@hakugu
|
Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız. 🤍
İnstagram hakugu
🔳🔳🔳
Herkes endişe ile ne yapacağını şaşırmışken Meriç sinirle saçlarını karıştırdı, Onur duvara bir tekme attı ve müdür elleri belinde kaşlarını çatarak düşünmeye başladı. Merkeze tuhaf bir karanlık çökmüştü sanki.
Karanlık bir ormanda kaybolmuşuz ve yolumuzu gösterecek tek şey ay ışığının o kısıtlı parıltısıymışçasına azıcık umuda tutunuyorduk. Ağaçlar o kadar gürdü ki ay ışığı aralarından geçip de yere ulaşması neredeyse imkânsızdı. Ya ağaç dallarını kesecek canlarını sonuna dek alacaktık ya da bu karanlıkta körebe oynar gibi yolumuzu bulmaya çalışacaktık. Ormanda yürürken karşımıza çıkacak yabani hayvanlar da cabasıydı. Ölümüneydi. Ve ölüm hiç bu kadar basit olmamıştı.
"Biliyordum," dedi Profesyonel o zaman.
"İki ayrı katil var gibiydi. Katilin psikolojisi değişmiş olsa bile bu kadar büyük farklar çok barizdi. Evet, seri katiller de değişime gider ama kendini zıtlayacak kadar derinlemesine bir değişim asla söz onuşu olmaz."
Aldığım derin nefesler bir işe yaramayan çabalarımızı yatıştırmaya yetmese de yüreğimdeki endişe her daim baki kalacakmış gibi fokurduyordu. İçinde yüzlerce biberin kaynadığı bir kazan gibiydi yüreğim. Yaklaştıkça gözlerimin içine kadar hissediyordum bu acıyı. En kötüsü, kaçmam imkânsızdı. Çünkü o kazan bizzat bendim. Kendimden nasıl kaçabilirim ki?
Müdür bir hışımla odadan çıktığında onun peşinden gitmeye başladık. Hemen yanından yürüyen Haris umut doluydu. Kısa sürede derinlemesine düşündüğü fikirleri açıklarken ben bile ona inanmıştım.
"Elimiz de bir hayli kesin ipuçları var. Artık katile bir adım değil yüz adım birden yaklaşık. Elimizde bir örnek de var"
Müdürün hızlı yürüyüşleri devam ederken Haris'i duyuyor gibi değildi.
"Her şeye rağmen bir şansımız var. Eğer haberi geri çekip hatamızı kabullenirsek," diye devam ettiğinde, müdür diğer tarafında duran Onur'a bağırdı.
"Onur haberin devamını sağla. Katili yakaladığımızı açıkça ilan edin. Hatta gazete manşetlerine özellikle ayrıtılar verilsin ki insanlar inansın."
Haberin geri alınmasının kabul görülmediğini anlayan Haris hızla taktik değiştirdi.
"Öyleyse tamam haber kalsın. O halde kurbanı inceleyelim, o zaman gerçek katile dair bir iz bulabiliriz. Cinayet başkası tarafından işlenmiş olsa bile gerçek katili taklit ettikleri aşikâr. Gözümüzden kaçanlar yeni maktulde önümüze serilebilir."
"Meriç! Yeni kurban hakkında medyaya net bir bilgi vermeyin. Önceki maktullerle aynı ölüme sahip olduğunu bildirmeniz yeterli"
En arkada onları takip ederken müdürün Haris ne derse tersini yaptığını açıkça görebiliyordum.
"Peki, o zaman," diyen Haris ile müdür aniden durdu ve ona doğru yürüyerek "Peki o zaman ne! Ne Haris?" diye bağırdı.
Sesi koridorda yankılanırken ürkmüştüm. Hep birlikte durup o ikisini incelerken hangi tarafın doğru olduğunu anlamaya çalışıyorduk.
"Sadece bir kereliğine senden yardım istedik anlıyor musun? Sadece bir kere fikrini sorduk. Kim olduğunu unutmasan iyi edersin."
Müdürün sert çıkışı ile Haris tam olarak ne demek istediğini anlamaya alışıyordu. Belki yanlış anlama ihtimaline karşı daha dikkatli dinliyordu ama hayır, doğru anlıyordu. Müdürün katili yakalama gibi bir isteği yoktu.
"Sen bir hırsızsın Haris. Hır-sız. Profesyonel olman ya da çok zeki olman bir şey ifade etme. Şimdi kapa çeneni ve o dâhiyane fikirlerini dilinin altına sakla."
Duyduğu sözler ile hafif bir afallama yaşasa da dudaklarını ıslatıp taze bir nefesle fısıldadı Haris. "Gerçek katili yakalayabiliriz." Bu son çırpınışları anımsatıyordu. Her şey bitmeden yapılan o son çırpınış.
"Ne sandın bu işi?" diye sordu müdür daha ciddi bir ses tonuyla.
"Bir tür oyun mu oynuyoruz sence? Katil kaçıyor biz kovalıyoruz. Kadınlar ölüyor biz onları inceliyoruz ve böylece... Sürüp gidiyor."
Arada nefesi kesilen müdür her defasında daha da kısıyordu sesini.
"İnsanlar deli gibi korkuyor anlasana. Onlara beceriksiz polislerin yanlış kişiyi yakaladıklarını ve katilin hala dışarıda kol gezdiğini söylemeye yüreğin yeter mi? O zaman ortalığın bir cehennemden başka bir şeye dönüşmeyeceğini adın gibi bellesen iyi edersin."
Hepimizin sessizliği koridoru daha fazla gerilime boğarken müdür sanki zaten her yer cehennem gibi değilmişçesine kaçmaya çalıştığı gerçeklerin üstünü örtmeye çalışıyordu. Nasıl bir planı vardı bilmiyorum ama bu kapatış yeni bir maktule kadar sürerdi. Ondan sonra daha fenası olacaktı. Adeta bir uçuruma bile isteye sürükleniyorduk.
Haris'in ceketinin yakalarından tutup hafif çekme ve düzeltme arasında gelip giden hareketiyle son kez fısıldadı müdür.
"Uslu bir çocuk olup sadece sessiz ol, hım? Tamam mı?"
Fısıltısı ürkütücü bir tona ulaştığında yeniden yürümeye başladı. Yanındaki Meriç ve Onur da onunla beraber giderken Haris öylece duvara dayalı bir şekilde kalakalmıştı. Ben de gidemedim. Ben de onun önünde öylece durdum.
Haris'in gözleri ilk defa endişeli diyebileceğim bir şekilde yerde gezinirken ne yapacağımı bilmiyordum. Doğru olan neydi? Müdürün katili salıvermesi cinayetlerin devamına neden olurdu. Yine de polisin hatasını kabullenmesi daha mı kötüydü? İki tarafın yoğun renkleri arasında sıkışmışken sesler çok kısıktı.
***
Müdür tamamen gözden kaybolduğunda Haris de ters yöne doğru yürümeye başladı. Muhtemelen toparlanıp gidecekti. Neden olduğunu bilmeden ben de peşine takıldığımda bir süre beni fark etmedi. Sinirle adımlarını hızlı hızlı atarken ona yetişmek bir hayli zor olsa da pes etmeden koşmam gerekse de onu takip ettim. Nihayet beni fark etiğindeyse şaşkınlıkla durup baktı.
"Ne var? Ne zamandır peşimdesin?"
"Birkaç gündür."
Bunu kast etmediği için cevabım onu gülümsetmişti. Başını iki yana sallayarak alt dudağını ısırdı.
"Bak Heyzır, bitti tamam mı? Yani bir şey ummuyordum zaten ama yine de bu sonu beklemiyordum. Ah her neyse, sen de arkadaşlarının yanına dönebilirsin, artık ortak değiliz gördüğün üzere."
Kulağa zorunlu veda gibi gelen bu iç burkan cümlelerinden sonra gözlerindeki hüzünle geri dönerken hızla önüne geçtim.
"Gerçek katili bulacağına inanıyor musun?" Cevabını çok erk ettiğim bir kere de ben sormak istemişti. Eğer o ihtimal var derse, mümkün olabilirdi. Birlikte çalıştığımız zaman içinde sözleri hiçbir zaman boşa çıkmamıştı. Merakla cevabını beklerken hiç tahmin etmediğim bir şekilde yanıtladı.
"Ben av köpeği değilim," dedi yüzünü buruşturarak. "Kokusunu falan almıyorum yani."
"Ne tür bir varlık olduğun umurumda değil. Onu bulabilir misin onu söyle," dedim sözlerini umursamadan.
Sözlerim biraz sert gelmiş olacak ki kaşlarını kaldırarak gözlerini kıstı. Yutkunuşu ile gözleri yüzümde gezindi. Sonrasında hızla mizahi bir şekle büründü. Suçluluk hissediyor olmalıydı. Eh çok zekiyse neden böyle davrandığımı anlamış olmalıydı.
"Aha! Seni yem olarak kullandığımı..."
"Bu konuda konuşmak istemiyorum."
"Bak ben aslında..."
"Açıklama istemiyorum Haris."
"Önce bi dinle de..."
"Biliyorum kimseyi önemsemezsin, çünkü sevgi nedir bilmeyecek kadar çalındı hislerin. İlk hırsızlığın da bebekken mi olmuştu yoksa? Belki annen belki baban çaldı duygularını kim bilir? Ama ne biliyor musun, zerre umurumda değil."
Ağzı açık öylece dinlerken bir şey diyemeden bana bakakalmıştı. Benden böylesini beklemiyordu ama herkesin bir yere kadar sınırı vardı işte ve benim sınırlarım çoktan aşılmıştı.
"Ölümün eşiğinden döndüm ve ne pahasına olursa olsun o pisliği yakalamak istiyorum. Bunun için de," dedim elimi uzatarak.
"Yeni bir ortaklık teklif ediyorum."
İlk önce elime bakıp hayal kırıklığı ile ağzındaki nefesi dışarı verdi. Hızla siyah saçlarını karıştırıp asker botlarının gıcırtısı ile yerinde kıpırdandı.
"Woah! Onca hakaretten sonra ortaklık teklifini hiç beklemiyordum. Doğrusu bayağı bomba oldu."
Gülen yüzü yavaşça nefrete dönerken yüzünü ekşitti.
"Senin ortaklığın da benim zerre umurumda değil Heyzır Hanım. Git ve Rize'de çay satışları ne durumda onu bi öğren gel. Çaycılık asıl mesleğin falan ya."
Gözlerini devirerek bana bakarken onu dinlemediğim için bana sinirlenmişti ama ben az kalsın ölüyordum. Şimdi bunları söylemesinin ne alamı vardı ki? Yeniden yürümeye başladığında peşinden gidiyordum.
"Kendine fazla güveniyorsun ama en kuvvetli programların bile bir açığı vardır," dedim nefes nefese.
"Hadi ya?" dedi yapmacık bir şaşkınlıkla. "Hackle beni o halde ne duruyorsun?"
"Ve tüm hırsızlar da bir şekilde hata yapar."
"Kelepçele beni o halde."
"Tüm erkekler de aptaldır."
"N-ne?"
Aniden durduğunda ben de elimdeki kâğıdı sallıyordum. Güçlükle aldığım son nefesten sonra nihayet gülümseyebildim. "Gerçekten kendine zeki mi diyorsun?"
Hızla aldığı kimlik fotokopisine bakarken "Bunun sende ne işi var?" diye sordu. Yüzünde yavaşça beliren telaşı seyrederken çok keyif alıyordum.
"Korktun mu? Korkmadıysan daha fazla kork bence, çünkü aslı da bende."
Sinirle kâğıdı buluştururken dişlerinin arasından "Nereden buldun bunu cadı?" diye sordu.
Gülerek kollarımı önümde bağladım ve etrafında dönmeye başladım. Attığım her adımın son derece gıcıklık barındırmasına gayret ediyordum ki bu işte bir hayli başarılıydım.
"Dur tahmin edeyim, şimdi şöyle düşünüyorsun. Ah bu aptal polis kız kimliğimi alsa ne olur, yenisini beş dakikada hazırlarım. Tabii sahte olarak," dedim omzundaki olmayan tozları temizlerken.
"Ama o da ne!"
Bağırarak şaşkınlıkla gözlerimi açtığımda irkildi. Sonra da beni yiyecekmiş gibi yüzünü ekşitti.
"Tek gerçek kimliğin bu ve emniyete bununla kayıtlısın. Sahte kimlikle aniden bulunur ve bir işlem yapamazsın artık. Hem zaten," dedim ona doğru daha fazla yaklaşarak "parmak izinden, DNA'na kadar tüm bilgilerin de elimde. Yani ben tüm bu çirkin şeyler arasında en güzel şeyim bence."
Sinirle nefes alıp burnundan solurken "Sen dünyadaki en gıcık şeysin," diye mırıldandı.
"Eh o da olur."
Gülerek yeniden elimi uzattığımda "Hadi bir kere daha deneyelim," dedim.
Önce bir süre elime baksa da sonunda o da uzattı ve hızlı hızlı salladı.
"Sensiz bu işi çözemeyeceğim için yeniden başlıyoruz unutma," dedim ciddi bir şekilde.
Gözlerini kısıp bir kere daha dudaklarını topladı. "Hiç unutur muyum?"
Her zerresi bana sinirle dolmuştu ama bastırmaya çalışıyordu. Bense bu sefer çok daha umutluydum. Aynı acıların yeniden yaşanmaması için bu sefer her şeyimi feda edecektim. Gerekirse bir kere daha ölümün kıyısından dönerdim.
***
İnşaat mühendisliğinde en önemli bilgilerden biri iç kuvvetle dış kuvvetin eşit olmasını sağlamaktır.
Yani bir bina dışarıdan gelen rüzgâr ya da herhangi bir kuvvete karşı içeriden güçlü durabilecek mi? Yapı denetimin üzerinde durduğu en önemli noktalardan biri de budur aslında. Dışa göre için kuvvet durumu. Dış iç kıyaslaması ya da her neyse ismi.
Şimdi tam da bu noktada bir binaya benzeyen insanın ayakta kalması, dışarından gelen tüm baskılara rağmen içindeki gücün miktarının önemi çok büyüktür.
Gerçekten yıkılmak üzeresinizdir ama içinizden bir ses fısıldıyordur hadi bir kere daha...
İşte o zaman yeniden ayaklarınızın üzerinde durmaya başlarsınız. Ve anlarsınız ki, içimdeki kuvvet dış ağırlıklara meydan okuyor. Güçlüyüm ben. Düşersem kalkarım. Ağlarsam, gülmeyi denerim. Yıkılırsam da her defasında ayağa kalmayı başarırım. Çünkü güçlüyüm ben...
Tüm bu baskıya rağmen yeniden ayağa kalktığım için kendimi kutlarken çoktan üniformamı çıkarmış sivil kıyafetlere bürünmüştüm bile. Tamamen siyaha büründüğüm için hayalet gibi olmuştum. Tabii hayaletleri bembeyaz betimlemezsek...
Merkezden çıkıp Haris ile anlaştığımız parka geldiğimde o da siyah dar paçası ve siyah sweatshirtü ile siyahlara bürünmüştü. İkimiz de günün bu vaktinde olabildiğine az dikkat çekmeye çabalarken buda başarılı sayılırdık.
Siyah şapkasının üstüne giydiği siyah kapüşonundan yüzü iyice kapansa da mimiklerini net bir şekilde görebiliyordum. Beni beğenmezce süzdükten sonra "Gerçekten küçük gösteriyorsun, kaç yaşındasın sen?" diye sordu.
"Senden büyüğüm," dedim gerinerek.
Şaşkınlıkla kapüşonunu çıkardığında şapkasını da hafif kaldırıp baktı.
"Şaka yapıyorsun?"
"Hem de beş yaş."
"Ehee!" İnanmazca gülüp yeri eşeledi iki kere. İnanmıyordu ama doğruydu.
"Körle yatan şaşı kalkarsa, yalancıyla yatan ne olur?"
Sağ kaşımı kaldırdığımda bu cümlenin iyi yerlere gitmediğini düşünmüş olacak ki "Cidden beş yaş büyük müsün?" diye sordu.
"Bana abla diyeceksin."
"Ölsem demem."
"Ölünce söyle o zaman bana fark etmez."
"Ne kindar bir kız ama..."
Omuzlarımı silkelediğimde gözlerimi devirdim. Ben ölecekken onu umuru değil gibiydi ne yapayım?
İki kere öksürüp sağa sola bakıp yeniden bana döndüğünde "Neyse, işimize dönelim şimdi. Elimizde yine bir şey yok baştan mı başlayacağız? Of be!" dedi efkârla.
"Kim demiş elimizde bir şey yok diye?"
Sweatshürtümün altına sakladığım dosyayı çıkarırken sanki yanlış bir şey gösterecekmişim gibi gözlerini kapatıp göz ucuyla baktı.
"Bak elimde ne var." Hızla elimdeki dosyayı alıp bir çırpıda göz attı.
"İyi de bu," dedi beklemeden diğer sayfalara geçerken. "Yakaladığımız kadının ifadeleri değil mi? Nasıl aldın?"
Meriç'in masasındaki dosyadan fotokopi çektirmiştim gelmeden önce. Ellerimi pantolonumun ceplerine koyarken bir kere daha gerindim. Bu aralar gururlanacak çok şey yapıyordum. Kendimi aşıyordum ve aslında gerekte olduğum kişiye dönüyordum.
"Eh senden kaptık işte bir şeyler."
Beğeni ile gülerken bir yandan da dosyayı incelemeye devam ediyordu. Onun her beğenisi ben de daha fazla iş başarma hevesi oluştururken bu işi çözebileceğimize olan inancım her saniye daha da artıyordu.
Güneş batarken bir sonrakinde çok daha parıltılı doğacağına güvenim tamdı. Çünkü içimdeki kuvvet, dışarıdan gelen baskıya karşı bir kere daha dik durabilmeyi başarabilmişti.
Dosyayı incelerken bir yandan da dışarıdan okumaya başladığında dikkatimi tamamen ona verdim.
"Oğlunu aşağılayan insanları öldürmeye kafasına koyduğunda yakalanmamak için seri katili taklit etti demek. Oldukça mantıklı. Bu yöntem çok eskiden beri kullanılıyor ama çok riskli. Yine de..."
Son sayfayı okurken bir çırpıda okuduğu dosyanın ona yetmediğini anlamıştım. Mantıklı bulsa da benim bile anlayacağım şekilde eksik yerler vardı.
"Medya seri katilin birçok özelliğini haber yaptığı için katliamı onunkilere benzetti ve böylece zaten suçlu olan biri varken kendisinin sorun yaşamayacağını düşündü. Hem yakalanmaktan da korkmadı, çünkü seri katilin varlığı onun birkaç yalanının üstüne geçecek türde korkunç bir gerçek."
Dosya hakkında çıkarımlarımı tamamlarken "İyi de," dedi gözlerini kısarak.
"Serçe parmağın kesildiğini haberlerden öğrenmiş olsa bile, bir önceki maktullerle aynı olan gelinlikçiyi nasıl buldu? Gelinlik resimleri buzlanmış olarak servis ediliyor. Biz bile çok az bir bölümünden yola çıkarak giriştik bu işe. Haberlerde görmüş olması imkânsız o yüzden."
Kuşkuyla bana bakarken "Senin de aklına gerçek katille arasında bir bağ olma ihtimali gelmiyor mu?" diye sordu.
Hızla başımı tasdik için sallarken ben de bunu düşünüyordum. Son üç maktulün gelinliği aynı markaydı ve son ikisi bu kadına ait olsa bile diğer biri kesinlikle seri katile aitti. Peki ya kadın bunu nasıl öğrendi?
"O kadınla konuşmalıyım Heyzır. Onda bu konuyla ilgili daha çok bilgiler var bence."
"Evet, ama bu imkânsız," dedim hüzünle. "Benim bile onunla konuşmaya iznim yok. Sadece dedektifler konuşabiliyor."
"Meriç bir dedektif," dedi kaşlarını kaldırarak.
"Yani?"
"Cevabı sen de çok iyi biliyorsun."
Gerginlikle yutkunurken benden Meriç'ten destek almamı istiyordu. Bu müdürün kulağına bile gidecek olsa yapmalı mıydım? Birkaç saniye düşündükten sonra gerçekten de başka çarem olmadığını açıkça görebiliyordum. Ellerimi dizlerime bir iki defa sürttüğümde avuç içlerimin terlediğini fark ettim. Kötü olan yaptığım bu gizli iş birliğinin diğerleri tarafından duyulması değil, biz herhangi bir işe girişmeden engellenme ihtimalimizdi. İşte o zaman yaptığımı bu birlik de onca emek de boşa gidecekti.
"Bak, çok değil. Sadece on dakika yeter. Eğer bana on dakika ayarlayabilirsen bayağı bir bilgi elde edeceğime inanıyorum. Hayır, aslında eminim."
Onun kendine olan inancı bana da sıçradığında başımla onayladım. Muhtemelen bu iş başıma iş açacaktı ama henüz acemi de olsam ben bir polisim. Ve gerçek bir polis, zorluklar karşısında asla yılmaz. Sonucu nereye varırsa vardın her türlü ihtimali değerlendirmeden rahatça köşeme çekilemem.
"İnsanlara görünmeden merkeze gelebilir misin?"
"İnsanlara görünmemek yaptığım en iyi şey," dedi kaşlarını kaldırıp dudaklarına çarpık bir gülüş yerleştirerek.
Heyecan mı desem, kurallara karşı gelmekten kaynaklanan bir tedirginlik mi desem, yanlış insanla doğru şeyler yapmaya çalışmak mı desem, ne desem?
Bunca med cezir arasında kalmışken derin bir nefes aldım. O küçük maktulün annesinin ağlayışı gözlerimin önünden gitmiyordu. Tüm bu arada kalmaya değecek, uğruna savaşılacak bir nedendi bu ağlayış.
Haris ile merkeze doğru yürümeye başladığımızda Meriç'e içimden erken özürler sunuyordum. Yavaşça bir yalancıya dönüştüğüm için ve içten pazarlıkla göz boyayarak dönen oyunlara rağmen gerçekliği savunduğum için.
***
Üniformamı yeniden giydiğimde kartımın olduğu ipi de boğazımdan geçirdim. Haris'in nerede olduğunu bilmiyordum. Bense Meriç'i bulmak için acele ediyordum. O burada saygı duyduğum önemli bir kimlikti. Eğer onun da aklında soru işaretleri olursa eminim ki o da yardımcı olurdu. Haris'ten pek hoşlanmadığı için ondan bahsetmem doğru olmazdı ama en azından kendi adıma konuşup tıpkı benim inandığım gibi ona dayanacak birkaç dal verirsem ilerlememe yardım eder diye umuyordum.
Müdür ortalarda görünmezken hala merkezde ifadesi alınmaya devam eden katilin varlığı işime geliyordu. Şimdi tam vaktiydi.
"Emre, Meriç komiseri gördün mü?"
Başını iki yana sallarken bana bakmıyordu bile. Tam o anda yanımızdan geçen temizlikçi Vedat abi "Polis hanım Meriç komiseri arıyorsanız biraz önce lavaboya girdi," dedi. Peşinden sürüklediği temizlik malzemeleri dolu arabaya bakıp bunca işinin arasında bana yardım ettiği için minnetle gülümsedim.
Gözlerim parıltı ile açılırken birden çok teşekkür ettim ve erkekler lavabosuna doğru hızlı hızlı yürümeye başladım. Döndüğüm her koridorda lafa nasıl başlayacağımı, nasıl devam ettireceğimi ve nasıl onu da ikna edeceğimi düşünüp duruyordum. Ya bana bu işi kurcalamamamı söyleyip en başından kestirip atarsa?
Bitmek bilmeyen ihtimallerimle nihayet lavabonun önüne geldiğimde koridorda dört dönüyor içeriden çıkmasını bekliyordum.
Ne demeliyim? Nasıl demeliyim? Kabul eder mi?
Tırnaklarımı tek tek ısırmışken kapı açıldı. Aniden durup ona baktığımda kolunun altına sıkıştırdığı silahı ile bana bakıyordu. Gözlerini bir iki defa kırptığında "Lavaboya girmeyecektin değil mi?" diye sordu, erkekler lavabosunu işaret ederek.
Aniden kızaran yanaklarıma engel olamazken "Hayır hayır, ben sadece," dedim bir adım geri giderek. "Sizinle konuşmak istiyordum."
"Buyur."
Nasıl diyeceğim? Yeni bir polis olarak çok ileri gitmiş mi olurum? Kendimi yiyip bitiren çekincelerime bir son vererek söyleyiverdim.
"Bir kere de olsa katilin ifade verişini seyretmek istiyorum efendim. Biliyorum henüz yeniyim ama bu dava çok farklı ve..."
"Heyzır heyecanını anlıyorum ama bu müdür beyin pek de hoş karşılayacağı bir şey değil. Benim sana güvenim sonsuz ama böylesine ağır katiller sadece dedektifler tarafından sorgulanıyor. Yani elbette senden bir şey gelmez ama gidip onunla konuşman ve eğer yanlış bir duygu ile karşılık verirsen ve yeterince emin konuşamazsan onun cesaretlenmesine kadar türlü durumlara neden olabilir"
Onu anlıyordum. Hem beni kırmak istemiyor hem de çabalıyordu. Hem haklıydı da, ben bu halimle katille konuşsam yeni bir katliam için cesaret bile alabilirdi. Ona, Meriç gibi kendinden emin baskın karakterli biri gerekliydi. Hüzünle başımı yere eğdiğimde derin bir nefes alışını hissettim.
"Gerçi Müdür Bey de merkezde değil." Umutla gözlerimi ona kaldırdım. Bir şans belki?
"Sadece on dakika yeter mi?"
"Yeter efendim." Hızla yanıtladığımda gülümsemişti. Bir çocuk gibi sevinmiştim besbelli.
On dakika yetmez mi be. Sanki bu işi çözmemiz istenircesine tevafukların birbirini kovaladığı bu anlarda manevi bir destek aldığımı düşünüyordum. Ayarlasam böyle olmazdı.
Hızla Haris'e mesaj attım. Sorgu odası gözetleme yerinden Meriç ile seyredecektim ama bir şekilde onu oradan çıkarmalı ve Haris'e sorgu için vakit bulmalıydım.
Şimdilik ilk adımı geçmişçesine sorgu odasına doğru yürürken buraya kadar gelmenin verdiği güçle devamının da geleceğine inanıyordum. Bakalım bu katilin bizden sakladığı neler var ve düşündüğüm gibi seri katil tamamen mükemmel mi yoksa herhangi bir yazılım gibi mutlaka bir açığı var mı?
Ve ben o açığı bulduğum anda, içeri girmek için bir an bile tereddüt etmeyeceğim. |
0% |