@hy.dyr
|
~4.BÖLÜM~
⚖️ Satır arası yorum yapmayı unutmayın.⚖️
●Uzun zaman geçti sanıyorsun, Ama yanılıyorsun. Çünkü giden zamandı, Ben kaldım.
Uzun zaman geçti sanıyorsun, Ama yanılıyorsun. Çünkü giden yaşımdı, Ben baktım.
Uzun zaman geçti sanıyorsun, Ama yanılıyorsun. Çünkü giden bahardı, Ben yandım.
Uzun zaman geçti sanıyorsun, Ama yanılıyorsun. Çünkü giden dalımdı, Bense kök saldım... ●
Volkan SORMAZ
(Yanılıyorsun ~ SESİMDEKİ AYAZ)
Sabah, babamı görmeye gitmenin heyecanı ile çok erken kalkmıştım. Bir yanım tedirgindi fakat diğer yarım ise heyecandan kavruluyordu. Çok özlemiştim. Bana şefkatle bakan gözlerini, tam bir baba edasıyla beni kucaklayışını ve bana olan sonsuz güvenini... Tabi hâlâ içinde kalan, bana karşı güven varsa.
Yatağımdan çıkarak ilk işim duşa girmek olmuştu. Ilık bir duşun ardından gardırobuma ilerledim. İlk önce adliyeye gitmem gerekiyordu. Orada kısaca işlerimi halletmem lazımdı. Bu gün benim paydos günümdü fakat ben işlerimin birikmemesi adına bir kaçını halledip karargâha gidip babamı görecektim. Umarım beni terslemezdi. Öyle olsa bile, bir şey deme hakkım bile yoktu.
Elime aldığım uzun kollu, omuz dekolteli siyah badimi yatağın üstüne koydum. Ardından geniş paça lacivert saten pantolonum aldım. Kıyafetlerimi bir çırpıda giyerek aynada kendime baktım. Gözlerimi kısarak kıyafetlerimi incelemeye başladım. Babamı görmeyeli altı sene olduğu için onun karşısına güzel çıkmak istiyordum. Bir süre daha aynada oyalandıktan sonra birkaç takının hoş duracağını düşünerek gardırobun içinde bulunan takı kutumu elime aldım.
Ankarda bulunan evimizde ki eşyalar iki gün içinde gelecekti. Bu yüzden şimdilik böyle idare ediyordum. Takı kutumun içinden gümüş kalın küpelerimi çıkarıp kulağıma taktım. Ardından ise birkaç yüzük alarak onları da parmağıma taktım. Takılarla işim bitince bu sefer saçlarıma geçtim. Hızla bir şekilde kuruttuktan sonra siyah saçlarıma biraz hacım vererek dalga ekledim ve omzumdan aşağıya saldım.
Gözlerime ise çok abartı olmayan bir göz kalemi sürdüm. Yeşil rengi gözlerim biraz daha ortaya çıkarken bu sefer ise rimel sürmüştüm. Dudaklarıma hafif bir bordo ruj sürerek herşeyimi tamamlamıştım. Bence gayet iyi görünüyordum. Nermin'in uyuduğunu düşünerek kapıyı yavaşça açıp odamdan dışarı çıktım. Odasına temkinli adımlarla ilerledim ve uyuduğunu gördüm. Yanılmamıştım. Sarı saçları hep birbirine girmişti. Küçük bedeniyle nasıl bu kadar yer kapladığını hep merak etmişimdir. Hafifçe kıkırdadım. Bu gün onun çalışacağı ilk gündü. Yeni bir kafede iş bulmuştu. Dün akşam bana kendi kafesini açmak istediğini söyleyince onu fazlasıyla desteklemiştim fakat Nermin biraz kaygılıydı.
Yeni çalışacağı kafede biraz para biriktirip öyle o işe bakacağını söyleyince, bende destek olacağımı ona söylemiştim. Bu konuda ise hala emin olamasada yinede hayalinden vazgeçmeyeceğine emindim. Sessiz adımlarla mutfağa ilerledim atıştırmak için. Mutfağa geldiğimde ilk işim buzdolabına bakmak oldu. İçinde bulduğum elmayı elime alarak buzdolabının kapağını kapattım. Bir çırpıda elmayı yıkayarak dış kapıya adımladım. Nermin bu gün evden erken çıkacağımı bildiği için haber vermemiştim ancak mesaj atmaktan geri durmadım. Telefonumu çıkararak uygulamaya girdim ve Nermin'in üzerine tıkladım.
Sen "İlk iş gününde başarılar dilerim canım arkadaşımmm. (8.02)
Sen Uyuya kalma sakın. (8.02)
Sen Benimle birlikte karargâha gelmene gerek yok. Ben halledeceğim. İnşallah 🫡 (8.03)
Telefonu kapatarak vestiyerden gri yünlü kabanımı ve çantamı alarak dış kapıyı açtım. Hızlı bir hareketle kabanımı ve çantamı giyerek siyah topuklularımı da dış kapının önünde giyerek dışarı çıktım.
Soğuk hava yüzüme tokat misali çarparken yüzümü buruşturdum. Yakında kar yağabilirdi bu soğuk havaya dayanarak. Ankara da soğuktu fakat Şırnak'ın soğuğu bir başka oluyordu gerçekten. Telefonumdan bir kez daha taksi uygulamasına girerek taksi çağırdım. Olduğum yerde beklemek isterdim fakat hava çok soğuk olduğu için olduğum yerde volta atıyordum. Yarabbim bu nasıl bir soğuk böyle?
Bir yandan volta atarken bir yandan ise etrafıma bakıyordum. Etrafta aslında teyzeler olurdu ama bu soğukta dışarı çıkacaklarını sanmıyordum. Buğlem teyzede büyük ihtimalle uyuyordu şu an. Bir ara ona da ziyarete gitmem gerekiyordu. Eğer babamla görüşmem iyi giderse kesinlikle pasta ile gidecektim yanına.
Dakikalar sonra taksim hemen önümde durunca vakit kaybetmeden bindim. Gideceğim yeri şoföre söyleyerek arkama yaslandım. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki. Babamı görmenin hayali bile ellerimin terlemesine sebep oluyordu. Buğlem teyzenin söyledikleri beni biraz daha gaza getirmişti. Bence babamda beni çok özlemişti. Bu ihtimal ile gülümserken aklıma Poyraz'ın gelmesi ile yüzümdeki gülümseme an ve an kayboldu.
O, kesinlikle benden nefret ediyordu. Güven problemi vardı zaten Poyraz'da. Eski görüntüler geldi gözümün önüne. Ben on yedi yaşındayken Poyraz yirmi yirmi yaşındaydı. O zamanlar bir kızdan çok hoşlanırdı. Benim ondan hoşlandığımdan haberi yoktu tabi. Onunla aynı harp okulundaydı. Çok seviyordu o kızı. O kıza bakarken ki gözlerinin parıltısı belki de on metre öteden belli olabilirdi. Bu yüzden yardım etmiştim ona mutlu olsun diye. O kız ile kafelerde buluşturdum. İkisini başbaşa buluşturdum. Yani herşeyi yaptım kız Poyraz'dan hoşlansın diye. Ama kızın gözü yalnızca Poyraz'ın abisindeydi. İshak Samkaran'daydı. Ama Poyraz bunu bir zamana kadar bilmiyordu.
Çok hoşlanıyordu o kızdan. Bende ondan çok hoşlanıyordum. Deliler gibi hemde. Poyraz'a yardım etmemin bir diğer sebebi ise onu görme fırsatımdı. Zaten o zamanlar başlamıştı askerliğe. Çok görüşme fırsatımız olmuyordu. Tek görüştüğümüz zamanlar o kız içindi. Ama işte bir gün, Poyraz bana gelip o kıza açılacağını söylediğinde kalbime sayısız cam parçalarının saplandığını hissetmiştim. Ona yardım etmek yeterince zorkan birde açılacağını duyunca şuurumu kaybettiğimi sanmıştım. O kızın kabul etme ihtimali ise beni çılgına çevirmişti. Belliydi çünkü Poyraz'a karşı az da olsa bir şeyler hissettiği. Çok yakışıklıydı Poyraz. Haddinden fazla hemde. Yetenekliydi. Çok kibar, çok nazik, çok saygılıydı. Asla kimseye yan gözle bakmazdı. Öğretmenlerinin gözdesiydi. Adeta asker olmak için biçilmiş kaftandı.
Zaten açılma mevzusu açılınca gözlerim dolmuştu. Poyraz'ın fark ettiğine adım kadar emindim. Ama o fark etmemiş gibi yapmıştı. Yıllar geçmesine rağmen sebebini hâlâ anlamamıştım. Bu cümleyi söylediğinden bir gün sonra kız ile buluştu. Tabi o da benim sayemde olmuştu. Onları bir köşede gizlice izlerken yanaklarımdan aşağıya süzülüyordu göz yaşlarım. O kıza değil yalnızca Poyraz'a bakıyordum. Ama o, o kadar mutlu değildi sanki. Benim orada olduğumu biliyordu. Kıza ondan hoşlanacağını söylemeden önce bana baktı gizlice. Gözlerinde bir şey gördüm. Sonra önüne döndü. Kıza söyledi, yada ben öyle tahmin ettim çünkü uzaktalardı. Kız önce şaşırdı. Poyraz bir şey daha söyledi. Kız bir hışımla Poyraz'ın yüzüne bile bakmadan oradan uzaklaştı.
Çok mutlu olmuştum. O kız Poyraz'dan hoşlanmadığı için fakat o, orada öylece kalınca hızla gözyaşlarımı silmip yanına gitmiştim. İçten içe kendime kızmıştım. Ben orada mutlu olurken onun orada acı çekmesi kendimden nefret etmeme sebep olmuştu. Gittim yanına, sordum ne olduğunu. Gözlerime bakmadan abisinden hoşlandığını söyleyince o kızdan hiç olmadığı kadar nefret etmiştim. Neden ilk başta Poyraz'a söylememişti de ona ümit vermişti? Ben yüzümü olabildiğince ifadesiz tutmaya özen göstermiştim. İşte o zaman Poyraz gözlerimin içine öyle bir bakmıştı ki, donakalmıştım. Aklımda binbir düşünce geçerken o, yorgun olduğunu ve eve gideceğini söyleyip yanımdan ayrılmıştı. Ben ise belki de saatlerce orada öylece beklemiştim. Kalbim korkuyla çarparken benim mutlu olduğumu anlamamış olması için hiç olmadığı kadar dua etmiştim.
***
Kapım çalınırken başımı kaldırıp kim olduğuna baktım. Gelen Meryem ile ona hafifçe tebessüm ettim. Kahvemi getirmişti. Meryem benim yeni kalem'imdi. Gerçekten çok sevecen bir insandı. Heleki turuncu kıvır kıvır olan saçları. Beni benden alıyordu. Kısaca Meryem'e teşekkür ettikten sonra yeniden işlerimi gömüldüm. Saat sanki geçmek bilmiyordu ve ben heyecandan işlerime odaklanamıyordum. Başımı salladım hunharca işlerimi odaklanabilmek adına.
İşlerim sonunda bitmişti ve ben doğruca babamın yanına gidiyordum. Elim ayağım heyecandan titrerken koltuğumda asılı kabanımı alıp giydim ve vakit kaybetmemek için çantamı elime alarak odadan çıktım. Koşar adım adliyenin çıkışına doğru ilerlerken karşıdan gelen Eren savcıyı görünce hiç fark etmemiş gibi hızımı yavaşlatmadan ilerledim. Gerçekten onunla muhatab olup canımı sıkmak istemiyordum. Eren savcının yanından hızlıca geçerek onu görmezden geldim. Eren savcının bana bakmasını umursamadan hızla çıkışa ilerledim. O sırada hemen telefonumdan vakit kaybetmemek adına taksi uygulamasından taksi çağırdım. Soğuk havayı umursamadan koşar adım dışarı çıktım ve taksimi beklemeye başladım. Hadi, hadi gel artık. Heyecandan yanaklarıma nüfus eden sıcaklığı hissetsem de umursamadım. Dakikalar sonra gelen taksim ile koşarak yanına gittim ve bindim.
Kısaca taksiciye teşekkür ettikten sonra karargâha gelmiştim. Kalbim duracaktı neredeyse. Ben derin bir nefes aldıktan sonra karşıda nöbet tutan askerlerin yanına ilerledim. "Kolay gelsin." Dedim ilk önce. Karşımdaki askerde mimik oynamazken başıyla selam verdi. Ben ise devam ettim. "Yarbay Oğuzhan Güner'i görmeye gelmiştim." Dedim. Karşımdaki asker kaşlarını çatarken bir kaç asker ise karşımdaki askerin yanına gelmişti. Karşımdaki asker ciddi bir tonda, "kimsiniz?" Dedi. Kim miydim? Yüzümde hafif bir tebessüm oluşurken cevap verdim. "Kızıyım, Nehir Güner." Kendimden emin bir şekilde söylediklerimden sonra askerin bakışları az da olsa yumuşamıştı.
"Görüşme amacınız nedir?" Diye sordu. Ben ise dudaklarımı ıslattım. "Ziyaret etmek için geldim." Dedim. "Komutanımın bir kızı olduğunu bilmiyorduk. Bir haber vereyim." Dedi asker. Ben ise panik bir şekilde ellerimi havaya kaldırdım. "Hayır, hayır." Dedim hızla. "Sürpriz yapmak istiyorum kendisine." Dedim. Asker ise kaşlarını çattı. Emin olamamıştı. Bunu yapmaktan başka şansım yoktu anlaşılan. Çantamda bulunan savcı kimliğimi çıkarıp askere uzattım. "Cumhuriyet savcısı Nehir Güner." Asker bir an şok olsa da hemen kendini topladı ve beni içeri aldı. "Buyrun savcı hanım." Ben ise kısa bir baş selamı verdim.
"Halil, savcı hanıma eşlik et!" Dedi yan taraftan bir askere seslenerek. İsminin Halil olduğunu öğrendiğim asker koşar adım yanıma geldi. "Bu taraftan savcı hanım." Halil ile karargâhın önünden geçerken bakışları bizi bulan bir çok asker yakaladım fakat bunu umursamadan devam ettim yürümeye. Şu an umursayacağım tek şey babamdı... Karargâhın içine girdiğimizde etraf benim aşina olduğum yerdi. Altı sene olmuştu burayı ziyaret etmeyeli. Herşeyiyle aynıydı. Sadece, etrafta bulunan askerler farklıydı o kadar. Halil ile devam ederken adımlarımı yavaşlattım. Bundan sonrasını kendim gitmek istiyordum. Bu yüzden Halil'e döndüm. Halil sorgu dolu gözlerle bana bakıyordu. "Bundan sonrasını ben hallederim. Teşekkürler." Halil tedirgindi. Anlıyordum tedirginliğini bu yüzden tebessüm ettim. "Merak etme, nöbette ki asker komutanlara haber vermiştir." Halil beni onayladı. Ben de kısa bir baş selamı ile ilerlemeye başladım.
Yalnızca bir koridor kalmıştı. Sonra babamı görebilecektim. Heyecanla ilerledim. Ve sonunda o kapının önündeydim. Kapının üzerinde büyük harflerle yazan, YARBAY OĞUZHAN GÜNER yazısı ile gözlerim dolmuştu. Bunu yapabilirdim. Elimi kaldırdım kapıyı çalmak için. Bir süre öyle kaldım. Hadi, bunu yaparsın Nehir. Neden tereddüt ediyordum ki? Elim daha fazla gitmiyordu. Bunu yapmalıydım. YAPMALIYDIM!
En sonunda yavaşça kapıyı çaldım. Kalbim göğüs kafesimi zorlarken yutkunamadım bile. Tam o anda alışık olduğum o ses doldu kulaklarıma. "Gir." Otoriter fakat bir o kadarda yaşlılığın vermiş olduğu çatallı ses. Gözlerim bir kez daha dolarken başımı kaldırıp derin bir nefes aldım. Sorun yok, sorun yok, sorun yok... Tüm irademi zorlarken kapı kulbunu sıkıca tutup açtım. Gözlerim, anın heyecanıyla kapanırken kapıyı açtığımda gözlerimin gördüğü manzara ile donup kalmıştım. Babamın odasında bulunan bir çok askerin bakışları beni bulurken benim bakışlarım odanın içinde bulunan iki kişiyle gidip geliyordu.
Tam karşımda bana hayretler içinde bakan babam... Bir diğeri ise yüzünde maske, gözleri fal taşı gibi açılmış ilk aşkım... Allah'ım, bu nasıl bir kaderdi böyle? Ben ise olduğum yerde taş kesilirken babamın titrek sesini duydum. "N-nehir?" Bakışlarım anında babamı bulurken tepki veremedim. Ben böyle hayal etmemiştim. Ben sanmıştım ki, odada babamdan başka kimse olmazdı. Rahat rahat konuşurduk. Poyraz'ı hiç hayal etmemiştim. Onunla şu an yüzleşmek için hazır değildim.
Babam hızla oturduğu sandalyesinden kalkarken titrediğini hissettim. "Senin burada ne işin var?" Seni görmeye geldim diyemedim. Nutkum tutulmuştu. Beynimde bulunan bütün bilgiler sanki restlenmişti. Ama kendimi toparladım. Şu an soğuk kanlı olmalıydım. Bu anı mahvedemezdim. Gözlerim dolu dolu hasretle baktım babama. Yaşlanmıştı. Saçları bembeyazdı. Yüzü yorgunlukla bakıyordu. Gözleri ise bir ayna gibi yaşadığı olayları gösterir gibi acıyla bakıyordu. Ama bunu gören tek bendim.
"Ben geldim." Dedim fısıltıyla. Gözlerim, biriken yaşlardan dolayı önümü görmemi zorlaştırsa da umursamadım. "Özür dilerim." Yaşlar yanaklarımdan hunharca akarken babamın da gözleri dolmuştu. Yapacağım konuşma bu değildi ama şu an olaylar tamamen spontane gelişiyordu. Bende buna ayak uydurdum. Babam masasının etrafından dolaşarak koşar adım yanıma gelmeye başladı. Odasında bulunan askerleri bile umursamamıştı. Bu hızda bana gelirken ben korkuyla bir adım geri çıktım. Kızdı mı? Neden böyle bir yüz ifadesiyle yanıma geliyordu?
"Baba, ben..." Tam ona kendimi açıklayacağım sırada bana sıkıca sarılması ile sözlerim ağzımda kaldı. Sanki beni hiç bırakmak istemezcesine öyle sıkı sarılmıştı ki gözlerimden daha da yaşlar akmaya başladı. Bir yandan saçlarımı okşuyor diğer yandan ise sırtımı sıvazlıyordu. Derince bir nefes aldım. "Özür dilerim baba." Dedim hıçkırıklarım arasında. "Çok özür dilerim." Bende sarılışına karşılık verirken başımı güvendiğim omzuna yasladım. "Şışşt, şu an bunun sırası değil." Sesinin titremesi ile onunda ağladığını anlamıştım. Biz böyle duygu dolu anlar yaşarken odada bulunan askerlerin hiçbirinden çıt çıkmıyordu.
Bir süre sonra babam benden ayrılarak ellerini iki yanıma koydu. Bakışları, öyle şefkatli, öyle güzel ki gözlerim yeniden doldu. Yüzünde hafif bir tebessüm olurken bende gülümsememe engel olamadım. Babamın bana öyle bakarken bir anda odada bulunan askerleri hatırlamış olacak ki boğazını temizledi. "Toplantı burada bitti, dağılabilirsiniz!" Babamın söylediği cümle ile bütün askerler tek bir ağızdan 'emredersiniz komutanım' diyerek kapının önüne ilerlemeye başladılar.
O anda tek bir kişiye baktım. Bana bakan kişiye. İlk aşkıma. Poyraz'a... Oda yılların el vermiş olduğu kadarıyla değişmişti. Eskiden yapılı bir vücudu olduğu doğruydu fakat şimdi gördüğüm vücudu bambaşkaydı. Boyu mu uzamıştı? Evet hemde fazlasıyla. Üzerinde bulunan asker üniforması daha önce hiç kimseye yakıştırmadığım kadar yakıştırmıştım ona. Saçları herzaman ki gibi asker traşıydı. Gözleri ise, öyle ciddiydi ki. Öyle soğuk, öyle ciddi, öyle eskisi gibi değil ki, gözlerine bakmak artık ızdırap gibi geliyordu. Yada sadece bana öyle bakıyordu o gözler. Bilemiyordum.
Gözlerinde hâlâ bariz bir şaşkınlık vardı. O da inanamamıştı. Göz göze gelmemiz ile hızla kaçırdı bakışlarını ve oda kapıya ilerledi. Bende bakışlarımı ondan çekerek babama çevirdim. Askerler teker teker odadan çıkarken en son çıkan Poyraz olmuştu. Seri adımlarla odadan çıkarken kokusu dolmuştu burnuma. Alışık olduğum kokusunun yanında bir de sigara kokusu eklenince kaşlarımı çattım. Poyraz sigaradan nefret ederdi bir kere. Hepsi odadan çıkınca kapı arkamızdan kapanmıştı. Göz ucuyla kapıya baktım fakat babamın sesi ile hızla ona döndüm.
"Çok büyümüşsün. Çok güzel olmuşsun, annene benzemeye başlamışsın." Dedi hasretle. Benim ise gözlerim yeniden dolarken utanarak bakışlarımı yere indirdim. "Annem daha güzeldi bir kere." Dedim kıkırdarken. Babamda gülerken bakışlarını yere indirdi. Maziye gitmişti aklı biliyordum. Ne zaman annemi düşünse, duysa, fotoğrafını görse hemen böyle oluyordu babam. Kapının önünde öylece dikilirken babam yeni fark etmiş gibi hemen konuştu. "Biz neden böyle ayakta bekliyoruz yahu? Gel şu koltuklara oturalım." Dedi hevesle.
Ben ise çekinerek başımı salladım ve gösterdiği yere ilerledik birlikte. Bana karşı soğuk yapmaması beni öyle çok mutlu ediyordu ki. O ihtimali bile düşünmek nefesimi kesiyordu adeta. Birlikte yan yana koltuğa oturarak birbirimize baktık. "Bir şey söyleyeyim kızım, çay, kahve. Aç mısın? Yemekte getirtebilirim." Dedi hızla. Bana yabancı gibi davranmasına gerek yoktu. Ben nihayetinde, yıllar geçsede onun hâlâ kızıydım. "Baba." Dedim onun aksine sakince elini tutarken. "Sadece, konuşalım." Konuşmamız gerekiyordu. Çünkü bu artık beni çok daraltıyordu. Herşeyin artık bir açıklığa kavuşmasına ihtiyacım vardı.
Babam, sanki nasıl bir halde olduğumun farkındaymış gibi başını salladı. Ben elimi babamın elinden çekmeden konuşmaya başladım. "Çok özür dilerim baba." Dedim öncelikle. Babam itiraz etmeye yeltenirken hemen buna mani oldum. "Lütfen, ben söyleyeceklerimi söyleyene kadar sözümü kesmeden beni dinle." Babam yalnızca başını sallayıp gözlerimin içine baktı. "Çok özür dilerim baba." Dedim bir kez daha. "Seni öyle bir durumdayken bırakmamalıydım. Bu benim suçum. O zamanlar ne yapacağımı bilemedim. Annemin ölümü o kadar ağırdı ki benim için, daha fazla burada durmak istemedim. Sana da nereye gideceğimi söylemedim. Tam bir aptalım." Gözümden akan yaşı babam tek eliyle sildi. Bende hafifçe tebessüm ederken devam ettim.
"Ama yemin ederim, sizi bir gün düşünmediğim bir an dahi yoktu. Ben erkenden geri dönecektim yanına ama bana kızgınsındır diye bunu yapacak gücü kendimde bulamadım. Diğerleri de bana çok kızgındır diye çok korktum. Biliyorum yaptığım çok çocukçaydı. Eğer beni affetmek istemezsen ağzımı açıp tek kelime etmem. Bana bağıracaksın, kızacaksan ona da razıyım baba." Dedim en son dudaklarımı ıslatarak. Bakışlarımı kucağımda bulunan ellerimi indirdim mahçupça. Gözlerim yeniden dolarken babamdan hâlâ bir ses çıkmamıştı.
Göz ucuyla babama bakarken onun bana gülerek baktığını yakalamıştım. Başımı hızlıca kaldırarak, şaşkınlıkla babama baktım. "Şapşal kız, gel buraya." Dedi beni kendine çekerken. Ben ise bu hareketiyle hızla kendimi babama teslim etmiştim. İkimizde sıkıca birbirimize sarılırken bu sefer konuşan babam olmuştu. "Güzel kızım benim, prensesim benim." Bu hitaplar, içimi titreten cinstendi. "Gerçi artık bir kraliçe olmuşsun ama o ayrı." Dedi gülerken. Bende kıkırdamıştım. Babam ise devam etti sözlerine.
"Gittiğin an, üzüldüğüm doğru Nehir. Çok üzüldüm hemde. Sana yetemediğimi sandım. Gitmene değil, en çok buna üzüldüm. Nereye gittiğini biliyordum. O yüzden bir sorun yoktu benim için. Senin bana kendi isteğinle gelmeni bekledim. Çok şükür ki o da oldu. Annenin ölümü," dedi iç çekerken. Bu konu ikimizinde yarasıydı. Gözlerim bu kez sinirle dolmuştu. "Seni de beni de yıprattı. Onu özlüyorum, onu özlüyorsun. Sana hiçbir zaman bu yüzden kızmadım. Sadece birlikte olsaydık daha iyi olmaz mıydı diye düşündüm o kadar. Ayrıca kimse sana bu konu hakkında kızmaya hakkı yok. Aklını alırım onun. Kim olursa olsun." Güven veren bir tınıyla söylediği sözler kalbime işlemişti. İyi dedim. İyiki böyle bir babaya sahiptim. Bu yüzden şükretmemek çok bencilce olurdu.
Kollarının altından istemsemde çıktım yüzüne bakmak için. Bana bakıyordu. Hiç olmadığı kadar güzel bir şekilde. Bende ona baktım. Hiç olmadığı kadar güzel bir şekilde. Benim babamdan başka kimim vardı ki? Beni kollarının altına alacak kadar güçlü, sımsıcak ve güvenli...
***
Babamla uzun uzun konuşmaya dalmıştık. Ona buraya neden geldiğimi, nerede çalışmaya başladığımı, mesleğimi, başsavcı olayını ve davayı. Babam, ben bunları anlatırken hiçbir şekilde sözümü kesmemişti. Konuşmamı bitirince babamın yüzüne baktım. "Elleri kolları o kadar uzun yani." Dedi babam ciddiyetle. Bende üzgünce başımı salladım. Maalesef. En çokta canımı yakan şey buydu benim. Ellerimin kollarımın bağlı olması. Babam sinirle etrafına baktı. Sonra bakışlarını bana çevirip gülümsedi gururla. "Çok iyi bir savcısın o zaman Nehir hanım. Sizden bu kadar çok korktuklarını göre." Dedi. Ben ise kıkırtımı engeleyememiştim. "Ya, baba." Dedim yalancı bir kızgınlıkla.
"Şimdi siz nerede kalıyorsunuz?" Diye sordu babam. Ben ise sıkıntılı bir nefes verdim. Olayları hızlı hızlı anlattım üstün körü. Babam en çok Nermin'i duyunca şaşırmıştı. "Bu durumdan rahatsızsan bende kal kızım. Hem evde bir ses olur." Dedi babam. Yüreğim burkuldu. Sesim kısıldı. Kalbim acıdı. Ah aptal ben, ah. O kadar yalnızdı ki babam. Keşke yapmasaydım. Kendimi toparlayarak babama bunu belli etmedim. "Nermin ne der bilmiyorum baba. Ona danışmam lazım. Benlik hiçbir sıkıntı yok." Dedim. Babam düşünceli bir şekilde çenesini sıvazladı. "O zaman benim hemen karşı daireyi ayarlarım. Orası boştu. Yeni taşındılar Mansur'gil." Ben ise olumlu manada başımı salladım. Umarım Nermin kabul ederdi. Ondan ayrılmak istemiyordum. Ve babamdan da uzakta kalmak istemiyordum.
İkimizde bir süre sessiz kalınca gitme vakti geldiğini düşündüm. Yavaşça ayaklanırken babamda benimle birlikte ayaklandı. "Ben gitsem iyi olacak baba. Çok teşekkür ederim. Seni daha fazla meşgul etmeyeyim." Dedim mahçupça. Babam ise kaşlarını çattı. "Ne teşekkürü kızım. Beni meşgul etmiyorsun ayrıca. Canın ne zaman isterse, olurda bir sıkıntın olursa, konuşmak istersen ben hep buradayım kızım." Dedi babam. Ben ise olumluca başımı salladım. Babam ise aklına gelen şey ile hemen konuştu.
"Ben sana telefon numaramı vermedim." Doğru. Ben telefon numaramı değiştirmiştim. Babam cebinden telefonunu çıkarakak gerekli şeyleri yaptıktan sonra bana uzattı. Ben babama anlamaz gözlerle bakarken, "telefon numaranı yaz kızım." Dedi babam. Hızla başımı sallayarak telefonu elime aldım ve telefon numaramı yazdım. Babamı evde kaybedecektim. Telefonu geri babama verdim.
İkimizde daha sonra kapıya ilerledik. "Araban burada mı?" Diye sordu babam. Ben ise olumsuzca başımı salladım. Ona arabamı söylemeyi unutmuştum. "Hayır baba. Arabam yarın gelecek. Hâlâ Ankara'da." Dedim. Bu sefer babam kaşlarını çattı. "Sen ne ile gideceksin?" Dedi gözlerime bakarken. "Taksiyle." Dedim şirince. Babamın kaşları daha da çatılırken olumsuzca başını salladı. "Olmaz öyle, havada karardı. Tek başına taksiyle olmaz." Elini cebine atarak yeniden telefonunu çıkardı. "Poyraz'a söyleyeyim ben." Duyduğum isim ile gözlerim fal taşı gibi açıldı.
"Hayır!" Diye bir nida döküldü dudaklarımdan aniden. Babam hızla başını kaldırıp bana baktı soru dolu gözlerle. Ben ise ne yaptığımı şu an fark ederken durumu toparlamaya çalıştım. "Kimseyi uğraştırmaya gerek yok babacığım. Ben hallederim." Dedim panik içinde. Babam hafifçe tebessüm etti. "Senin babacığım diyen ağzını yerim." Dedi babam içi erirmişcesine ve sonra hemen yeniden ciddiyete büründü. "Olmaz. Poyraz gelip seni eve bırakacak kızım. İtiraz istemiyorum." Dedi itiraz kabul etmeyen bir sesle.
Babam telefonuyla uğraştıktan sonra telefonu kulağına götürüldü. Ben ise can çekişmekle meşguldüm. Yaktın beni baba, yaktın! Ben şimdi ne yapacaktım?
- Herkse merhaba. - Umarım bu bölümü beğenmişsinizdir. - Uzun bir bölüm oldu gerçekten. - Karşılaşma sahnelerini nasıl buldunuz? - Bir daha ki bölümde, bölümün bir kısmını Poyraz ağzından okuyacağız. Hehehe - Bölüm için oy kullanmayı unutmayın lütfen. - O halde bir daha ki bölümde görüşmek üzeree
♡♡♡ |
0% |