@hvnand
|
Bazen ömrümün sonuna dek onunla olmak isterdim, diye fısıldadım kendi kendime. Dudaklarımda küçük bir gülümseme, omuzlarımda binlerce şey ile... Gerçekten kader nasıl bir oyun oynuyordu bize? Tanrı bizleri kıyamet ile korkutup, şefkat ile bir ediyorsa neydi bunun asıl amacı? Göklerde bulunan bir yaratıcıya inanırdım, hem acı hem şefkat verene... Bir keresinde, uçurumun kenarına dek gelmiş olan kadını kurtaramazsınız, demiştim. Ha işte o gerçekten doğruymuş meğer. Kalemim, gücüm ve hayal dünyam eskisi gibi değil sanki, büyüyorum evet gerçekten büyüyorum ama ben büyümek istemiyorum. Büyüdükçe dertlerine dert, acılarına acı katılıyormuş meğer. Ben annemin kundağında, babamın şefkatli kollarında, hiçbir kaygısı olmayan o çocuk olmak istiyordum... Birgün tüm yetişkinlerin, bizleri anlaması dileği ile. Birgün korkunç bir yetişkin olmamak dileği ile. & "Uyandın bakıyorum komiser." dedi biri. İnanın şimdi canımın acısından kim olduğumu bile unutacak raddeye gelmiştim. Ne zamandır burada bu iğrenç insanlarla birlikteydim bilmiyordum. Birkaç gün... Sanırım. "Siktir git oruspu çocuğu!" diye tısladım. Birkaç gün olmuştu, evet birkaç gün olmuştu. Vücudumda sayısız yara, ve buna ekstrem olarak ağrılar vardı. Karanlık bir oda değildi burası, her şeyin bembeyaz olduğu oldukça iyi görünümlü bir yerdi. "Yerinde olsam bizlerle iyi geçinmeye bakardım, komiser." "Yerimde olsaydın, şimdi sağ olmazdın." dedim, yüksek sesle kahkaha attı. "Beni güldürdün ya," dedi ve hâlâ gülmeye devam ederken yanıma yaklaştı. Uzun boylu ve yapılı biriydi. Beni tuvalete bayıltmış olanlardan değildi. Hem tuvalete hem de adliye tuvaletinde kaçırılan tek salak ben olabilirdim sanırım. Adını bilmiyordum ve buraya gelen her farklı kişiye bir numara vermiştim, o dört numaraydı. Sıklıkla yanıma o gelirdi, diğerlerinin aksine bana vurmaz yanında getirdiği şeylerle yüzümü ve açıkta kalan tenimi silerdi. Kollarım bir zincire bağlıydı, bulunduğum odada pek bir şey yoktu zaten. Yanıma yaklaşarak diz çöktü. Önce fazlasıyla dağılmış saçlarımı elleri ile düzelti, sonra kendi ile getirmiş olduğu ıslak mendilleri yüzümde dolaştırmaya başladı. "Tarikatta böyle birinin olması garip." dedim. Onlardan korkum yoktu, onların soyunu kurutmaya yemin etmiştim. "Bizler kötü insanlar değiliz komiser." Yüzümü temizlemesi bitikten sonra bana büyük bir dikkatle su içirmeye başladı. "Bana hiç öyle gelmedi neden acaba?" diye karşılık verdim. Gözlerimin en derinliklerine bakmaya başladı, ne çok benziyordu göz renklerimiz. Benim ki daha güzeldi. "Komiser, komiser herkes bilmez mi her şeyin bir nedeni olduğunu?" "Masumların zarar gördüğü bir dava ne olursa olsun haklı değildir." diye karşılık verdim. Geri çekilerek tam karşımda bulunan sandalyeye oturdu. "Her ne dersen de, insanların bizler hakkında söylediği hiçbir şeyi umursamadığımızı en çok senin bilmen gerekiyor." "Anlamadığım şey şu; neden gerçekten neden ya." Tarikat denince akla gelen hiçbir şey değildi Akrep, dünya genelinde on binlerce insanın onlardan olduğu karşı konulamaz bir gerçekti. Din, siyaset, ırk ve böyle bir şey değildi. Çünkü hepsiydi. Birbirleriyle alakasız on binlerce insanın, böyle cani bir tarikat ile ne gibi işleri vardı? "Birgün tüm sorular cevap bulacak." dedi. "Birgün tüm soruların cevap bulduğu vakit hiçbiriniz sağ olmayacak." dedim. "Çok komiksin komiser, bak sana ne diyeceğim." O kadar ağrıma rağmen başımı dik tutarak onu dinlemeye koyuldum. "Neden böyle bir odada olduğunu hiç düşündün mü?" "Nasıl bir oda da?" "Bembeyaz, tertemiz..." "Neden, hadi anlat bakalım dört numara." "Sevgili yazarımız burada, asıl kirlinin siz olduğunuzu anlatmaya çalışmış." "Ya, devam et meraklandım şimdi." dedim alaylı bir şekilde. "Böyle temiz bir odayı kirleten kişi sensin. Senin pisliğin ve sen. Hayatta böyledir işte temiz ve kusursuz görünen şeyleri hep sen ve senin gibiler kirletir." "Yaptığın edebiyata her ne kadar hayran kalsam bile hâlâ seni ve senin gibileri yok etme isteğimi değiştiremiyorum." dedim. Beni böyle süslü şeylerle kaldırabileceğini düşünüyorsa veya kandırmaya çalışıyorsa avucunu yalardı. "Cesaretinize hayran kaldım madam. Ancak şimdi gitmem gerekiyor." İri cüssesiyle ayaklandı ve kapıya doğru yürümeye başladı, asıl acı veren şey biraz sonra başlayacaktı. Kapıdan giren iki kişiye son bir bakış attım. "Canını çok yakmayın." dedi, dört numara ve beni ölüm melekleri ile birlikte burada bıraktı. "Siktir git piç kurusu!" Boğazımı yırtarcasına bağırdım. Gözlerim kapanmadan ve çığlıklarım son bulmadan önce hatırladığım şey kasıklarıma yemiş olduğum ağır tekmeydi. Bunun bedelini er ya da geç ödeyeceklerdi.
& Her şey olmadan önce. İstanbul Çağlayan Adliyesi. Ona bir şey olacak korkusu ile yaşıyordum sanırım. Her kim ne derse desin beni terk etmiş olan bir kadın için canımı bile hiç düşünmeden feda edebilirdim. Çünkü ona köpekler gibi hâlâ aşıktım. Aptal biri değildim yaptığı ve yapacağı şeyleri anlayışla karşılayabilirdim. Bu onun suçu değildi, yırtıcı bir hayvan ile aynı kafese konulan biri kendine zarar vermek isteyen hayvana karşılık veriyorsa, bu onun suçu değildi. Ona, bunu reva görenlerin suçuydu. Benimle güvende olacağını sandığım her şeyim, benim yanımdan kaçırılmıştı. En güvenli sandığım yerde. Tuvalete gidiyorum diye uzaklaştı benden, bilsem böyle bir şey olacak hiç izin verir miydim? Asla.
.
Aradığım dosyaları bulduktan sonra ona doğru yürümeye başladım. Açığa alınmıştı, uğruna hayatını hiçe saydığı mesleğinde açığa alınmıştı. Onu yalnız bırakmak istemiyordum. Hemen koridorun sonunda bulunan tuvaletlerin önüne geldim. Adliye oldukça boştu, tek tük insan vardı ve nöbetçi davalara bakanlar dışında pek kimse yoktu. Kadınlar tuvaletinin kapısını birkaç kez tıklatarak cevap bekledim, ama cevap felan yoktu. Belki çıkmıştı ve o da beni arıyordu diye düşündüm kendimce. Hızlıca cebimden telefonu çıkararak Ardil in ismine tıkladım. Telefon zil sesi tuvaletten geliyordu, işte tam o anda zihnime düşen onlarca düşünceyi arkaya atarak tuvalet kapısını açtım. İçerisi bomboştu, telefonu yerdeydi ve yanında bulunan lekeler kan mıydı? Ne? Bu kan benim Ardilimin kanı mıydı? Dikkatle bakmak için yaklaştım. Kan el yıkama lavabosunda, yerde ve kapıda. Bir şeye dokunamadan hemen koridorda bağırmaya başladım. "RAMAZAN!" diye bağırdım, Ramazan adliye de belirli aralıklarla devriye gezen ve güvenliğinden sorumlu kişiydi. "RAMAZAN!" Koridorun sonundan koşarcasına yanına gelen adama baktı. "Toprak savcım, ne oldu iyi misiniz?" "Bak bakalım içeride ne var, siz nasıl nöbet tutuyorsunuz! Komiser Ardil yok!" diye çemkirdim. "Hemen güvenlik kameralarına bakın, olay yeri inceleme ekiplerini de çağırın hemen!" Laflarımı ikiletmeden hızlıca harekete geçti. Böyle duramazdım, bir bok olacağı belliydi. Telefonumda hemen Ömer in adına tıkladım. Telefon çok çalmadan hemen cevap geldi. "Toprak, ne oldu bu saate? Beni mi özledin?" "Gevşeme hemen, Ardil yok kaçırıldı galiba hemen adliyeye gel." "Ne diyorsun sen, en son seninle birlikteydi!" "Hadi Ömer acele et ve ekibini de toparla." Onay verdikten sonra daha fazla vakit kaybetmeden harekete geçmem gerekiyordu. Önce, önce ne yapmam gerekiyordu? Tamam sakin olmakla işe başlamalıydım. Sürekli hayatı tehlikedeydi, buna alışmıştım ama ona ait olası kanlar vardı, zarar görmüştü. Canımın canı yanmıştı. "Savcım, güvenlik kameraları hemen incelenmeye başlandı. Giriş çıkışlar tutuldu, adliyenin çevresi abluka altına alındı." "Baş savcıdan haber var mı?" Cevap vermek yerine elleri ile oynamaya başladı. Sorumu yineleyerek tekrar sordum. "Baş savcıdan haber var mı?" "Savcım, şey-" "CEVAP VER!" "Baş savcı Mustafa Doğansu evinde silahlı saldırıya uğramış savcım." Bir bu eksikti. Koyduğum tarikatı. "İyi mi peki? Durumu nasıl?" "Başınız sağolsun savcım." Gerçekten bir bu eksikti, komiser Mavi Ardil Alçin'in kaçırılması ve Akrep davasına bakan baş savcının evinde uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürülmesi, bunlar iyi şeylerin habercisi değildi. Hemde hiç... "Sayın savcım!" Gelen kişi komiser Ömer Kayalı ve kurmuş olduğu ekibiydi. "Gel komiser, duydun mu her şeyi?" "Duydum savcım, ekibimle birlikte elimizden geleni yapacağız." "Elinden geleni değil Kayalı, daha fazlasını yapacaksın." Hep bir ağızdan "EMREDERSİNİZ SAVCIM." İçimde dinmek bilmeyen bir öfke ve kızgınlık vardı. Ona kızıyordum çünkü kendini koruyabildi. Onlara öfkeliydim çünkü o ve bir başkası bunları hak etmedi. Arafta kalmış gibiydim çünkü; bu bizlerin değil, kaderimiz başımıza ördüğü ağlardan ibaretti. "Sayın savcım, gelebilir miyim?" "Gel Selen, ne oldu?" Elinde tutuğu laptopu bana çevirerek konuşmaya başladı. "Komiser Ardil ve savcı Mustafa'nın başına gelenler basında büyük ses getirdi. İstanbul emniyet genel müdürü açıklama yapıyor. İzlemeniz için getirdim." "Sen onu masaya koy Selen, çıkabilirsin." Laptopun oynatma tuşuna bastıktan sonra yapılan basın açıklamasını izlemeye koyuldum. "Ülkemizin geçtiği bu sıkıntılı süreç devam ediyor. Henüz genç yaşında olmasına rağmen büyük başarılara imza atan sevgili meslektaşım komiser Mavi Ardil Alçin, kendilerine Akrep denilen cani tarikatın elinde. Onu bulmak ve buna sebep olanları yakalamak boynumuzun borcudur. En kısa zamanda suçluların cezalandırılmasına ve masumların artık zarar görmemesini sağlamak için buradayız." Derin bir nefes aldıktan sonra konuşmasına devam etti. "Maalesef bir acı haberimiz daha var, acı bir kaybımız... Bu davanın başında olan savcılarımızdan biri, Mustafa Doğansu bu cani tarikatın yapmış olduğu silahlı saldırı sonucu evinde hayatını kaybetmiştir. Allahtan rahmet, sevdiklerine baş sağlığı diliyorum. Adalet er ya da geç yerini bulacaktır." Laptopu sert bir şekilde kapatarak ayaklandım. Kendi kendime bir söz verdim, sevdiğim kadını canım pahasına olursa bile kurtardıktan sonra bir daha başını derde sokmaması için onu kilit altına alacaktım. Onu sağ bir şekilde kurtarabilirsem... "Nasıl hiçbir haber yok, NASIL!" "Sakin ol Toprak, Ardil güçlü biri eminim başının çaresine bakıyordur." Evet o çok güçlü biri ama karşısında oldukça acımasız insanlar vardı. "İki gün oldu, şimdi ne haldedir kim bilir? Nasıl dayanıyordur? Zaten yaralıydı." Kurşun yarasını ve vücudunda olan diğer yaraları bana gösterdiği zaman kendimden nefret ettim. Onu koruyamadığı için, buna sebep olanlardan olduğum için. Söz veriyorum, sağ Salim ona kavuşursam onu dinleyeceğim, yargısız ya da ne her sikimse önünden ayrılmayacağım. Kapı oldukça sert bir şekilde çaldı. "Ömer kapıya bak" Ardil gittiğinden beri bir saniye yanımdan ayrılmamıştı, acıma ortak olmuştu, şimdi de burada benimleydi. "Toprak, gelen kişi Burçigin." Kısaca onu içeri alayım mı diye soruyordu. O benim her şeyim olanın kardeşiydi, "aç kapıyı Ömer, ona sırtımızı dönmemizin zamanı değil." Ortak bir acımız vardı. "Gel Burçigin hoş geldin." Yıkılmış bir halde olan kadına baktım. "Toprak..." söylenecek bir şeyi yoktu aslında, ayaklanıp ona sarıldım. Abisiydim bir zamanlar onun, gözyaşları gömleğimi ıslattı. Ortak bir acımız vardı neticede. "Ben onu bulmak için elimden gelen her şeyi yapacağım. Sana söz veriyorum." "Hiçbir haber yok, o geceye ait kamera kayıtları yer yüzünden silinmiş gibi." Burçigin benden ayrılarak Ömer e döndü. "Akrebin işi belli, benden şüphelendikleri kesin çünkü böyle bir şey olacağından haberim yoktu. Tarikatta sözü geçen ve her şeyi bilen biri var Laçin, onunla konuşacağım." "Barın öldükten sonra sana düşman kesilmişti, ne yapacaksın?" "Gerekirse ayaklarına kapanırım ama Ardil i kurtaracağız merak etmeyin." dedi, "Burçigin" "Hı?" "Söz Ardil i kurtarabilirsek davan için elimden geleni yapacağım." Aniden, gerçekten boğazını yırtarcasına ağlamaya başladı. "ONU BULACAĞIM TOPRAKKKK!" "Eminim Toprak bunu söylediğine pişman oldu." Burçigin Ömer e dönerek orta parmağını gösterdi. "Komiserim, savcım sanırım bir iz bulduk." Ömer in ekibinde bulunan genç adam hızlıca yanımıza geldi. "Ne oldu Ali? Ne buldun?" "Komiser Ardil in, canlı yayın sırasında bir basın mensubu dikkatimi çekti." Laptopu hızlıca bize döndürerek devam etti. "Basın açıklaması sırasında bulunan herkesi araştırdım, ancak orada gerçek bir gazeteci olmayan biri var." Burçigin daha fazla dayanamayarak araya girdi. "Orada sadece gazeteciler ve onlara bağlı kimseler olacaktı?" Ali hızlıca başını sallayarak devam etti. "Evet şüpheli tam olarak da burada kameralara yakalanıyor, gazeteci veya örgütten biri değil. Daha sonra da" hızlıca klavyeye bir şeyler yazmaya başladı. "Adliye kayıtlarının silinmeden önce daha doğrusu bir araç kamerasına yakalanan bir görüntüde de aynı şahıs var. Adliyeye girdiği kesin ve net." "Peki kim o?" "Asıl bomba burada savcım, kendisi yıllar önce öldü bildiğimiz Baran Taşkıran." Hep bir ağızdan dudaklarımızdan "Ne?" Döküldü. "Bunun dışında kendisine ait olan bir villa var, kayıtlarda yok ama ben bulurum işte." "Böbürlenmenin zamanı değil Ali, devam et!" Ömer in sert sesi ile genç adam hızlıca toparlanıp devam etti. "Bu villa ne hikmetse adliyeye oldukça yakın. Yani komiser Ardil in kaçırılması duyulduğu an her yerin tutulacağı belliydi. Fikrimce orada olabilir çünkü yakın bir yer ve-," "Hemen adresi ver oraya gidiyoruz." "Emredersiniz savcım!" Hazırlıklarımıza son gaz devam ediyorduk. "Bende sizinle geleceğim Toprak!" dedi Burçigin sert sesiyle. Kurşun geçirmez yeleği üzerime geçirdim. "Kusura bakma Burçigin, onu ne kadar sevdiğini ve değer verdiğini biliyorum ama kendini orada tutamayabilirsin ve yaşadığını hele ki tarikatın içinde olduğun duyulursa başın fazlasıyla derde girer." "Toprak haklı Burçigin, sana söz veriyoruz kardeşini alıp geleceğiz." "Ben unuttum! Sahra nasıl, nerede?" "Merak etme Sahra güvende." "Oh çok şükür. Tamam burada sizinle hep iletişim halinde olacağım. Hem ya orada değilse? Başka yerler, kişiler..." "Kulaklık sayesinde hep bizimle olacaksın Burçigin, şimdi gitmemiz gerekiyor." "Dikkatli olun." Duvarlar arasına tutsak edilmiş olanı kurtarmaya gidiyorduk. Belki orada değildi, belki yaşamıyordu belki başına çok kötü şeyler gelmişti... Sevgili günlük, Evet sevgili günlük canım pahasına bile onu koruyacağıma ve her şeyimle eskisi gibi olmaya, bunu sağlayacağıma yemin ederim... Sevgili tutsak kadın, zincirlerle asılıp katledilmiş onca masum için...
&
Kestikkkkk🥳 Hmmm ne düşünüyorsunuz bakalım> Her şeye rağmen sevdiği kadını kaybetmek istemeyen biri... Yazın bakalım🙈 |
0% |