Yeni Ãœyelik
keyboard_arrow_left keyboard_arrow_left10.
Bölüm
@hellomonstarx
Gönderen: isimsiz

Ritüel hazır. Kurban kutsandı.

Bakışlarımı usulca telefon ekranından ayırırken Yonca bar tezgahının üzerinde duran telefonuna uzandı.

"Aman Tanrım!" dudaklarından dökülen ilk cümle bu olmuştu. Ellerinin arasında tuttuğu cep telefonu bedenine uyum sağlayarak avuçları arasında titrerken bileğinden tutarak destek oldum.

"Hey. Neler oluyor?" Bakışlarını telefonun ekranından ayırmadan bir eliyle dudaklarını örttü.

Onu sarsarak "Yonca, iyi misin?" dediğimde ıslak kirpiklerini kaldırarak irileşmiş gözlerini gözlerime taşıdı.

"Okula dönmemiz gerek. Hemen."

Aceleyle toparlanıp bardan çıkıp motorla tekrar okula doğru yol alırken kasıtlı olarak hız limitini aşıyordum.

Yonca'nın "Biraz yavaşla," dediğini duysamda bunu umursamadı. Hız yapmayı seviyordum. Bu ölüme kafa tutmak değil bu ölümle dans etmekti. Kuralları çiğnerken kendimi özgür hissediyordum ve bu özgürlüğü kimse için kısıtlamayacaktım. Motor asfalt yolda sokak lambalarının ateşimsi ışığının altında, uçuyormuş gibi hissettiren serin rüzgarın kolları arasında hızla ilerliyordu. Sadece birkaç dakika sonra okul bahçesinin önünde olacaktık. Yurtlar çoktan sayımları gerçekleştirmiş kapıları kapatmış olacaktı.

Yolun sonunda yavaş yavaş beliren okul binasının ihtişamlı görünümü gözbebeklerime iliştiğinde motosikletin hızını düşürerek durdurdum. Eğer biraz daha yaklaşırsam motosikletin sesine uyananlar olabilirdi. Bu gece sıcak yorganlarının altında yataklarında uzanan herkes uyumalıydı.

Yonca belime sardığı kollarını biraz sıkarak "Neden durdun?" diye sorduğunda anahtarı çıkarıp şortumun cebine attarak motosikletten indim.

"Yurtlar çoktan sayımları gerçekleştirmiş olmalı," dedim bahçeye doğru ilerlerken. "Şimdi gürültü çıkarırsak başımız derde girer."

"Zaten başımız dertte değil mi?" diyerek ofladı.

"Ne demek istiyorsun?"

Yonca birden adımlarını hızlandırarak önüme geçtiğinde ne yapacağını merak ederek sessizce onu takip ettim. Adımları direkt olarak okul binasına doğru ilerliyordu. Basamakları tırmanıp aralık bırakılmış demir kapıyı ittirerek binaya girdi, hemen ardından bende binaya girip kapıyı kapattım.

Nereye gideceğinden emin bir şekilde ayakkabılarının çıkardığı tok sesleri umursamayarak merdivenlere yöneldi. Tek bir soru dahi sormadan onu takip ettim. Sonunda öğrenciler için yapılmış büyük sinema salonunun bulunduğu zemin kata ulaştığımızda Yonca'nın adımları aksar gibi oldu. Koridordun sonuna bakarak ağır adımlarla ilerlerken daha çok kafasında bir şeylere cevap arıyor gibiydi.

"Neden buradayız?" diye sordum umursamazca. "Yurtlar kapandı evet, ama içeri girmenin bir yolunu bulabilirdik." Cevap vermedi. Sanki koridorun sonunda onu bekleyen bir şey varmış gibi sadece ileriye bakarak yürümeye devam etti. Belki de vardı. Koridorun sonunda onun için bir hediye. Haha. "Hey. Beni duyuyor musun? Sinema salonunda uyumak istemiyorum ben?"

"Şşş" Sesi tıslar gibi çıkmıştı. "Orada uyumayacağız. Sadece çeneni kapat ve takip et. Uzun sürmeyecek."

Ayakkabılarımızdan çıkan sesler boş koridorda ürkütücü bir tınıyla yankılanıyorken Yonca üzerinde bir kamera figürünün bulunduğu kapının koluna uzanarak bir süre durdu. Kapının ardında neyle karşılaşacağından emin değildi ve bu durumdan belli etmemeye çalışsada ürküyordu.

"Hey." dedim bir kez daha. "İyi misin?" Beni yine duymazdan gelerek kapıyı iterek açtı. Yüzlerce kırmızı koltuk aynı anda gözlerimin önüne bir halı gibi serilirken içeri adımlayarak kapıyı arkamızdan kapattık. Dev bir beyaz perdenin önüne dizilmiş yüzlerce koltuk bulunuyordu içeride. Salon zemin kattın birkaç kat aşağısında olduğu için pencere yoktu fakat duvarların daha estetik görünmesi için avmlerdeki sinema salonlarına konulan büyük film afişleri duvarlara asılmıştı.

Ãœstelik hey bu filmler daha bu hafta vizyona giren filmler!

En arkada film izlerken tıkınmayı sevenler için yiyecek satılan bir bar bölümü bile düşünülmüştü. Gürdal ailesi gösterişe ve ihtişama düşkün bir aile olmalıydı. Tüm bunlar için harcadıkları masrafları düşünecek olursak kesinlikle ihtişam delisi bir aileydi. Ataları soylu, torunlarıysa atalarını taklid ederek yaşamını sürdürmeye çalışan söylentilerle büyütülmüş çocukları muhtemelen. Eski kafalılar. Ancak bilmelilerdi ki artık çağ değişmişti. Süslü partiler vererek oğlan düşüren kızlar yoktu, erkekler şimdiden başına geçirileceği şirketin yükünü taşımaya zorlanıyordu. Yani... En azından bazılarımız. Abim ve ben gibi... Eğlenceden uzak buzdan duvarlar arkasında kardan kuleler yapan iki çocuk. Her neyse.

Etrafı incelemeyi ve kafamın içinde geçmişe sitem etmeyi bırakarak ön koltukların biraz gerisinde oturan öğrenci grububa baktım. Arda ve grubundaki birkaç kişi buradaydı. Yan yana koltuklara oturuyor aralarında konuşuyorlardı. Muhtemelen neden burada oldukları hakkındaydı bu konuşma. Yonca yanlarına doğru derin bir nefes vererek ilerlemeye başladığında peşinden onunla birlikte yürüdüm. Bizi fark eden ilk Arda olmuştu. Her zaman dikkatliydi ama yeterince değil.

"Bu ne boktan sürpriz?" dedi Arda ona bakarak. Yonca çantasının askısını omzundan düşürerek boş koltuklardan birine oturup çantasını dizinin üzerine koydu.

"Siz miydiniz?" diye sordu dirseklerini dizine yaslayarak yüzünü avuç içiyle kapatıp ovaladı. "Mesajı atan. Tanrım..." Sesli nefes alarak doğruldu. Sonra birden ciddileşti.

"Neden herkes burada... A pardon bunu sormayacaktım asıl sormak istediğim.... Neden beni çağırdın? Beni görmek bile istemediğini sanıyordum. Yanılıyor muyum yoksa?" Arda, Yonca'ya boş bir ifadeyle baktı. Yonca'nın sarhoş olduğunu anlaması zor değildi ama umurunda olduğu da söylenmezdi.

"Saçmalamayı bırakıp kes sesini Yonca." Sinirle sıktığı yumruğunu koltuğun sert plastik koluna vurdu. Gergin görünüyordu. Bacakları ritim tutarcasına kıpırdanıyor parmaklarını zaman zaman dalgalı saçlarının arasından geçiriyordu. Burada neden olduklarını bilmemek onu çıldırtıyordu ve onu böyle seyretmek bana keyif veriyordu. Onlarla arama bir sıra boşluk bırakarak baştaki koltuğa sessizce oturdum. Yonca dudaklarını aralayıp Arda'yı izledi. Yüzünün her bir yanını buğulanmış gözleriyle karış karış gezdi.

"Oruspu çocuğu," diye mırıldandı Yonca bir an sonra başını diğer tarafa çevirerek. Bu iş gittikçe daha eğlenceli olmaya başlıyordu. Nida ve Ecem oturdukları yerden kalkıp Arda'nın önünden geçerek Yonca'nın yanına oturdular.

"Neyin var senin?" diye sordu Nida ona.

"Bir şeyim yok," diye tersledi Yonca onları. Sarhoştu ve aklı barda konuştuklarımızdan ötürü karışıktı. Alkollün verdiği cesaretle her şeyi söyleyebilecek gibi duruyordu. Dizinin üzerindeki çantasını karıştırarak içinden telefonunu çıkardı.

"Bu aptal mesajı bana hanginiz attı," dedi telefona bakarak. Bağırdığı için yüzü kızarmıştı.

"Kimse," dedi Arda avucunu tekrar plastik kola sertçe vururken. Artık o da bağırıyordu. Ortam iyice gergin bir havaya bürünmüş gözler birbirlerine meydan okumaya başlamıştı.

"N-ne? Siz değilseniz o zaman... kim?" Yonca bakışlarını düşürdü. O sırada hoparlörlerden keman sesi duyuldu. Çok naif insanın içine işleyen bir tınıda. Sanki beynimin içinde çalıyordu.

"Bu da ne?"

"Arda!"

"Neler oluyor?"

"Korkuyorum."

"Sercan kızların yanında dur."

Keman naif tınısını geride bırakarak daha sert bir tınıyla adeta gök gibi gürleyerek içeride yankısını sürdürdü.

"Çıkalım buradan," diye bağırdı bir kız. Boyu diğerlerine göre daha kısaydı. Saçları düz ve açık kahveydi. Üzerinde sarımsı beyaz ve toz pembe çizgili pijama takımı vardı. Yonca ve ben dışında buradaki herkes pijamalıydı. Arda'nın altında siyah bir eşofman üzerindeyse vücudunu saran siyah bir tişört vardı. Ecem ve Nida'da biri mavi biri pembe saf pamuktan olduğuna yemin edebileceğim pijama takımları üzerlerindeydi. Hepsi o kadar korkmuş görünüyorlardı ki birkaç adım ötelerinde oturan beni fark etmiyor, belki de etmek istemiyorlardı. Şu an için tek düşündükleri kendilerine bir zarar gelmeden buradan çıkabilmekti.

Avucumdaki telefonu açıp okulun elektronik sistemine giriş yaptım. Sistemi çok önceden hacklediğimiz için giriş yapmak kolay oldu. Baş parmağım elektriği kes butonunun üzerinde dururken bakışlarımı buradan gitmek için Arda'yı ikna etmeye çalışan Nida, Yonca ve Ecem'e çevirdim.

Arda onlara ters ters bakarak "Gidemeyiz" dediği sıra butona basarak elektriği kestim. Keman şimdi haykırışını dindirmiş inlercesine acı acı çalınıyordu. Herkes elektriğin gidişiyle suskunlaşmıştı. Tellerinin titreşimini göğsümde ve parmak uçlarımda hissedebiliyordum.

"Melisa!" diye bağırdı hiç beklemediğim bir anda Yonca. Sesi endişeliyim. Aptal kız benim için endişelenmemeliydi. Ecem, "Melisa nerden çıktı şimdi," diyerek homurdandı. Bu kız kesinlikle benden haz etmiyordu. Huh, duygularımız karşılıklıdır ne de olsa.

"Melisa benimleydi nerede o?"

"Buradayım," dedim isteksizce. "Beni merak etmeyin." dedikten hemen sonra butona tekrar dokunup elektriğin geri gelmesini sağlayıp ayağa kalktım. Salon aydınlanır aydınlanma Arda ilk iş bana baktı daha sonra diğerleri gibi  gözünü dev sinema perdesinin önünde yatan bedene dikti.

"Aman Tanrım..."

"K-kim o..."

"Yaşıyor mu?"

Arda salonun giriş kapısına bakıp etrafı inceledi hala burada birilerinin olacağını düşünüyordu, hemen ardından yerde yatanın kim olduğuna bakmak için hareketlendi.

"Alt sınıftan," dedi çocuğun yüzüne bakmaya devam ederken.

Sercan, "Ölmüş mü?" diye sordu ben ağır ağır adımlayarak Arda'nın yanına ulaştığımda. Çocuğun üzerinde okul üniforması yakasında isim kartı iğnelenmişti. Bedeni yere dikkatli bir şekilde yerleştirilmiş üzerine siyah gül yaprakları dökülmüştü.

İsim kartına bakarak "Doğuş Sarıcahan." diye fısıldadım ruhsuzca dudaklarımı oynatarak. Derin bir nefes alıp ekledim. "Onu tanıyor musun?" Arda'ya baktım. Yüzünde çözemediğim bir ifade asılıydı. Bir an şoka girdiğini düşünüp omzuna dokunmak istedim ama bu düşüncemin aptal bir varsayım olduğu kafama dank ettiğinde kendime kızdım. O Arda Gürdal'dı. Bundan etkilenecek biri değildi. Anlamaya çalışıyordu sadece, düşünüyordu. Neden diye soruyordu belki de kendine. Neden sen değilde o?

"Tanımıyorum." dedi buz gibi mesafeli bir sesle. Diğerleri de yanımıza gelip çocuğa baktılar. Hepsinin yüzünde tuhaf bir ifade vardı. Sanki bu anı daha önce yaşamışlar gibi. Korku, endişe ve acır gibi bakan irisleri çocuğun cansız bedeninin üzerinde geziyor onu kirletiyordu. Orada yatanın kendilerinden biri olmadığını bilmek şimdilik onları rahatlatmıştı.

"Bu bir mesaj mı?" diye sordu Ecem çocuğun kana bulanmış ceketinin cebinden ucu görünen bir kağıt parçasını işaret ederek. Arda kağıdı fark eder etmez kağıda uzanıp aldı.




"Ne yazıyor?"

Arda hiçbir şey söylemeden elindeki kağıt parçasına bakmayı sürdürürken Sercan daha fazla dayanamayıp kağıdı Arda'nın elinden çekip aldı. Sercan nefes nefese kağıt üzerinde gözlerini gezdirirken kızlar resmen onun gözlerinin içine bakıyordu.

"İyi bak..." dedi kafası karışmış bir halde.

"Ne demek oluyor bu? Ne demek istiyor?" Ecem birkaç adım gerileyerek uzaklaşırken paniklemiş görünüyordu.

"Bana kalırsa bu bir tehdit."dedim Ecem'e bakarak.

Hayır, onları asla teselli etmeyecek buna bir çözüm bulmalarında yardımcı olmayacaktım. Yeniden gözlerimi yerde yatan çocuğun bedenine düşürdüm.

Özür dilerim...

"Şimdi ne yapacağız?" diye sordu adını bilmediğim kısa boylu kız. Ellerini dudaklarının üzerine kapatıp dudaklarının titreyişini gizlemeye çalıştı.

"Yine bizi suçlayacaklar." 'Yine' derken neyi kastettiğini sorarcasına kafamı onlardan tarafa çevirdiğimde Arda kıza öyle bir bakış attı ki kızın bir anda yüzünün rengi attı.

"Babamı arayacağım o halleder. Şimdi herkes dağılsın bu konudan şimdilik kimseye söz etmeyeceksiniz. Burada hiç olmadınız, görmediniz. Tamam mı?" Herkes başını onaylarcasına sallarken Arda az önce susturduğu kıza yaklaşarak "Bu konu hakkında düşünmeyeceksiniz bile," diye vurguladı. "Tamam mı?" Kız gözlerini kapatarak başını aşağı yukarı salladı. Bir anda herkesin korktuğu kişi yine Arda olmuştu. Bu durum hiç hoşuma gitmemişti. 

Sercan kızlarla birlikte önden salondan çıkarlarken gerilerinden bende ilerliyordum. Onlar merdivenlere yönelirken ben fazla eşyaların konulduğu eşya odasının kapısını aralayıp içinden uzun kırmızı bir örtü alıp tekrar sinema salonuna girdim. Arda en ön koltuklardan birinde oturuyor Doğuş'u izliyordu. Tanrım aptal çocuk. Ne halt ediyordu şimdi böyle. Ona acıyor muydu?

Elimdeki örtüyle tekrar cesede yaklaştım. Arda başını kaldırıp beni fark etti.

"Neden geri döndün sen?"

"Bunu yapmak için," deyip elimdeki örtüyle cesedin üzerini örttüm. Şanslıydım örtü cesedin üzerini tamamen örtmeye yetmişti.

"Sormak istediÄŸin herhangi bir ÅŸey yok mu?"

"Neden olsun ki?"

"Tüm bunlar sana normal mi geliyor yeni kız?"

"Hayır. Hayır gelmiyor ama bir boku ne kadar çok karıştırırsan o kadar ondan olursun."

"Yani?"

"Onlara dediğin gibi ben burada yoktum. Burada olanları görmedim bilmiyorum." dedim göz kırparak.

"Güzel." dedi dudaklarını kıpırdatarak. "Sevdim seni. Aptal değilsin. Umarım bu dediklerinin tersini yapacak kadar aptal olmayı başarmazsın. Yoksa canın çok yanar Melisa." Gözlerimi kıstım. Bu bir tehditti. Az önce Arda Gürdal beni tehdit etmişti.

Bekle ve gör Gürdal. Oyunu kimin yönettiğini, iplerin kimin elinde olduğuna iyi bak.

***

Sabaha ambulans aracının güçlü siren sesiyle uyandım. Ne kadar dün gece barda az içmiş olsamda başım ağrıyordu ve bunun nedeni içki değildi. Tüm gece kabuslar görüp durmuştum. Kalkıp üzerimi giyindim ve saçımı gelişi güzel toplayarak dağınık topuz yaparak odadan çıktım.

Okul binasının önünde birikmiş kalabalığın en arkasında kollarımı göğsümde birleştirerek beklerken, öğretmenlerin öğrencileri yurtlarına geri dönmeleri konusundaki uyarılarını dikkate almayan öğrencilerle girdikleri münakaşaları izledim bir süre. Hepsi ceplerine sığmayacak miktarda maaş aldığı ve velilerin ara sıra okula uğrayıp ceplerine fazladan kağıt destesi bıraktığı satılık öğretmenlerdi. Bu yüzden varlıklı aileden gelen öğrencilere karşı asla kaba olmazlardı. Burslularınsa canına okur diğerlerine yapamadıklarını onlara yaparlardı.

Benim abim burslu değildi. Babam varını yoğunu ortaya koyarak onu burada okutuyordu. Peki neden ona bunu yaptılar? Bu soru tam iki yıldır ölümünün intihar değilde cinayet olduğunu öğrendiğimden beri ruhumu eziyordu. Abime tüm bunları neden yapmışlardı bilmiyorum, o kimseye kötü davranacak türden biri değildi. Melek gibiydi. Sevgi nedir bilirdi. Katı kurallarla büyümüş olduğumuz halde o kuralların benliğimizi değiştirmesine asla izin vermemiştik.

Hatırlıyorum bir keresinde abim aldığı haftalık harçlığıyla buradan birine yardım ettiğini anlatmıştı bana. O paraya onun daha çok ihtiyacı olduğunu ve tüm harçlığını çıkarıp ona verdiğini söylemişti. Bunu ilk duyduğumda sinirlenmiştim çünkü abimin parası kalmamıştı. Bu yüzden ona kızıp daha fazla onu dinlememiş odamdan çıkmasını istemiş ve o çıkmayıp onu anlamamı istediğindeyse onu odamdan kovmuştum. Ergendim ve ani fikirler üretip vurdum duymaz oluyordum çünkü nazım bir tek abime geçiyordu. Bir tek ona kızabiliyor, bir tek ona sarılabiliyordum. O günün akşamına kadar yatağıma uzanıp abimin söylediklerini düşünmüş ve sonunda onun haklı olduğunu, doğru bir şey yaptığını anlamıştım. Ve... ve ona kızdığım, odamdan kovduğum için delicesine pişmanlık duymuştum. O bana aramızda kalmasını istediği sırrını anlatırken ben ona arkamı dönmüştüm ve bunu anladığımda o şey beni belki onun canının acısından daha çok acıtmıştı. Ondan başka kimim vardı ki benim?

Saat hızla uyku saatimizi gerisinde bırakırken yatakta daha fazla duramamış herkes uyurken sessizce abimin odasına girmiştim. O an anneme ya da babama yakalasam önce bana biraz kızacak daha sonra abimi benim olmadığım bir odaya götürüp bunun onun suçu olduğunu söyleyip ona daha fazla kızacaklardı, bunu biliyordum ama içimdeki pişmanlıkla uyuyamayacağımı da biliyordum.

O uyurken sessizce odasına girmiş yanına kıvrılıp sarılmış kulağına 'Özür dilerim' diye fısıldamıştım. 'Sen doğru olanı yaptın' uyku sersemi gözlerini aralayıp beni yanında görünce gülümsemişti. Bana hiç kızmazdı. Yaptığım hataları yüzüme vurmaz, hatalarımı telafi etmeme hep yardım ederdi. Alnıma bir öpücük kondurup kollarını bana sarmış o gece yanında uyumama izin vermişti.

"Oğlum..." Etraftaki gürültü anbean artmaya başladığında kendime gelmiştim. Bakışlarımı okulun giriş kapısına dikip ne olduğunu anlamaya çalışırken kendimi oldukça yorgun hissediyordum. Bir kadın çığlıklar atıyordu. Çığlıkları kulaklarımda kasırgalar yaratıyordu.

"Nasıl yaparlar sana bunu. Melek gibiydi o. Kimseyi incitmezdi. Nasıl incittiler seni oğlum... Seni nasıl aldılar benden." Kalbimin ortasına yumruk yemişcesine olduğum yerde tökezlediğim an nefesim kesildi. Sedyenin üzerinde ceset torbasının içinde dışarı çıkarılan çocuğun başında üzerinde ince bir hırka ve altında yün pijamasıyla küt saçlı bir kadın yeri göğü ağıtlarıyla inletiyordu.

"Oğlum," diye seslendi bir kez daha siyah torbanın içindeki bedene dokunarak. Sağlık görevlileri sedyeyi ambulans aracına doğru sürüklerken kadın peşlerinden ayrılmadı. "Kalk ordan oğlum. Annen burda kalk yalvarırım. Oğlum hadi kalk nolur."

Elimi göğsüme kalbimin üzerine koydum. Acı vardı. Parmak uçlarım yanıyordu. Nefesim kesilmiş gözlerim dolmuştu.

"Kim yaptı! Kim yaptı sana bunu oğlum. Nasıl bir okula göndermişim ben seni, nasıl kıydılar sana!"

Geri geri adımlarken bileğime dolanan bir el beni arka tarafa doğru sürüklerken dudaklarımı aralayıp göğsümü şişirdim.

"Sen mi yaptın Melisa," diye fısıldadı yüzüme doğru. Öfkeli görünüyordu. "Bunu sen mi yaptın? Bu kadar ileri mi gittin!" Arkamızda yaşananlardan hoşnut olmadığı ela gözlerinde dalgalanan halelerinden açıkça belliydi.

"Saçmalama," diye karşı çıktım ona, bir bankın üzerine oturup avuçlarımı banka yasladım.

"Bu kadar ileri gitmeyeceğimi biliyorsun. Bilmen gerekirdi." Elimi tekrar kalbimin üzerine koyup öksürdüm. Nefes alamıyordum.

"Sen yapmadıysan kim yaptı?" Ona ters bir bakış attım.

"Ne ima ediyorsun sen? Sana benimle bu şekilde konuşmamanı daha öncede söyledim. Bu kadar ileri gidecek olsaydım emin ol öldüreceğim ilk kişi o oruspu çocuğu Gürdal'dan başkası olmazdı."

"Ö-özür dilerim. Melisa ben..."

"Ne sen? Sürekli yanlışa düşüyorsun sevgilim. Sürekli bir açığımı arayıp yüzüme vuruyorsun. Seni seviyorum fakat bu hatalarına göz yumacağım demek olmuyor. Eğer bana yardım etme konusunda fikirlerin değiştiyse bunu söyleyebilirsin. Bana yardım etmek zorunda değilsin."

"Fikrim hiçbir zaman değişmeyecek. Seninle olduğumu biliyorsun. Seni seviyorum Melisa." Ona baktım. Sadece baktım. Öfkeliydim. Planımızı hayata geçirdiğimizden beri değişiyor gibiydi. Ben bu okula gelmeden önce çok iyiydik. Birlikte bu planı kurarken böyle davranmazdı.

"Melisa?" Bu ses Mert'e aitti. Başımı kaldırdığımda onu gördüm yeşilliklerinin içinde parlayan kıskançlık ve endişeyi.

"İyi misin?" Öksürerek başımı salladım.

"Sen ne yapıyorsun burada Eren? Siz tanışıyor musunuz?" Artık bana bakmıyorlardı. Eren dilini alt dudağının üzerinde gezdirip başını eğdi.

"Tanışmıyoruz. İyi görünmüyordu bende oturması için ona yardımcı oldum," dedi bir çırpıda. Yalancı. Az önce bana hesap soruyordun. Yapmaman gerekiyordu. Hata ettin sevgilim. Çok büyük bir hata.

Mert koyulaşmış yeşil gözlerini Eren'in ela gözlerinden çekmeden başını salladı. "Tamam. Onunla ben ilgilenirim. Arda seni arıyordu git istersen." Eren ona ters ters bakarak yanımızdan uzaklaşırken Mert o gözden kaybolan dek arkasından onu izledi daha sonra dizlerimin önüne çökerek avuçlarını diz kapaklarımın üzerine kapattı. Avuçlarının altındaki tenim anında ısınmıştı.

"Çok kötü bir yalancısın," dedim sık nefesler alırken. "Arda'nın onu çağırmadığına eminim."

"Nasıl eminsin?" Bana meydan okurcasına bakışlarını gözlerime dikti.

"Telefon denilen bir şey var aptal. Onu arayabilir." Güldü.

"Tamam haklısın yalandı. Sadece seninle ilgilenmesini istemedim." Gözlerimi devirdim. Bu çocuk tam anlamıyla tuhaftı. Aklından geçeni direkt söylüyordu. Öylece. Pat diye.

"Yani şu an benimle ilgileniyorsun?" Onaylarcasına başını salladı.

"İyi görünmüyorsun."

"İyiyim. Sadece..." Elimle arka tarafı gösterdim. Kadın hala buradaydı. Çığlıkları göğsümün altında çırpınan kalbimin üzerinde tepiniyordu. "Nefes alamıyorum."

"Astımın mı var?" diye sordu dizlerimin üzerindeki parmakları endişeyle sıkılaşırken.

"Hayır astımım yok. Sadece böyle bir şeyin olmasını beklemiyordum. Üzüldüm. Böyle bir okulda birinin öldüğüne inanmak istemiyorum. Bu nasıl olabilir?" Elimi Mert'in elinin üzerine koyarak sıktım.

"Bilmiyorum." dedi neredeyse duyamayacağım bir tonda. Başını eğip yüzünü gizledi.

"Mert?"

"Efendim?"

"Böyle bir şey burada daha önce olmuş muydu hiç?"

Sustu. Bunun anlamı evet demekti. Evet oldu. Biri vardı gökyüzünden düştü kanatları kırıktı uçamadı ama ardından kimse de üzülmedim zaten. Ne annesi o kadın gibi çığlıklar atarak okulu inletti ne de babası okul yönetiminin yakasına yapıştı. Bir hastane odasına cihazlarla bağlandı ve yıllarca uyudu.

"Sana daha önce bahsetmiştim. Biri vardı Arda ondan nefret ederdi."

"Ona ne oldu?"

"Okulun çatısından atlayarak intihar etti. Adı Bera'ydı. Bera Gümüşay." Abimin adını duyunca kalbim atmayı kesti. Mert'in gözlerinin içine küçük bir çocuk gibi bakarak konuştum.

"Onu tanıyor muydun?"

"Pek deÄŸil."

Kalkıp Kalabalığın yanına birlikte yürüdük. Arda, Sercan ve Eren yan yana kalabalıktan uzakta bir ağacın önünde duruyor aralarında konuşuyorlardı. Eren'in bakışları bana kayarken Arda'nınkilerde onu takip etti. Konuşmasını sürdürürken bakışlarını üzerimden çekmiyor tehditkar ifadesini koruyordu. 'Ağzını açarsan bozuşuruz' der gibi.

Jilet gibi ütülenmiş lacivert, çizgili takım elbisesinin içinde elinde mikrofonla kapıya çıkan müdür mikrofona birkaç kez üfleyerek öğrencilerin dikkatini çekmeye çalışırken ellerindeki telefonlarla ilgilenen öğrenciler başlarını yukarı kaldırıp müdüre baktı.

"Sevgili öğrencilerimiz. Başımıza ikinci kez böyle bir olayın gelmesi kötü talihimizden midir bilinmez. Acımız yine büyük."

Yalancı. Yalancı. Yalancı.

Paradan başka ne bilirsiniz siz? Kim cebinize daha fazla para sıkıştırırsa onun köpeği olursunuz.

"Doğuş adlı öğrencimizin bu sabah saatlerinde temizlik görevlileri tarafından sinema salonunda cansız bedeni bulundu. Daha gencecik bir fidanımızı daha kaybettik. Hepiniz saatlerdir burada arkadaşınızın başına gelenleri öğrenmek için beklediniz psikolojiniz bozulmuştur eminim. Bugünlük derslerin iptal olduğunu bildirmek için buradayım hepinizin dinlenmesi için bugünü tatil ilan ediyoruz." Piç kurusu. Her şey işte bu kadardı. Ölüp gidiyordun ve ardından yalnızca birkaç cümle kuruluyordu. Kimse için bir değerin kalmıyordu o andan sonra. Birkaç damla göz yaşı birkaç sahte üzgünlük gösterisi ve ta da yeni bir sayfa. Starbucks'a gidebilir adını söylemekte zorlandığın kahveleri isteyebilir ve havalı fotoğraflar çekerek instagram hikayene yükleyebilirdin. Arkadaşlarınla bara gider içkilerinizi yudumlarken ölen kişinin adını dile getirir 'yazık oldu' der ve içmeye devam edebilirsiniz. Çünkü o artık yok. Çünkü umurunuzda değil. Çünkü ölen sen değilsin. Çünkü adi birer oruspu çocuğundan başka bir şey değilsiniz.

"Böyle bir durumda dinlenmek mi? Şaka yapıyor olmalı bu ihtiyar." Mert kendi kendine söylenirken gözlerimi kısarak onu izledim. Farklı bir şeyler vardı onda. Onu diğerlerinden ayıran farklı bir şey. Ne olduğunu henüz bulamamıştım fakat çok yakında bulacağıma emindim.

"Başka bir yere gitmek ister misin?" diye sordu Mert. Omuz silktim. O sırada Yonca yurttan koşarak çıkıp soluğu Arda'nın dibinde aldı. Bu kız kafayı Arda'yla bozmuştu.

"Sanırım yine bir şeyler oluyor." dedim kaşlarımla ikisini işaret ederek. Mert işaret ettiğim yöne bakıp başını salladı. Yonca konuşmasını bitirip Arda'nın gözlerinin içine bakarken ikisinin duyabileceği şekilde bir şey mırıldanırken kollarını kaldırmayı denedi.

Ona sarılmak istiyordu.

Ona sarılacaktı.

Bunu yapacaktı evet.

Siktir. Orada ne konuştuklarını deli gibi duymak istiyordum. Yonca kollarını Arda'nın boynuna sarıp başını omzuna yaslayarak gözlerini kapattığı sıra Umay okul binasından çıkıyordu. Göz altları şişmiş ve kızarmıştı. Sanırım hala birileri gerçekten üzülebiliyordu. Umay bana bakarak yanıma doğru adımlarken Arda onu fark etti. Yonca'yı kendinden iterek uzaklaştırırken Umay'a bakıyordu. Umay'ın da ona bakmadığını söylesem yalan olurdu. Kaçak bakışlar atarak o da onları izliyordu. Ne gizliyorsunuz siz? 

Umay adımlarının yönünü değiştirerek yurda gitmeyi planlarken Arda ondan hızlı davranıp yolunu kesti. Ah... olayları uzaktan izlemek benlik değildi hiç zevk vermiyordu. Olayların içinde olmalıydım ben. Aralarında esen fırtınaları hissetmeli, kendi fırtınama onları gömmeliydim. Bunun için aralarına sızmalı ve onlardan biri olmalıydım.

Pekii onlardan biri olmak için ne yapmalıyım?

Cevap basit.

modal aç
modal aç
modal aç