@hiclik_gecidi
|
Yeni bir gün ve yeni bir şenlik ve festival demektir bu. Krallığımız ilk kurulduğunda yine şenlikler düzenlenmiş ama burayı fethederken prensin anne ve babası ölmüş. Kendisi kral olmuş ama şenlik günü yas tutmuş. Halk kralının durumuna içtenlikle üzülmüş ve kral veya kraliçenin şenliklere birkaç gün katılmamasına kimse bir şey dememiş. Çünkü herkes o krala saygı göstergesi olarak kral ve kraliçe bir hafta süren şenliklere birkaç gün gelmeyince saygı gösterirler. Bu da dün benim işime geldi. Ama bugün gidip şenliklere katılacağım. Hope halamı uyandırdım ve hemen hizmetçileri çağırdık. En uygun elbiseleri seçtik ve bana o 'kutsal' amber taşını bulunduran oldukça gösterişli bir taç taktılar. Saraydan çıktık ve şehir meydanına doğru şoförümüzle ilerledik. Halam ve ben arabadan indik ve hakı selamladık. Üstümdeki mor elbise yerlere kadar uzandığı için üzerine basmamaya çalışıyordum. Mavi gökyüzü, mutlu insanlar ve beni bile doyurabilecek kadar yemek var. Hemen tezgâhlara doğru ilerledim. Halk en iyi yemek ve oyunları gösteriyordu. Benden eski kraliçeler kadar korkmuyorlardı çünkü ben genç yaşta kraliçe oldum ama bu samimiyet iyi bir şey. Seni seven insanlar var etrafında.
Biraz daha ilerledik ve amberlerle yapılan gösterilere denk geldik. Amberi kurdeleymiş gibi çubukların ucunda sallıyorlardı. Normal kurdele olmadığı için ara sıra iki oyuncu birbiriyle amberleri değiştirerek hoş gösteriler yapıyorlardı. Hava hafiften kararmaya başlamıştı. Ama bu şenlikleri bitirmek manasına gelmiyordu. Herkes eğlenmeye devam etti.
Ama sonra havada ateş de gördük.
Gökyüzü iyice karardı ve havadaki ateşler üstümüze yağmaya başladı. Herhalde şenliklere bir ara verebiliriz. Biz saraya doğru kaçtık, halk da amberden sığnaklara doğru kaçtı. Havadaki kuşlar alev alıyordu. Hava elementi ateşin bizim ülkemize yağmasına izin veriyorsa ateşler daha fazla saldıracaktır.
Bu bir savaşa dönüştü.
Ben ve halam hızla saraya girip tüm güvenlik görevlilerini kapıya koyduk. Sarayın tüm kapılarını ne kadar kilit ve kapatma bölmesi varsa hepsini kapattık. Bu kadar amber güvenlik ve sarayın kapısının 40'tan fazla kilidi onları oyalar. Tüm ülkeye duyuru için kaçışan paparazileri saraya çağırdık. Arka kapıda toplanan paparazilere ve kameralarına bir savaşın eşiğinde olduğumuzu ve herkes ilk önce sığnaklara sığınmalarını, askerlerin bunu halledeceğini söyledim. Askerler tutamazsa halkın savaşa girebileceğini söyledim. Şu an patavatsızlığımı bastıracak halde değilim. Halk ülkesini sever ve saldıran su elementi bile olsa kurum ve yapıların arkasına değil önüne geçerler. Vatanını seven tek ben değilim.
Bu sırada ailelerini kaybetmiş çocukları sarayın içine alıyordum. Yaralı yetişkinleri sarayın özel hasta bakıcılarının yanına gönderiyordum. Halkıma benim sahip çıkmam lazım.
Koruyucular şehirlere dağılmış ve her biri şehirlerin üzerine amberden bir nevi kalkan örüyorlar. Sular üstümüze tsunami atıyor ama amberi geçemiyorlar. Askerlerimiz amberden oluşan tüm açık silahları kullanıyorlar; top, tüfek, fırlatıcı, kanatla uçuş... Bunlara benzer şeyler elimizde var. Askerler havada uçarken bir de yanlarında amber kuşlar uçsun diye savunma danışmanıma bu konudaki fikrimi söyledim ve askerlere haber vermesini söyledim. Amber kuşları kondukları veya düştükleri yerdeki her şeyi ambere dönüştürüyor. Kuşlar da havada artık. Tüm gücümüzle su, ateş ve havaya karşı savaşıy- toprak nerede?
Sarayın kapısına yapılan kaya atışlarıyla hepimiz çok korktuk. Haberlerde ve magazinlerde açıklamadığımız sarayın gizli bölmelerine çocukları ve yaralıları gönderdim. Hasta bakıcılar kapının önündeki güvenliğe destek veriyordu. Sarayın tüm boşluklarından bitkiler yeşermiş, temeli sallıyorlardı. Düşmemeye çalışarak içdridekileri korumaları için ek takviye birliklerini saraya istedim. Ben de kapının önüne kenarda duran dolaparı ittim. Güvenlikler kazanırlarsa arka kapıdan girerler ama ülke için canlarını feda etmeye de yemin içtiler. Hope halam beni de sürükleyerek gizli odalara götürmeye çalıştı ama ben burada duracaktım. Gizli odalar bulunmasın diye oradan hiçbir element yukarıya veya aşağıya işaret gönderemesin diye labirent tarzı çok güçlü malzemelerle hazırlandı.. Buradan savunma birliklerine ulaşabilirdim. Zaten kraliçenin görevi halkı ve krallığını korumak değil miydi?
Sarayda az sayıda hasta bakıcı vardı ve sadece ön kapıdaki güvenliğe yardım edebiliyorlardı. Arka kapıdan bir kırılma sesi gelince etrafıma amberden sur çektim. Dayanabildiğim kadar dayanıp ek takviyelerin buraya gelmesini bekleyecektim. Böyle durumlar için silahlarımız var ama kullanması için elimizde asker olmalı ve çoğu öldü. Ek takviyeler güçlü ve diğer ara elementlerden destek geliyor buraya. Ateş için ilk önce etrafa kalkan örer ve sonra o kalkanla ona darbe indirirdik. Hava için rüzgar veya fırtınasına amber tozu karıştırıp o rüzgarı yönetebilirdik. Toprak için yere amberden oluşan bir sıvı salıp tüm bitkileri öldürür hatta kayaları kırardık. Su için suya sivri amber taşları fırlatıp ilk önce Suyu zorlar, sonra da amberleri toza dönüştürüp onu kendi suyunda bertaraf ederdik. Ama böyle ani saldırı olunca bunları yapacak kimse kalmadı...
Topraklar saraya girdi ve ilk benim parlayan amber surumu gördüler. Amberden klonumu yapabilirdim. Onlar surlarla uğraşırken ben kendi klonumu yaptım ve Topraklara gönderdim. Klon üstlerine koştu ve kocaman bir amber kuşuma dönüştü. Toprakların askerleri ambere dönüşürken içeri Sular da geldi. Surlarımı aniden genişlettim ve onları ezdim. Ama hâlâ bana saldırıyorlar. Bir yandan suru tutmaya çalışırken bir yandan da onlara havadan mini amber bombalarından atıyorum. Mini amber bombaları onları fazlasıyla yaralıyor ama Topraklar bitkileriyle hemen müttefiklerini ve kendilerini iyileştiriyorlar. Bir kraliçe ve dört element savaşıyor...
Sonunda enerjim kalmadı ve surlarımı amber enerjisine çevirip kendi içime çektim. Dayanamıyorum... Dizlerimin üstüne çöktüm ve tavana baktım.
Ve bu pes ediş numaramı oradaki herkes yedi.
Bağırarak içimdeki enerjiyı dalgalı fırtına gibi havaya verdim ve enerjimim hepsini amber kuşuna dönüştürdüm. "Bir kraliçeyle dövüşmek kolay değil!" dedim bağırarak. Ama dizlerimin üzerinden kalkamıyordum. Tüm enerjimi kuşlara verdim ve bu sefer cidden çok yoruldum. Ek takviyeler sonunda gelmişti. Onlar yavaş yavaş saraya yaklaşıyordu çünkü ülkemin geri kalanı da işgal edilmişti.
Enerjim olduğunca düşmanlar amber kuşlarıyla uğraşırken kendi klonumu yaptım. Son enerjimi de klona harcamıştım. Nefesim kesildi ve soluklanmak için gizlice kenara çekildim. Oradan izlemeye devam ettim. Klonuma saldırmaya çalışanlara amber kuşları tüm hızlarıyla uçuyorlardı. Ben hemen saraydan çıktım ve beni takip etmeleri için düşmanlara seslendim. O anda klonumu patlattım ve Suların bir kısmı etkisiz hale geldi. Belli ki onlar beni öldürmek için emir aldı beni takip etmeliler. Atıma bindim ve boş ve kuru bir çayıra doğru ilerledim. Onlar da tüm hızlarıyla geliyordu. Yanıma birkaç güvenlik aldım ki biraz oyalansınlar.
Atlardan indik ve koşmaya başladık. Onlar da bizi kovalamaya devam etti. Bir yerde durduk ve arkamızı döndük. Ek takviyeler neredeyse bize varmışlardı. Tanrı'ya şükürler olsun. O zaman artık askerimiz varsa savaşabiliriz. Ben kocaman bir amber taşını kılıca çevirince savaş başladı. Kılıç hafifti ve kolayca savaşabiliyordum. Saraydan düşmanı uzaklaştırdım ama umarım saraydakiler ne yapacaklarını biliyorlardır. Bir askerin geri çekilip ben saraya dönene kadar işlerin Hope halama emanet olduğunu söyledim. O benden daha iyi bir kraliçe olurdu... Ama bunu düşünmenin sırası değildi. Sonunda düşmanların ortasına geldim ve kılıcımı havaya fırlattım. Sonra hepsini amber kuşuna dönüştürdüm. Askerlerin üzerine sivri mızraklarla ve kılıçlarla atladım veya toplandıkları yerlere bombalar attım. İyi savaşıyorduk ama bir patlama oldu. Büyük bir patlama...
Yere yığılmışım. Askerler beni arıyordu ama ne ses verebiliyordum ne de ayağa kalkabiliyordum. Her yerim yara bere içinde kalmıştı. Kimseye görünmemeye çalışan yeşil peleriniyle yüzünü ve üstünü kapatmış olan biri benim yaralarımı çabucak iyileştirebildiği kadar iyileştirdi. Hâlâ konuşamıyordum ama askerler savaşa devam ediyordu. Arkadaki ormanın içinde yeterince at arabası vardı zaten ve beni bir arabaya bindirdi. Kimse beni tanımasın diye de bana da siyah bir pelerin gidirdi. Bayılmamaya ve etrafa bakmaya çalışıyorum. Diğer ara element sınıflarından askerler de direnebildikleri kadar direniyorlardı. Onlar da son anda yetişmişlerdi. Siyah gökyüzüne bakarak gözlerimi kapadım ve açtığımda yine kuru ve siyah bir çayırdaydık ama etrafımızda bizden başka kimse yoktu yani burası başka bir yer... Nereye gidiyoruz ve amacımız ne?
"Kimsin sen?" |
0% |