Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@heartless_liva

Dişlerimin arasındaki görevli kartı ile oynarken gözüm dalıp gitmişti. Bir kaç kargonun gereğinden fazla gecikmesi beni düşündürmüştü. Soğuk yüzüme vurduğunda gözlerimi kırparak kendime geldim ve üzerimdeki yün hırkaya sığındım. Müşterinin girmesiyle açılan kapıyla içeriye rüzgar girmişti. Orta yaşlı bir kadın paltosunu kaplayan karları silkeleyip botlarını paspasa sürdü. Gözüyle içeriyi süzerken beni gördü ve samimice gülümseyerek yanıma doğru yürümeye başladı.


Ben de yüzüme gülümsememi takınıp "Hoş geldiniz, " diyerek kadını karşıladım. Heyecanlı bir şekilde kafasını aşağı yukarı sallayıp kolundaki çantasını açarak içini aramaya başladı. Durup kadını izlerken çantadan siyah bir poşet çıkartıp kasanın üzerine, önüne yavaşça koydu.


"Bu kitabın yeni basımı var mı elinizde?" uzanıp poşeti açtım. Fazlasıyla eskimiş ve kenarları yırtılmış 'Romeo ve Julie' kitabıydı. Kapaktaki yazılar silinmeye yüz tutmuş olsa da okuyabilmiştim. Kafamı kaldırıp gülümseyerek kadına kafa salladım ve kasadan uzaklaşıp raflara doğru yürüdüm.


Peşimden hızlı adımlarla gelip ne yaptığımı kontrol etmek ister gibi beni izledi. Uzanıp yepyeni ciltli kitabı raftan alıp kasaya geri yürüdüm. Ücreti düşük bir meblağaydı ve kasayı bugün için çoktan kapatmış olmam gerekiyordu.


"Müessesemizden size hediye olsun efendim," kitabı süslü pembe poşete koyup kadına uzattım. Şaşırsa da gözlerime biraz bakıp elimden yeni kitabını aldı. Sonrasında ise gülümseyerek eski kitabın olduğu poşeti ona uzattım. Eliyle işaret yapıp gözlerini kapattı ve hafifçe geriledi.


"Sende kalsın. Annenin lise arkadaşıydım, ona hediyem olsun kızım."


Kadın kapıdan çıkıp uzaklaşırken arkasından hiçbir şey diyememiştim. Çünkü annem ortaokul mezunuydu.



Soğumuş demir kepenkleri indirip anahtarla kilitledim ve ellerimi cebime attım. Beyaz kaldırımlarda ayak izlerimi bırakarak dükkanın yanından dolaştım ve üst kata çıkan merdivenleri tırmanya başladım. Diğer elimdeki kitap poşeti bacağıma vurdukça kadının sözlerinden bir şeyler anlamaya çalışsam da sorgulamak istemedim. Bu yaşında erken demans yaşamış olmalıydı ve bunun için kafa yormak istemedim.


Yukarı kata gelip anahtarımı tekrar çıkardım ve evin kapısını açtım. İçeri girer girmez vücudum tamamen ısındı ve uykumun geldiğini hissettim. Ayakkabılarımı bir kenara fırlatıp mutfağa geçtim. İçinden telefonumu aldım ve montumu sandalyeye asıp buzdolabına uzandım. Kenardaki biralardan birini alıp açtım ve yavaşça yudumladım. Kargoların gecikmesi beni strese sokmuştu bununla da yeterince kafam dolmuştu. İçtiğim yudum bira ile kendimi nötrlemek istesemde sabaha çarpıntı yapacaktı biliyordum.


Paketin yarısını masada bırakıp iç çamaşırlarım ile kalana dek kıyafetlerimi çıkartarak odama doğru ilerledim. Elimde telefonum hâlâ duruyordu çünkü alarm kurmam gerekebilirdi.


Sabah toplamadığım yatağa girip üzerimi örterken telefonumu da başucumda ki kolinin üzerine koyarak kendimi iyice sıcağa çektim. Bilincim bir gidip bir gelirken titreşim hissettim. Telefona gelen bildirimle ekranı da açılmıştı.


Zorlanarak uzanıp ekranını kendime çevirdim.


05*: "Test sonuçlarınız geldi."


Evet, yarın için kesinlikle alarm kurmam gerekiyordu.



Yüksek koltuklarda otururken ayaklarımı ileri geri salladım. Randevu saatime biraz vardı o yüzden benden önceki hastaların çıkmasını bekliyordum. Geç kalmamak için biraz erken gelmiştim ve beklerken sıkılmıştım.


Kucağıma çektiğim büyük bez çantamın üzerine parmaklarım ile vuruyordum. Kapıdan girip çıkan hastaları seyrediyor ve arada kafamı kaldırıp saati kontrol ediyordum.


İçeriden ismimin seslenilmesiyle sıramın geldiğini anladım ve yavaşça ayağa kalkıp doktorun odasına yürüdüm.


Açık mavi kapının önüne geldiğimde derin bir nefes aldım ve kapıyı iki kere sakince tıklattım. İçeriden duyduğum komutla kapıyı açıp heyecanla içeri girdim. Doktor bey masasının üzerindeki belgelerin yerini değiştiyordu.


Karşısındaki küçük koltuğa oturup yerimde küçüldüğümde kafasını kaldırıp gözlüğünün üstünden bana baktı.


"Pek güzel haberlerim yok küçük hanım," tekrar dosyalarına yönelip aralarından birini çıkardı ve açıp incelemeye başladı.


Yüzümdeki endişeli bakışlarımla hareketleri gözlemlemeye çalışıyordum. Haberler güzel değilse de ne kadar kötüydü?


"Nefes darlığı şikayeti ile geldiğinizde astım olduğunu düşünsekte tedbir amaçlı tomografi ve akciğer filmi almıştık," dudaklarını ıslatma ihtiyacı hissedip durdu ve biraz nefeslendi. Çok yaşlı bir adamdı ve konuşurken bile zorlanabiliyordu. Ama özel hastanelerin hepsinden teklif almış görevinde çok başarılı bir doktordu. Yıllardır devlet hastanesinde çalışıyordu ama işini severek yapıyordu.


"Test sonuçlarına göre 4. evre kalp yetmezliğiniz var. Eğer nakil olmazsanız kalbiniz çok fazla dayanamayacaktır. Bu hâlde sonraki yaşınızı görebilirseniz kendinizi şanslı sayın."


Gözlerimin içine bakarak tepkimi ölçmeye çalışıyordu. Ancak bir belirti göstermemiştim. Hissediyordum zaten içimde yanlış bir şeyler olduğunu.


"İlaçları kullanmaya bugün başlamanız lazım. Zaten yeterince geç kalınmış bir haldesiniz."


Biliyorum doktor bey, ben de farkındayım. İçten çürüyüp yok olmaya başladığımı ben de hissediyorum. Doğduğum günden beri kendi kendimi yok ettiğimi ben de hissediyorum.


Öylece yüzüme bakıp konuşmamı bekliyordu ama dışarıdan söyleyemeyeceğim çok fazla şeyi haykırıyordum zaten.


Çok fazla yaşayamacağımı zaten tahmin etmiştim ama bu kadar genç öleceğimi ben de bilememiştim.


Kalp nakli hakkında bilgiler verirken konuştuklarına inanacak takatim kalmamıştı.


Hayır bana umut vermeyin doktor bey, o kalp asla bulunmayacak ve ben de ölüp gideceğim. Bana yalan sözler sarf etmeyin. Hızlı yaşayıp genç öleceğim, kimse adımı dahi hatırlamadan.


"Teşekkürler, doktor bey." Arkamı dönüp odadan çıktım. İçimdeki kendime yetememezliği şimdiden hissetmiştim ve sonraki yaşıma kadar bu ağırlıkla nasıl yaşayacağımı düşünmeye başlamıştım.



Saat öğlene doğru gelirken eve anca gelebilmiştim. Üzerimdeki gereksiz yüklerden kurtulup hızlıca aşağı kata indim ve kepenkleri kaldırdım. Sonra da kapıyı açıp dün geceden beri sıcak olan dükkana girdim.


Arka kapıya doğru gidip kargoların gelip gelmediğini kontrol etme ihtiyacı hissettim. Tahmin ettiğim gibi hâlâ hiçbirisi gelmemişti ve küçük bir hayal kırıklığına uğramıştım. Arkadan uzaklaşıp kasaya geldim ve alttaki ısıtıcıyı açıp sandalyeme oturdum. Bu saatler günün en yoğun zamanıydı ama henüz gelen biri olmamıştı sanırım.


Kasanın yanında bıraktığım kitap gözüme çarptı ve elime alıp arkama yaslandım. Çok uzun zamandır Romeo ve Juliet okumamıştım ve böyle bir basımla okumak çok daha hoşuma giderdi. Sıcak ortama iyice alışırken sayfaları açıp okumaya başladım.


"Tüm göklerin en güzel yıldızlarından ikisi..."



Sadece yarım saat sonra okumayı durdurabilmiştim. Gelen giden hâlâ yoktu ve ilaç için para lazımken müşteri olmaması moralimi bozdu. Kitabı kapatıp geri koyarken fazladan bir kalınlık hissettim. En arka sayfası kabarık hissettiriyordu.


Çevirip açtığımda kırmızı bir zarfın kitabın arasına sıkıştırılmış olduğunu gördüm. Zarfı alıp kitabı kenara bıraktım.


İyice yaklaşıp üzerinde bir yazı aradım ama bir şey bulamadım. Açıp açmama konusunu biraz düşünsem de kitabın artık benim olduğunu kendime hatırlatıp zarfı yırtmadan açtım.


Beyaz küçük bir not kağıdı çıkmıştı. Katlanmış kağıdı açtım ve üzerindeki yazıyı okudum.


"Annene olan borcumu sana ödüyorum. Zamanında annenden ödünç aldığım paraydı ama geri veremedim. Hepsi tamamen senin, istediğin gibi harcayabilirsin.


4763*******9302


Şifre: 060820"


Üstte yazan rakamlar banka hesabından başka bir şeyden değildi. Ama şifre annemin ölüm tarihiydi.



Metro durağından çıkınca eteğimi aşağı çekip düzelttim. Gözüme çarpan ilk markete girip su aldım ve parktaki banklardan birine geçip ilaçlarımı içtim.


Bankadaki para belki kalp için yeterli olmayabilirdi ama diğer ihtiyaçlarımı rahatlıkla karşılayabilirdim. O kadın her kimse, geri kalan hayatımı düzgün yaşamamı sağlayacaktı.


Yanıma yanaşan uzun tüylü bir kediyi gördüğümde sevmeyi çok istedim ancak yıllar önce yaşadığım şeyi tekrar yaşamamak için sakince kalkıp parktan çıktım ve kampüse doğru ilerledim.


Bir kaç öğrencinin dik bakışları eşliğinde binaya girdim ve bugünkü dersliği aramaya başladım.


Uzun koridorlarda yere bakarak yürürken son köşeye geldim. Önüme bakmadan onu da dönerken aniden karşıma birisi çıktı ve çarpıştık. Beklemediğim anda gördüğüm insan beni korkutmuştu.


Başım döndüğünde ayağımın altındaki zeminin kaydığını sandım. Görüşüm bulanıklaştı ve kalbimi tutarak ayakta kalmaya çalıştım. Kalp atışlarım aniden hızlandı ve canım acımaya başladı. Önündeki çocuk bir şey söylüyordu ama ben gerileyip düşmemek için duvara yaslandım. Gözlerim kararırken iki elimle birden kalbimi tutup nefes almaya çalıştım. İçime çektiğim havada oksijen yoktu. Sol gözümden bir damla gözyaşı yanağımdan aşağı süzülürken bilincimi kaybettim ve kalçamın üzerine zemine düştüm.



-15 yıl önce-


Salıncakta bir ileri bir geri giderken ayaklarımı da hızlanmak için kullanıyordum. Güneş tepemde olduğu için gözlerimi tam açamıyordum ama kısık haliyle parkı süzdüm. Tanımadığım çok fazla çocuk vardı o yüzden rahatsız hissetmiştim.


"Ahsen! Ahsen! Bak bana ne yapacağım!" kafamı hızla çevirip yanımdaki salıncaktaki kıza baktım. Hızlandığı salıncakta bir anda ellerini bırakıp atladı ve kumun üzerine ayaklarının üzerine havalı bir şekilde düştü. Korkuyla açtığım gözlerim, ayağa kalkıp gülümseyerek bana dönmesi ile normal hâline geri döndü. Canı acımamıştı hatta bu kadar yüksekten yere atlamak onu eğlendirmiş gözüküyordu.


"Sen de yapabilirsin aslında. Çok kolay bir şey ama çok eğlenceli!" parmaklarına bulaşan kumu silkeleyip yanımdan dolaştı ve tekrar salıncağına oturdu. Hâlâ ileri geri giderken onu izliyordum ve merak etmiştim. Uçuyor gibi hissettiriyor olmalıydı. Denesem onun gibi güzelce iniş yapabilirdim sanırım.


Dudaklarımı büzüp onun yaptıklarını hatırlamaya çalışırken bir elimi bırakıp önümdeki koruma kemerini yukarı kaldırdım ve sıkıca demirlere tekrar sarıldım.


Geri gittim, düşecek gibi hissedip iyice tutundum. İleri gittim, atlamaya cesaret edemedim. Tekrar geri gittim, kalçam salıncaktan aşağı kayıyordu ve bir dahakine tutunamayabilirdim. Hızla öne gittiğimde ellerimi bırakıp kendimi ileri attım.


"Ahsen!" annemin nerden geldiğini bilmediğim sesiyle ben havada uçarken parktaki tüm gözleri üzerime çekmiştim. Çünkü ben Efsan'dan çok daha hızlı bir şekilde dahada uzağa gidiyordum. Tabii ondan çok daha sert bir şekilde yere çakılmam da beraberinde gerçekleşti.


Yumuşak kumlara ineceğimi sanarken aradaki bir kırık cam parçası dizime saplanınca acıyla dizimi tutup ağlamaya başladım. Aslında canım o kadar da yanmıyordu ama anın şokuyla ağlamaktan daha mantıklı bir seçenek bulamamıştım.


Tüm çocuklar başıma toplanırken kalabalık arasından annem koşarak yanıma geldi ve beni hızla kucaklayıp hızlı hızlı yürümeye başladı. Ben ellerimi boynuna dolayıp sessizce ağlarken o hiçbir şey söylemedi. Eve kadar beni kucağında taşıdıktan sonra kapıya geldiğimizde ayakkabılarımı dikkatlice çıkartıp beni banyoya götürmüştü. Kızarmış gözlerim ve burnumla ne yaptığını izlerken dolaptan yara bandı, krem ve cımbız alıp salona gitti ve beni koltuğa oturttu. Dizlerinin üzerine çöküp yarama bakarken gözlerinin dolduğunu gördüm.


Neden olduğunu anlamadığım bir şekilde annemin gözünden bir yaş süzüldü. Dudaklarını birbirine bastırıp elinin tersiyle hemen silse de ben görmüştüm.


O cımbızı eline alırken ben de sırtımı yastığa yasladım. Korkarak gözlerime döndü.


"Biraz canını acıtacak ama camı oradan çıkarmamız lazım, tamam mı?" sakince kafamı sallayarak onay verdim. Fark ettirmemeye çalışsamda çok korkuyordum.


"Elimi tutmak ister misin annecim?" heyecanla kafamı sallayıp hızla eline uzandım ve tüm gücümle sıktım.


Gözlerimi sertçe kapatıp dişlerimi sıktım. Bir kaç saniye içinde annem dikkatlice cam parçasını çıkarmıştı ve hissetmemiştim bile.


"Çok acıdı mı hayatım?" gözlerimi yavaşça açtığımda yine dolu gözleri ile karşılaştım. Hayır anlamında kafa sallayıp elini bıraktım. Hafifçe gülümseyip işine döndü ve krem sürüp yara bandı ile yarayı kapattı.


Yanıma oturup beni kucağına tek bacağının üstüne oturtup saçlarımı sevdi. Alnıma ufak bir öpücük bırakıp yanağımdan bir makas aldı.


"Derimizi delip canımızı acıtan yaralar ne kadar derin olurlarsa olsunlar iyileşirler," kocaman gözlerimi mümkünmüş gibi daha fazla açarak dediklerini dinliyordum. Alnıma bir öpücük daha bırakıp konuşmaya devam etti.


"Ancak kalbimizdeki yaralar, geçmek bilmez. İşte bu yüzden benim güzel kızım, kalbini acıtmalarına izin verme. Onu iyileştirmek için yara bandı kullanamazsın."


Kalbim acıyor ve engel olamıyorum anne. Kırık parçaları göğsüme batıyor, nefes alamıyorum. Başkası değil, ben acıtıyorum kalbimi. Ve biliyorum, hiçbir yara bandı bana çare olamaz. Kalbim acıyor ve sen yoksun anne. Elini tutmak ve yine gözlerimi kapatıp güçlü olmak istiyorum anne. Benim canım yandıkça ağlayan sen, yanımda ol istiyorum. Kalbim acıyor ve engel olamıyorum, olamam anne.


-Günümüz-


Beynimi zonklatan bir baş ağrısı ile gözlerimi açtığımda karşımda beyaz bir tavan vardı. Görüşüm düzeldikçe burnuma yoğun bir ilaç kokusu geldi ve midem bulandı. Aynı zamanda makinenin sesini de duymaya başladım.


İyice kendime geldikten sonra hissettiğim şey ise boğazımdaki kaşınmaydı. Elimle yokladığım zaman boğazımda bir şey yoktu ama sanki bademciklerim şişmiş gibi bir hissiyat vardı.


Kapının hızla açılmasıyla irkildim ve makinedeki kalp ritmim hızlandı. Odaya giren hemşire bir anlık panik olup bana öylece baktığında atak geçirdiğimi sanmış olmalıydı. Gülümseyerek onu rahatlatmaya çalıştım.


Ağzımı açıp konuşmaya çalıştığımda öksürük krizine girdim. Susuz kalmıştım ve öksürdükçe daha çok canım acıyordu.


Hemşire koşarak yanıma gelip sırtıma destek vererek duruşumu dikleştirdi ve eliyle sırtımı sıvazlayarak beni rahatlattı.


Derin bir nefes alıp kendime geldiğimde boncuk boncuk terlemiştim. Kurumuş dudaklarımı yalayıp nemlendirme ihtiyacı hissettim. Hemşire peçeteyle terimi sildikten sonra bir şey demeden koşarak odadan çıktı.


Serum takılı olan elimle ağrıyan başımı tutarak etrafa bakmaya başladım. Solumdaki koltukta bir büyük ve bir küçük çanta gördüm. İkisi de benimdi ancak büyük olanın ne zaman geldiğini ve kimin getirdiğini bilmesemde bir tahminim vardı.


Yandaki küçük çanta, bayıldığım zaman kolumda olan çantaydı. Uzanıp aldım ve içini açtım. Eşyaların arasından dudak nemlendiricimi bulup hemen sürdüm. Dudaklarım kuruluktan çatlayıp kanamıştı ve canımı yakıyordu.


Sonra telefonumu elime aldığımda kapanmış olduğunu gördüm. Açma tuşuna basıp biraz bekledim ve kilit ekranım açılınca şaşkınlıkla bakakaldım.


BAYILDIĞIM GÜNDEN BERİ 4 GÜN GEÇMİŞTİ!


Hemen telefonu açıp arama kısmından Efsan'ı tuşladım ve aradım. Telefon bir kere çaldıktan sonra açıldı.


"Canımın içi! Uyandın mı? Geliyorum hemen, bekle beni!" ve telefonu suratıma kapattı. Suratımı düşürüp boş bakışlarla telefona baktım ve yatağın kenarına koydum. Biraz sonra kapı açıldı ve içeri ellerindeki poşetlerle Efsan girdi.


Gözleri dolmuş gibiydi ve elindekileri yere bırakıp yanıma koştu. Boynuma sıkıca sarılıp ağlamaya başladı.


"Bana neden söylemedin!" hıçkırıklarının arasından pek anlaşılmasada konuşmaya çalışıyordu. Yavaşça tek kolumu gücümün el verdiği ölçüde beline dolayıp ben de ona sarıldım. O seslice ağlarken ben sessizce ona eşlik ettim.


Biz baya ağladıktan sonra ilk uzaklaşan o olmuştu. Gözleri kıpkırmızı olmuştu, uykusuz gibi de görünüyordu.


"Koridorda yere yığıldığını gördüğümde ne kadar korktum haberin var mı? Nasıl bu kadar önemli bir şeyi bana söylemezsin?" hâlâ gözleri doluyken başını yana eğerek masumca bana bakıyordu.


"Haklısın," yutkunduktan sonra konuşmaya başladım.


"Sınav zamanı seni üzüp, kafanı meşgul etmek istemedim ama sanırım batırdım."


Mahçup olup gözlerimi kaçırdım ve parmaklarımla oynamaya başladım. Aniden uzanıp ellerimi tuttu ve konuşmaya başladı.


"Eğer bu kadar hasta ve narin bir hâlde olmasaydın seni bir güzel pataklardım. Bu yüzden hemen iyileş ki öcümü alabileyim," burukça gülümsemesine karşılık verip derin bir nefes aldım.


O sırada kapı tıklatılınca aramızdaki duygusallık bozuldu. Beyaz önlüklü uzun boylu bir doktor, arkasında az önce giden hemşire ile içeri girdi.


Elindeki dosyaları hemşireye uzatıp yatağımın ucuna kadar geldi.


"Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?" bu sorusuyla baş ağrımı tekrar hatırlayıp korkunç bir acıyla kaldım.


"Başım ağrıyor, " uzanıp alnımı tutarak gözlerimi kapattım. Baş ağrımı düşündükçe ağrısı artıyordu.


"Peki, hemen size bir ağrı kesici yaptırıyorum. Ama ondan daha da önemlisi, kalbinizde bir sıkıntınız var mı?"


Kalbimde uzun zamandır bir sıkıntı var ama sizin çözebileceğin bir durum değil doktor bey.


Hayır anlamında kafamı sallayıp alnımı ovuşturarak gözlerimi geri açtım.


Doktor sıkıntılı bir nefes verip bana bakmaya devam etti. O sırada hemşire serumuma ağrı kesici ekliyordu.


"Kalbinizde ki sorunun büyüklüğünün sizde farkındasınız. Dördüncü evre kalp yetmezliğiniz var ve sadece yarım yıl kadar ömrünüz var. Kullandığınız veya kullanacağınız ilaçlar bu süreyi biraz daha uzatsa da nakil olmadan hiçbir tedavinin yeterli olmadığının da farkında olmalısınız, " bir çırpıda ağızdan kolaylıkla çıkan sözler o kadar kırıcı olabiliyordu ki. Bir haftada aynı gerçekleri iki kez duymak; kalbimi daha çok sıkıntıda hissettirmişti. Sakince kafamı sallayıp doktora devam etmesi için izin verdim.


"Hastanemize geldiğinizden beri dört gün geçti ve iki gün yoğun bakımda kaldınız. Gelmeden önce geçirdiğiniz kalp krizi sizi az daha öldürecekti. Ancak yaptığımız müdaheleler doğrultusunda mucizevi bir şekilde hayatta kaldınız ve kalbinizde kalıcı bir hasar yok gibi görünüyor. Nasıl bir kalp krizinden kalıcı hasar almadan kurtulduğunuzu ekipçe merak ediyoruz ancak hayata tutunma çabanızın meyvesi olmalı. Geçmiş olsun dileklerimizi iletiyor ve iyi ıstirahatler diliyoruz." hafifçe önümde eğilip hemşireyle beraber geri çıktılar ve kapıyı kapatıp uzaklaştılar. Ben de bir nefes verip yanımdaki Efsan'a döndüm.


"Burası devlet hastanesi değil, " Efsan usulca kafasını salladığında başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. İlaçlar için bile çok param yoktu ve hepsini belki de daha fazlasını bir kaç gün yattığım hastaneye verecektim.


"Hemen endişelenme, ödeme alınmayacak."


"Ne!" şaşırarak ona döndüğümde benim aksime çok sakindi.


"Dün korkarak fiyatı sordum, onlarda ücretin ödendiğini söylediler. Kim yapmış bilmiyorum ama senin aylarca burada tedavi görmene yetecek kadar tüm masraflarını karşılamış. O isimsiz kahraman kim bilmiyorum ama senin yaşamanı gerçekten istiyor olmalı."


Ben o isimsiz kahraman kim biliyorum, Efsan. Ve ne kadar minnettar olduğumu anlatamam bile...



"Şimdi bir kadının gelip sana öylece verdiği kitabın içinde banka hesabı olduğunu, şifresinin annenin ölüm tarihi olduğunu, ve içinde bol miktarda para olduğunu söylüyorsun. Hatta hastanenin parasını da o kadının ödediğini düşünüyorsun."


Laflarına kafamı sallayarak onu dinliyor gibi yapıyordum. Meyve suyunun pipetine uzanıp büyük bir yudum daha aldım. Bir kaç gündür sadece serum takviyesi aldığım düşünülürse midem gerçektende baya bir boş kalmıştı ve o dört günlük arayı kapatmam lazımdı. Hastalığımı daha yoğun hissetmeye başladığımdan beri fazlasıyla kilo vermiştim ve bir kaç beden daha düşmek istemedim. Aslında az yiyen bir insan değildim ancak kanımda yeterli besini bulamayan vücudum kendini eritiyordu. Ve ben bu yüzden altı ayda on kilo kadar vermiştim. Daha da incelip hastalık seviyesine kadar inmemek ve başıma başka bir dert almamak için kapasitemden bile daha fazla yemeye çalışıyordum. Ama umarım bu girişimim bir mide fesadı ile sonuçlanmazdı.


"Kızım bu harika bir şey!" ne dediğini asla dinlememiştim ama Efsan öyle diyorsa doğrudur diyerek tahmin ederek yine onu onayladım. Dinlemekte pek hevesli olmadığımı anlamış olmalıydı ki susup telefonuna bakmaya başladı. Çıkardığı kıkırtılardan yeni sevgilisi ile konuştuğunu anlamam zor değildi. Bu sefer hangi saçma salak Y kromozomu için kendini üzecekti bilmiyordum ama umarım bu, sınavları bittikten sonra olurdu.


Meyve suyunun dibine geldiğimde yanda duran yeni paketi açtım ve onu da dudaklarıma götürüp içmeye başladım. Bugünkü dördüncü meyve suyumdu.


Benim ısrarlarım sonucu serumum bitince kafeteryaya inmiştik. Doktorlar kalbimde bir sıkıntı görmedikleri için yanımda biri eşliğinde odamdan çıkmamda sakınca olmadığını söylemişlerdi. O gün ki gibi ani bir harekete maruz kalma olasılığımı azaltacak birine ihtiyacım olduğu doğruydu ama her hareketi hızlı olan Efsan bu iş için en uygun kişi miydi, ona pek emin değildim.


Efsan kıkırdamalarına devam ederek sandalyesinde geriye yaslandığında ben de kafeteryayı süzüyordum. Yüzünü daha önce hiç görmediğim insanlar arasında bulunmak beni pek rahat hissettirmiyordu. Kampüste tanıdığım insanlar olduğu için dert etmiyordum ama buradaki insanlar her saat her dakika değişiyor ve bu fazlalık beni istemeden geriyordu.


Bu yüzden kalbimin hızının artmasını göze alamadım ve insanları yok saymaya çalıştım. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve burada değil, kitabevinde sıcak koltuğumda oturup kitap okuduğumu hayal ettim. Tekrar bir nefes alıp bu sefer annemin kucağında yattığımı hayal ettim. Saçlarımı severken fısıltılı sesiyle de ninni etkisi yaratıp uykumu getiriyordu. Bunları düşünürken ritmim tekrar düzene girdi.


Sakinleşmiş bir şekilde gözlerimi geri açtığımda Efsan bana ürkerek bakıyordu. 'Ne var?' dercesine bir bakış attığımda gergince gülümsedi.


"Sen iyi misin?" gözlerini kırpıştırarak bana bakıyordu. Yüzümde bir şey olduğunu düşünüp yanaklarımı avuçlarımın içine aldım.


"Neyim var ki?" ikimiz de birbirinden anlamsız bakışlar atarak öylece durduk. Sonrasında dayanamayıp aynı anda kahkayı bastığımızda tüm kafeteryanın bize bakışlarını hissetsem de bu sefer umursamadım.


Karınlarımızı tutarak deli gibi gülmeyi bırakmaya çalışıyorduk. Nefessiz kalınca kalp ritmimin hızlandığını hissettim ve zorla gülüşüme engel oldum. Elimi kalbime koyup nefeslendim. O sırada Efsan da sakinleşmişti.


"İyi değilsin sanırım, kalkalım mı artık?" yandan hafifçe gülümsedim ve ayağa kalktım.


"İyiyim de diğer insanlar deli olduğumuzu sanıyor olabilir, kaçmamız daha mantıklı olur."


O tekrar kıkırdarken ben sandalyemi düzelttim ve Efsan'ın koluna girdim. Asansöre doğru giderken bir anda hatırladığı şeyle duraksadı.


"Seninle uzun süreli refakatçi kalmam için bir kaç evrak imzalamam gerekiyordu, aklımdan çıkmış. Ben onları halledip gelirim, sen odana kendin çıkabilir misin yoksa beni bekler misin?" yandan bana dönüp cevabımı bekledi.


"Ahsen kaçar," göz kırpıp kolundan ayrıldım ve el sallayarak asansörlere doğru ilerledim. Düğmeye basıp gelmesi bekledim ve içeri binip tuşa bastım.


Ama odamın hangi katta olduğunu unutmuştum. Altı ya da yedi olmalıydı ama hangisi olduğundan emin değildim. Bu yüzden ilk önce altıncı kata basmıştım.


Asansör durduğunda inip kata baktım ve yanlış katta olduğumu anladım. Geri binmek için döndüğümde asansör çoktan çağırılmıştı. Beklemek yerine bir katı da merdivenle çıkabilirim diye düşündüm. Arkamı dönüp merdivenlere yöneldiğimde yandaki asansör gelmişti. Tam ona yürüyeceğim esnada ayağım burkuldu ve sendeledim. Düşmemek için hemen duvara tutunmuştum ama bileğim çok acımıştı.


Ben dengemi sağlamaya çalışırken takım elbiseli bir adam asansöre bindi.


"Kapıyı tutabilir misiniz?" topallayarak asansöre doğru gittim ancak adam bana bakmamıştı bile.


"Beyfendi!" düşmemeye çalışarak asansöre doğru bir adım daha attım ve kapı önümde kapandı. Adam beni hiç umursamadan öylece gitmişti.


Burnundan soluyarak diğer asansöre baktım. Eksi üçüncü katta, morg katındaydı ve o asansöre tekrar binmek istediğimi sanmıyordum. Umutsuzca arkama dönüp topallayarak yavaşça merdivenden çıkmaya başladım. Tek ayağımın üzerinde zıplayarak çıkmak yorucu olduğu için dikkat ederek ilerliyordum ancak ritmimi arttıran başka bir şey vardı zaten. Sinirim.


Ateşler çıkartarak zorla çıktığım merdivenleri geride bıraktığımda ayağım biraz daha iyiydi. Bu sefer doğru kata gelmiştim -eğer yanlış olsaydı kendimi yere atıp Efsan gelene kadar ağlardım sanırım- ve odamın kapısında kulağında telefon ile dikilen Efsan'u gördüm. Zıplayarak yanına doğru gidince o da beni fark etti.


"Nerdesin kızım, arıyorum açmıy-" ona bakmadan sinirle soluyarak odaya girdim ve olabildiğince dişlerimi sıkıyordum.


"Kime sinirlendin sen şimdi?" arkama dönüp hiddetle kükredim.


"Kibirli p*cin tekine!"



Loading...
0%