@hy.dyr
|
~6.BÖLÜM~ ⚖️Yorum yapmayı ve oy kullanmayı unutmayın. İyi okumalar.⚖️
●Acıtacak sanıyorsan acılar, hâlâ kaybetmediğin bir şeylerin var...● (Sesimdeki ayaz ~ Volkan SORMAZ)
📢 FLASHBACK
Neredeyim ben? Karşımda volta atan bir adet Poyraz'ı görmem ile kaşlarım çatıldı. Adını seslenmeye çalışsamda yapamadım. Sesim çıkmıyordu. Poyraz bir süre daha ileri geri yürürken, aniden durarak bakışlarını bana çevirdi. "Senin yüzünden!" Dedi hızla yanıma gelirken. Ben ise, yeni fark ettiğim, üzerinde oturduğum yatağın uçlarını sıktım.
"Ne diyorsun?" Dedim korkuyla. Çok korkuyordum. Poyraz hızla dibimde biterken kan çanağına dönmüş, siyah hareleriyle bana bakıyordu. "Sen yaptın! Sen öldürdün! SEN!" Elleriyle kollarımı sıkıca tutarak beni sarsmaya başladı. Ellerinden kurtulamıyordum. Bu bir rüya mı? Eğer bir rüya ise uyanmak istiyorum!
Ellerinden kurtulmaya çalıştıkça beni daha da çok tutmaya başlamıştı. "P-poyraz." Dedim güçlükle. "Canımı yakıyorsun!" Dedim gözlerimden yaş gelirken. Poyraz ise hızla beni iterek başımın yatakla buluşmasını sağlamıştı. O benim üstümde beni hırpalarken ben ise hüngür hüngür ağlıyordum. "Hani ağlamazdın karşımda? Şu haline bak!"
"Bırak!" Dedim hıçkırıklarımın arasında. Neden bunu bana yapıyordu? Ben kimi öldürmüştüm? Benim suçum olan şey neydi? "Onu sen öldürdün! Şimdi ise ben seni öldüreceğim. Acı çekme sırası sende!" Elleri kollarımı bırakırken bu kez ise boğazıma ulaştı. Büyük elleri boğazımı sararken, boğazım yırtılırcasına bağırdım.
Kan ter içinde ve çığlık aratak hızla yatağımdan doğruldum. Elim istemsiz olarak acıyan boğazıma gitmişti. Bu neydi Allah'ım? Bu nasıl bir rüyaydı böyle? Bir süre derin soluklar alıp verirken odamın kapısının hızla açılması ile korkak bakışlarımı oraya çevirdim. Saçı başı dağılmış fakat tedirgin gözlerle ve benim gibi endişeli nefesler alan Nermin girmişti içeri.
Gözleri hızla beni tararken ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. "Nehir, ne oldu?" Dedi hızla yatağımın kenarına gelip otururken. Ben ise gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. "Kâbus." Dedim yalnızca. Boğazımda olan ellerimi çekerek terden dolayı enseme yapışan saçlarımı çektim. Nermin boşta kalan elimi tutarak sıktı. "Şu an iyi misin?" Dedi emin olmak için. Onu da endişelendirmiştim. Büyük ihtimalle çığlığımla oda uyanmıştı.
Tebessüm ederek Nermin'e baktım. "İyiyim, seni de uyandırdım." Dedim mahçupça. Nermin sinirli bir nefes aldı. "Of Nehir, saçmalama." Dedi. Onunda eli gözünü bulurken ovuşturdu. Yan gözle bana bakıp hemen çekmişti bakışlarını fakat ben fark etmiştim. "Ne ile ilgiliydi?" Dedi kısık bir sesle. "Kâbus yani." Sıkıntılı bir nefes verdim. Çok anlatmak istemiyordum. Sonuçta adı üstünde rüyaydı. Hem kabusların anlatılmaması gerekirmiş.
Nermin çok anlatma taraftarı olmadığımı fark edince üstelemedi. "Boş ver, anlatma." Dedi. Bir yanının üzgün olduğunu sezmiştim. O yüzden yalnızca, "Poyrazla ilgiliydi." Dedim. Nermin'in gözleri hızla büyürken ağzı kocaman bir 'o' harfini aldı. "O ne biçim bir kâbus acaba?" Dedi şüpheyle bana bakarken. Ben ise omuz silktim. "Gereksiz, boşver." Dedim. Nermin yalnızca başını sallamakla yetindi.
"Peki, sen bilirsin. Kahvaltı hazırlayacağım, sana yumurta kırayım mı?" Dedi eski modu yerine gelirken. "Olur olur." Dedim hevesle. Nermin kocaman gülümseyerek odadan çıktı. Dün yaşananlardan çok etkilenmiştim galiba. Yatmadan önce de konuştuklarımızı düşününce, rüyama girmişti tabi. Dün akşam Nermin ile bayağı eğlenmiştik. Babamı da anlatmıştım ona. Çok sevinmişti. Bir de onun için şarkı söyleyip dans etmiştik. Fakat taşınma mevzusunu daha söylememiştim. Onu bugün işten sonra anlatacaktım. Umarım kabul ederdi.
Zor da olsa yatağımdan kalkıp banyoya gittim. Ilık bir duşun ardından odama gelip giyeceklerimi seçmeye başladım. Altım için gri, pileli plazzo pantolon ve pantolon için kemer seçmiştim. Üstüme ise beyaz bir gömlek seçip ilk düğmesini açmıştım. Saçlarımı bir çırpıda kurutarak sıkı bir at kuyruğu yapıp makyaj malzemelerimi elime aldım. Göz kalemini gözlerime gelişi güzel sürerek fırça ile dağıttım. Bir rimel ve de parlatıcıyla herşeyim tamamdı.
Odamdan çıkarak mutfağa, Nermin'in yanına gittim. Arkası dönük mutfak tezgahında domates doğramakla meşguldü. Yanına giderek, "yardım edebileceğim bir şey var mı?" Diye sordum. Nermin göz ucuyla bana bakıp, "çayları doldurur musun birtanem." Dedi. Bende onu onaylayarak ocağın başında ki çaydanlığı elime aldım. Masaya geçerek çayları doldurdum. O sırada Nermin, elindeki kahvaltı tabağıyla masaya geçip oturdu.
"Off, Nermin hanım yine döktürmüşsünüz." Dedim büyük bir açlıkla masaya bakarken. "Ee, bir Nermin kolay yetişmiyor tabi." Dedi gururla. Bende bu dediğine gülerken kahvaltımızı etmeye başlamıştık. "İşler nasıl gidiyor?" Diye sordum zeytinimi ağzıma atarken. Nermin umursamazca omuz silkti. "Öyle, beğendim orayı. Maaş durumu da iyi." Dedi. Nermin ile dün akşam konuşmuştuk. Onu çok boşladığımı düşünüyordum o yüzden bu gün onu akşama doğru yemeğe götürecektim. Zaten arabam bu akşam saat 5 gibi Şırnakta olacağı bilgisini almıştım.
Soğuk havadan dolayı biraz da sarılmıştım kabanıma. Yine ve yine taksimi bekliyordum. Hâlâ kar yağmamıştı. Umarım bu süre biraz daha uzardı çünkü gerçekten soğuktan nefret ediyordum. Dakikalar sonra taksim gelince koşar adım ilerledim ve içine bindim. Taksiciye gideceğim yeri söyledikten sonra arkama yaslandım. O anda telefonumun çalması üzerine çantamdan çıkarıp aramaya baktım. Arayanın Meryem olduğunu görünce hemen aramayı cevapladım.
"Alo?" Dedim hemen. O anda Meryemin sesi doldu kulaklarıma. "Savcım, çok önemli bir dava var. Neredesiniz?" Dedi telaşlı bir sesle. Hayır olsun inşallah. "Yoldayım Meryem, geliyorum." Dedim sorusuna hitaben. Meryem kısa bir onaylamadan sonra telefonu kapattı. Nasıl bir davaydı acaba?
Dakikalar sonra adliyeye geldiğimde koşar adım odama ilerlemeye başladım. Karşıda gördüğüm Meryem ile bakışlarım hemen onu bulmuştu. Meryem de beni görünce hızla yanıma gelmeye başladı.
"Savcım, adliyenin yakınındaki bir mahallede olay olmuş. Eren savcı ile oraya gitmeniz gerek." Dedi endişeyle. Hızla başımı salladım. Tek şanssızlığım ise Eren ile aynı davaya bakıyor olmamızdı. "Eren savcı nerede?" Dedim Meryem'e. Meryem endişeyle etrafına bakarken adliyenin koridoruna baktı. Bakışları bir süre orada oyalanırken, "geliyor." Dedi. Bakışlarım Meryem'in baktığı yere çevirince seri adımlarla yanımıza gelen Eren'i gördüm.
Seri adımlarla yanıma geldi. Yüzü fazlasıyla ciddiydi. Bana karşı olan önceki tavırlarına nazaran. Eren, yüzüme bakmayı sürdürürken, "gitmeliyiz, Nehir savcım." Dedi. Başımla onu onaylayıp yan yana adliyenin çıkışına ilerledik. Kısa süre sonra adliyenin çıkışına varınca Eren, eliyle kendi arabasını göstererek, "Benim arabamla gidelim Nehir savcım. Daha hızlı olur." Dedi. Pek içime sinmesede onu onaylamak zorunda kalmıştım çünkü şu an iş başındayık. Hızla Erenin arabasına ilerledim. İkimizde araca binince Eren arabayı çalıştırarak sürmeye koyuldu.
Kısa sürede olay yerine varmıştık. Zaten adliyeye yakın olması işimizi kolaylaştırmıştı. Mahalle gibi bir yerdeydik. Polis ve özel harekatta buradaydı. Uyuşturucu ile mi ilgiliydi dava? Seri hareketlerle Eren ile ben arabadan inerek olay yerine ilerlemeye başladık. Bizi gören polisler bizi durdurmaya kalksada savcı kimliklerimizi onlara gösterince vakit kaybetmeden yeniden ilerlemeye başladık. Olay yerine giderek yaklaşınca, dört adamında dizleri üzerine çöktüğünü ve ellerininde enselerinde birleştiğini görmüştüm. Yanlarında bulunan askerler hepsine silah doğrultmuş vaziyetteydi.
Eren ise hepsinin yanına varınca bakışlarımı en yetkili polise, yani komisere çevirdim. "Mesele ne?" Diye sordum bakışlarımı dört adamın üzerinde gezdirirken. Bakışlarımı kaldırıp yanda bulunan askerlere de bakmayı ihmal etmemiştim. Yalnızca tek bir tanesi bana bakıyordu. Hafif dalgalı ve kumral saçları olan asker elalarıyla bana bakıyordu. İkimizde göz göze gelince bakışlarımı çekip komisere çevirdim. "Siz Nehir Güner misiniz savcım?" Diye sordu komiser. Benim kaşlarım çatılırken diğer askerlerin de bakışlarının bana döndüğünü hissediyordum. Sesimden taviz vermeden cevapladım. "Evet benim. Bir sorun mu var?"
Komiserin bakışları değişmişti. Üzgün müydü? "Bu dava biraz sizin de içinde bulunduğunuz bir dava savcım." Dedi komiser. Bu cümleleri söylediği an bir kahkaha sesi yükseldi dört adamın bulunduğu yerden. Kaşlarım çatık bir ifade ile oraya çevirdim bakışlarımı. O adamlardan biri kendini yırtarcasına kahkaha atmaya başlamıştı. Diğerleri ise kıkır kıkır gülüyorlardı. Askerler ise onları susturmak için silahlarıyla başlarına vuruyordu fakat o adamlar bana mısın demiyordu.
Benim ise yüzümde mimik oynamıyordu. Kendimden emin bir ifadeyle komisere teşekkür ettikten sonra kim olduğu belirsiz adamların yanına ilerlemeye başladım. Kolumdan tutulmam ile bakışlarımı beni tutan kişiye çevirdim. Kolumu tutan Eren savcıydı. Ciddi bir tonda ona bakmayı sürdürürken Eren savcı konuştu hızla. "Bu güvenli olmaz Nehir savcım." Bu sizi ilgilendirmez demek istesemde sorun yok manasında kafamı salladım. "Endişelenmeyin savcım. Yanımızda askerler var." Dedim ve kolumu Eren savcının elinden kurtardım.
Yeniden o adamların yanına varınca tam karşılarında durarak tepeden onlara baktım. Onlar ise benim geldiğimi fark ettiklerinde kahkaha atmayı kestiler fakat yüzlerinde bu sefer iğreti bir gülümseme oluşmuştu. Bunları umursamadan yüzlerine bakmaya devam ettim. Tam karşımdaki adam usulca konuşmaya başladı. "Nehir Güner siz misiniz sayın savcım?" Alayla kurduğu cümleler ile ben tepkisiz kalmak için elimden gelen herşeyi yapıyordum. Ciddi bir tonda, "Benim." Dedim kısaca. Aynı adamın yüzündeki gülümseme büyürken olumluca başını sallamaya başladı. "Güzel, güzel, çok güzel."
Diğer adamların kıkırtıları yükselmeye başlamıştı şimdi de. Tek kaşımı kaldırıp o adama bakıyordum bakmasına da, ne konuşuyor ne de kıkırdamasını durduruyordu. Sinirlerim daha da gerilirken bu sefer soru sorma sırası bendeydi. "Benimle ne gibi bir işiniz var?" Karşımdaki adam ve diğerleri aynı anda başlarını kaldırıp bana bakmaya başladılar. Ama bu sefer hepsinin gözlerinde öfke vardı. Saf öfke...
"Alacak bir intikamımız vardı. Onu alacaktık ama şansa bak sen geldin!" Dedi tehdit vari bir sesle. Bu sefer ben alayla sırıttım. "Sizi korkuttum mu?" Karşımdaki adam kıpkırmızı olurken bakışlarını bir an olsun benden çekmiyordu. "Akif Çağatay." Dedi yüzünün aksine eğlenen bir tonda. "Hatırladın mı?" Duyduğum isimle birlikte vücudum gerildi. Ellerim istemsiz yumruk olurken kaşlarım derinden çatıldı. Onunla bir bağlantıları mi vardı? Yoksa onların Akif Çağatay'ı bilmemerinin imkanı yoktu.
"Sana sürpriz yapacaktık savcı hanım. Bazı planlarımız sekteye uğrasa da, birkaçını görmediğin kesin." Dedi kendinden emin bir tavırla. Ne saçmalıyordu bu adam? Ne sürprizi ne planı? Bende tavrımdan ödün vermeden cevap verdim. "Sizin yapabileceğiniz tek bir plan var, o da ödlek gibi bir başkasının köpeği olmak." Dedim yüzüne sırıtırken. Karşımdaki adama bakmadan arkamı dönüp Komiserin yanına döneceğim sırada arkadan bağırış seslerinin gelmesi üzerine seri bir şekilde arkamı döndüm. Benimle konuşan adam hızla üzerime geliyordu bağırarak. Bir adım geriye gidecek vaktim bile yokken ne zaman geldiğini fark etmediğim, göz göze geldiğimiz asker beliriverdi yanımda.
Atik bir hamle ile üzerime koşan adamın kolunu tutup karnına tekmesini atarak yere sermişti adamı. Derin bir soluk alıp yerde kıvranan adama baktım. Daha sonrasında ise beni koruyan, adını bile bilmediğim askere. Kalbim korkuyla deli gibi atarken içten içe kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Böyle olacağını tahmin etmemiştim. Bakışlarım karşımdaki askerde takılı kalmıştı. O ise yandan bana bakarak, "İyi misiniz savcım?" Dedi. Artık karşımdaki adama nasıl baktıysam vücudunu tamamen bana dönmüştü. Gözleri gözlerimden bir saniye ayırmazken arkadakilere hitaben konuştu. "Götürün şunları arabaya!" Benim ise gözlerim yerde yatan adamdaydı. Askerler yerde yatan adamı kaldırmaya çalışırken bana hitaben söyledikleri kanımın donmasına yetmişti.
"Evinde başka biri daha kalıyor değil mi savcı hanım. Sence onu kontrol etmen gerekmez mi?" Kalbimin durduğunu hissetmiştim. Aklıma gelen düşünce başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü. Ona birşey yapmamışlardır değil mi? Nermin iyidir değil mi? Hayır, hayır böyle bir şey yapamazlar. Bir hışımla askerler yardımıyla kaldırdıkları adamın yanına gitmek üzereyken benim önümde olan asker bunu engellemişti. Bir eli belimde diğer eli ise gevşek fakat canımı yakmayacak şekilde sıkı tutuyordu bileğimi.
"Ne diyorsun lan sen!" Dedim hiddetle. "Ne saçmalıyorsun?" Elimden geldiğince sakin olmaya çalışıyordum fakat Nermin'e birşey yapma düşünceleri beni deli ediyordu. Hemde benim yüzümden yapma ihtimaller...
Beni tutan asker elinden geldiğince beni sakinleştirmeye çalışıyordu fakat bu benim daha da hırçınlaşmama sebep oluyordu. O sırada karşımdaki adamın sesini duydum. Az önce karnından yediği darbe yüzünden zar zor konuşuyor olsa da beni korkutmaktan geri durmuyordu. "Ne duyduysan o." Dedi. Beni tutan askerin sesi doldu bu sefer kulaklarıma. "Götür şu siktiğimin herifini!" O kadar korkunçtu ki sesi, orada bulunan askerler bile korkmuştu fakat hızla onaylayıp hepsi bir ağızdan 'emredersiniz komutanım!' Dediler.
Benim ise şuan tek düşündüğüm şey Nermindi. Nermin, Nermin ve Nermin. Hızla beni tutan askerin kolları arasından çıkarak omzuma astığım çantamdan telefonumu çıkardım. Etrafta bulunan hiçkimseden tek bir kelime çıkmazken ben Nermin'in numarasını bulup arama yapmaya başlamıştım. Bir elim telefonda diğer elim ise alnımı ovuşturmakla meşguldü. Allah'ım lütfen, lütfen telefonu açsın. Kaç kere aradım bilmiyordum fakat ne açan olmuştu ne de geri dönen. Açmıyordu işte. Gözlerim dolarken çenemi sıkıyordum hırs ve korkuyla. Eğer şu an güvendeyse ve telefonu görüp açmıyor ise onunla görüşecek büyük bir hesabım vardı!
Gözlerim, artık dolmaktan bulanıklaşırken sinirle telefonu çantama geri koydum. Ne yapacağım, ne yapacağım? O sırada arkadan gelen ses ile dolmuş gözlerle arkamı döndüm. O askerdi. Beni sakinleştirmeye çalışan asker. "İsterseniz evinize gidelim savcım." Dedi ciddiyetle. Yüzümde hafif bir tebessüm oluşurken, "lütfen." Diyebildim yalnızca. Karşımdaki asker hızla başını sallayarak askeri araca ilerlemeye başladı. Bende seri adımlarla peşinden gidiyordum. İkimizde araca binince asker, aracı sürmeye başladı. Bir yandan kısık sesle kendimi teselli ediyordum bir yandan ise Nermin'i bilmem kaçıncı kez çaldırıyordum.
Açmıyordu, açmıyordu, açmıyordu! Kafayı yemek üzereydim. Bu kız nerede? Gözlerim yavaştan dolmaya başlarken sinirle derin bir nefes aldım. O sırada yanımdaki askerin bana baktığı hissine kapılarak bakışlarımı, yanımda bulunan askere çevirdim. Bana bakıyordu. Bakışlarımı hızla ondan çekerek yeniden Nermin'i aradım. Şaşırmadığım bir sonuç çıkarken telefonumu elimde sakin olmak adına sıktım.
"Sakin olun savcım." Dedi yanımdaki asker. Bakışlarım hızla ona dönerken ellerimi iki yana kaldırdım. "Nasıl?" Dedim sinirle. Benimle dalga falan mı geçiyordu? Yanımdaki asker bakışlarını yoldan ayırmadan cevap verdi. "Farkındayım, bu çok kötü bir durum. Ama o herifler yalan da söylüyor olabilir." Dedi sakince. Ben ise sakin kalmak için başımı iki yana çevirdim. "Yalan söyleseler bile, benimle kalan kişinin varlığını biliyorlar, hadi diyelim ki bugün bir şey yapmadılar. Yarın bir gün yapmayacakları belli mi?" Bu sefer sessiz kalmıştı yanımdaki adam. Haklıydım çünkü. Belki de ilk defa bu denli haksız olmak istiyordum. "Biraz daha hızlı sürün lütfen." Dedim camdan dışarı bakarken.
Yanımdaki askeri beklemeden hızla araçtan indim ve eve koştum. Şu an aklımdaki tek düşünce, Nermin'in evde olmasıydı. Eğer evdeyse ona ne olmuştu? Bu düşünce daha hızlı koşmama sebep olurken evin dış kapısını açıp evin kapısının önüne gelince dondum kaldım. Nefesim boğazımda tıkandı. Ağlayamadım. Bu neydi? Evimin kapısının üzerinde yüzlerce fotoğrafım asılıydı. Nermin ile olan, evde otururken, adliyede, bahçede, markette, arabamın içerisinde, Ankara'daki arkadaşlarımla, babamla... elim hızla ağzımı bulurken yandan gelen kişiyi tahmin etmem zor olmamıştı.
"Bu ne lan?" Arkamdaki askerin tedirgin sesini umursamadan kapımın üzerindeki fotoğraflardan bir tanesini elime aldım. Bu fotoğrafta ise Poyraz'laydım. Daha geçen gün yan yana yürüdüğümüz zamanın fotoğrafıydı. Yanımdaki asker de eline bir tane fotoğraf almıştı. Fotoğraflar o kadar çoktu ki bazıları yerdeydi. Gözlerim sinirden dolarken yere eğilerek yere düşen fotoğrafları toplamaya başladım. Aklım allak bullaktı. O adamlar mı yapmıştı? Yoksa Akif denen adam mı? Ben nasıl hiç fark etmemiştim? Hızla yerdeki fotoğrafları toplarken ağlamaya başlamıştım.
Neden ağladığımı da bilmiyordum ki. Hiç sesim çıkmıyordu fakat yaşlar yanaklarımdan süzülüyordu. Birinin kollarımdan tutup beni kaldırmaya çalıştığını hissettim fakat transa geçmiş gibi yerdeki fotoğrafları toplamaya devam ettim. "Savcı hanım." Dedi asker sıkıntılı bir sesle. Ben ise onun ellerinden kurtulmaya çalışıyordum. "Bırakın." Dedim titrek bir sesle. "Lütfen." Askerin acı dolu sesi ile bakışlarım ona döndü. "Rahat bırakın beni, ben iyiyim." İyi değildim. Fakat bu meselelerimi kendim halletmeliyidim.
"İyi değilsiniz savcım. Lütfen, bırakın yardım edeyim." Dedi. Ben dolu gözlerle karşımdaki askere bakarken o da benim gibi çömelerek yerdeki fotoğrafları toplamaya başladı. "İçiniz rahat edecekse, o halde birlikte toplayalım." Dedi bana küçük bir tebessüm sunarken. Gözlerimdeki yaşlar artarken başımı salladım olumluca. İkimizde sessizce yerdeki fotoğrafları topluyorduk. Askerin bana seslenmesi üzerine bakışlarımı ona çevirdim.
"Sizinle tanışma fırsatım olmamıştı savcım. Ben Yüzbaşı Atahan Demirel." Dedi yerdeki son fotoğrafı alıp bana bakarken. Bir süre ona baktım. Atahan ise hızla ellerini yukarı kaldırıp tedirgin gözlerle bana bakmaya başladı. "Beni yanlış anlamayın savcım. Ben sadece sizi bu halde görünce hani, kafanız dağılsın diye yani." Hızlı hızlı konuşan Atahan'a karşı kıkırdamadan edemedim. Bu durumda gerçekten güleceğim aklıma gelmezdi. "Bende Nehir, Nehir Güner. Tanıştığıma memnun oldum Atahan bey." Atahan'ın bakışları bir süre yanaklarımda takılı kaldı. Ben ise ellerimi yanaklarıma götürme ihtiyacı hissettim. Elim yanağımı bulurken, iki yanımda bulunan çukura denk gelmişti.
"Gamzelerinizin olduğunu bilmiyordum." Dedi bakışlarını çekerken. Bende bakışlarımı çekip tebessüm ettim. "Sizinle tanışma fırsatı bulduğumda ortada gülünecek birşey yoktu." Dedim. Atahan'ın ise dudağının kenarı kıvrılmıştı. "Ah doğru. Haklısınız." "Teşekkür ederim." Dedim pat diye. Atahan'ın bakışları beni bulurken sorgu doluydu.
Ben ise kendimi açıklamaya başladım. "Orada, o adam bana saldıracakken beni korumanızdan bahsediyorum." Dedim minnetle. Atahan ise olumsuca başını salladı. "Önemli bir şey değildi. Nehir hanım. Ben sivillerin güvenliğinden sorumluyum. Savcı olsa bile." Dedi tek kaşını şakayla kaldırırken. Ben ise kıkırdadım. "Çok havalıydınız." Dedim şakayla karışık bir tonda. Atahan gülerek bana döndü. "Öyle mi düşünüyorsunuz?" Dedi o da şakayla. Şaka olarak sormuştu fakat gözleri gerçekten bir cevap bekler gibiydi. O anda hızla kendimi toparlayıp ayağa kalktım.
"Havalılıktan ziyade, işinizin ehli gibi duruyordunuz." Dedim. Dozu biraz fazla mı kaçırmıştım? Atahan da benim ayaklandığımı görerek o da ayaklandı. İkimiz göz göze gelmiştik. Bana baktı, bende ona baktım. Birşey söyleyecek gibi bir hali vardı. Bir süre durdu ardından dudaklarını aralayarak tam bana birşey söyleyeceği esnada telefonum çaldı.
Bakışlarım anında çantama inerken büyük bir hızla çantamdan telefonumu çıkararak arayan kişiye baktım. Aramasını istediğim kişi arıyordu şuan. Nermin...
Gözlerim dolu dolu aramayı cevaplayıp kulağıma götürdüm. Ben konuşmazken Nermin'in sakin sesi dolu kulağıma. "Alo?" Onun sakin sesine kıyasla benim, sinirli, gergin, tedirgin sesim ile cevap verdim. "Bu telefon neden açılmıyor!" Sesimi yükselterek kurduğum bu cümlelere karşı Nermin'in dediği tek şey, "Nehir iyi misin?" Olmuştu. Ellerimle alnımı ovuştururken sakin olmaya çalışıyordum. "Seni kaç kere aradım! Seni yüz kere aradım Nermin! Ne yapıyordun da telefonunu açmıyordun?" Gözümden yaşlar teker teker süzülürken Nermin sıkıntılı bir nefes verdi.
"Nehir ben," dedi. Cümlenin devamını getiremiyor gibiydi. "Ne sen!" Dedim sinirle. "Neredesin sen?" Nerminden bir süre ses gelmezken artık sabrımın taştığını hissediyordum. O sırada telefonun ucundan titrek bir ses geldi. "Nehir ben hastanedeyim." Duyduğum bu iki cümle ile feleğim şasmıştım. "Ne?" Diye bildim yalnızca. Derin bir nefes verdi Nermin. Ve pat diye söylediği tek şey, "Poyraz, burada. Nehir, o kanlar içinde!" Olmuştu.
- Herkese merhaba - Bu bölümün sonuna gelmiş bulunmaktayız. - Umarım beğenmişsinizdir - Sizce bölüm nasıldı? - Sondaki cümle neydi öyle? Yorumlarda buluşalım. - Yeni yüzbaşıyı beğendiniz mi? - Peki ya kapının önündeki fotoğraflar? - Hepsinin cevabı bir daha ki bölümde - O haldeeee bir daha ki bölümde görüşmek üzeree
♡♡♡
|
0% |