Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@hazansout

Bölüm 2: Tanışma? 


"Bir dakika, ben sana soy adımı söylemedim ki?"


Karşımdaki çocuğun kemikli suratı bir anda kasıldığında ne olduğunu anlamaya çalıştım ama o kadar kısa sürmüştü ki aklımın bir oyunu olabileceğini düşündüm.


"İzgi Akel. Bu okulda okuyorsun ve anlaşılan nasıl tanındığından pek haberdar değilsin?"

Sorarcasına söyledikleriyle kaşlarım yavaşça havalandı.


Ne tanınmasından bahsediyordu?


Ben okuldaki sessiz, çalışkan ve umursamaz kızdım. Çevremde arkadaşım diyebileceğim neredeyse kimse, dostum diyebileceğimse hiçkimse yoktu. İnsanlara beni tanıyabilmeleri için hiçbir şey vermemiştim.


"Nasıl-" duraksadım.


"Tanınıyormuşum?" Simsiyah gözlerinin içine baktığım çocuk serseri bir şekilde gülümsedi.


"Bence önemli olan nasıl tanındığın değil, gerçekte kim olduğun. Sen, gerçekte kimsin İzgi?" Afalladım ama bunu belli etmedim. En iyi yaptığım şeyi yaptım, kaçtım.


Birkaç adım gerilediğimde amacım sadece kokunun dağılmasıydı. Hayır hayır, konunun. Evet. Beni tanımak istiyorsa, duvarlarımın içine onu alacağımı sanıyorsa, yanılıyordu. Hiçkimseyi almamıştım, o kimdi ki!


Muhtemelen onun karşısında kimsenin tanımadığı, hakkında hiçbir şey bilinmeyen gizemli bir bulmacadan farksızdım. Beni çözmek için yanıp tutuşacak ve buna izin verdiğimde, puf! Yok olacaktı. Herkes gibi.


Buna izin vermeyecektim ama bu biraz eğlenmemi engellemezdi. Uzun süredir çevremde ne olduklarını kendilerine öğretmem gereken kimse olmamıştı!


"Bence sanatçı erkekler sporculardan her zaman bir adım önde. Baksana, müzik, resim ve edebiyat varken kim koşarak terlemek ve vücudunu hırpalamayı daha hoş bulur?" Onunla konuşuyordum ve bir adım arkamdan gelmeye başladığını duyumsadım. Karşımızdaki uzun masalardan en boş ve arka tarafta daha rahat olana oturacaktım. Kimseyi tanımıyordum sonuçta ve tanışmak istediğim de söylenemezdi.


Dikkat çekmeye gerek yoktu ama ne yazık ki bu yaptığım en iyi şeylerden biriydi. Yani babam böyle söylerdi.


Hem kendini kimsenin tanımasına izin vermeyip hemde nasıl dikkatleri üstünden alamayan biri oluyordum bilmiyorum ama böyleydim.


"Yani sanatçı erkeklerden hoşlanıyorsun?"


"Galiba öyle." 


"Peki ya bir gün birine aşık olursan ve sporcu olursa? Terlemesi ya da yaptığı spor seni zerre rahatsız etmezse hatta gurur duyarsan onunla? Terliyken deli gibi sarılmak, dokumak ve öpmek istersen?"


Cesurca bir soruydu ama utangaç birine benzediğini söyleyemezdim. Onun görünüşünde kimse utangaç olamazdı.


Söylediklerine bir cevap veremedim çünkü tıpkı az önceki sorusu gibi buna da bir cevabım yoktu.

Kimseden gerçek anlamda hoşlanmamıştım.


Bir erkeğin dış görünüşünü çekici bulmuşluğum elbette vardı. Ya da tavırlarından etkilendiğim birileri elbette olmuştu ama hiç bir adım ötesi olmamıştı. Hep karşı tarafta rahatsız olduğum doluca özellik olurdu ve arkadaş bile olamadan uzaklaşırdım yanlarından ya da çevrelerinden.


Yani kimseden hoşlanmamıştım.


Ama bunu yeni tanıştığım birine söyleyecek değildim.


"Sanmıyorum. Benim birinden hoşlanmam oldukça zorken aşık olmam imkansız sayılabilir. Ufacık detaylarda kendimi kaybederim ve karşımdakini yargılarım." Samimi bir gülümseme oluştu yüzünde. Karşımda oturuyordu ve hafifçe masanın üstünden bana doğru eğilmişti. Bense dimdik oturuyordum ve arkama yaslıydım.


"Bu da senin savunma mekanizmandır belki?"

Soru sormaktan çok sanki bundan emindi söylerken.


Gözlerime bakarken farklı bir şey hissettim.

Sanki, beni tanıyor gibiydi. 

Ama bu mümkün değildi, onu daha önce hiç görmediğime neredeyse emindim.


"Belki de. Sen? Sen ne düşünüyorsun aşk hakkında?"


"Karşılıklı aşk tanrının sunduğu bir cennetse, tek taraflı yaşanan aşk insanları hapsettiği bir cehennem olmalı." Söylediklerine karşın suratımda oluşan ifadeyi engellemek istemedim bu kez, kısıkça mırıldandım.


"Dünyada cenneti ve cehennemi yaşamak." Başka bir cevap vermedim zaten o da tekrar konuşmaya çalışmadı ve bir konu daha aramızda sessizce kapandı.


"Sen hangi sınıftaydın bu arada?"


"Ben geçtiğimiz yıl mezun oldum bu okuldan ama birkaç arkadaşım buradaydı. Dışarıdan geldik bu yarışmaya katılmak için yani." Okulumuz dışından bizim okulla beraber katılmak için yarışmaya gelenler olduğunu söylememişti Perva.


"Dışarıdan katılamıyor muydunuz?

Yanlış anlama gerçekten merak ettiğim için soruyorum" anladığını gösterir gibi başını salladı ve gerçekten etkilendiğim pürüzsüz sesiyle konuşmaya devam etti. Sanırım vokal olacaktı.


"Hala burada okuyan arkadaşlarım var, kalabalık bir grubuz yani anlayacağın. Onlar okulla katılacaktı ve bizi de davet ettiklerinde kabul ettik. Zaten son zamanlarda pek ilgilendiğim bir şey yoktu. Kafamı dağıtacağım bir şey oldu benim için buraya gelip gitmek ve bizimkilerle takılmak."


"Üniversite?" 


"Mezuna kaldım hayatımla ilgili bazı özel sebeplerden dolayı. Bu yıl sınava girmeyi de düşünmüyorum. Önümüzdeki sene belki."


"Anladım. Peki arkadaşların, onlar nerdeler şu anda? Neden onların yanında değilsin?"

Gerçekten merak ettiğim bir başka soruyu daha ağzımdan kaçırdığımda bir an sinirlendim. Çok meraklıymışım gibi on tane soru sormaya ne gerek vardı ki!


"Birazdan gelecekler. Yakın bir arkadaşım görevli ve diğerleri de üst katta yemek yiyorlardı sanırım. Ben biraz yalnız kalmak istemiştim ama seni resimlerimin karşısında görünce konuşmak istedim. Onları gerçekten ilgiyle inceliyordun." Evet öyle yapmıştım.


"Anladım." Tam başka bir soru daha soracakken demir kapı açıldı ve bakışlarım içeri giren kalabalık grubun arasından bir yüze takıldı. Perva ve yanında iki çocuk ve bir kız içeriye girmişlerdi sesli bir şekilde.


"İyi insan lafının üstüne mi demeliyim yoksa istemediğim ot burnunun dibinde biter mi demeliyim emin değilim." Seza'nın kısıkça söylenerek ayağa kalkışıyla bir an ne yapacağımı bilemedim.


Bende kalkmalı mıydım? Beni de onlarla tanıştıracak mıydı? Yoksa o onların yanına gittiğinde burada tek başıma oturmaya devam mı etmeliydim? Kimseyle tanışmak istemiyordum ama bu yarışmaya tek başıma katılmayacaktım. Benim işim şarkıyı söylemek değildi, söz yazardım ya da piyanoyla ilgilenebilirdim. Küçükken annemin yolladığı piyano kursundan kalan el alışkanlığımı kaybetmemiştim, hala arada çalardım.

Belki piyano çalardım. 


"Gel seni bizimkilerle tanıştırayım." Seza'nın konuşmasıyla bakışlarımı ona çevirdim. En azından ne yapmalıyım diye stres olup düşünmekten kurtarmıştı beni bir nebze.


Ayaklanıp yanına adımladığımda çocuklar da çoktan karşımızda yerlerini almışlardı.


"İlerideki puflara geçelim sizi İzgiyle tanıştırayım." Seza'nın anlamlandıramadığım garip sesiyle tüm bakışlar bana dönmüştü.


Herkes gülümsediğinde benim gözlerim Perva'nın sıcak gülümsemesine takılmıştı. Puflara ilerleyip oturduk ve sol yanıma Seza ve diğerleri ondan sonra bir u şeklinde yerleştirilen puflara kurulmuştu. Ben en kenardakinde oturmuştum.


"İzgiyle biz kapıda tanışmıştık, onu buraya ben getirdim." Perva'nın lafa girmesiyle gülümsedim. İlk karşılaştığımız an da ona karşı sıcak hissettiğimi anımsadım.


"Evet. Tekrardan memnun oldum."


"Bende." 

Perva'nın yanındaki koyu kahve rengi dümdüz saçlara sahip beyaz tenli ve çok hoş kız elini uzattı. Sanırım onu bizim okulda daha önce görmüştüm. Mavi gözleri parıldıyordu.


Seza lafa girdiğinde bakışlarım ona döndü.


"Aşkımla tanış." Ne?


"Aşkınla mı?" Boşboğazlık etmek konusunda bazen üstüme kimseyi tanımıyordum. Ya da insan ilişkilerinde iyi değildim, bilmiyordum. Bazen en soğuk nevale olup konuşmam gerektiğinde bile konuşmayıp bazen böyle yapmak beni sinirlendiriyordu.


Seza ufak bir gülüş sundu bana ve yanağında oluşan çukura bir süre bakakalmama sebep oldu.


"Aşkımla tanış İzgi. İzgi, Aşkım. Aşkım, İzgi." Hep beraber gülüşmeye başladıklarında olayı geç kavramıştım ama bence sorun bende değildi.

Kim kızına Aşkım ismini koyardı ki!

Neden isimleri böyle garipti ki?


Sonunda kızın havada kalan elini tutup kibarca sıktığımda karşılıklı birbirimize gülümsedik ve bu kez yanında oturan çocuk elini uzattı ve samimi bir şekilde gülümsedi. Üstünde bol bir tişört ve altında güzel bir siyah eşofman vardı. Oldukça rahat duruyordu ve mavi gözleri samimi bir sıcaklıkla bakıyordu. Bir an herkesin neden bu kadar samimi olduğunu sorguladım. Ben mi çok kafadan kontak takıntılıydım yoksa insanlarla görüşmeyip konuşmayalı gerçekten insan ilişkilerini mi unutmuştum?


Elini tuttuğum siyaha yakın koyu kahve saçlı çocuk konuşmaya başladı. "Ben Lodos. Memnun oldum İzgi."


"Bende memnun oldum Lodos." İsmi hoştu ama mavi gözlerini gülümsemediğinde görsem muhtemelen ondan ürkebilirdim. Yani ben ürkmezdim ama başka biri kesinlikle ürkerdi.


"Ben Talaz ama sen bana biricik kankam diyebilirsin fizik profesörü." Elime yapışan çocuğa kaşlarımı kaldırıp baktım.


"Fizik profesörü mü?"


"Sen etrafa pek bakmıyorsun ama bil diye söylüyorum. O notları almak için dahi olmak bile yeterli değil. Fizikçinin kazık sınavından yüzle geçebilmen için fiziğin kendisi olman gerekiyordu. Olmuşsun. Yüce Fizik, lütfen tebriklerimi kabul edin!"


İsmini yeni öğrendiğim yeşil boyalı saçlı çocuğa bakarken gülmeye başladım. Bütün saçları yemyeşildi ve orta uzunluktaydı. Kısa sayılmazdı ama uzun kesinlikle değildi.


"Sen ona bakma. O sınava köpek gibi çalıştı ama hoca kırk beş verince ufak çaplı bir kriz geçirdi. Okulda bir kişiye istemeye istemeye yüz verdiğini söylemiş derste fizikçi o da atlamış yalvarmış senin olduğunu öğrenmiş. Senden ders isteyip isteyemeyeceğini düşünüyordu geçenlerde." Perva'nın söyledikleriyle gülümsememi biraz azalttığımda Talaz'a döndüm ve kibarca başımı salladım.


"Neden olmasın!" Gözleri kocaman açıldığında elini havaya kaldırıp yumruk yapıp kendine doğru çekti.


"O an başka bir şey dilemeliydim Allah'ım!"


"Bana kalırsa o hoca puan konusunda çok cimri. Eminim aldığın halde bir yerlerden puanını kırmıştır. Daha önce bir keresinde bana da öyle yapmıştı." Söylediklerimle başını salladı.


"Zaten başka türlü kırk beşin bir açıklaması olamazdı. Elli üstü bekliyordum o sınavdan. Gerçi sınav da acayip zordu ama konumuz bu değil."


"Anlıyorum." Başımı sallamamla o konuşmaya devam ediyordu ve herkes de onu dinliyor gibi görünüyordu ama benim dikkatim arkamdan kulağıma eğilen Sezadaydı.


"Onları sevdin değil mi? Seni rahatsız etmediler?" Sorarcasına söylediklerine kulağımın hemen yanında olduğunun bilincinde cevap verdim.


"Tatlılar." 


"Tatlılar?" Kısıkça gülmüştü ve bunu kaçırmak istemediğimi düşündüm o an. Ona döndüğümde düşündüğümden daha yakın bir pozisyonun içine girmemiz çok ani olmuştu. Üstelik bugün sayamadığım kaçıncı dip dibe oluşumuzdu.


Sarışın erkeklerin çirkin olduğunu söylerken ne düşünüyordum ki!


O bir yunan tanrısından farksızdı.


Bir anda başımı tekrar gruba çevirdim ve muhabbetin ortasına bodoslama daldım.


Sıcak filan olmuştu sanki biraz.


"Siz yarışmaya hep birlikte mi katılacaksınız?"

Soruma Aşkım cevap verdi.


"Sayılır. Seza ve Perva katılmayacak, Perva görevli olduğu için katılmayacak ama Seza'nın çok geçerli bir sebebi yok bence, biz katılması için ısrarcıyız bir süredir."


"Seza neden katılmıyor?" Ona dönüp kendisine sormaya karar verdim.


"Neden katılmıyorsun?" Bir kolunu başının arkasına yaslamış ve koltuğa yaslanmış rahat bir pozisyonda oturuyordu.


"Aslında başka bir şeyle meşgulüm bir süredir. Bu yarışmaya katılırsam ondan kopmam ama boşlarım diye düşünüyorum ve, açıkçası çok canım istemiyor ya."


Hani mezuna kalmıştı? 

Hani bomboştu?

Neyle meşguldü o zaman? 


Sanane kızım. Sanane ya. Sen git köşende tek ayak üstünde filan dur sakinleş biraz. Yerli yersiz konuşmama sebep olduğun yetmiyor bir de kafamı yokluyorsun. Deli midir nedir! Sal beni!


İç sesinle konuşuyorsun...

Bu hikayedeki deli ben değilim İzgi, acı haber... Sensin.


Aynen canım ondan. Aynen. 


Bence sen fizik çalışmaktan kafayı yedin. Gerçi annen profesör ama bence sen ondan daha iyi olabilirsin üstüne gidersen. Cevher var sende.


Eyvallah canım ama yok ya kalsın.


Ne diyorum ben ya.


"Anladım."


"Peki sen? Sen nasıl katılacaksın?"

Perva'nın sorduğu soruyla ona baktım. Cevabı bildiğini sanıyordum?


"Ben aslında bilmiyorum. Yani aslında bu yarışmaya katılmayı da ben istemedim. Sürpriz yumurtadan çıktı diyebilirim. Orası biraz karışık. Herneyse, yani şu an kendime beraber katılabileceğim birini arıyor olmam gerekiyordu. Çünkü piyano çalmak dışında yapabildiğim pek bir şey yok ve onda da süper sayılmam."


"Yani kendine bir vokal arıyorsun?" Talaz'ın sorusuyla ona döndüm.


"Sanırım öyle, emin değilim."


"Bu işi bir daha düşünmen gerektiğini söylemiştim Altanay." Lodos'un Seza'ya dediğini benim dışımda kimse duymamıştı ama bende duyduğumu anlamamıştım.


"Bilmiyorum hala katılmak konusunda kararsızım. Benim işim burayla değil." Elimle bulunduğumuz alanı göstermiştim.


"Burayla." Bu kez işaret parmağımı kalbime yaslamıştım.


"İnsanlar müziği kulaklarıyla duyar. Sözleriniyse kalplerinde hisseder."


Söz yazdığımı söylemeyecektim ama o an buna engel olamadım. Açık açık söylemedim ama anlamış olmalıydılar, anlamadılarsada bu benim işime gelirdi.


"Ben kalplerinde hissedilmek istiyorum. Müziğimi yalnızca duymasınlar, ritmine kapılmasınlar. Sözlerini anlasınlar istiyorum."


Kafaları karışmıştı. Elbette karışırdı. Beş dakika önce katılmak konusunda kararsız olduğumu zırvalıyordum. Hala öyleydim ama bahsettiğim zaten yarışmadan tamamen uzakta olan bir konuydu.


"Seni duyduklarında, kalplerinde hissedeceklerini mi düşünüyorsun?" Hayır, bunu aşağılar bir şekilde sormamıştı. Zaten benimle aşağılayan bir tavırda konuşmayacağını düşündüğüm tek kişiydi şu an Seza. Bunu biraz daha bana eğilerek söylemişti.


"Sadece düşünmüyorum. Bunu biliyorum. Bundan eminim."


Ama kendimi duyurmak için hiçbir şey yapmıyorum. Evet. Buraya bile kendim gelmedim. Zorla gelmeseydim de bunun için çabalamayacaktım.

Çünkü sanat saçmalıktı!


Öyle değil mi? Fizik varken hem de!


Kim matematik varken söz yazmak gibi aptalca bir şeyi umursayabilirdi ki ama değil mi!


Ben. 


Ben umursayabilirdim belki anne.


Her neyse. 


"O zaman susma. Seni duymaları için elinden ne geliyorsa yap. İnsanların kalplerine dokunduğunda iyileşeceğini hissediyorum."


"Yaralı olduğumu da nereden çıkardın?"


"Herkes biraz yaralıdır. Ama en çok susanlar. Çok mu canın acıdı? Çok mu acıttı İzgi?" Bağıramayacağın kadar çok mu acıttı demek istedi çocuk. Seni susturacak kadar mı acıttı?


Söyledikleriyle konuşmamızın seyri bir anda tamamen değişmişti. Gözlerime bakan simsiyah pulcuklardan başka bir yere çevirememiş, kaçıramamıştım gözlerimi.


"Çok canım acısaydı bağırırdım." Bağırmıştım. Yani, bir zamanlar bağırmıştım.


"Bazen, bağıramazsın. Ama üzücü olan bu değil. Bazen bağıramadığın için açılan yara kapanmadığında, onun hâlâ yara olduğunu unutursun. Konuşmadığında, dilinin ucuna gelip her yuttuğunda biraz daha unutursun."


"Seza, bazense dile getirdiğinde unutursun. Ama bence unutmak kötü değil. Unutmak kötü değil ama dile getirdikten sonra buna yalnızca sen alışmazsın ve bunu yalnızca sen unutmazsın.

Asıl kötü olan bu. Asıl acıtan bu. Çünkü artık sen kendi yaranı kapatmadın iyileştirmeyecek basit bir bantla, bunu bir başkasıyla beraber yaptın."

Kısa bir duraksamanın ardından devam ettim.


Gözleri, sandığım kadar simsiyah değildi.

Onlar, kızılkahveydi. 

Acı kahveydi. 


"Bir başkası senin acını unuttu. Asıl acı olan bu. Tek başına unutursan yalnızca unutursun.

Öbür türlüyse, yaranın hiç kapanmadığı yetmezmiş gibi hep kanar, seni tüketir."


Bağırmıştım ama kötü olan bu değildi.

Duymuşlardı ama kötü olan bu değildi.

Kulaklarını tıkamışlardı.

Asıl kötü olan buydu.

Asıl üzücü olan buydu Seza.


Umarım bunu hiçbir zaman bilmezsiniz.


"Talaz bu okulda tamam, peki siz?" Diğerlerine bakarak konuyu yeniden tamamen değiştirdiğimde kısa süren sessizlik dağılmıştı ve soruma Perva cevap vermişti.


"Bende burdayım. Yaşıtız. Aşkım, Lodos ve Seza mezun. Gerçi Seza mezuna kaldı ama o onun kendi isteğiydi. Puanı yine iyi bir yerlere tutuyordu. Neyse, Aşkım güzel sanatlar okuyor, Lodos tıp." Tıp mı? Kesinlikle beklemiyordum. Aslında, Aşkım'dan değil, Perva'dan güzel sanatlar bekleyebilirdim. Sanırım çok önyargılı davranmıştım.


Onaylayarak kafamı sallayıp hepsine gülümsedikten sonra Perva ve Talaz'a döndüm.


"Siz ne istiyorsunuz?" Soruma bu kez Talaz cevap verdi.


"Ben mühendislik düşünüyorum. Yazılım." Talaz'a bak sen.


"Ben Hukuk ya. Başka bir yerde göremiyorum kendimi." Perva'nın cevabıyla onu bir kez daha süzdüm. Tavırları, dik duruşu, kendinden eminliği ve dediğim dedik bir havası vardı. Ona avukat ya da savcı olmak çok yakışırdı bence de.


"Sen ne istiyorsun fiziğin anası, yüce fizik?" Talaz'ın takılmalarını bu kez garipsemedim. Sanırım böyle devam ederse buna alışacaktım.


"Ben mi, bilmiyorum ya, kararsızım biraz."


"Senden de tıpçı havası sezmiştim." Lodos'un konuşmanın başından beri ilk defa lafa katılmasıyla ona doğru dönüp cevap verdim.


"Bakacağım ya. Daha çok erken benim için."


"Abi ben bu kızdaki kafadan istiyorum. Sınava üç ay var kız daha çok erken düşünmek için diyor. Biraz daha bekle kral bi üç seneye kararlaştırırsın." Normalde bunu başka biri söylese rahatsız olacağıma ve yanlış anlayacağıma emindim ama bariz bir şekilde alay ediyordu kendince Talaz. Bu yüzden pek takılmadım ve gülümsedim.


"Sanane oğlum kız isterse o sabah karar verir?" Solumdan gelen sesle benim takılmadığımı ama bir başkasının benim yerime takıldığını fark ettim.


Sadece onun duyabileceği bir sesle mırıldandım.

"Ben takılmadım söylediklerine, sana ne oluyor Seza?"

Loading...
0%