Yeni Üyelik
keyboard_arrow_left keyboard_arrow_left9.
Bölüm
keyboard_arrow_right
@hellomonstarx
Öfke; güçlü insanlar için kazanç, zayıf insanlar içinse mağlubiyet demekti. Doğumumdan bu yana hiç güçlü olmamıştım, hep birilerinin beni sarıp sarmalamasına ihtiyaç duymuş, hep birilerinin ardına saklanmıştım. Benim öfkem bana güç vermiyordu, benim öfkem beni zehirliyordu. Damarlarımdaki kana bulaştığı her an ruhumu karanlığa itiyor içimi kasvetle dolduruyordu. Bana güç veren şey acıydı. Acımdı. Acı insanı nefes alırken diri diri yakardı. Nefes almaya devam ederdin fakat ortasına düştüğün yakıcı ateşin çatırtısını da duymaya devam ederdin.

Ben o ateşin ortasına on beşimdeyken düşmüştüm. Toydum ve gölgesine sığınacak kimsem yoktu. Bedenimi yakan alevin ortasında ateşin ninni gibi gelen çatırdamalarını dinleyerek ruhumu büyüttüm. Yeryüzünü dümdüz edebilecek güçte olan bir fırtınanın kadim dostu ölümcül yıldırımları karanlık bir oda içinde bir pencere önünde seyrederken tek dileğim bir fırtına kadar güçlü olabilmek ve abime bunu yapanlardan öcünü alabilmekti. Acım, beni ayakta tutan iskeletti.

"Benden hoşlandığını söyledin," dedim huzurlu bir ifadeyle. Karton bardaktaki kahveden bir yudum aldım ve üzerine oturduğumuz beton zeminin üzerine uzandım.

"Öyle mi dedim?" Ellerimi başımın altına koyarak gözlerimi gökyüzüne diktim. Mert de yaptığımın aynını yaparak yanıma uzandı. Bacaklarımızın bir kısmı beton zemin üzerinden taşıyordu. Hava soğuk sayılmayacak kadar serindi.
Başımı Mert'ten yana çevirip güldüm.

"Benimle oynama." Şimdi o da gülüyordu.

"Oyun oynamakta iyi olduğum söylenemez." Bunu söylerken yüzünün aldığı şekil tuhaf bir biçimde beni etkilemeyi başarmıştı.

"Bu seslerde ne?" Uzandığım zeminden hızla doğrulup ayaklanırken çatık kaşlarla etrafı inceliyor dikkatle sesleri dinliyordum. Şu an okul binasının çatısında olduğumuzun bilincine varıp karnıma kadar yükselen beton duvarın önünde durup ellerimle betondan destek alarak aşağıya doğru eğildim. Arda Gürdal yine önüne çıkan herkese arsızca esip gürlüyordu. Mert'te uzandığı yerden kalkarak yanıma geldiğinde ifadesizce aşağıda olanları seyretmeye başladı.

"Anlatsana," dedim o an garip bir ses tonuyla. Sesim o kadar tuhaf çıkmıştı ki tanıyamamıştım.

"Burada işler nasıl yürüyor?" Mert'in bakışları Arda'nın üzerinden sıyrılıp bana döndü. Titreyen yeşil gözleri sadece gözlerime tutunuyordu.

"Bilmek istemezsin," dedi neredeyse fısıltıyla. Gözlerimdeki okyanus bu iki kelimenin ağırlığıyla kaynamaya acımı göğsümde dağıtmaya başladı.

"Ama istiyorum." Bakışlarını tekrar bahçedeki öğrencilerin üzerine düşürdü.

"Sadece Arda ve arkadaşlarından uzak dursan yeter," dedi sıkıntıyla. Bu konuşmadan hoşlanmadığı kesindi. Bir şey eklemek ister gibi bir süre durdu ve kelimeleri içinde ölçüp tarttı.

"Umay ve Çınar'a da öyle. Henüz bilmesem de bunlar arasında tuhaf bir savaş yaşanıyor."Omzunu silkti.

Gözlerimi kısarak sırtımı betona yasladım. "Henüz bilmesende?"

"Aslına bakarsan henüz burada olup biteni bende anlamış değilim. Buraya geldiğim ilk günlerde okul çok tuhaftı. Herkes çok tuhaftı." Sessizlik zihnimi zehirli bir yılan sararken gözlerimi yere düşürdüm.

"Tuhaf mı?" diye sordum anlattıklarını kavramaya çalışırken.

"Bir çocuk vardı onun hakkında konuşmak kesinlikle yasaktı. Adının söylenmesi bile Arda'yı delirtiyordu." Mert anlatırken farkında olmadan kendimi sıktığımı fark ettim. Bahsettiği çocuk abim olmalıydı. Peki Arda abimden neden nefret ediyordu? Bunu öğrenmeliydim.

"Neden? Aralarında ne vardı?"

"Bilmiyorum onlar bana pek bir şey anlatmazlar." Bakışlarımı yan yana getirilmiş iki bankın önünde volta atarak yanında dikilen çocuklara bağırıp çağıran Arda'ya çevirdim. Sinirden deliye dönmüştü ve bu beni bugün için yeteri kadar tatmin etmişti.

"Ama onlarlasın. Onlardan birisin." Çocukça omuz silkti.

"Ben onların ayakçısıyım." Dediğini anlamamışcasına kaşlarımı çatarak ona baktım.

"Ayakçıları mı, nasıl yani?"

"Bu... Utanç verici ve senin gibi güzel bir kıza anlatmak istemeyeceğim bir şey."

Güldüm.

"Bana asılıyor musun sen?" Dudaklarını bükerek yine omuz silkti.

"Asılmak mı, senin gibi güzel bir kıza mı? Hayır..."

"Evet," dedim eğlenir şekilde.

"Kesinlikle bana asılıyorsun." Bir mücevher gibi parlayan gözleri kızaran yanaklarının itirafından kaçmaya çalışarak odağını ayak ucuna düşürürken elini ensesine götürdü. Ceketimin cebinde titreyen telefonu elime alıp ekrana baktım.

Gönderen: isimsiz

Her şey hazır. Ne zaman başlıyoruz.

Ekranı kapattım ve telefonu cebime attım.

"Artık gitsem iyi olcak," diye mırıldandım. Sessizce başını salladı ve ben gitmek üzereyken konuştu. "Kahve için teşekkürler. Bir dahaki sefer ben ısmarlayacağım."

"Sana bunun bir dahaki seferi olacağını düşündüren ne?"

Ceplerine yerleştirdiği elleriyle omuz silkerken havalı görünüyordu. Tanrım Mert Karel gerçekte kimdi? Eziğin teki mi yoksa göründüğünden farklı bir kişiliğe mi sahipti. İkinci seçenek nedense aklımı çeliyordu.

"Çünkü sana borçlu oldum," dedi tek bir nefeste. "Ve ben borçlu kalmayı sevmem. Hem de güzel bir kıza."

"Hâlâ bana asılıyorsun."

Asansöre binip dakikalar sonra bahçeye vardığımda kısaca etrafı süzdüm. Mert hala çatıda duruyordu. Onu buradan görebiliyordum. Onunda beni görebildiğini anlamak zor değildi. Orada durmuş bana bakıyor ve el sallıyordu. Bakışlarımı önüme çevirip yurda doğru yürümeye başladım.

Çember halinde toplanmış bir kız grubu aralarında bir şeyler konuşuyordu.

"Daha dikkatli olmalıyız."

"Ya bizim başımıza da gelirse?"

"Babama anlatmaktan korkuyorum, bunu öğrenirse beni okuldan alacağına eminim."

"Zavallı Yonca tüm gün sinir krizleri geçirdi. Ona acıyorum. Üstelik babası, Yonca'nın o sapık tarafından taciz edildiğinide öğrendi."

"Kıyamet kopacak yakındır."

Ağır adımlarla yanlarından geçip giderken konuşmalarına kulak misafiri olabilmiştim. Tüm okul Yonca'nın başına gelenleri konuşuyordu. Dikkatleri dağıtmanın zamanı sanırım gelmişti. Adımlarımı hızlandırıp odama girdim ve kapıyı kilitledim.

Alıcı: isimsiz

Gönderen: Siz

Şimdi.

Telefonu yatağın üzerine atıp üzerimdeki okul kıyafetlerini çıkarıp kot bir şort ve askılı göbeğimi açıkta bırakan siyah bir büstiyer giydim. Siyah kalın topuklu bağcıklı botlarımı ayağıma geçirip saçlarımı tepeden sıkı bir şekilde bağladım.

Okul kıyafetlerimi gelişi güzel kırışmalarını umursamayarak toplayıp bulduğum ilk sepetin içerisine tıkıştırdım. Yatağın üzerine fırlattığım telefonu alıp şortumun cebine koydum ve odadan çıktım. Yonca'nın odası hemen sol çaprazımdaki odaydı. Kapının önünde durdum ve iki kez elimi kapıya vurarak kapıyı tıklattım. Bir dakika kadar geçen bir sürenin ardından kapı açıldı. Bakışların ilk boynundaki sargı bezine takıldı.

"Ne var, ne istiyorsun?" Ağlamaktan kızarmış gözlerinin akına ve şişmiş yüzüne bakarken ne kadar bitik ve aslında göründüğünden çok daha güçsüz bir kişiliğe sahip olduğunu düşündüm. Ona bunu yapmadan önce çok daha vurdum duymaz ve kötü kız rolünde insanlara esip gürlüyordu. Onu gerçek yüzüyle, bitik haliyle görmek bana keyif vermişti.

"Başına gelenleri duydum. Belki biraz buradan uzaklaşmak istersin diye düşündüm. Kız kıza bir yerlere gidebiliriz?" Burnunu çekti. Üzerinde koyu pembe puantiyeleri olan açık pembe pijama takımı vardı. Bakışlarını durgun bir şekilde yere sabitleyerek düşündü.

"İçeri gel, hazırlanmam uzun sürmez." Sahte bir üzüntüyle tebessüm edip içeri girdim. Vakit akşam üzeri olmasına rağmen hava hala öğlenki kadar aydınlıktı ancak Yonca odayı karanlığa boğan kalın perdelerini çekmişti.

"Herkes beni konuşuyor değil mi?" diye sordu burnunu çekip giysi dolabının kapağını açarak.

"Muhtemelen. Bilirsin yeniyim, kimse bir şey anlatmıyor." Dolaptan çıkardığı mini siyah eteği pijamasının önüne tutarak bana döndü.

"Nasıl?"

"Gayet güzel." Mekanik hareketle eteği yatağın üzerine attı ve tekrar dolaba döndü. Askıları karıştırırken çıkan ses rahatsız ediciydi.

"Hep böyle midirler?" diye sordum yavaşça. Askılıktan aldığı bağlanmalı bir gömleği alıp havaya kaldırarak inceledi.

"Kimler?"

"Buradaki herkes, yenilerle konuşmazlar mı?" Gömleği az önceki gibi yatağın üzerine fırlatıp bana döndü.

"Onlar seninle yeni olduğun için konuşmuyor değiller," dedi bir yandan saçlarını gelişi güzel toplarken.

"Öyleyse neden?"

"Sonradan görme olduğun için." Dudaklarını bükerek omuz silkti ve iç çamaşırlarıyla birlikte yatağın üzerine fırlattığı kıyafetlerini alıp banyoya girdi.

Bu esnada odayı inceleme fırsatı buldum ve dizaynı benimkine benzeyen odayı boğucu karanlığa aldırmadan biraz karıştırdım. Çalışma masasının üzerinde yanında kapağı açık bir kalem duran defterin sayfalarını sessizce araladım. Bu bir günlüktü. Ben kapıyı çalmadan önce muhtemelen burada oturuyor ve günlüğüne yazıyordu. Yazılı son sayfayı aralayıp hızlıca göz gezdirdim.  Şöyle yazıyordu;

Bu aptal okulda durmak her geçen gün daha zor bir hal alıyor. Artık hayatımdan endişeliyim. Korkuyorum. Arda beni umursamıyor. Oruspu çocuğu! Bu cehennemde ne yapacağımı bilmiyorum.

Banyodan tıkırtılar gelmeye başladığında yakalanma korkusuyla ürpererek kapıya göz attım.

Tüm bu olanların onunla bir ilgisinin olup olmadığını bilmiyorum. Boğazıma atılan o kesiğin beni öldüreceğini hissettiğim o an aklımda sadece o vardı. O ve ona yaşattıklarım. Olanların geride kaldığını sanıyordum, geride kalmamış olabilir mi?

Günlüğü kapattım ve yatağın üzerine oturdum. Sık nefes alıyor parmaklarımı avuçlarıma batırıyordum. Şu an hissettiğim tek duygu nefretti. Salt nefret.

Yonca üzerini giyinip çıkınca yarım saat süren abartılı bir makyaj yaparak hazırlığını tamamladı. Çantasını omzuna alıp sonunda o boğucu karanlık odadan çıkabildiğimiz için göbek atacak moda girmiştim. Asansöre binip yurttan çıktığımız vakitte hava karanlığa esir düşmüş vaziyetteydi ancak bahçe hala kalabalıktı. Yonca'yla birlikte çıkışa doğru ilerlerken herkesin bize baktığının farkındaydık. Gürdal arkadaş grubuyla yine bir bankın üzerinde oturuyordu bizi görünce oturduğu yerden kalktı. Bir eli cebinde beni baştan aşağı süzerken ifadesi düzdü. Yonca Arda'nın bakışlarını fark ederek koluma girdi. Kendini göstermeye ilgiyi kendine çekmeye çalışıyordu. Ardaya bakıp dişlerini göstererek güldü. Ona bu kadar adice davranan bir ahmaktan neden bu kadar hoşlandığını anlamak mümkün değildi. Okul sınırları içerisinden tamamen kurtulduğumuz o an tenimi saran serin esintinin ne kadar iyi geldiğini parmak uçlarıma kadar hissederken bakışlarımı omzumun üzerinden telefonuyla ilgilenen Yonca'yla çevirdim.

"Hadi buraya bak." dedi ön kamerasını açtığı telefonunu ileri uzatarak selfie çekeceğini belirterek. Ondan uzun olduğum için biraz eğilerek kameranın kadrajına girdim. Tebessüm ederek anı bir kareye hapsettiğimiz fotoğrafı instagram hikayesine attı. Bunu arkadaşlarına nispeten yaptığını biliyordum.

"Nereye gideceğiz şimdi?" diye sordu.

"Bara ne dersin?" diye öneride bulundum. Eğer onu sarhoş edebilirsen belki ağzından günlüğüne yazdığından çok daha fazlasını kaçırmasını sağlayabilirdim.

"Bana uyar. Nasıl gideceğiz ben yürüyemem." Yonca telefonuyla ilgilenmeye devam ederken gözlerimi devirdim. Cebimdeki anahtarı alıp, "Bununla," dediğimde Yonca'nın gözleri büyüdü. "Senin araban mı var, bu inanılmaz!"

"Arabam değil," dedim hızlı adımlarla ilerlerken.

"Motosikletim var." Karanlıkta kendini belli eden beyaz motosikletin yanında durup Yonca'nın vereceği tepkiyi bekledim.

"Aman Tanrım. Bu... Harika!" Motosikleti hayranlıkla inceledi.

"Pahalı görünüyor."

"Öyle. 200 bin dolar." Aniden bana döndü.

"Bir sonradan görme için biraz pahalı." dedi kıskanmış bir şekilde.

"Hadi atla gidelim," dedim beni aşağılamasını göz ardı ederek motora bindim Yonca'da arkama geçip ellerini omzuma koydu.

"On yedi yaşındasın ve 200 bin dolarlık motorun var vay canına!" Alayla dudaklarımı yukarı kıvırarak güldüm ve motosikleti çalıştırarak gazladım. Sadece on beş dakika içinde bu civardaki en iyi barın önünde motosikleti durdurdum.

"Buraya bizi alacaklarını sanmıyorum," diye yakındı Yonca.

"On yedi yaşındayız."

"Merak etme, içeri kolaylıkla gireceğiz." Bana inanmadığını belirten bir ifadeyle baktı. Barın girişine doğru emin adımlarla ilerleyip kapı ağzında duran iri adamın sert bakışlarının üzerimde gezinmesine aldırmadan yanından geçtim. Arkama dönüp hala motosikletin yanında duran Yonca'ya bakıp elimle gelmesi için bir hareket yaptım. Koşar adımlarla yanıma gelip içeri girdik. Kulağıma eğilip. "Kimlik sormadı, neden?" diye sordu. Omuz silktim. "Paramız olduğunu düşündüğü için belki." Söylediğimi mantıklı bularak sustu.

Aptal.

Yüksek sesli çalınan müziğe eşlik eden onlarca dans eden bedenin arasından zorlukla sıyrılarak yüksek bar sandalyelerinden birine oturup barmene içecek bir şeyler söyleyip insanları seyretmeye başladım. İçeceklerimiz önümüze konulurken barmen küçük olduğumuzun bilincinde olduğu halde tek söz etmeden içkilerimizi bırakıp diğer müşterilerle ilgilenmeye koyuldu.

Yonca, "Burası çok garip." diye bağırdı. "Barmenin reşit olmadığımızı bildiğine yemin edebilirim!"

"Umursama keyfine bak. Buraya kafa dağıtmak için geldik." İçkiyi tek seferde içip dans eden insanların arasına karıştım ve gürültülü müziğe uyum sağlayarak dans ettim. Kahkahalarım yoğun gürültünün arasına karışıyordu. Bir süre beni izledikten sonra Yonca'da bana katıldığında dakikalarca dans ederek kahkahalar attık.

Saat gece yarısına doğru su gibi akıp giderken gürültülü müzik yerini yavaş müziğe bıraktığında çiftler dans etmeye başladı. Tekrar bar sandalyelerine oturup bu kez ağır bir şeyler istedik. Yonca kıvama gelmiş dolu dolu gözlerle dans eden çiftleri izliyordu.

"Arda'yı seviyorsun," dedim ve sonra içimden küçük bir yudum aldım.

"Ne önemi var ki?" dedi umutsuzca.

"Şu an burada yanında o olsaydı diye düşünüyorsun. Belkide o çiftlerin arasında onunla birlikte olmayı." bardağındaki içkiyi sıkıntıyla tek dikişte içti.

"Bu... Asla olmaz. Arda Gürdal..." Bayık bir şekilde güldü.

"O... Sadece istediğinde benimle ilgilenir."

"Onun için her şeyi yapar mısın?" diye sordum biraz yaklaşarak. Benimkilere nazaran daha açık bir mavi renge sahip olan gözlerini gözlerime dikti.

"Ben onun için her şeyi yaptım." Gözlerini gözlerimden ayırıp yeniden dans eden çiftlerin üzerine düşürdü. Yonca'nınkiyle eş zamanlı şortumun cebinde titreyen telefonu elime alıp gelen mesajı açtım.

Gönderen: isimsiz

Ritüel hazır. Kurban kutsandı.
modal aç
modal aç
modal aç