Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@hazansout

Öncelikle selam, uygulama hakkında pek bildiğim bir şey yok ama birlikte alışacağız gibi duruyor. İlk kez kitabımı okuyacaksanız umarım sever ve beğenirsin. Önce beni sonra sizi iyileştirmesi dileğiyle.


Buradaysanız, bölüme oy atıp(yıldıza basıp), yorum yapabiliyorsanız yorumlarınızı bırakmanızı istiyorum. Bu şekilde birbirimize destek olabiliriz. Sizi seviyorum. İyi okumalar diliyorum.


Bölüm 1: İlk Beklenmeyen Kalp Çarpıntısı


"İzgi Akel, İzgi Akel danışmaya geliniz!"


Okuduğum bilim kurgu aksiyon romanına kendimi kaptırmış gidiyorken duyduğum sesle oturduğum yerden ayaklandım. Tahminimce çok sevgili müdür yardımcımızın yanına gidecektim. Kendisinin son zamanlarda bir numarasıydım!


Benimle alay etmeyi, daha doğrusu herkesle ama son zamanlarda özel olarak benimle, çok seviyordu. Adam hayatın eğlencesine bakma işinde çok iyiydi, onu yargılayamazdım.


Sınıfımdan çıkıp bir alt kattaki danışmaya geldiğimde karşımda danışma görevlimiz Burcu ablaya bakıyordum.


"İzgi, Metin Hocam seni odasında bekliyormuş."


"Tamam geçiyorum şimdi. Kolay gelsin Burcu abla!" Gülümsediğinde okulun girişinden ayrılıp aynı kattaki sevgili müdür yardımcımızın odasına ilerledim.


Kapıyı çaldığımda gel sesini duymamla içeri girdiğimde kesinlikle görmeyi beklediğim manzara bu değildi.


"Anne?"


"İzgi, geç şöyle otur evladım annen şu an önemli bir toplantıda." Müdür yardımcımızın sözleriyle odasının içindeki camlarla çevrili küçük odadaki masada oturan takım elbiseli adamlar ve annemden bakışlarımı ayırdım ve ona döndüm.


"Hocam beni ne için çağırmıştınız?"


"Geçtiğimiz hafta yanıma gelmiştin hatırlıyor musun İzgi?" Evet onunla bir şey konuşmak için gelmiştim.


"Evet hocam, katılmak istediğim sunum hakkında sizden bilgi almak için gelmiştim?"


"Heh işte o sunuma annen katılacak."


"Ne? Hocam annemle ne alakası var?"


"Bildiğin üzere Sevil Hanım, yani annen, daha önce pek çok kez okulumuzun düzenlediği etkinliklere katıldı ve okulumuzun tanıtımı ve bir nevi reklamı için önemli bir isim ve yüz. Bu yüzden ve bunula beraber sunuma okulumuzun kurucularının da dahil olması sebebiyle annenin konuşmacılardan biri olmasını istedik."


Anlıyordum. Elbette annemi her yerde istemelerini anlıyordum. Profesör olmak kolay olmamalıydı. Ama insan ilişkileri ne alakaydı? Annem fizik profesörüydü!


"Anlıyorum hocam. Başka bir şey yoksa ben sizi bölmeyeyim çıkıyorum." Ayaklandığımda ve Metin Hocaya arkamı döndüğümde kolumda tutuşunu hissetmemle orta yaşlarındaki yakışıklı adama döndüm.


"Başka bir şey için çağırdım aslında seni."


"Dinliyorum hocam?"


"Her yıl iller arası düzenlenen geleneksel müzik yarışmasına bu yıl bizim okuldan senin katılmanı istiyorum."


Ne? Bir dakika-


NE?


"Hocam galiba ne dediğinizin farkında değilsiniz? Benim sesim öyle aman aman güzel bile değil. Bu okuldan biri katılacaksa benden çok daha iddialı bir sürü aday olduğuna eminim." Elini babacan bir tavırla omzuma koyup karşımda omzuma hafifçe vurup konuşmaya başladığında söyledikleri gerçekten dikkatimi çekmişti.


"Zaten seni direkt yarışmaya sokacağımızı söylemiyorum. Önce okulumuzda ve birkaç okul arasında yapılan provalar, kaynaşma etkinlikleri ve elemelere katılacaksınız. Sonra aradan seçilen olursan eğer, o zaman yarışmaya katılmaya hak kazanacaksın-" kısa bir an duraksadı ve odanın içinde gezinen gözleri tekrar bana çevrildi.


"Kazanacaksınız."


"Hocam anlamıyorum, beni neden seçtiğinizi? Ayrıca kazanacaksınız derken?"


"Sen ve ekibin."


"Ben ve ekibim?"


Ben. Ve. Ekibim.


Müzik grubu.


İlçeler arası yarışmalar.


"Aynen öyle. Sen ve ekibin. Birazdan yanına okulumuzdan görevlilerden bir arkadaş gelecek ve her şeyi sana detaylıca anlatacak. Sana söylemek istediğim tek bir şey var, bu konuşmayı bir daha yapmayacağız o yüzden söylediklerimi dikkate al ve aklına kazı."


Merakla gözlerine bakmaktan kendimi alamıyordum. Beş dakika içinde kendimi insan ilişkileriyle alakalı yapamayacağım bir sunumun üzüntüsünden ve sunumu anneme kaptırmış olmanın kıskançlık duygusundan, katılacağım müzik yarışması için heyecanlanırken bulmuştum.


"Lütfen bu söyleyeceklerimin samimi olduğunu bil. Beni bir abin gibi gör. Tabi, yalnızca şimdilik!" Ciddi bir şekilde suratıma baktığında gülümsedim. Müdür yardımcısı olmak için çok eğlenceli bir kişiliğe sahipti bence ama bu işi taşıyamadığını söyleyemezdim. Metin Hoca öğrencilerin açık ara hem favorisi hem de en korktuğu hocaydı. Eğlenceli yüzüne kanarsanız pişman olurdunuz.


"Sesinin o kadar iyi olmadığını söyledin az önce." Başımla onayladım. Kesinlikle iyi değildi. Arada bir şeyler mırıldandığımda güzel bir sese sahip olduğumu düşünürdüm ama sonra ciddi bir şekilde şarkı söylediğimde tonlarca kusur bulur ve benden çok daha iyileri olduğunu bilerek kendimi sustururdum.


"Hepimizin sesi boğazından gelmez. Senin sesin kaleminden geliyor. Bunu kaybetme. Bu, senin için bir fırsat." Metin Hoca'nın söyledikleriyle kaşlarım aynı anda kalkmış ve duraksamıştım. Ne söyleyeceğini bilmiyordum ama bunu beklemediğim kesindi.


"Sesini duyurabilmen için karşına çıkan bu fırsatı kaybetme. Bu yolda da kimsenin kalemini kırmasına, sesini kısmasına izin verme."


Bir anda gülmeye başladı ama ben hala aynı duraksamayla ona bakıyordum.


"Kısması dedim fark ettiysen çünkü kimsenin seni susturamayacağından hemfikiriz diye düşünüyorum İzgi. Hadi şimdi çık, yarın ve bundan sonra senin için çok daha hareketli birkaç ay geçireceksin."


Omzuma vurduğunda hiçbir şey söyleyememiştim ama çıkmadan önce ona dönüp gülümseme fırsatı bulabilmiştim. Bildiğim şey o odadan çıktıktan sonra bu konuşma hiç yaşanmamış gibi tekrar otoriter ve alaycı davranmaya devam edeceğiydi.


Şu an sorun kesinlikle bu değildi.


Geçtiğimiz haftalarda şarkı bestelediğim ve söz yazdığım defterimi lisemizin terasında unutmuştum. Ona gözüm gibi bakardım ama o gün pek iyi bir gün sayılmazdı. Dalgındım ve muhtemelen boşluğuma gelmişti. Geri dönüp aradığımdaysa bulamamıştım ama bir sonraki gün sınıfa girdiğimde sıramdaydı. Demek Metin Hoca bulmuştu ve bulmakla kalmamış, okumuştu.


Bunun için ona sinirlenemedim o an. Sadece bana verdiği şansı düşündüm.


Bunu iyi değerlendirecektim.


Bu sefer elimden kayıp gitmesine izin vermeyecektim bir şeylerin.


^


Sınıfa geçtiğimde kimseyi umursamadan çantama eşyalarımı yerleştirip toplandım ve çantamla montumu masanın üstüne koyduğumda sınıfın kapısı açılmış ve içeri turuncu saçlı bir kız girmiş, sınıfı tarıyordu gözleriyle.


"İzgi?"


"Geliyorum." Cevabımla bakışları bana çevrilmişti ve kısaca beni incelemişti. Aynı sürede bende ona inceliyordum.


Uzun, turuncunun açık bir tonu, cırt turuncu diyebileceğim dalgalı saçlara sahipti ama bu kesinlikle ona ve bembeyaz tenine çok yakışmıştı. Yüzünde sade bir makyaj vardı ama üstüne giydiği ona iki beden büyük gelen okul lakosunun her yeri takılarıyla kaplıydı. Ellerinde bir sürü yüzükler ve bileklerinde bir sürü bileklikler vardı. Kulağında büyük bir küpe ve etrafını çevreleyen bir sürü piercingi vardı.


Boyu bir yetmişe yakın ya da bir yetmiş olmalıydı. Daha fazla değildi.


Yanına ulaştığımda sınıf kapısında kısaca el sıkıştık.


"Perva Çetiner."


"Memnun oldum. İzgi Akel. " zaten biliyor olsada söyledim ve bundan rahatsız olmadığını farkettim. Benimle sohbet etmek istiyor gibi durmuyordu ama konuşsam dinleyecek ve bir sohbete dalacakmış gibi bir havası vardı.


Adı korku anlamına geliyordu. Bunu garipsedim.


Bir aile neden kızına korku adını verirdi ki?


"Şimdi seni okulun alt katta kullanılmayan eski yemekhanesini dönüştürdükleri yere götürüyorum. Bu sürede katıldığın etkinlikten hızlıca bahsetmeye çalışacağım." Onu onayladığımda anlatmaya başladı. Sesi melodik ve hoş bir tınıyla süzülüyordu dudaklarından.


"Şehirler arası müzik yarışması Antalya'da yapılıyor her yıl. Elemeler yaz başında yapılacak ve sonuçlarıyla ana kadro belli olacak. Haziran'ın yirmi dördünde ve bugünü de sayarsak tam iki ay sekiz gün var." 16 Nisan 2024.


Bugünün tarihinin aklıma kazınacağını ilk andan itibaren biliyordum.


"Öncelikle bizim okuldan yarışmaya katılmak isteyenler arasında bir eleme yapılacak. Herkes şu an tek başına ama gruplaşabilir veya kendi ekibinle de katılabilirsin elemeye ismini yazdırana kadar. İsmin yazıldıktan sonra değişiklik yapamazsın." Onaylayarak başımı salladım ve devam etmesi için onu teşvik ettim.


"Elemeye birlikte gideceğimiz için ve grubumuzu oluşturacağımız kişiler çoğumuzun belli olmadığı için kaynaşmamız için bir süre eski yemekhane bize verildi. İçerisi gerçekten çok güzel, beklentimin üstünde. Şaheser Koleji beni şaşırtmayı yeniden başardı. Aşağıda bizim okulun on bir ve on ikinci sınıflarından bir sürü öğrenci var. Kimisi şarkı söylüyor kimisi enstrümanlarla uğraşıyor. Ortaya güzel bir grup çıkacağına eminim. Bu arada ben yalnızca bu süreçte yardımcı olmak için okulun bu öğrenci grubunun başına görevlendirdiği ekibin içindeyim." Elini havada çok önemli değilmiş der gibi salladı ama önemli olduğunu hissetmiştim nedense.


"Zaten yalnızca üç kişiyiz." Lafını bitirdiğinde bahsettiği yemekhaneye geldiğimizi farkettim. Demir büyük kapı karşımızdaydı.


"Geldik. Son bir şey söylemeliyim sonra içeride birilerini bulacağına emin olarak seni yalnız bırakacağım. İçeriden başarılı birkaç kişi veya grup çıkacak elbette çünkü sandığından daha kalabalıksınız. Sizi okulun konferans salonunda performanslarınıza göre yorumlayacağız üç haftanın sonunda. Yani bugünle birlikte kiminle çalışacağına karar verip hazırlanmak için yalnızca üç haftan var. Şimdiden başarılar dilerim. Metin Hoca'nın seni özel istediğini duydum. Bir yerlere geleceğine eminim. O adam pek yanılmaz verdiği kararlarda ve yaptığı seçimlerde." Perva konuşmayı bitirdiğinde gülümsedi ve vedalaştığımızda arkasını dönüp ilerlemeye başladı, bende karşımdaki koyu tonlardaki geniş demir kapıyı açtım ve bir an gözlerime inanamadım.


İçerisi gerçekten söylediği kadar vardı.


Eni de boyu da genişti. Eksi birinci katta olmasına rağmen içerisi o kadar güzel aydınlatılmıştı ki sanki kendimi yukarıdan hiç inmemişim gibi hissetmiştim.


Duvarların kenarlarında gezinen ve onları çevreleyip saran loş sarı ışıkların yanında bir de yapay yapraklar vardı ve onların da üstünde minik ledler vardı. Her yerdeydiler. İçeride birkaç çiçek de vardı. Ne olduklarını bilmiyordum ama büyük çiçeklerin yaprakları ağaçları andırıyordu ve yerde geniş saksılardan sarkıyorlardı. Köşede duran bir tanesi gözüme takıldığında onu tanıdığımı fark ettim. O bir aşk merdiveniydi. Bir zamanlar bizim evin salonunda da vardı.


Tavan yüksekteydi çünkü buranın planı yemekhane olmasıydı ama küçük geldiği için taşınmış ve burası da kapatılmıştı.


Yemek aldığımız ve mutfağın olduğu alan solumda kalıyordu ve önünde uzun masalar ve sandalyeler vardı. Sağ tarafta ise renkli ve rahat duran armut koltuklar, minderler vardı.


Duvarlarda belli başlı köşelerde grafitiler vardı ve gerçekten çok hoş duruyorlardı.


İçeriyi incelemeyi nihayet bitirdiğimde bu kez beklemediğim ama nedensizce beni o kadar da şaşırtmayan kalabalığa baktım. Karşımda bahsettiğim yemek masalarında oturan birkaç öğrenci, armut koltukların üzerine yerleşmiş kızlar ve duvara yaslanmış ayakta sohbet eden çocuklar vardı. Hepsi Perva'nın da söylediği gibi benimle yaşıt sayılırlardı.


İçeri girdiğimde birkaç kişinin bakışları bana dönse de genel olarak herkes işinde gücünde aynen takılmaya devam ediyordu.


Şu an içeride kimseyi tanımadığım gerçeğiyle yüzleşip grafitileri incelemeye karar vererek önümdeki duvara doğru ilerledim.


Sanatın her türlüsü beni kendine çekiyordu diyebilirdik.


Köşedeki duvarın önüne geldiğimde biraz öne eğilip kollarımı koyu kırmızı hoodiemin önünde bağladım.


Grafitinin beni şaşırtmasının sebebi Sezen Aksu'yu ortasında bir profil olarak görmemdi. Çevresinde baharı simgeleyen yapraklar ve çiçekler vardı. Resmin en altındaysa bir iskambil kartı. Ortasında hâlâ yakından tanıdığım bir sembol. Jilet.


Jilet ya da genel söyleyişle joker.


Ben küçükken eski evimizin çok yakınında bir gazino vardı ama eski bir gazinoydu, şu an ve o zamanlar artık kafe tarzında kullanılıyordu.


Ama içeride kağıt oyunları, okey, tavla ve benzeri oyunlar oynanmaya devam ederdi her gün ve her saat. Sabahları ve bazı geceler maç açık olurdu ve içerisi tıklım tıklım olurdu. Yanında bir park vardı. O zamanlar arkadaşlarımla beraber o parktan ve gazinodan çıkmazdık. Orada öğrenmiştim bildiğim bütün oyunları, en iyilerinden öğrenmiştim. Ve oranın ağzıyla jokere jilet derlerdi. Benimde aklımda hep bu şekilde kalmıştı.


Taşındığımızdan beri hiç ne kart oyunu ne de başka oyunlar oynamıştım. Zaten ben çocukluğuma o mahallede arkamı dönmüş ve bir daha da hiç aramamıştım.


Sezen silüetine biraz daha detaylı bakmak için eğildiğimde bir anda kafamın yanında bana oldukça yakın bir başka nefes hissetmemle duraksadım ama arkamı dönmedim.


"Güzel değil mi?" Duyduğum kalın ve net erkek sesiyle hafifçe yerimde kıpırdandım uzaklaşması için ama arkamda başka bir hareket hissetmedim.


"Öyle. Gerçekten güzel."


"Hikayesini duymak ister miydin?"


"Sanırım isterdim. Hikayesini nereden biliyorsun ki?"


"Sahibi benim."


Bu sefer hafifçe arkamı döndüm çünkü duvarlardaki grafitileri öğrencilerin çizdiğini tahmin etmemiştim. Yani en azından bu odadaki öğrencilerin çizdiğini düşünmemiştim.


Yandan gördüğüm yüzle duraksadım. O da ben ona doğru yarım bir şekilde döndüğümde bakışlarını omzumun ardından bana çevirmişti.


Biçimli kaşlar, açık kumral hatta sarı diyebileceğim dağınık ama çok uzun olmayan saçlar, açık renk bir ten ve üstüne bezenmiş tüm kolunu kaplayan dövmeler. Üzerine giydiği siyah ve ona bol gelen tişörtün altından gözüken köprücük kemiklerinin üstündeki zincir kolyeler. Ve fark ettiğim aslında ilk detay, bana neredeyse on beş santim yukarıdan bakan kapkara gözler.


Omzuma doğru eğildiği için yaklaşık on beş santim olduğunu düşünmüştüm boy farkımızın çünkü daha azı olamazdı. Ben uzun bir kız sayılabilirdim. Bir yetmiş iki bence Türkiye ortalamasına göre oldukça uzundu. Ama bu karşımdaki çocuk, çocuk demeye bin şahit, kesinlikle bir doksan vardı.


Benim onu incelediğim gibi o da beni inceliyordu ve bir anda kendimi çırılçıplak hissettim.


O gerçekten yakışıklıydı. Ama, ben, nasıl desem, karşısında kendimi sıradan hissetmiştim. Kahverengi saçları olan, hafif esmer tenli ve zayıf bir kız. Her yerde bana benzeyen bir sürü kız olduğuna emindim ama onun gibi birini ilk defa görüyordum. Marjinal bir tarz, sanatçı bir kişilik ve yakışıklı bir yüz.


"Yüzündeki benler, çok güzeller." Ettiği iltifatla kısa bir an duraksamanın ardından buna bir son vermeye karar verip hafifçe gülümsedim.


"Teşekkürler."


Tekrar önüme döndüğümde ve duvardaki diğer grafitileri incelemeye başladığımda o da birkaç adım benimle atmıştı ve yine omzumun çok yakınında nefesini hissetmeye başlamıştım.


"Adın ne?" Kafası kulağımın tam dibinde olduğu için oldukça kısık bir sesle sormuştum soruyu, duyacağını biliyordum. Garip bir şekilde bu yakınlık beni rahatsız etmemişti. Arkamda birinin varlığını hissetmek başta garipti ama sonra sanırım kokusu burnuma dolduğunda bu huzursuzluk bitmişti. Ferah kokuyordu. Naneli ve odunsu bir koku.


"Seza Altanay. Sen?" Sesi tam kulağımın dibinden geldiğinde hafifçe titrediğimi hissettim. Kesinlikle ondan etkilenmiş olmalıydım. Yoksa bu tepkilerimin başka bir açıklaması olamazdı.


"İzgi. Sadece İzgi." 


"Memnun oldum sadece İzgi." Güldüğünü sesinden anladığımda dönüp bakmak istedim ama o kadar yakındı ya da bana öyle geliyordu ki bunu yapamadım. Bir anda eli omzumun yanından geçip duvarda bir çizmin üstünde durduğunda işaret ettiği yere baktım.


Şu an beni kafeslemiş gibiydi ve bu durumda sağlıklı düşünmek çok kolay değildi.


Ben insanlarla yakın temasta olmaktan hoşlanmayan biri olarak resmen daha adını yeni öğrendiğim biri için tüm sınırları bir kenara koymuştum ve bu beni heyecanlandırmaktan başka bir duyguya itmiyordu bile.


"Adaletli, akıllı ve güzel. İsminin anlamını taşıyor musun İzgi?" Parmağının ucunda duvarda bir kelepçe resmi vardı. Başka bir sembolü çevreleyen büyük bir resmin ortasındaki kelepçenin üstüne koymuştu parmağını.


"Bunu beni tanımadan asla öğrenemeyeceksin."


Bu sefer ben dudağımın tek tarafıyla gülümseyerek konuşmuştum ve o benim yaptığımın aksine parmağının baskısını eliyle değiştirmiş ve duvara avucunu yaslamıştı. Diğer eliniyse tek koluma koyup ben hala sırıtırken beni yavaşça kendine döndürmüştü.


"Şimdi daha iyi." Bakışları gülümsememdeyken aslında o kadar da dip dibe olmadığımızı fark ettim. Aklımın bir oyunu olmalıydı.


Şimdi düşündüğümde onu okulda daha önce görüp görmediğimi hatırlamaya çalıştım.


Sanırım görmüş olsaydım unutmazdım.


Bir anda beni kafamın içindeki konuşmadan ayıran tam karşıma uzattığı avcuydu.


"Tekrar tanışalım o zaman. Nasıl biri olduğuna seni tanıdığımda ben karar vereceğim İzgi Akel." Avucumu onunkinin içine bıraktığımda bakışlarımı gözlerinden çekmemiştim ama onunkiler için aynı şeyi söyleyemeyecektim.


Gözleri birleşen ellerimizdeydi.


"Bir dakika, ben sana soy adımı söylemedim ki?"


Bir sonraki bölüme kadar sağlıkla okur kalın!


Loading...
0%