@hayalperestanka
|
Keyifli Okumalar Dilerim ❤️ *** Yusuf çıkış saatinin gelmesiyle eşyalarını toparlayıp, patronu ve çalışma arkadaşlarıyla vedalaştı. Şirketten hem yıllık, hemde askerlik iznini almıştı. Bundan sonrasında önce dostu Hamza'nın düğününde yanında olacak, ardından ailesi ile güzelce vakit geçirip, fazla uzatmadan hemen askere gidecekti. Ailesine bu konudan az buçuk bahsetmiş olsada, kimse daha askere gideceğini tam anlamıyla bilmiyordu. Bu yüzden Konya'ya gidince bu haber herkese büyük bir sürpriz olacaktı. Şirketin otoparkına inerek arabasına doğru ilerleyip bindi. Önce üzerinde ki ceketini çıkarıp yan koltuğa attı, ardından rahat bir şekilde arabayı çalıştırıp kemerini de takarak yola koyuldu. Yarın ilk uçakla Konya'ya gidecekti, o yüzden yarım kalan eşyalarını hazırlamak için arabasını eve doğru sürerken, penceresini yarım bir şekilde açarak temiz havanın içeriye girmesine izin verdi. Tam sahil yolundan geçerken, durma noktasına gelen trafik kaşlarını çatmasına neden olmuştu. Diğer yoldan gitmediği için kendine bir yandan kızarken diğer yandan ise derin bir nefes alıp etrafına bakındı. İleride akşam yürüyüşü yapan insanları fark ettiğinde aklına gelen bir gerçekle kaşları anında düzelmiş, yüzünde silik bir tebessüm oluşmuştu. Gerçekten de bazen hayata karşı, 'her şerde bir hayır vardır' diye bakmak insanı mutlu etmeye yetiyordu…Yusuf hızla arabasını trafikten çıkarıp hemen uygun bir yere park etti. İstanbul'da en çok denizin rahatlatan kısmına hayrandı ve bu yüzden de her fırsatta soluğu sahilde alırdı. Oldum olası özellikle de yaz aylarında, en çok akşam yürüyüşleri yapmayı severdi. Ama şimdi uzun bir süre bu denizi görmeyecekti. O yüzden son bir kez hasret gidermek adına, arabadan inip adımlarını sahile doğru ilerletti. Havanın iyice kararmasıyla aydınlanan sokak lambalarının karmaşasında, elleri kumaş pantolonunun cebinde, manzarayı izleyerek sahil kenarında öylece yürüyordu. Kendisi bir manzara olduğundan bir haber… İleride yürüyüş yapan bir kaç genç kız, karşıdan gelen Yusuf'u görünce anında birbirlerine bakarak kıkırdayıp, fısıldaşmaya başladı. Genç kızlar karşılarında gördükleri bu yakışıklı adama kayıtsız kalamazlarken, şimdiden Leyla'ya dönmüş bir şekilde Yusuf'un yanlarından geçmesini sabırsızlıkla bekliyorlardı. Belki o da içlerinden birine bakar tebessüm ederdi diye bir umut beklerlerken, yanlarından onlara hiç bir şekilde bakmadan geçen adamın ardından, sadece hayranlıkla bakmakla yetinmişlerdi. Genç adam boyu posu ve yakışıklı yüzü ile zaten fazlasıyla dikkat çekerken, bir de üzerine giydiği beyaz gömleği ve siyah kumaş pantolonuyla gecenin çökmesine rağmen adeta ay ışığı gibi parlamaya devam ediyordu. Zaten Yusuf'un dikkat çeken bir yanı çocukluğundan bu yana hep vardı. Önce yakışıklı yüzü dikkat çekiyor gibi gözüksede, asıl onu kıymetli yapan karakteri, merhameti ve en çok da edebiydi… Tek kötü huyu ise fazla içine kapanık ve sessiz oluşuydu. Dışarıdan bakıldığında kimseyle muhatap olmayan bir havası vardı. Sanırım bu yüzden de hayatına kolayca kimse giremezdi. Girdiği kişiler ise bir daha hayatından çıkmamak üzere adeta kalbine mühürlenirdi. Ailesi ve dostları gibi… Kısa bir yürüyüşün ardından az ileride boş bulduğu banka doğru yavaşça ilerleyip oturdu. Gecenin sakinliği ve denizin kendine has kokusuyla, tebessüm ederek bakışlarını köprünün muazzam görüntüsüne doğru çevirdi. Cahit Zarifoğlu'nun da dediği gibi; 'Hiçbir şeyin önemi yok şu hayatta. Sağlık olsun, bir de gönül dolusu huzur, gerisi Yalan Dünya…' Yusuf öylece manzarayı izlerken cebinde ki telefonunun titremesiyle daldığı düşüncelerinden sıyrılmış, bu defa bakışlarını cebinden çıkardığı telefonuna çevirmişti. ✓Murat / Abi ya bizim ilk yaptığımız maket evin fotoğrafları sende vardı dimi ? Yağmur acemilik hallerimi çok merak ediyorda. Sana zahmet bir baksana. ✓Bakıyorum. Arkadaşı Murat'ın bu haline tebessüm edip mesaj bölümünden çıkarak galerisine girmiş ve fotoğrafı aramaya başlamıştı. Murat'ın kafasını taşla yardığı günden beri ona karşı daha da fazla nazik olduğunu bilen Murat, çoğu zaman sabrını zorlasada Yusuf arkadaşının bu hallerine artık alışmıştı. Hiç olmazsa kız kaçırma vukuatını hafif yaralı bir şekilde atlatmıştı. Üç sene önce, Murat sevdiği kızı kaçırdığında, Yusuf arkadaşına yardım etmek isterken kendi başına örülen çorapla öylece kala kaldı. İstanbul'a geldiği gibi de ilk işi onu karşılamak için evinin önüne çıkan Murat'ın kafasına, yerden aldığı küçük bir taşı atması olmuştu. Eşek herif ! Daha önceden gidip kızı istemek yerine, kalkıp kızı kaçırması yetmiyormuş gibi bir de istemeden Yusuf'u zor duruma sokmuştu. Peki bu zor durumdan kastı, Zeynep'in onu yanlış anlaması mı oldu ? Yoksa konu komşu ne der diye telaş yapması mıydı ? O da daha bunun cevabını bilmiyor ama yavaş yavaş içinde sorgulamaya başlıyordu. Neyse ki küçük bir sıyrıkla kurtulan Murat, daha sonra durumu tam anlamıyla toparlamıştı. Önce duygu sömürüsü yaparak arkadaşı Yusuf'a kendini affettirmiş, ardından ise aile büyüklerinin devreye girmesiyle bu kaçırma mevzusunu tatlıya bağlamıştı. Ve sonunda sevdiği kadın ile kısa bir süre sonra da evlendi. Yusuf fotoğraflara hızlıca ekranı kaydırarak bakarken, bir karede parmağı ekranda öylece kaldı. Bu fotoğraf, güya abisine yanlışlıkla attığı Zeynep ve Ecrin'in birbirine sarıldığı fotoğraftı. Peki Yusuf bu fotoğrafı silmemiş miydi ? Demek ki unutmuştu.. Zeynep'in içten gülümsemesine takılan bakışları, mazinin araladığı perdeden sızıyor gibiydi. O gün Zeynep'in onu yanlış anlaması ve kızması ondan hoşlandığını hissetmesine neden olmuştu ve bu yanlış anlaşılma korkusu bir anda Yusuf'un bütün bedenini ele geçirdi. O an Çağla'nın kalbini kırmamak için kendini o kadar zor tutmuştu ki, elini yumruk yapıp sıkmaktan kolunda ki damarlar gerilmişti. Bu durumdan kimseye bahsetme demesine rağmen, kalkıp da bunu Zeynep ve Tuğba'ya yalan bir şekilde söylemesi olacak iş değildi.. Ama ilahi adalet işte! Çağla da kızlardan dayak yiyerek umarım iyi bir ders almıştır diyerek o an sessiz kalmayı tercih etti. Hamza ise Çağla'yı o kadar iyi tanıyordu ki, yaptığı şeytanlıklara bire bir şahit olmaktan gece, gündüz tövbe estağfurullah çekmekten bir hal oluyordu. Ve sırf bu yüzden kuzeninin ayılıp bayılmasına karşı içinden; 'hadi Tuğba neyse de, Zeynep gibi naif bir kızı bile çıldırtmayı başardıysa kesin hak etmiştir.' Diyerek olayı hiçbir şekilde kurcalamadı. Tek yaptığı bu durumu gidip de ailesine yalan yanlış söylemesin diye, saçı başı dağılmış Çağla'yı eve doğru götürürken sıkıca uyarmak olmuştu. Zaten Çağla da kızlardan dayak yemiş olmanın utancıyla, ailesine anca köpek kovaladı çamura yuvarlandım diye bilmişti… Yusuf ise o an ne yapacağını bilemedi. Gidip Zeynep ile konuşmaya çalışsa.. Doğru olmazdı. O yüzden Hamza'nın evine geçmeden önce, durumu açığa kavuşturması için kız kardeşini Zeynep'in evine kendisi yollamıştı. Ve yine o günden beri içinde ki soruların ardı arkası kesilmedi. Sırrını bir türlü çözemediği, içindeki çetin sualin anahtarı Zeynep miydi yoksa başka birşey mi ? O zamanlar bu soruya yanıt bulmak çok istedi ama malesef ki uzun bir süre Zeynep ile yüz yüze gelmemiş olması, içinde ki soruları gün geçtikçe sessizleştirdi. Oysa Zeynep içinde öyle şeyler biriktiriyordu ki Yusuf'a karşı, öylesine doluydu ki gönlü onunla, ah bir bilse yine karşılaşmayı bekler miydi acaba ? Kaldı ki burası Dünya, burada bir şeyler hep yarım kalacak… Nazım Hikmet mesela; ' Aşk acısıyla kavrulurken sonunda kavuştuğu anda vazgeçti…' Cemal Süreya; ' Aşkı için o kadar fedakarlık yaptı ama kavuşamadı..' Edip Cansever; 'Sadece uzaktan bakmakla yetindi..' Franz Kafka; 'Milena'nın uğruna hasta oldu ve sonunda mektuplarda bulduğu Aşkı oldu Milena..' Malesef Aşklar her Aşk filmleri gibi mutlu sonla bitmiyordu… Bazıları tam olurken, bazıları eksik kalıyordu.. İmtihan bu ya, Seven sevdiğini ya biliyor ya da haberi olmuyor.. Ama büyüklerimiz; Kula hüzün yakışır da, ümitsizlik yakışmaz demişler. Rabbine sığınan ve ümidi olanlar elbet kavuşur bir şekilde. Yarım kalsa da kavuşur, Tam olsa da ❣️ *** B Ö L Ü M S O N U |
0% |