@ikraelse
|
İmparatorluk Yılı 1898, 28 Nisan Hannes Armand Claire De Luna Benim için olaylı geçen yemekten sonra tam olarak üç gün geçmişti. Bu süre boyunca günlerimi sarayın kütüphanesinde ve bana verdikleri odada geçirmiştim. Mümkün oldukça kimseyle karşılaşmak istememiştim. Açıkçası nasıl bir tepki vermem gerektiğini bilmiyordum, o yüzden de her zaman yaptığım şeyi yapıp hiçbir şey olmamış gibi günlük yaptıklarımı tekrarlamıştım. Sürekli olarak kendime "Doğru şeyi mi yapıyorum?" diye sormuştum ancak bu soruya herhangi bir cevap verememiştim. Kardeşlerimle veya diğer insanlarla aramın olmayışı böyle zamanlarda gerçek yüzünü bana gösteriyordu. Sarayın duvarlarında baktığım tablolar gibiydiler; bana çok yakındılar ancak tek yapabildiğim şey onları izlemekti. Küçüklüğümde kendime sadece hayatımı yaşayacağıma dair söz vermiştim ama sürekli olarak sözümü bozmuş, hayatımı yaşayarak geçirmek yerine düşünerek geçirmiştim. Ben kendim dışında herkese verdiğim sözleri hep tutmuştum. İnsanlar gerçekten de kendilerini yıkılmaz bir kalkan gibi görüyorlardı ki hep diğerlerini korurken kendilerini saldırılara karşı açıkta bırakıyorlardı. Aslında bugün de vaktimi kütüphanede veya odada geçirmek isterdim ancak bu pek mümkün gözükmüyordu. Dün akşam Prens Tobias'ın teklifiyle bugün Silvanor Krallığı'nın başkenti olan Silvastone şehrini gezecektik. Bana kalsaydı teklifi kendim adına reddedecektim ancak Nyssa ablam hepimizden önce davranmış, "Teklifinizi büyük bir memnuniyetle kabul ediyoruz," diyerek ve hepimize yandan korkutucu olduğunu düşündüğü bir bakış atarak konuşmayı sonlandırmıştı. O an Jia ablamla aynı anda sahte gülümsemelerimizle birbirimize baktıktan sonra kafalarımızı sallayarak istemeyerek de olsa kabul etmiştik. Onun nasıl hissettiğini bilmesem de güzel bir andı benim için. Gerçek abla-kardeş gibi hissettiğim nadir anlardandı. Ben bunları düşünürken gülümsediğimi bile fark etmemiştim. Şimdiye kadar sessiz duran Prens Jace'in "Bu kadar sevineceğinizi bilseydik kardeşimle daha önceden teklif ederdik. O kadar uzun bir yolculuktan sonra dinlenmenizi istediğimizden dolayı teklifimizi bugüne kadar ertelemiştik. Sanırım Prens Hannes ve Prenses Nyssa için bunu yapmamıza gerek yokmuş," sözlerinden sonra gülümsediğimi fark edebilmiştim. Başkente olan gezintiyi öğlen yapmayı kararlaştırmıştık; daha doğrusu o konuda da Nyssa ablam bizim yerimize karar vermişti. Ben de vakit yaklaştığından ve biraz da hava almak istediğimden sarayın bahçesine çıkmıştım. İlk çıktığımda labirente de girmek istemiştim ancak kaybolmaktan korktuğumdan bu fikirden vazgeçmiştim. Şu an ise çeşitli renklerde olan güllerle dolu bir bahçeye bakarak oturuyordum. Kraliçe Celia'nın en sevdiği çiçeğin gül olduğunu duymuştum; burası da büyük ihtimalle onun adına yapılan bir bahçeydi. Bahçeyi izlemeye devam ederken belli belirsiz bir ses duymuştum. Sesin geldiği yeri anlamak için etrafıma bakındığımda Prens Tobias'ı görmüştüm. Ona odaklandığımda ise benim adımı çağırıyordu. Gitme vaktimiz gelmişti. Prens Tobias'ın yanına gittiğimde diğerlerinin de orada olduğunu görmüştüm; anlaşılan tek eksik bendim. Yanlarına geldiğimde Prens Tobias işaret parmağıyla sol yanağını hafif kaşıyarak, "Bir an beni duymayacağını sandım, orada büyülenmiş gibi oturuyordun," dedi. Ona dönerek, "Özürlerimi sunarım, sadece manzaranın keyfini çıkarıyordum. Büyülenmişim demeniz yanlış sayılmaz," dedim. Bu sözlerimden sonra Nyssa ablam küçük bir kahkaha atarken Prens Jace alaylı bir şekilde, "Gelecekte eşiniz, böyle romantik bir eşe sahip olacağından çok şanslı," dedi. Herkes gülerken ne cevap vereceğimi bilememiş, bu durumdan kurtulmak için bekleyen atlı arabaya doğru yürümeye başlamıştım. Arkamda hâlâ kahkahaları duyabiliyordum; onları beklemeden arabaya binmiştim. Diğerleri de arabaya bindiğinde yolculuğumuz başlamıştı. Yolculuk boyunca herhangi bir etkileşimde bulunmamış, araba durana kadar etrafı izleyerek vaktimi geçirmiştim. Kardeşlerim ise prenslerle koyu bir sohbete dalmışlardı ki bu, araba durana kadar devam etmişti. Onlar benim aksime bu tür aktivitelerden zevk alıyorlardı; sekiz kardeşin içinde sosyal aktivitelerde normal görünmeye çalışan tek kişi bendim. Silvastone şehrine vardığımızda, inmeden önce, arabanın penceresinden şehre küçük bir bakış atmıştım. Attığım gibi, aklıma gelen ilk kelime huzurlu olmuştu. İndiğimizde ise, pencereden görmeme rağmen, kalabalık ve buna eklenen gürültü ile biraz gerilmiştim. Etrafı hem endişeli hem de etkilenmiş gözlerle incelerken, prenslerin yönlendirmeleriyle birlikte, şehri gezmeye başlamıştık. Prens Jace, ilk başta görmek istediğimiz bir şeyin olup olmadığını sormuş, Nyssa ablam da sürekli bahsettiği 'Dun Aon'u görmek istediğini söylemişti. Kısa bir gezinti sonunda, oraya gidecektik. Şehir oldukça canlı ve mutlu gözüküyordu. Halk, bizim gibi buraya ziyaretçi olarak gelenlere satış yapıyordu. Buranın harabelerle bilinen bir yer olduğunu daha önce söylemiştim öyle ki bu durum dükkan adlarına dahi yansımıştı. Dükkanlar da Silvanor Sarayı gibi taşlardan yapılmıştı bu nedenle de göze batmıyorlardı. Ben şehri hala incelerken yakınımdan ilk başta ayak sesleri gelmesi ardından da nefes alıp verme sesi gelince etrafıma bakınca prens Jace'in yanımda olduğunu fark ettim. Aklıma benimle konuşma ihtimali gelince adımlarımı hızlandırdım. Diğerleriyle sohbet etmediğim için en arkadaydım ancak bu prens Jace yanıma gelene kadar sürmüştü ancak prens de adımlarını hızlandırmış tekrar yanıma gelmişti bu kez kaçmak için herhangi bir şey yapamadan bana yüzündeki gülümsemesiyle "Umarım gezintiden keyif alıyorsundur." dedi öylesine bir cümle gibi duruyordu ama soru sorduğu belliydi. Ben ise bu soruya kafamı hafif sallayarak cevap vermiştim." Yazardan Hannes prensin bir daha soru sormamasını içten içe istiyordu. Prens Jace ise Hannes'ın verdiği cevapla memnun olmamış, Hannes'ı daha çok tanımak istiyordu. Hannes rahatsız göründüğünden Jace daha fazla soru sormadı ancak Dun Aon'a varana kadar yan yana yürümüşlerdi. Jace gelen prens ve prenseslerin hepsiyle konuşmuş, az da olsa kişiliklerini anlamıştı ancak en küçük prens onunla pek fazla bir diyaloğa girmemişti ki sebebi belliydi; Hannes vaktini kütüphanede ve odasında geçirmişti. Dun Aon'a vardıklarında ise prenses Nyssa harabeyi gördüğü anda prens Tobias'ı soru yağmuruna tutmuştu Tobias ise neye uğradığını şaşırmış bir vaziyette elinden geldiğince soruları cevaplandırmaya çalışmıştı ancak ne kadar etkili olduğu bilinemezdi şayet prensesin soruları bir türlü bitmiyordu. Prenses Jia ise harabeden en az etkilenen kişiydi bu tür şeyler Jia'nın ilgisini çekmiyordu tek ilgisini çeken kısım kale olması olabilirdi. Hannes ise harabeden Nyssa kadar olmasa da etkilenmişti. Sessiz bir şekilde "Sör Gianni'nin ilk ve tek eseri demek buymuş. Prens Casimir'in son isteğini bir şövalyesi olarak yerine getirmesi gerçekten de bir şövalyeye yakışır bir davranış. Görüntüden ziyade arka plandaki hikaye daha ilgi çekici." demişti ancak prens Jace bunu duymuştu belli belirsiz bir şekilde gülümseyerek prens Hannes'ın yanına doğru gitmeye başladı. Yanına geldiğinde ise "Demek hikayelerden daha çok hoşlanıyorsunuz o zaman yapılma hikayesini daha ayrıntılı bir şekilde dinlemek ister misiniz? Ayrıca yapan kişinin Sör Gianni olduğunu bilmenizden etkilendiğimi söylemeliyim insanlar yapan kişinin mimar Fabrizio Ferroni olduğunu söylerler Sör Gianniden haberleri bile yoktur." Hannes tekrar tek başlarına olduklarını gördüğünden gergindi ancak yapının hikayesini de oldukça merak ediyordu. Merakı gerginliğinden üstün gelmişti prens Jace'e dönerek "Dinlemekten mutluluk duyarım." demişti. Prens Jace ise kafasını sallamakla yetinmişti. Hannes'ın yapı hakkında bilgili olduğu anda onunla arkadaş olmaya karar vermişti. Hannes'ın kişiliği nedeniyle isteği ne zaman gerçekleşir de arkadaş olurlardı bilinmezdi ama en azından Silvanor Krallığından ayrılmadan önce onunla olabildiğince vakit geçirmeye çalışacaktı. Jace Otto Silvanor bilgili bir arkadaşa hayır demezdi.
|
0% |