@hiclik_gecidi
|
Dün gece düşündüğüm uluslararası savaş ilanı olarak ilan edilebilecek fişek patlatma planım için zümrüt yeşili klasik model koltuğa doğru iki fişek patlattım. Erva neredeyse koltuktan düşüyordu. Ama bir yastık darbesiyle beni yatağa serdi. Tam beni bayıltacak darbeyi vuracaktı ki ben durmasını ve diğer odadakileri rahatsız etmememiz gerektiğini söyledim. Bana hak verdi ama tam uzaklaşırken yastığı tam kafama attı. Pişman değilim. Yine olsa yine yaparım.Neyse ki bana bir şey olmadı ve odamıza kahvaltı söyledik. Gün boyu ağzım soğan kokacaktı ama Erva'nın paylaşmaya bayıldığı(!) naneli sakızları vardı. Yemeğimizi yedikten sonra Erva Tevfik'i aradı. Neden Koray'ı aramadığımızı sordum çünkü Tevfik'in telefonunu Nazik Hanım istediği zaman zorla bile ilsa alabilirdi. Erva "Koray aileden olmadığı için annem telefona gerek olmadığını, zaten hep bizim yanımızda olacağını çünkü gidecek bir yeri olmadığını söyledi. Kötü üvey anne rolü mü oynuyor yoksa gereksiz harcama mı yapmak istemiyor anlamadım." dedi. Koray kahverengi hapishane tulumuna benzer kısa kollu, tam anlayamadığım ama göğüsü hafiften açık bir kıyafet giyiyor hep. Erva'ya bunu söylediğimde annesinin gereksiz harcama konusuna döndüğünü söyledi. Yaz mevsiminde iki tane -birisi yedek- kısa kollu tulumu, kış mevsiminde iki adet-yine birisi yedek- uzun kollu tulumu varmış. Koray çocukken bu duruma üzülürdü ama büyüdükçe alıştı, diye cevap verdi. Koray'a üzülüyor muyum acıyor muyum ve bu beni ne kadar alakadar ediyor anlayamadan Tevfik'i aradık ve yarım saate dağdaki mağrada olacaklarını söyledi. Koray konuşmadan önce Tevfik ablasını ne kadar özlediğini göstermek için küfretti. Sanırım Nazik Hanım'ın kurallarından bıktığı için bize katılan Koray telefonu kapatmadan bizim nasıl geleceğimizi sordu. Bizim onu daha kararlaştırmadığımızı söyleyemedik ve oda servisi bahanesiyle telefonu kapattık. Bunu nasıl unutabildik? Hemen üstümüzü giyinip odadan çıktık ve alt kata indik. Tam dışarı çıkacaktık ki ben danışmanın yanında bisikletler gördüm. Erva'yı dürttüm ve birlikte oraya gittik. Bisikletler kasabayı bilmeyenler için orada bulunan ve handa kalanların ücretsiz kullanabileceğini öğrendik ve hemen bisikletlere atlayıp dağlara gittik. Tam lafımızın üstüne gelmesine bayılıyorum!
Dağlarda bizi Tevfik ve Koray ellerinde kaşık, tencere, tava ile karşıladılar. Bunlar ne için diye sorulunca "Bu metal eşyalar her türlü ses çıkartır. Yine bir gölgeyle karşılaşırsak lazım olacak." dedi Tevfik. Koray bir an titredi. O bizimle gelmemişti ve hayatında hiç o tarz bir gölge görmemişti. Yanımızda ekipman varken korkmazdı ama sanırım Tevfik biraz abartarak anlatmış gölgeleri. Bu sefer her zaman çıktığımız dağın tepelerine değil, makasın tutunca parladığı dağa gidiyoruz. Dağın kendisi de makasa benziyor. Sanırım Nazik Hanım'ın makası uzun zamanlardan beri miras olarak nesilden nesile devam ediyor. Neyse, makasa benzemesi bir yana, dağ baya uzakta. O yüzden tekrar bisikletlere bindik ve keşfedilmemiş yeni dağımıza doğru ilerledik. Dağdaki ilk mağra biraz fazla yüksekteydi(oradan birisi düşse parçası bile bulunamaz) ve biz tırmanma aletlerimizle tırmanmaya başladık. Koray daha önce bizimle birlikte tırmanmamıştı ve tırmandığımız dağ yüksek, Koray'da da yükseklik korkusu varmış. Tırmanırken bir yandan da benim çantamdan tutunuyor. Benimle birlikte düşmese her şey yolunda demektir. Ben yakınlarda bir mağra varken Koray'a isterse orada biraz dinlenebileceğini söyledim ama kabul etmedi. Ben "Korkmana gerek yok, aşağı bakmadığın sürece korkacak bir şey yok." dedim ve Koray sizce ne yaptı? Tabii ki de aşağı baktı ve teklifimin hâlâ geçerli olup olmadığını sordu. Yakınımızdaki mağraya geçtik ve Koray titriyordu yani yarım saate yakın bu mağrada duracağımızı gösteriyordu. Mağra gereğinden fazla soğuk gibiydi ve tek ben mi üşüyorum diye diğerlerine göz ucuyla baktım ve herkesin üşüdüğü sonucunu çıkardım. Ben birkaç dal bulup mağranın ortasına az bile olsa ısınmak için bir ateş yaktım. Herkes etrafına daire şeklinde oturdu. Bana şükretmeliler yoksa soğuktan öleceklerdi. O sırada Erva'nın arkasında kocaman ve yaklasan bir ağız gördüm.
"Orada!" Elime bir tava aldım ve tüm gücümle yere vurdum. Gölge çok etkilenmedi ama en azından Erva kaçabilecek vakit buldu. Ama bu sefer gölgenin kafasında kocaman siyah bir taç vardı. Kendisiyle aynı renk olmasına rağmen belli olan taç bu dağa özgün olmalıydı. Erva birkaç fişek patlatırken Tevfik, Koray ve ben tencerelere vuruyorduk. Gölge sonunda sese dayanamadı ama yok olması gerekirken taçtan zincirler çıkmaya başladı. Zincirler gitgide uzadı ve Erva'yı yakaladı. Erva'nın yere düşen çantasını kaptım ve içinden üç tane fişek alıp gölgenin kafasındaki taca patlattım. Nafile bir atış oldu ve taca hiçbir şey olmadı. Tevfik yapabildiği kadar ses çıkardı tencerelerle ama yine hiçbir şey olmadı. Zincirler Erva'yı daha da sıkarken Koray eline bir tava aldı ve gölgenin arkasına gizlice geçip taca vurdu. Taç yere düştü ve Erva zincirlerden kurtuldu. Az önce titreyen Koray cesaretini toplamış ve taca sertçe vurmuştu ama şimdi de gölgeye çok yaklaştığı için daha da fazla titriyordu. Tevfik ses çıkarmaya devam ederken taç olmayınca savunmasız kalan gölge yok oldu ama taç yere düşünce kırıldı ama tacın parçaları etrafa yeni gölgeler oluşturmaya başladı. Bir anda artmaya devam eden gölge ordusu oluştu. Erva'nın sadece onun aklına gelebilecek kadar eğlenceli ve ilgiç olan bir fikir geldi. Fişeklerini dağın tepesine doğru patlattı. İlkbaharda olmamıza rağmen hâlâ tepesinde kar olan dağda mini bir çığ başlattık. Çığ buraya varmadan biz korkudan dağın öbür tarafına geçtik. "Sizi özürlüler! Ölüyordum korkudan. Şimdi siz de benim mükemmel planımla ölün." Gölgeler sesten titredikleri için rahatça çığ onlaı temizleyebildi. Çığ gölgeler gibi tacın parçalarını da beraberinde aldı ve bir daha görünmedi. Çığ onu etkisiz hâle getirdi herhalde. Bir zahmet de öyle olsun. Biz korkudan kaçarken dağın öbür tarafına varmışız. Öbür tarafı uzaktı ama aşağı doğru birkaç taşın üzerinde kayarak indik ve sonra tırmanması kolaydı. Dağın öbür tarafında da bir öncekinden daha geniş bir mağra vardı ve orada, bir kayanın üzerinde beyaz bir taç duruyordu. Böyle taçlardan biraz bıkmaya başladım. Koray gibi Tevfik de titremeye başladı korkudan. Biz mağraya adım attığımızda mağranın ağzı kapandı ama içerisi aydınlıktı. Ben artık diğerlerinin korkmasından yorulmuşken Erva kendilerine gelsinler diye bir fişek patlattı. Ben de olsam aynısını yapardım. Herkes kendinde olunca taca doğru yürümeye başladık. |
0% |