@halempa
|
Keşkeler kafamın içinde, İsimsiz kalmış gibi, Kimsesiz kalmış gibi, İnançsız kalmış gibi, Anlamsız, yalın, boş. Korkularım gibi, Bir başıma! Mutsuz ve dengesiz, Umutsuz ve değersiz. Yaralı bir soytarı edasıyla, Keşkeler içinde yüzüyor, Bir bakışın için deliriyorum... luzluziax / umutlanmak -"keşke" Haftasonunun ilk günüydü, Deniz ile geçireceği ikinci hafta sonu. Bütün gece düşünmüştü. Sabaha doğru, güneş doğmaya başlayınca gözlerine vuran ışıkla uyanmıştı. Kısacık bir uyku uyumuş olmasına rağmen dinçti. Güneş yüzünden olmalı, diye düşündü. Güneşli günlerde daha enerjik uyanırdı. Çıplak adımlarla ses çıkarmadan mutfağa gidip kahve yaptı, hala şafak söküyordu. Tamamen doğmamış olmasına rağmen bu gün güneş şaşılacak kadar parlak görünüyordu. Güzel bir gün doğuyordu: parlak, ışıltılı. Kahvesiyle birlikte pencere tarafa gitti ve bir süre kızıl bulutların sarıya doğru solmasını izleyerek vakit geçirdi. Sonra saçlarını at kuyruğu yapıp planına koyuldu. Mutfağa gidip kahvaltı hazırlamaya başladı. Mezeler hazırladı, angaryaları da tabaklayıp masaya koyduktan sonra giyinmek için küçük odaya gitti. Yerde Deniz'in evine taşınırken kullandığı büyük askılı çantası ve dün eski evden getirdiği sırt çantası duruyordu. Sırt çantasının fermuarını açıp içinden spor takımlarını çıkardı. Kas yapısını korumak için sporu ciddiye aldığı zamanlardan kalma en basit takımını almıştı; sonuçta bu aralar rengarenk, afilli takımları üzerinde gururla taşımasını sağlayan belirgin kasları yoktu. Dar giysileri cılız gövdesine kolayca geçirip kalın tabanlı beyaz spor ayakkabıları giydi. Evde kullanabileceği bir boy aynası olmadığından, kendini camdan görebilmek için pencereye yaklaştı. Saçlarını eline dolaya dolaya sıktı ve tepesinde sıkı bir balerin topuzu yaptı. Alnından topuzuna kadar okşayarak saçlarını kontrol ederken aynadaki görüntüsüne baktı, sonunda olmuştu: esnek ve siyah renkli takım, kadınsı hatlarını tüm detayıyla gösterecek şekilde bedenini sarıyordu, günlerdir ilk defa fiziğinin hakkını veren bir kıyafet giymişti. Tepesindeki balerin topuzunu sevmişti, eksiksiz ve saçaksızdı. Sadece... Saçının rengi güneş ışığı yüzünden patlıyordu. Açık sarı ton, ışığın altında yapmacık duruyordu. Doğallığını bozan bu görüntü karşısında alnında hafif bir kırışıklık oluştu; yüzünün her parçasını doğallığından gelen narin bir güzellik olarak düşünürdü ancak iki hafta önce hevesle boyadığı saçları şimdi gözüne batıyordu. Saçının rengini hala seviyordu ancak yüzünün doğal havasını bozup böylesine dikkat çekmesi hoşuna gitmemişti. Pes ederek ellerini iki yanına düşürdü, omuz silkti ve bu meseleyi dip boyasının geleceği gün düşünmeye karar verdi. Hafif bir makyaj yapmayı planlamıştı. Ancak saçlarının ışıkta patladığını gördükten sonra hevesi kaçtı ve nemlendirici sürerek mevzuyu kısa kesti. Odadan çıkarken eline bulaşmış nemlendiriciyi yediriyordu, o sıra çaprazındaki odanın kapısı açıldı ve ayakları yere yapıştı. Bacakları bir an sahibini dinlemeksizin hareket edememişti, gözleri de birkaç metre ötesindeki kapıya kilitlenmişti, bu yüzden odasından çıkan Deniz ile gözgöze gelmesi zor olmadı. Deniz, uykudan yeni uyanmış kısık gözleri ve baktıkça Sırma'ya sokak dövüşçülerini hatırlatan birbirine girmiş hırçın bukleleriyle her sabahki halindeydi. Kemikli uzun parmaklarını yüzüne götürüp gözlerini ovaladı ve şaşırtıcı bir şey görmüş gibi birkaç kez kırpıştırarak ona baktı. Sırma'yı baştan aşağı süzerken kestane rengi kalın kaşları çatıldı. "Hayırdır?" Sabahın ilk sesi duvarlara vurmuştu ve Deniz'in asabiyeti kendini belli ediyordu. Sırma ifadesiz bir yüzle "Bir şey yok. Sana da günaydın." dedi ve mutfağa geçti. Salon ile mutfağın arasında yarı duvar görevi gören eski masanın yanından geçip ocağa gitti. Su kaynamıştı, fokurdayan demliğin altını kıstı ve çayı demlenmeye koydu. O sıra Deniz'in keskin bakışlarını sırtında soğuk bir ürperti gibi hissediyordu, inatçı bir keçi gibi hala sorunun cevaplanmasını bekleyerek kapının önünde beklediğine emindi. Sırma tezgahtan ekmeği alıp dilimlemek için masaya döndü ve yine ifadesiz bir tavırla "Ne?" dedi. "Ne olduğunu sen söyle. Kıyafetler ne iş?" Ekmekleri örgülü servis kabına koydu ve Deniz'e baktı; üstünde unisex, bol kapüşonlu bir sweatshirt vardı, ellerini önündeki geniş cebin içine sokmuştu. Altında dar ile bol arası bir sınırda kalmış, hafif kısa paçalı bir eşofman altı vardı, kıyafetlerin rengi aynı beyaz olsa da takım olmadıkları belli oluyordu. O da Sırma gibi kalın taban beyaz spor ayakkabılar giymişti, ağırlığını bir kalçasına vermiş ve bir ayağının ucunu yere dayayarak bacağını diğerinin önüne atmış bir şekilde kapının önünde dikiliyordu. Sırma kıyafetlerini incelerken bir kaşı havaya kalktı; Deniz'in ilk görüşte tenis turnuvasına katılacakmış gibi duran bu garip tercihinin ardında hangi sebebin olduğunu merak etti. Ancak açıklama yapmak için hala çekimserdi, yine bir şey söyleyip Deniz'in yemek yemeden evden kaçmasını istemiyordu. Omzunun üstünden ocağa baktı, demlik tütüyordu. "Çay oldu galiba, hadi yiyelim." dedi. "Ya sen niye bu kadar zorsun? Telefonda konuşmanı dinledim, peşine takılıp spora geleceğim desene?" Sırma bir o yana bir bu yana bakıp uzun tırnaklarını masada tıkırdattı. "Sustuğuna göre doğru tahmin. Hayır, gelemezsin." Gözlerini bir anda kaldırıp ona baktı. "Ne istiyorum biliyor musun? Ne zaman konuşmaya başlasam ya kavga çıkıyor ya da çekip gidiyorsun. Her gün bu sofradaki yemekleri tek başıma bitirmeye çalışmaktan bıktım. Bir sefer kavga etmeden usulca duralım istiyorum!" "Burada sorunlu olan ben değilim! Telefonumu bile dinliyorsun be, delice olduğunun farkında değil misin?" Sırma tırnaklarını masaya geçirdi. Hakaret, sürekli hakaret, diye düşündü. Ancak hislerini dışa vurmamalıydı; bu çarpık ilişkide ağırdan alanın kendisi olmaktan başka yolu yoktu. "Deniz lütfen sonra." Deniz öfkeyle yüzünü ovaladı, ellerinin altından çıkan boğuk bir sesle "Allahım ya, sabah sabah duyduğum saçmalığa bak!" dedi. Ellerini yüzünden çekince Sırma ile gözgöze geldi, öfkelenince gözleri daha bir parlak gözüküyordu sanki. "İyi." Dedi sert bir sesle. "Neyin peşindesin anlat hadi, kızmadan dinleyeceğim." Sırma'nın kaşları endişeyle büzülerek "Önce bir şeyler yesek?" diye sordu. Deniz oflayarak masaya geldi ve Sırma'nın karşısındaki sandalyeyi sertçe çekerek döşemenin kısa bir çığlık atmasına sebep oldu. Sırma içinde hafif bir rahatlamayla ocağa döndü ve çay koydu. Bir süre sessizce yemek yediler. Sırma kaçamak bakışlarla sürekli Deniz'i kontrol ediyordu, sanki onun bir anda masadan fırlayıp kaçacağından korkuyordu. Saçma bir kuruntu olsa da iki haftadır edindiği keyifsiz alışkanlıklar içine sinmişti. Ekmeğine reçel sürerken çekinceli bir sesle "Vişne reçeli çok güzel, denemek ister misin?" diye sordu. Deniz agresif bir homurtu çıkararak reddetti. Şaşırtmamıştı. Söz konusu Sırma ise Deniz'in hareketleri her zaman tahmin edilebilirdi, fikirleri düzdü. Ama malesef ki bu adamı seviyordu. Düşünceli bir iç çekerek "Peki," dedi. Deniz'in ilgisi ona yöneldi. "Geçen hafta sonu erkenden evden çıkıp gidiyordun, ne olduğunu merak ettim. Geçen akşam," Geç saat olduğunu hatırlayarak "Gece," diye düzeltti. "Sesini duyup uyanıverdim. Mutfakta yemek yiyordun, telefonda biriyle konuşurken dediklerini duydum. O kadar." Deniz ağzına bir peynir dilimi attıktan sonra "O kadar durmuyor." dedi. Sırma konuşurken başını yana eğmişti. Kirpiklerinin altından Deniz'e baktı, şimdilik uyumlu olmaya çabalıyor gibiydi. Deniz sessizdi, söylemek istediği çok şey olduğunu ama boğazından geriye itip durduğunu söyleyebilirdi ama ispatlayamazdı. "Doğan çiftlik diye bir yere koşuya gidiyorsunuz değil mi?" Diye sordu, sesi patlama riski olan bir bombayla konuşur gibi temkinliydi. Deniz'in bakışları bir anda ona döndü, çayını yudumlamak üzere bardağın ucu ağzına dayanmıştı ve öylece kalıvermişti. Sırma başını sallayarak "Orayı biliyorum." dedi. "Orada eskiden koşu yapardım." "Tamam, yolunu biliyorsun yani. Bundan bana ne? Gidip kendi sporunu yap. Benim partnerim var yanımıza başka biri istemiyoruz." Sırma yüzüne düşen bir saçı kulak arkasına ittirdi. "Sizin... Özelinize dalacak kadar patavatsız değilim, anlayabiliyorum. Birlikte vakit geçirmek istiyorsunuzdur filan. Ben sadece sporumu yapmak istiyorum." "Pardon? Havanı mı yiyoruz? Sanırsın karşımda profesyonel sporcu var! Biz orada canımız çıkana kadar koşuyoruz hanımefendi." "Lisede profesyoneldim evet." Deniz'in çayı yine dudağında durdu. "Sen beni iyice saf sandın ha. İnanmıyorum artık, bırak yalanı." Sırma bezgin bir iç çekti, "Haklısın eskiden seni inandırmak zordu, artık çok daha zor." dedi. Ayağa kalkıp üstündeki kıyafetleri işaret etti. "Bunlar benim liseden kalma jimnastik takımlarım. Bale de yapabiliyorum ispat edeyim mi?" Dedi ve güldü. Asabı bozulmuştu, Deniz'i bir şeye ikna edebilmek ne zordu. Deniz bardağı masaya sertçe koyup Sırma'yı baştan aşağı süzmeye başladı. Ardından umursamaz bir tavırla omuz silkip "Bana ne ya," diye kestirip attı. "Neyse ne, yine geçmişine dalıp beynime gereksiz bilgiler curcunası sokmak istemiyorum. Madem bu kadar işinin ehlisin git sporunu yap o zaman. Beni niye ikna etmeye uğraşıyorsun?" "Çünkü eski yol artık yok. Eskiden oraya karayollarından gidiliyordu, sonra yolu kaldırdılar. Çiftliği de taşıdılar diye duymuştum. Daha sonra patikayı bulmayı denedim ama mevkiye yakın bütün araziyi değiştirmişler. Oraya giden hiçbir yol kalmamıştı, ben de bırakmak zorunda kaldım." Ellerini iki yanına kaldırıp indirerek "Sonra işe başladım filan, iyice saldım." dedi. "Sizin oraya nasıl vardığınızı öğrenmek istiyorum, bu sefer sizinle gelmeme izin ver." "Oof! Kırk yılın başı bir spora başladım onda da peşime takılmak zorunda mısın? Başka bir yol bulsana?" "Oranın patikası uzun." "Bul bir yer, tekrar tekrar koş." "Cimri olmayı keser misin? Sadece nasıl gidildiğini öğreneceğim o kadar! Hafta içleri bomboşum, en azından koşu yaparım." "Hafta sonları da bizi rahatsız edersin." "Her gün koşu yapılmaz. Normali zaten 3-4 gün. Hafta sonları gitmem olur mu?" Deniz gözlerini kısarak "Lafına niye güveneyim?" diye sordu. "Tavuk gibi yalan yumurtluyorsun sen. Olmaz, git kendine başka yer bul. Peşime bir de seni dert edemem." "Ne alaka söyler misin?" "Ulan evimi gasp ettin zaten! Bırak da senin olmadığın nefes alabileceğim bir yer olsun!" Bu sefer Sırma'nın gözleri kısıldı. "O zaman yemek yapmayı bırakıyorum. Yeterince aşçılığını yaptım, sana hizmet etmek zorunda değilim." Deniz ellerini sertçe masaya vurup ayağa kalktı ve "Yapma, çok da umrumdaydı." diyerek salona yöneldi. Sırma içinde kıvılcımlanan panikle öne atıldı ve hızla yanına yetişti. Deniz'i bileğinden tutarak "Nasıl gidiyorsunuz bari onu söyle!" dedi. İçinde anın hızı yüzünden başta anlayamadığı bir heyecan oluştu, ancak sonradan aklına geldi: onu gördüğünden beri Sırma'ya uzun yıllar gibi gelen günlerin ardından ilk kez Deniz'e bu kadar yakındı. Ona dokunabildiğine inanamadı. Deniz hışımla elini çekerek ona döndü. Yüzyüzeyken aralarındaki boy farkı ortaya çıkmıştı, Sırma neredeyse Deniz'den eksiği olmadığını düşünürdü ama o an Deniz'in daha uzun olduğunu fark etti. Bildiği kadarıyla kendi 1.78 boyundaydı ve yıllarca insanlara tepeden bakmaya alışmıştı. Nadiren ona tepeden bakan biri olunca garipsiyordu ve şu anda gözleri Deniz'in dudak hizasına gelirken de öyle olmuştu. "Kavga istemediğini söylemiştin. Öyleyse daha fazla sinirimi bozmadan rahat bırak beni." Diye tısladı Deniz. Sırma alçak sesle "Orada benim ne çok anım var biliyor musun?" dedi. Deniz çarpık bir gülümsemeyle "Zerre umurumda değil." dedi. "Kırk yılın başı arkadaşımla bir kafa dinleyeceğiz, bir eşek arısının gelip bütün olayımıza sokmasını istemiyorum." "Ne sokması?" Diye saf saf sordu Sırma. "Ne sokacağına da sen karar ver artık, sal beni!" Harflerin üstüne bastırarak "Lütfen." Dedi Sırma. "Defoool." "Deniz." "Bak," diye hırladı Deniz, artık sabrı kalmamıştı. Bir adım attı ve burun buruna geldiler, şimdi aralarında sadece afaki bir tozun geçebileceği kadar mesafe vardı. Birbirlerini bile görmüyorlardı. "Vaktimi harcama, erkenden defolup gitmem lazım tamam mı? Seni yanımıza almıyoruz. Bu kadar. Ha madem gitmeyi çok istiyorsun, gidip öğren. Çok istiyorsan bulursun. Derdin sadece beni rahatsız etmekse bu sefer kavga etmekle kalmayız, haberin olsun." "Hala tek derdimin seninle uğraşmak olduğunu sanıyorsun." "Hiç haksız sayılmam. Sonuçta yalan yumurtlayan bir tavuksun. Senin normalin gizli gizli insanları dinlemek." "Emin ol tavuk olsaydım bile senden hızlı koşardım." Deniz omuz silkerek geriye çekildi ve yüzünde şaşırtıcı düzeyde vurdumduymaz bir ifadeyle "Boşuna uğraşma, seninle ilgili hiçbir şey ilgimi çekmiyor." dedi. Daha bir saniye öncesine kadar öfke krizinin eşiğinde olan adam şimdi nereden çıktığı belli olmayan bir umursamazlıkla caka satıyordu. "Hayatınla ilgili yeterince şey öğrendim zaten, biraz daha öğrenirsem patlayacağım." Deniz odasına ilerledi, kapıyı açıp içeri girerken Sırma yetişti ve hızla sürüklenen kapıyı yakaladı. "Niye bu kadar zorsun? Hayatına minicik bir anlığına yeni biri sokmak çok mu zor?" "Senden kurtulmaya çalışıyorum anlasana! Seni bir saniye bile görmeye katlanamıyorum. Mahallenin bakkalı bile gelse, abi hayatına girebilir miyim dese okeyim ama seni istemiyorum anladın mı?" Sırma alaycı bir homurtu attı, kollarını önünde birleştirdi ve özgüveni yüksek bir tavırla ağırlığını bir kalçasına vererek "Gören de beni çok hevesli sanacak!" dedi. "Bu evde seni rahatsız etmemek için ne kadar uğraştığımı hiç gördün mü? İşim olmadığı halde sana yemek bile hazırlıyorum, sırf sana yaranabilmek için!" "Yapma lan ben mi istedim bunları?" Diye bağırdı Deniz. Sırma'nın öfkesi bir anda parladı ve "Bağırma bana, karşında ezik yok!" diye bağırdı. Deniz yatak ucundaki komodinden küçük bir çanta alıp içine telefon ve cüzdan tıkıştırırken dehşet içinde dona kaldı. Ancak Sırma konuşma fırsatı vermeden devam etti: "Sokakta birbirini tanımayan insanlar bile yol tarifi verirken nazik olabiliyor. Ama seninle iletişim kurmak mümkün değil! Sürekli şüphelisin, her lafın altında gedik arıyorsun, her hareketimi evinde kalmama bağlayıp sürekli, sürekli geçmişi anıyorsun! İletişim kurmamak için o kadar bahanen var ki! İşte bu yüzden kavga etmeden duramıyoruz ve bu tavırla yaşamaya devam edersen hiç mutlu olamazsın emin ol!" "Hayatımdan sana ne?" Deniz öyle bir bağırmıştı ki duvarlar titredi. "Hiçkimse değilsin sen! Ne istersem onu yaparım ne istersem onu derim lan, beğenmiyorsan siktir git!" "Bildiğin tek şey kavga etmek!" Deniz hızla Sırma'nın önünde belirdi ve "İstemiyorsan git o zaman!" diye bağırdı. Sırma yumruklarını sıkarak "Hayır, gitmiyorum! Artık dinlemek zorundasın! Beni sürekli yanlış anlıyorsun!" diye bağırdı. "Bana emir verme!" "Deniz, her seferinde kavga çıkarıyorsun yeter artık!" "Ne yapacaksın? Şimdi de çocuk gibi ağlayıp kendini acındıracak mısın? Bence hazır gözlerin dolmuşken hemen bu evden çık git. Daha pahalı daha zengin bir ev bulup bahçesinde filan zırla. Hatta sana koşu bandı bile alırlar, daha iyi değil mi?" "Arkadaş olamaz mıyız?" Dedi Sırma. Sonunda demişti. Sabahın huzuruna yakışan bir sessizlik. Gerçi bu sessizlik kısa bir süre evvel doğmuş ama Deniz ve Sırma'nın olmazsa olmaz kavgaları yüzünden ölüvermişti. Ancak şimdiki doğmuş olan eskisi kadar sessizdi. Deniz birkaç kez konuşma derdiyle ağzını açmış ancak şaşkınlıkla geri kapamıştı. Ne söyleyeceğini bilmiyordu, buna rağmen bakışlarında söylemek istediği her şeyin ifadesi vardı. Sonunda "Harbiden manyaksın sen." dedi. "Başka bir cevabın olsa şaşarım." "Ne..." Parmaklarını sıkıntıyla saçlarının arasından geçirip asi buklelerin iyice dağılmasına sebep oldu. "Bu sefer neyin peşindesin?" Diye sordu, gözlerinde henüz anlamlandıramadığı garip bir parıltı vardı. "Ha? Bu sefer kafanda hangi delilik var? Şimdi neyin peşindesin?" Sırma'nın yüzünde acı bir ifade oluştu. "Ne dediysem o Deniz! Kavga etmekten yoruldum! Şu evde sürekli birbirini ilk defa gören yabancılar gibi dalaşmaktan bıktım artık! Barışmamız gerek, bu belirsiz nefret çemberinden kurtulup ikimiz de rahat etsek olmuyor mu? İki medeni insan gibi birbirimize anlayış göstererek yaşayamaz mıyız?" "Ne zırvalıyorsun..." "Zırva mı?" Aniden Sırma'nın parmakları ikisinin yüzü arasında belirdi. "Şurada azıcık bir zamanım var ya." diyerek işaret etti. "İki hafta kalıp gideceğim. Ama sen güvensizsin. Söz konusu ben olunca ağzımdan çıkan lafları öyle süzgecinden geçiriyorsun ki ya yanlış anlıyorsun ya yalan sanıyorsun, gideceğimi defalarca kez söylesem de seni inandıramıyorum. Ha bire kavga ediyoruz! On gün seni kovaladım!" Kendini tutamadan "On gün!" diye avazı çıktığı kadar bağırdı. İnce ama şiddetli sesi duvarları inletti. "Sana kendimi dinletemiyorum. Senin kaçmandan benim kovalamamdan bıktım!" "Ben de senin inadını anlamıyorum!" Diye bağırdı Deniz. "Uğraşmana gerek mi vardı? Senden hiçbir şey beklemedim! Sadece benden uzak dur ve harbiden gideceksen git, tek derdim bu! Bana bunu ispat et yeter!" Bir adım atarak Sırma'ya yaklaştı, aralarındaki mesafe bir kere daha sıfırlandı. "Ya delisin ya aptal, ama her türlü boş iş peşindesin. Gerçekten bu kadar önem veriyorsan beni rahat bırakırsın olur biter. Niye kasıyorsun?" "Bağ kurmaktan korkuyorsun sen." Deniz bir anda kulak patlatan bir kahkaha atarak geri adım attı. "Ne saçmalıyorsun ya? Yalanların bitti şimdi de kişisel gelişim uzmanlığına mı başladın?" "Kendine dönüp bir bak." Dedi Sırma, Deniz'in aksine yüzü mahkeme duvarına benziyordu. "Her sözünde hakaret var. Kendine karşı ilgi duyulmasından rahatsızlık duyduğun için böyle aşırı tepki verdiğinin farkında mısın?" Deniz yine donup kalmıştı, dudakları şaşkınlıkla aralanmış ve duyduklarına inanamamış gözlerle bakıyordu. Sırma bu fırsatı iyi değerlendirip bütün söyleyeceklerini kurşun gibi dizdi. "Ya da ilgi duyulmayı kendine ters buluyorsun, çünkü senin için ancak dolandırıcılık ya da başka bir çıkar ilişkisi lazımsa öyle bir şeyin mümkün olabileceğini sanıyorsun. Gerçekten öyle mi? Sen ilgiyi hak etmiyor musun Deniz? Ya da ben yine yanlış anlıyorum, belki de sakladığın başka bir şey var. Yoksa benden korkuyor musun?" Deniz'in sessizliği o an patladı ve Sırma'nın göğsünden tutup itti. "Sen ne saçmalıyorsun be? Kim oluyorsun da senden korkacakmışım? Söylesene hadi? Neyden korkuyormuşum!" Durmaksızın Sırma'yı ittiriyordu, Sırma göğsüne vuran elleri ittirmeye çalışıyor ama gücü Deniz'e yetmeyip adım adım geri gidiyordu. Göğsüne saplanan parmaklar canını yakıyordu. Ancak Deniz'in öfkesi durmadı. "Yok güvensizmişim, korkakmışım, yok ilgiyi hak etmediğimi sanıyormuşum... O küçücük beyninle beni zayıf düşürüp kandırabileceğini mi sanıyorsun ha? Ağlama, yine ağlak bebekliğe başlama, söyle!" Sırma küçük bir çığlık atarak yana doğru çekildi. "Canımı acıtıyorsun!" Deniz'in kemikli parmakları Sırma'nın göğsündeki elastik ince kumaşı kavradı ve sertçe çekti, Sırma yine küçük bir çığlık atarak elleriyle ona engel olmaya çalıştı. "Kes şunu!" Diye bağırdı. "Korkaksın işte! Benimle konuşmaktan kaçıp durduğun için korkaksın!" Dengesini sağlamak için o da Deniz'in yakasına yapıştı ve gözlerinin içine bakarken soludu. Her şey nasıl bu hale gelmişti? Yine ne yapmıştı da kendisini önceki durumlardan daha beter bir durumda bulmuştu? "Sürekli... Kaçıyorsun... Eğer korkmasaydın bana şiddetle değil mantıklı bir cevapla karşılık verirdin." Derin soluklar alıp verirken göğsü acıdı. "Yalan söylemiyorum. Benimle konuşmamak için eve hep geç geldin, bahaneler bulup kaçtın! Gideceğin yerde benim bulunma ihtimalimden bile korktuğun için debeleniyorsun!" "Senin karşında aptal yok kızım, kaşındırmıyor! Beni böyle gaza getirince istediğin olacak sanıyorsun. Güya erkekliğime dokundurarak kandıracaksın. Leş numaralar bunlar, karşındaki ne olduğunu iyi biliyor! Maden çok akıllısın, çok iyiyöeüyorsun, o aklını kendi yararına kullan o zaman! Elimde kalmak mı istiyorsun?" Öyle bir kükremişti ki Sırma kulaklarının acısından gözlerini yummak zorunda kaldı. "Bende böyle korkulacak ne var? Gözünde sabah akşam malını gasp etmek için hain planlar kuran bir cine mi benziyorum? Benden niye sürekli kaçıyorsun?!" "Allah'ın belası deli!" Deniz, Sırma'yı yakasından savurarak kendisinden uzaklaştırdı. "Kafanda kurduğun delilikleri tekrar edip duruyorsun! Kes şu zırvayı yoksa elimde kalıcaksın!" Sırma buruşmuş kıyafetinin yakasından tutarak büzüldü, yüzünü buruşturup göğsündeki acının geçmesini bekledi. "Geldiğimiz hale bak." Diye hırladı. "Ne lafımı dinliyorsun ne de..." Deniz'in elinde asılı duran küçük çantadan sesler yükseldi. İkisi de çantaya baktı. Deniz belli belirsiz bir şeyler mırıldanarak telefonunu çıkardı, yanıp sönen ekranı görünce bir küfür attı. "Alo Leman." Demek adı Leman'dı. Sırma yalnız kaldığı günler boyunca Deniz'in bir kadınla beraber olduğunu tahmin etmekten başka bir şey yapamamıştı. Ama doğruydu, sezgileri onu yine yanıltmamıştı. "Tamam, tamam... Ne?" Deniz'in yüz ifadesi bir anda değişti, yüz kasları beklemediği bir durumun etkisiyle belirginleşmişti. "Ne demek gelemem? Saçmalama kızım boşuna mı bunları giydim? Hayır..." Konuşmak üzereyken durup karşı hattan gelen sesi dinlemeye başladı. Sırma o halini seyrederken içinde kahredici bir imrenme duygusu yaşadı; Deniz az evvel öfkeden kudurmasına rağmen o kadının sesini duyunca yüzünde saygı ifadesi oluşuyordu. Ancak Deniz'in ifadesi gittikçe memnuniyetsizleşti, bir aksilik vardı. Öfkeyle oflayarak merdivenlerin öte tarafındaki küçük koridora geçti. Arka taraftaki odanın balkonuna çıkmış olmalıydı, kapının sesinden anladı. Acıyan göğsünü tutarak kanepeye oturdu, sinirden dudaklarını dişliyordu. "Aptalım ben!" Diye hırladı, bunu niye dediğini bilmiyordu. Suçlu kendi değildi ancak yine kavga ettikleri için kendini aptal hissediyordu. Üstelik bu sefer durum daha berbattı. Algılayamıyordu. Deniz'in doğasında Sırma'ya ters tepki veren bir tetikleyici vardı sanki, ne yapsa sonuç öncekinden beter hale gelip Sırma'yı yaptığına pişman ediyordu. Titrek bir iç çekerek başını ellerinin arasına aldı. "Ne yapacağım ben..." Diye inledi. Şans ipinin ucunu bir türlü bulamıyordu. Dakikalar geçerken Deniz'in odadan çıkmasını bekledi. Başını ellerinin arasına almış, salonda ileri geri dolanarak bir bahane üretmeye çalışıyordu. İçinden bir ses bu sefer kurtaramayacağım, diyip duruyordu ve bu ilk defa oluyordu. Haksız sayılmazdı, sonunda ikisinin de içinde biriken sıkıntılar gün yüzüne çıkmıştı. Kaş yapayım derken göz çıkarmak demek bu olsa gerek; Sırma aralarındaki bütün gerilimi ortadan kaldırmak için iyi bir şans yakaladığını sanmışken ortaya daha büyük bir kavga çıkmıştı. Ya da günlerdir görmezden geldiği, resmen geliyorum diye bağıran bir öfke yığını sonunda ikisinin arasına boşalmıştı... "Ona ne dedim ben?" Diye sayıkladı. O anlık panikle Deniz'in düşüncelerini manipüle etmek için aklına ne geldiyse söylemişti! O sözleri nasıl geri alacaktı? "Offf... Bittim!" Küçük koridordan bir ses gelince Sırma panikle o tarafa döndü. Deniz çoktan balkondan çıkmış, içeri giriyordu. Elleri tedirginlikle iki yanına indi, ne yapacağını bilmiyordu. Deniz geliyordu. Deniz'in suratı asıktı, rengi solmuştu sanki. Mutsuz olduğu kesindi. Sırma ona ne olduğunu soramadı, zaten yeterince kavga etmişlerdi. Çaresizce başını öne eğdi, bu günlük daha fazla umuda kalkışmaktan korkuyordu. Olan oldu, diye düşündü. Belki de... Ne belkisi! Bir dahaki haftasonuna kadar bile fırsatım kalmadı, diye düşündü. Gözgöze geldiler. Bir an Deniz'in nefret dolu gözlerinden gözlerini ayıramadı, ancak bakışlarını ilk kaçıran kendi oldu. Ocaktaki çayın altı açık kalmıştı, kapatma fırsatı bulamadan kavgaya giriştiklerini hatırlayıp mutfağa gitti. Ardından kahvaltıdan arta kalan yiyecekleri toparlamaya başladı. Göz ucuyla Deniz'in olduğu yerde sıkıntıyla saçlarını karıştırdığını gördü, bir şey yapmaya tereddütlü gibi duruyordu. "Hey." Lavabo tezgahından dönüp şaşkın gözlerle Deniz'e baktı. Deniz'in iki dudak kenarında gerginlikle oluşmuş izler vardı, bakışları memnuniyetsizlik doluydu. "Anlaşma." Deniz'in bu ani iletişim hevesinin ardında ne olduğunu öğrenmesiyle Sırma'nın yüz ifadesi değişti; umutsuzluğa bürünmüş dünyası şimdi bir ışık doğduğuna inanamayacak kadar şaşkınlık içerisindeydi. Sırma ifadesiz görünmeye çalışarak "Anlaşma mı?" diye sordu. Deniz sıkıntılı bir iç çekip bir an gözlerini kaçırdı, ellerini önündeki geniş cebin içine soktu ve "Sana Doğan'a nasıl gidildiğini söyleyeceğim." dedi. Sırma'nın gözleri şaşkınlıkla genişledi. "Söyleyecek misin? Bir anda ne oldu sana böyle?" "Dedim ya, anlaşma yapacağız." Sırma şüpheyle bir kez daha "Anlaşma mı?" diye sordu. "Patikaya nasıl gidildiğini öğrenmem için karşılığında bir şey mi isteyeceksin?" Deniz düz bir sesle "Öyle." dedi. "Kabul edersen yani. Sana kalmış." Başını yana eğerek "Gitmeyi o kadar çok istiyorsan bir şeyler yaparsın herhalde." dedi. Sırma bu ağdalı laflar karşısında içgüdüsel bir savunma ihtiyacı hissetti. Deniz'in bahsettiği konu, ya da kafasında birden anlaşma fikri oluşmasına sebep olan olay her neyse ikisinden de hoşlanmamıştı. Hisleri doğrucuydu, ancak içine doğan hissin normal olmadığını düşündü. "Tabi ki gitmeyi istiyorum. Ama çok istiyorum diye de her şartı kabul edecek değilim." "Merak etme ben senin kadar özlük haklarına tecavüz etmiyorum." Sırma kendini tutamadan hırlayarak kollarını göğsünde birleştirdi. Parmakları etini sıktı. Sürekli bu imaları duymaktan yorulmuştu. Ancak Deniz'in sinirlendirmekten zevk alırcasına dudakları eğrildi. Resmen bıyık altından gülüyordu. "Yemek yapmaya devam edecek misin?" "Dediğim dedik. O konuda kararımı çoktan verdim kusura bakma." "Tamam, o zaman bu akşam son olsun." Dedi Deniz. "Karşılığında da patika yolunu söyleyeceksin?" Deniz başını salladı. "Randevu için filan... o tür kalitede yemekler yapabilir misin?" Sırma'nın ensesinde buz gibi bir ürperme oldu. Dünya başından aşağı buzlu dalgalar halinde akarken dudakları titredi. "Ne?" -●- 19.10.23: buraya küçük ama zarif bir ilavede bulunmak istediğim için notunu düşüyorum efenim .) Çok güzel ve en şahanesi de gerçek bir aşktan kopup düşmüş güzel, küçük, zarifane bir şiir ekledim, yazarı (ya da yaratıcısı...) luzluziax 'a teşekkürler. İyi ki bu şiirleri yazıyorsun... |
0% |