olmasaydınız ben, ta o zaman, tacize uğradığım gün ölmüştüm."

 

"Nasıl yani?" Merakla kaşlarımı kaldırdığımda ona baktım.

 

"Bir yaz gecesiydi. Üvey babamdan tacize uğradıktan sonra binanın çatısına çıkıp uyumuştum. Uyandığımda aşağısı o kadar cazip geliyordu ki. Her gün bu işkenceye katlanmaktansa bir kere acı çekmek daha kolay gelmişti. Tek bir adımla hayatımdan olabilirdim lakin o vakit telefonuma sizin Serçe Parmak davasındaki başarınıza dair bir bildirim geldi. Hakkınızda konuşuluyordu. Başta dikkatimi çekmedi ancak bu davanın çözülmeyen bir dava olduğunu okuduğumda yüreğime bir umut ışığı doğdu. Çözülmeyen bir davayı çözen bir insan, kim bilir benim bitmek bilmeyen dertlerime de bir çözüm bulabilirdi. Tek yapmam gerekense onun gibi polis olmaktı."

 

"Ve sonra polis oldun?" Gülümseyerek ona baktığımda başı ile onayladı. "Sizinle davalara katılmak en büyük hayalimdi. Şu an bu konuda ne kadar haklı olduğumu gösterdiniz bir kere daha."

 

Serçe parmak davası... İlk başarılı olduğum dava. Bir hiçten var olduğum dava. Yanımda yürüyen o insanın varlığı ile başarıyı elde ettiğim dava. Haris olmasaydı yine bu noktada olur muydum bilmiyorum ancak o olduğu için bugünkü Hacer Gazel olabilmiştim. Arkamdan bıçakladı, beni yapayalnız bıraktı, kimsenin açamayacağı kadar derin bir yara açtı ancak yine de o olmasaydı ben olamazdım. İç çekip direksiyonu iki elimle tuttuğumda biraz daha gaza bastım.

 

Acaba şu an ne yapıyor ki? Babamdan sonra benim ölüm fermanım için hazırlanıyor olmalılar. Öylesi bir örgütü ancak Haris gibi biri ile alt edebilirdim lakin şimdi...

 

Sıkıntı ile bir nefes daha verdiğimde daha fazla gaza bastım ve hastaneye yakın yavaşladım. Hastanenin dışında bir yere park ettiğimde Berfin ile birlikte araçtan inip hastaneye giriş yaptık. Danışmaya geldiğimizde Berfin polis kartımı gösterip "Melike Kutalmış'ın yakını hangi odada kalıyor?" diye sordu.

 

"Sizi oraya götüreyim."

 

Tatlı bir hemşire bizi odaya götürmek için önümüze düştüğünde onu takip etmeye başlamıştık. Asansörle iki kat yukarı çıktığımızda hemen sağdaki odaydı. Hemşire bizi odaya getirdiğinde Melike de içerideydi. Annesi uyuduğu için hemen yanındaki koltuğa kıvrılıp bekliyordu. Bizi görünce yavaşça yerinden doğruldu.

 

"Siz çıkabilirsiniz." Hemşireyi gönderdim. Melike korku ile bana bakmaya başladığında "Korkmana gerek yok Melike, ben emniyet müdürü Hacer Gazel. Sana yardım etmeye geldik," dedim. Melike pek kendinde değildi. Sinema olayından sonra dengesi sarsılmış olacak ki bir anda ağlamaya başladı. Ellerini yüzüne kapatıp uzun iç çekişlerle ağlarken Berfin'e baktım. Bu konuda benden daha tecrübeliydi.

 

"Ben dışarıda bekliyorum. Siz konuşun, kendini iyi hissettiğinde beni çağır."

 

"Emredersiniz müdürüm." Berfin'i içeride bırakıp kendim dışarı çıktım. Odanın kapısını ardımdan yavaşça kapattığımda kollarımı önümde bağlayıp duvara yaslandım. Hastane yine hep bir telaş içindeydi. Asla bitmek bilmeyen hayat mücadelesi en çok burada devam ediyordu. Akşam da Emre ile Onur'un kaldığı hastaneye gidecektim. Yanık tedavileri devam ederken hayati tehlikelerini atlatmışlardı ancak yüzleri dışında bütün vücutları çok derin izlerle kaplanmıştı.

 

İç çekerek koridorun sonuna baktım. Birkaç hasta yakını kendi aralarında konuşuyorlardı. Bu aralar sevdiklerimin nerdeyse hepsi hastanedeydi. Annem de yoğun bakımdan çıkmış kendine geliyordu ancak hâlâ daha kendi kendine yetecek durumda değildi. Turhan artık kolaylıkla yürüyor ancak onu da dışarı çıkarmıyordum Anıl ile birlikte genelde evde kalmasını istiyordum.

 

Anıl davası ise apayrı bir konuydu. Bu acil davalarım bitsin bir de yetimhane davasını açacaktım. Başımı yere eğip askeri botlarıma bakarken aklıma o geldi. Şimdi ne yapıyordur ki? Benden ayrıldıktan sonra bir daha görmedim yüzünü. Ne bir mesaj ne bir arama hiçbir şey olmadı. Gerçi örgüte katıldıktan sonra benimle görüşme yapmasını beklemiyordum ancak yine de tüm bu olanlar arasında beni en çok yaralayan Haris'in arkamdan bıçaklamasıydı. Ona o kadar çok dayanmışım ki ondan tarafa doğru yıkılınca anladım varlığının benim için ne kadar önemli olduğunu. Ona kızmak, ondan nefret etmek ve ona minnet duyup, onu özlemek arasında kalıyorum çoğu defa. Bir tarafta babam bir tarafta o. Sıkıntı ile iç çekip tavana baktım. Meriç ve Cihanşah da yok artık. Yağız'ı da aldılar. Yanımda kimseyi bırakmadılar. Yeni ekibim de çok iyi ancak eskiler her anıma şahit olmuştu ve şimdi sıfırdan başlamış gibi hissediyorum. Bir de şu maskeli şövalye olayı var. Başıma bela oldu. Adımı sağa sola beceriksiz diye çıkarıyor. Belki de o da örgütün bir oyunudur kim bilir. Artık onlardan her şeyi bekliyorum. Ben düşünmeye devam ederken telefonum çaldı.

 

"Alo?"

 

"Heyzır, nasılsın?"

 

"Gamze! Sesiniz duydum daha iyi oldum inan."

 

"Müdürüm bensiz cesetler ne durumda merak ettim de aradım."

 

"Valla yeni adli tıpçı işinde pek iyi değil, ölüler diriliyor genelde."

 

İkimiz birlikte gülmeye başladığımızda kendimi biraz daha iyi hissetmeye başlamıştım.

 

"Sen nasılsın Gamze? Yeni yerine alışabildin mi?"

 

"İyi, güzel. Ekip dağıtılınca tonga bana ne zaman uğrayacak diye düşünmeme kalmadı. Elbet beni de göndereceklerdi. Bunlar seni tek bırakmak istiyor bu anlaşıldı."

 

"Tek kaldım zaten," dedim ayağımı yere sürterek. O arada Berfin kapıda belirdi. "Müdürüm Melike hazır."

El işareti ile tamam işareti yaptım ve o içeri girerken konuşmaya devam ettim.

 

"İşin varsa kapatayım."

 

"İşim var ancak birkaç dakika daha konuşalım iyi geldi," dedim.

 

"Bir ara kahve içmek için uğra yanıma. Yüz yüze görüşmeleri ihmal etme. Tek kalma fazla. Yanında mutlaka bir ekip arkadaşın olsun. Ve onlara da dikkat et."

 

Hafifçe tebessüm ettim. Gamze yine bildiğim gibiydi. Ekip dağıtıldıktan sonra Gamze'nin tayinini de Ankara'ya çıkarmışlardı. Bana çok uzak değildi ancak artık yanımda da değildi. Tıpkı Yağız ve Meriç gibi uzaklaştırılmıştı.

 

"Peki o zaman görüşürüz. Ben işe döneyim."

 

"Görüşürüz. Kendine dikkat et."

 

Telefonu kapatıp odaya yürüdüm. İçeri girdiğimde Melike ayakta Berfin ise oturuyordu. Beni görünce Berfin de kalktı.

 

"Kendisi emniyet müdürümüz. Hiç korkmadan her şeyi anlatabilirsin."

 

Berfin Melike'ye yardımcı olurken Melike ağlamamak için kendini zor tutuyordu ancak Berfin'in konuşması etkili olmuş ki dik duruyordu.

 

"Daha önce polise gitmiştim," dedi. "Ancak onlar ne yapıp edip sıyrıldılar. Geriye benim adıma açılmış dosya kaldı o kadar. Kampüste benim gibi tecavüz ve taviz etmedikleri kız kalmadı neredeyse. Genelde ailesi olmayan ya da fakir olanları seçiyorlar. Ben de onlardan biriyim," dedi annesine bakarak.

 

"Peki Bedia Tek ve Pınar Ülfet'ten haberin var mı?"

 

Kız sessizleşince Berfin'e baktım.

 

"Anlatırsam beni de öldürürler. Onlar çok tehlikeli. Özellikle Buse. Başları o zaten. O hiçbir pisliğe karışmaz ama ona uyan diğer üçlüye emir verir. Zorbalıktan çıktı bu yaptıkları."

 

"Yani cinayeti de onlar işledi öyle mi?"

 

Cevap alamadım.

 

"Peki kayıp olan Bedia?"

 

"Kayıp olduğunu sanmıyorum," dedi. "Bedia zaten teyzesi ve eniştesi ile kalıyordu. Eniştesine para verdiklerini duydum."

 

"Yani o da mı öldü?"

 

Sorularım kendi içimde bir kuyu oluştururken hiç istemesem de o kuyuya düşüp duruyordum. Daha ne kadar iğrenç olabilir ki diye düşündükçe hep daha da iğrenç oluyordu.

 

"Bilmiyorum. Yemin ederim bilmiyorum." Melike yeniden ağlamaya başladığında Berfin ona sarıldı.

 

"Şşşt. Sakin ol Melike. Bir şey yok tatlım biz senin yanındayız. Ağlama lütfen."

 

Bu böyle olmayacaktı. En acilinden hepsinin sorgu için emniyete gelmesi gerekiyordu. Telefonu çıkarıp savcı Şirin'i aradım.

 

"Ne yaptınız?"

 

"Şu an kampüsten yeni çıkıyorum ancak bu tutuklama kararı kolay kolay çıkacak gibi değil. Gibi denen grubun B'si olan Buse'nin babası milletvekiliymiş."

 

"Yani?"

 

"Gülşah'ın annesi de bakan. Oradan tanışıyorlar."

 

"Eee Şirin ne demek istiyorsun? Diğer ikisinin ailesi neymiş?"

 

"İki i yani İlker ve İrem normal. Onların ailesi normal."

 

"Sonuç? Bana sonuç ver."

 

"Yarım saat sonra hepsini emniyete postalayacağım elbette. Ağızlarına s...larım. Kendilerini bir b.k sanmışlar ama enseleyip paket yapıp göndereceğim."

 

Hafifçe tebessüm ettim. Şirin gıcık ve beni de pek sevmeyen biri olsa da kesinlikle işinde iyiydi.

 

"Yarım saate emniyete geçerim ben de."

 

"Tamamdır müdürüm."

 

Telefonları kapattığımızda Berfin'e baktım. "Ben aşağı iniyorum, siz de Melike ile gelin."

 

"Tamam müdürüm."

 

Melike nedense benim yanımda kendini rahat hissetmiyordu. Onunla aynı şeyleri yaşayan Berfin daha yakın gelmişti gerçekten de. Ben de anlayışlı olup genelde onları yalnız bırakmaya çalışıyordum. Ben aşağı inip aracı çalıştırdığımda o ikisi de gelip bindiler. Melike arkada başını cama yaslayıp endişe ile sessizleşirken Berfin yanıma oturup emniyet kemerini takmıştı bile. Hep birlikte emniyete yol aldığımızda Süleyman abi ve Üzeyir'in de işlerini bitirip emniyete geldikleri haberini aldım. Sorguda hep birlikte olmamız faydalı olacaktı.

 

🎭🎭🎭

 

Yarım saat içinde emniyete geldiğimde Berfin ve Melike de arkamdan geliyorlardı. Merdivenleri hızla çıkıp üst kata geldiğimde ofisten bağırış sesleri geliyordu.

 

"Sizi babama söyleyeceğim! Hepinizin işi bu gün itibari ile bitti. Beceriksizliğinizi bizim üstümüzden mi görmeye çalışıyorsunuz?"

 

Ses Buse'ye aitti. Koridoru yıkıyordu. Onunla birlikte Gülşah da onu durdurmaya çalışan polisi itekliyor karşı koyuyordu. İrem ve İlker az da olsa korku ile etrafa bakarken onlara doğru yürümemi durdurup silahımı çektim. Hemen üstlerindeki floresana tek el ateş ettiğimde çığlıklarla kulaklarını tutup yere kapandılar. Silahımı yeniden yerine yerleştirirken adımlarım hızlanmıştı.

 

"Müdürüm!"

 

İsmail abi, Üzeyir ve Şirin de irkilmişlerdi ancak benim olduğumu anlayınca daha hızlı kendilerine geldiler.

 

"Bir sonraki nereye gelir bilmiyorum. Genelde denge sorunlarım vardır o yüzden çok ses yapmayın."

 

Direkt sorgu odasına girdiğimde peşimden diğer hepsi girdi. Gibi denen grubu da eskisinden daha az hır gürle sorgu odasına aldık. Sorgu odasını içeriden görünmeyen ancak diğer bölmeden net bir şekilde görülebilen bir cam ayırıyordu. Ben ve yanımda olan ekip onları görürken onlar bizi göremiyordu.

 

"Buradan çıktığım gün o ateşi müdür bozuntusuna yutturacağım."

 

Buse mırıldansa da duymuştun. İki sıra halinde sandalyeler vardı ve ben en ön tarafta oturuyordum. Diğerleri arka sandalyede otururken "Süleyman abi sorguya ilk sen gir," dedim. Çok geçmeden Süleyman abi karşı bölmeye geçtiğinde öne doğru eğilip daha net görmeye çalıştım.

 

"Kayıp Pınar Ülfet hakkında bir malumatınız var mı?"

 

"Malumat mı? Tam bir moruk."

 

Gülşah içinden söylese de yankı yapıyordu ses. Her bir tınıyı işitecek derecede dizayn edilmişti içerisi. Süleyman abi duyda da duymazlıktan geldi.

 

"Peki ya kayıp Bedia Tek? Onunla aynı dersleri alıyormuşsunuz?"

 

"Polis Bey, bakın, bizler üniversite öğrencileriyiz. Gibi diye diye milletin ağzına düştük ama böyle pis işler yaptığımızı da nereden çıkarıyorsunuz? Bizler kendi halinde eğlenen kişileriz o kadar. Bir erkeğin üç kız sevgilisi olamaz mı yani?"

 

Süleyman abi yüzünü buruşturarak önündeki dosyaya döndüğünde onun bu sorular için fazla nahif olduğunu düşündüm.

 

"Üzeyir sen gir. Şiddet serbest."

 

"Yaşasın!"

 

"Yalnız dikkat et sonrasında başına bela olacak kadar ilerleme."

 

"Tamam müdürüm."

 

Süleyman abi çıkıp Üzeyir girdi içeri.

 

"Sinemaya genelde ne için gidersiniz?"

 

Buse önünde bağladığı kollarını gevşetmeden önce hafifçe gülümsedi. Sonra daha geniş bir gülümseme ve en son kahkaha ile son buldu bu gülmesi.

 

"Neye gülüyorsun sen?"

 

"Daha önce hiç sevişmedin değil mi?Ya da oldu ve aldatıldın? Sevgilin varsa aldattı, kim bilir evliysen de boşandın?"

 

Üzeyir'in ban teline dokunmuştu Buse. Bunu bilmeden de yapsa kendine hakim olamayan Üzeyir Buse'nin boğazını sıkmaya başladığında müdahale ettirmedim. Tüm hırsı ile boğazını sıksa da Buse gülmeye devam ediyordu. Onun o sinir bozucu gülüşü Üzeyir'in nefretini daha çok arttırsa da bunu alacağı intikamın habercisi olarak sunuyordu.

 

"Sıktığın kadar s...ceğim seni."

 

Buse'nin hırıltılı sesi yükselirken Üzeyir kafasını alıp masaya çarptı.

 

"Her şeyi gördük sizi or..lar. Sinemada yediğiniz haltları da arkadaşlarınıza yaptığınız zulmü de. Her şeyden haberimiz var! Dökülün yoksa..."

 

"Yoksa?" Gülşah kaşlarını kaldırarak sorduğunda yoksanın ne olduğunu ben de merak etmiştim. Onları öldüremeyiz sonuçta ve elimizde tutuklamak için delil de yok. Yoksanın devamı yok.

 

"Yoksa bir şey yapamazsınız polis bey. Biz masumuz," dedi sandalyesinde gerinerek. "Size kim ismimizi verdiyse gelip kanıtlasın. Ancak o zaman size hak veririz. İşin sonunda siz de bizim haklı olduğumuzu anlayacaksınız."

 

"Bir delilimiz var." Üzeyir kollarını bağlayıp arkasına yaslandığında Gülşah belli etmese de tedirgin olmuştu. Demek ki elimizde delil tutmamızdan endişe ediyorlar. O kadar da korkusuz değiller.

 

"İçeri gir Melike."

 

Melike ismini duyması ile gözleri açılan kişi de İlker'di. Olduğu yerde huzursuzca kıpırdanırken Buse onu durdururcasına kolunu sıktı. Tüm bu hareketleri dikkatle inceliyordum.

 

Melike içeri çekince ile girerken Üzeyir'in yanındaki sandalyeye oturdu. O an Buse sanki nankörlük yapan bir çalışanı ile karşı karşıyaymış gibi geriye yaslanıp tüm dikkati ile Melike'ye baktı. Hafifçe tebessüm ediyor ve onun kendisine bakmasını bekliyordu. Ancak Melike cesarete gelip de Buse'nin yüzüne bakamadı bile.

 

"Demek şahidiniz bu?"

 

"Evet. Hadi Melike korkma biz yanındayız. Anlat her şeyi. Özellikle sinemada yaşadıklarını anlat."

 

"Anlat bence de," dedi Buse. "Annenle sefalet içinde yaşarken ameliyat paranı karşılayan babamı anlat. Sana yeni kıyafetler alan, seni okutan ve annen için yeni bir hayat bağışlayan ailemi anlat. Bir sefil gibi etrafta açlıktan baygın baygın dolanırken sana yardım eden beni anlat. Anlat hadi ne olmuş sinemada."

 

Buse'nin bu çıkışından sonra İlker biraz daha kendine gelmişti. Dik durmaya çalıştı ve eğlenerek bakan Gülşah gibi gülümsedi.

 

"B-ben."

 

"Konuşamayacak. Anlatamayacak galiba. Müdürüm ben içeri gireyim mi?" Berfin arkadan izin istese de ben Melike'nin kendisi için bir şeyler yapmasını istiyordum. Şayet o kendisini kurtarmak için çabalamazsa hiçbirimiz ona bir şey yapamayız ki. Son ana kadar bekledim ancak aradan geçen on beş dakika içinde de Melike'den tek bir ses gelmedi.

 

"Sen de gir bakalım Berfin. Konuşması lazım Melike'nin."

 

"Emredersiniz müdürüm."

 

İçeri Berfin de girdi. Onun girmesi ile Melike konuşmaya başladı ancak bu bizim istediğimizin tam tersiydi.

 

"Buse ve arkadaşları olmasaydı annem çoktan ölmüş olurdu. Annem şu an yaşıyorsa Buse'nin çok emeği var lütfen başka soru sormayın, onlar masum."

 

Berfin ne kadar ısrar ederse etsin Melike doğruları söylemiyordu.

 

"Eee artık bundan sonrasında burada tutulmaya devam edersek başınız belaya girer sanırım?"

 

Buse önce Berfin'e sonra camdan tarafa baktı. Beni göremiyordu ancak benim onu izlediğimi bildiği için gülümseyip gözlerini kırptı.

 

Camdan o tarafa bakarken telefonum çaldı. Arayan teftiş kurulu başkanıydı. Neredeyse bir kez olsun görüşmemiştim kendisi ile. Sadece müdür olduğumda numarası verilmişti o kadar.

 

"Başkanım buyrun?"

 

"Hacer Gazel! Sen ne halt yemeye vekilin kızını sorguya çekersin?"

 

"Ama başkanım, kendisi suçlu ve..."

 

"Seni avanak. Vekil ortalığı karıştırdı. Derhal serbest bırak o kızı ve sen de suçu başkasından çıkar."

 

"Başkanım kendi gözlerimle gördüm. Kendim işittim. Bırakamam."

 

"Sen beni delirtmeye mi geldin be aptal! Derhal serbest bırak yoksa kendini evinde bulursun!"

 

Telefon kapandığında camdan tarafa bakan Buse gülmeye devam ediyordu. Biliyordu. Hep böyle olmuştu.

 

"Salın gitsinler."

 

"Emredersiniz müdürüm."

 

Süleyman abi içeri girip hepsini serbest bıraktığında geriye Melike kalmıştı. Berfin de çıktığında Melike en son odadan çıktı. Ceketimi düzeltip dışarı çıktığımda koridorda diğer polislerle birlikte Melike duruyordu. Ona bakmadan yürümeye başlamıştım ki "Affedin beni ne olur!" diye yalvardı. "Yapamazdım. Onlar çok tehlikeliler. Hem beni hem annemi öldürebilirler."

 

"İyi de biz yanındaydık. Bize de mi güvenmiyordun?" diye sordu Berfin. "Müdürüm senin için sinemaya bile..."

 

"Berfin yeter. Kimse için yaptıklarımızın hesabını sormayacağız. Sana gelince küçük hanım, bu dünyada herkes yaptıklarından sorumludur ve çektiklerinden. Bugün kendini ve anneni kurtardın ancak yarın için garantin yok unutma. Ayrıca kayıp ve ölü arkadaşlarının da ahı var üstünde. Bu yolu sen seçtin artık bizim yapabileceğimiz bir şey kalmadı."

 

"Lütfen öyle demeyin... Bakın ben..."

 

Melike ağlayarak yere çökerken ben önden yürümeye başlamıştım bile. Peşimden gelen Süleyman abi, Üzeyir ve Şirin arkalarına bile bakmazken Berfin biraz daha Melike'nin yanında kaldı ancak o da sonradan bize katıldı.

 

Hepimiz bir kez daha toplantı salonuna geldiğimizde kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Berfin hayali bir noktaya dalmış öylece dururken Süleyman abi ve Üzeyir de sessizce bekliyordu. Şirin kollarını önünde bağlayıp başını tavana kaldırmıştı.

 

"Bu davayı kapatacak mıyız o zaman?"

 

Şirin bana bakarak sorduğunda başımı iki yana salladım.

 

"Burada mevzu Melike değil. Önceliği ona verdik ancak o reddetti. Unutmayın bir cinayet bir de kayıp olayı var. Vekil kızı olması bir şey ifade etmiyor."

 

"Telefonda niye kabul ettiniz o zaman?"

 

"Ani bir refleks vermemek için."

 

"Kulağa daha çok pes etmiş gibi geliyordu."

 

"Bak Şirin, senden daha çok dava çözdüm ve bir yere varmak istiyorsan öncelikle soğuk kanlı olmak zorundasın. O yüzden şimdilik kabul etmiş gibi gözükelim ancak dava hız kesmeden devam edecek."

 

Kendi aramızda konuşmaya devam ederken Şirin'in telefonu çaldı.

 

"Rektör arıyor neden ki?"

 

"Aç bakalım."

 

"Buyurun? Evet bugün görüştük sizinle. Melike mi? Dava ona değil ama nasıl?"

 

Şirin endişe ile bana bakarken kaşlarımı çatmıştım. Melike gittikten sonra yarım saatten biraz fazla olmuştu sadece.

 

"Ne olmuş?"

 

"Melike...intihara teşebbüs etmiş."

 

"Ne?!" Herkes hayal kırıklığı ile sorduğunda ne diyeceğimi bilememiştim.

 

"Ölüm haberi gelmemiş henüz ancak metruk bir binanın çatı katına çıktığını söylemiş."

 

"Hangi binaymış? Çabuk söyle!"

 

"Kampüsün yakınlarındaki bir avm."

 

"Acele edin hemen oraya gitmeliyiz!"

 

Apar topar yerimizden kalktığımızda koşarak otoparka indik ve araçları çalıştırıp resmi görev için ışıkları ve sirenleri açtık. Bu hızla kırmızı ışıkları bile geçerken yolda sıralı beş polis bir de savcı aracı yol alıyorduk. Bina bize çok uzak değildi ancak kalabalık ve üniversite öğrencileri o kadar çok gelmişti ki geçmek için fazla vakit kaybettik. Araçları geride bırakıp binaya koşarak gitmek zorunda kaldığımızda bile elimdeki megafonu sıkıca tutuyordum. Belki de Melike'ye öyle umutsuz konuştuğum için bu duruma gelmişti. Kendimi sorumlu hissettiğim için pişmanlık duyuyordum.

 

"Çekilin polis! Açılın!"

 

"Çocuklar geri çekilin!"

 

Üzeyir ve Süleyman abi güvenli alan açıp polis bariyeri oluştururken ben binaya yaklaştım.

 

"Melike! Ben emniyet müdürü Hacer Gazel, beni duyuyorsan işaret ver."

 

Sesimden sonra binanın ucuna doğru yaklaşan Melike ağlıyordu. Daha kırkbeş dakika oldu olmadı ne olmuştu bu kıza?

 

"Çok geç müdürüm. Buradan sağ kurtulamayacağım."

 

"Neden öyle diyorsun? Seni alacağız oradan endişelenme!"

 

"Alamazsınız. Buradan kurtuluş yok!"

 

Ne demek istiyordu anlamıyordum. Oraya çıktıysa indirebilirdik de. Sonra o an kalabalık arasında Buse ve diğerlerini gördüm. Eğlenen bakışlar ve pis gülüşleri ile Melike'ye bakıyordu. Sonra bir ara Buse bakışlarını bana çevirdiğinde anladım bir şey yaptığını.

 

"Üzeyir!"

 

"Buyurun müdürüm."

 

"Binaya gireceğim."

 

"Müdürüm çok teh..."

 

"Sadece hazırlıkları yap!"

 

"Emredersiniz müdürüm."

 

Araçlara geri dönüp baret taktım, silahımı doldurup, çivi batmaz kalın botlar giydim, çelik yeleği de üstüme geçirdiğimde binaya doğru yürümeye başladım.

 

"Yukarı geliyorum Melike, sakın korkma!"

 

Binaya girdim ve içerisinin küften yoğun bir hava ile dolduğunu fark ettim. Merdivenlerden çıkmak için hızlanırken merdivenlerin devamının olmadığını gördüm, yıkılmıştı.

 

"Bu kız buradan nasıl çıkmış böyle?"

 

O merdivenlerden inip diğer bölümden çıkmaya başladım. Toplamda dört kattı ve üçüncü kata gelmemle yukarıda bir patlamanın olması bir oldu. Kendimi merdivenlerden yuvarlanırken bulduğumda yeniden ikinci kata inmiştim.

 

"Müdürüm hemen binayı terk edin infilak edecek!"

 

"Olmaz! Melike'yi kurtarmamız lazım."

 

Ben yeniden merdivenlere yönelmiştim ancak içeri giren Üzeyir ve Berfin beni kolumdan tutup çıkardılar.

 

"Bırakın, kızı kurtarmamız lazım! Ne yapıyorsunuz!"

 

Gerçeği dışarı çıkınca gördüm ki dördüncü kat tamamen patlamıştı. Sadece Melike'nin olduğu balkon kısmı kalmıştı.

 

"Müdürüm isteseniz de ona ulaşmazsınız."

 

"İtfaiye geldi mi?"

 

"Aradık geliyor efendim."

 

"Megafonu ver." Elime aldığım megafonla yeniden bağırdım. "Korkma Melike! İtfaiye merd..."

 

Devamını getirmeden yeni bir patlama oldu ve Melike demir bir çubuğa sarılarak kaldı sadece. Bunu kim nasıl yapıyordu bilmiyorum ancak Buse olabildiğine kendinden emindi. Göz ucumla ona baktığımda eğlenerek ile seyrediyordu o kadar.

 

"Zavallı kız ölecek! Kurtulamaz oradan!"

 

"Bir ölü daha olursa kampüsün adı batar!"

 

"Zavallı!"

 

"Şu lanet itfaiye neden gelmiyor hala!"

 

Sinirle bağırdım ancak itfaiyenin sıkışık sokaklarda kaldığını ve ilerleyemediğini öğrendim. O an her şeyin ancak bu kadar ters gideceğini düşünüyordum. Tün umutlar çöktüğünde Melike'nin de tutunacak hali kalmamıştı artık. Başarısızlığım ile hüzünlendiğimde başımı öne eğdim ve o anda bir ses!

 

"Bakın! Oradaki de kim?"

 

Hızla gösterilen yere baktım. Binanın diğer ucunda tam köşede uçuşan pelerini ile biri duruyordu.

 

"Maskeli şövalye! Yemin ediyorum o!"

 

Daha dikkatli bakmak için bir adım öne geldim. Gerçekten de oydu. Televizyonda gördüğüm gibi korkusuzca orada duruyordu. Ben ondan kaçtıkça o benim işimin tam ortasında bitmişti.

 

"Çek çek çek kameraya al! Anasını nasıl çıkmış lan oraya?"

 

Kalabalık hevesli çığlıklara ve alkışlara boğulduğunda şaşkınlıkla ona bakıyordum.

 

Çevik hareketlerde balkonun kırık bölümüne kadar geldi. Daha fazla gücü kalmayan Melike'yi kendine çekerken beton parçasının bir kısmı dökülünce kalabalık korku ile çığlık attı ancak şövalye hazırlıklıydı. Kendine bağlı ipi diğer demire bağlayıp öncesinde bağladığı beton yığınını aşağı itekledi. Beton yığını aşağı düşerken kendine çektiği Melike'ye ve kendine de aynı ipi bağlayıp hazırlandı. Ne yaptığına dikkat ederken o tek bir korku emaresi göstermeden Melike ile birlikte aşağı bıraktı kendini. Melike ve o aşağı inerken beton parçası bu sefer havaya kalkıyordu. Kurduğu asansör sistemi ile ikisi yere indiğinde bir filmi seyrediyormuş gibiydim. Rüya gibiydi ama gerçekti.

 

Melike arkadaşları tarafından kurtarıldığında ağırlık azaldı ve şövalye yeniden yukarı çıkarken bu sefer beton parçası aşağı indi. Tüm kalabalık beğeni ile Maskeli şövalyeyi alkışlamaya başladığında dehşetle seyrediyordum. Bu, şu yaşıma kadar gördüğüm en tuhaf şeylerden biriydi.

 

"Bana kızıyorsunuz ama gördüğünüz üzere biz olmasak da şövalye her türlü adaleti sağlayacak gibi."

 

Şirin yine aynı gıcıklıkla konuşurken ona hak vermeden edememiştim. Bu iliklerime kadar hissettiğim ilk başarısızlığımdı. Üstelik gerçek bir çaresizlik içinde olmuştu. Sonrasında oradan nasıl indi. Kurtulabildi mi? Ne yaptı bilmiyorum. Tek bildiğim Maskeli şövalye gerçeğini artık kabul ettiğimdi. Ve bunca şey arasında onunla nasıl başa çıkacağım konusunda tek bir fikrim bile yoktu.

 

 

 

 

 

 

🎭

Loading...
0%