Fırat'a yaptığım ufak çaplı şakadan sonra poliklinikte sıra bekliyorduk. Karşıdan, Sare geliyordu. Elindeki tekerlekli sandalyede kim olduğunu bilmediğim orta yaşlarda bir kadını bize tarafa getiriyor, bizi görmezlikten geliyordu. Fırat bana dönüp mırıltıyla "Çaktırma Sare burada!" dedi. Kübra yanlarında yoktu. Gözüm, bir an tekerlekli sandalyede oturan ayağı alçılı alınmış kadına takılmıştı. Çatık kaşları ve ince esmer yüzüyle kadından daha çok çirkin bir cadıya benziyordu. Başına, sivri uçlu siyah bir cadı şapkası takıp eline de bir çalı süpürgesi tutuşturulsa hiç sırıtmayacak gibi duruyordu. Bu cadı kılıklı, nemrut karı, tepesinde ay gibi parlayan Sare'yle konuşurken bizimle göz göze gelmesini istemiyormuş gibi durmadan hem onu hem bizi bakışlarıyla iğneliyordu.
Sıramız gelince Fırat beni konuşturmadan doktora bütün şikayetlerimi anlatmaya başladı. Doktor birkaç inceleme ve testen sonra kolumu alçıya alıp haftaya tekrar kontrol için gelmemizi söylemişti.
Çıkışta, tekerlekli sandalyede oturan kadın sanki bir densizlik etmişim gibi öfkeyle bakınırken ben de aynı şekilde tiksintiyle bakarak hastaneden çıktık.
Fırat şoför koltuğuna geçip sanki hiç dayak yememiş gibi neşeyle "Ben çok acıktım," dedi. "Yemeği yakmasaydın şimdi eve gidip mis gibi bir kuyu kebabı yiyebilirdik ama senin de dediğin gibi 'bu işler nasip işleri' birader! Ne yapalım madem nasibimizde kuyu kebabı yokmuş biz de iki kokoreç gömeriz!" diyerek arabayı çalıştırdı.
Yüzümü tiksintiyle buruşturup "Kokoreç ne lan pis pis! Adam akıllı bir yere gidelim. Parası neyse ben veririm!" dedim.
"Niye lan kuzu bağırsağından yapılıyor diye mi sevmiyorsun?"
"Lan bir zahmet kuzununda bağırsağını yemeyelim!"
Fırat yeme kültürüne laf ettiğim için sinirlense de bozuntuya vermeyip "Tamam lan sen kaşındın!" diyerek
babasıyla her zaman gittiği bir restorana götüreceğini söyleyip direksiyonu kırdı. Çok geçmeden lüks bir restoranın önünde durarak aşağı inip onu takip ettim. Fırat peşimizde kuyruk olan garsonlar eşliğinde bize güzel bir yer seçmiş, ve ne yiyeceğimize önceden karar vermişti.
Garsonun bize olan garip bakışlarının ardından, Fırat yemekler gelene kadar telefonla oynamaya başlamıştı. Ben de tuşlu telefonumdaki tek oyununu oynayarak dünyayı unutmuştum.
Biraz sonra sıkılıp telefonu elinden bırakarak "Lan bırak şunu da karşıya bak!" dedi.
Telefonu elimden çektiği için mecburen işaret ettiği yere baktım. Önümüzde, yapış yapış vıcık vıcık iki tane dangalak birbirlerine yemek yediriyorlardı. Tiksintiyle bakarak "Baktım, bunlar kim?" diyince Fırat, istemsiz yükselen sesimi alçaltmam için havadaki elime bir tokat savurdu: "Lan o mu, salak bir arkaya bak!" dedi. Başımı çevirip baktım. Kimse yoktu. Fırat elini yüzüne vurup dişlerinin arasından: "Ulan ben senin kafana fazla mı vurdum acaba? Sen niye böyle salağa bağladın ki!" diyerek iki sıra önümüzdeki gri uzun mantolu güneş gözlüklü kadına bakmamı istemişti.
Ben o tarafa bakınca gri mantolu hanım abla ondan bahsettiğimizi anlamış gibi bize bakarak yüzünü gizledi. Fırat'a dönüp "Kim bu hanım abla?" dedim.
Fırat, kadını tanımadığım için çıldıracakmış gibi gülümseyip yüzüme baktı: "Tanımadın mı o'lum! Kübra lan o Kübra!"
Kadına bir daha baktım. Kübra'ya benzeyen hiçbir şey yoktu: "Nereden anladın kadının Kübra olduğunu, kızın hiçbir yeri görünmüyor!"
Fırat parmağındaki yüzüğü işaret ederek "Ellerinden! Bak parmağında hangi yüzük var!" dedi. Yüzümü gri mantolu ablanın olduğu masaya çevirip baktım. Parmağında Kübra'nınkine benzer zümrüt bir yüzük var idi.
"Bu yüzükten sadece Kübra'da yok kardeşim! Şu kadının yakasını bırak valla başımızı belaya sokacaksın!"
Fırat beni hiç dinlemiyordu. "Yok abiciğim yok. Seven adam hemen vazgeçmez. Ben bu kızı seviyorum. Bunu şimdi daha iyi anladım. Baksana kader bizi bir şekilde bir araya getiriyor! Sence de bu bir işaret değil mi lan?"
"Değil abiciğim! Seni istemediğini açıkca söyleyen bir kadının buraya gelmesi işaret falan değil. Bırak şu her şeye bir mana vermeyi, bak sonra çok üzülürsün! Belki de karıştırıyorsundur bu kadının Kübra olduğu da şüpheli!"
"Ya sen dikkatli bakmamışsındır. Ben eminim. Bu kadın Kübra!"
Elimi yüzüme vurup parmaklarımın arasında, saçmalayan Fırat'ın yüzüne bakarak, mecliste birbirine giren milletvekilleri gibi üstüne atlamak istiyordum.
"Tabii ya, ben nasıl anlamam Kübra buraya beni görmek için geldi!" dedi Fırat. "E anladı tabii benim onu gerçekten sevdiğimi, pişman oldu."
"Saçmalama abiciğim! Sen bizim en son, ne şekilde ayrıldığımızı unutuyorsun herhalde. Bu kız, sana 'karşıma çıkarsan seni kurşuna dizerim' diye tehdit etmedi mi? Şimdi böyle bir şeyi niye yapsın?"
Söylediğim Fırat'a mantıklı gelmiş gibi geri çekilip "Tamam abiciğim sanırım biraz saçmaladım!" dedi ve garsonun önümüze koyduğu yemeği can sıkıntısıyla karıştıp hiç konuşmadı.
Kübra'nın uzun gri bir manto giyinip gözüne güneş gözlüğü takarak peşimize takılması saçma bir fikirdi ama sonra ses kaydında bahsettiği o adam gibi giyindiğini düşününce mantıklı gelmeye başlamıştı.
Fırat, çok acıktığını söylediği hâlde yemeğine dokunmamıştı. Gösterdiği koyu gri mantolu kadına bakıp bakıp duruyordu. Bu kadın gerçekten de Kübra olabilir miydi? Bunu restorandan içeri Sare girince daha iyi anlamış oldum.
Bakışları benimle karşılaştığında bozuntuya vermeyip heyecanla Kübra'nın karşısına geçti.Kız, bizi hastanede görmezden geldiği gibi burada görmezden gelememişti tabii. Ne söylediğini duyamadan Kübra'nın gözündeki güneş gözlüğünü çekerek Fırat'ı işaret etti. Deminden beri yüzünü gizleyen Kübra, mantonun altında korkunç bir siluet gibi bize bakıyor, kaşlarını çatıyordu.
Fırat, kızların bakışlarına bir mana veremeyip sordu: "Durduk yerde ne oldu ki lan? Bunlar bana niye böyle bakıyorlar?" Bir fikrim olmadığı için cevap verememiştim. Fırat'ta sessizliğimi yanlış anlamış ilgilenmediğimi düşünerek yemeğine devam etmişti.
Yemekler bitince Fırat arkasına yaslanıp kendisine sırtını dönen Kübra'ya baktı: "Ben bu sessizlikten çok sıkıldım abiciğim, gidip yaptığımın yanlış olduğunu söyleyip Kübra'dan özür dileyeceğim!" dedi.
Kübra normal bir adam olsa özür dilemesinde sıkıntı yoktu ama her seferinde suratında patlayan tokatla, hâlâ akıllanmamış olan Fırat, bu kızdan özür dilerse belki her şey yoluna girebilirdi. "İyi de nasıl yapacaksın, kız seni dinlemek bile istemiyor!" dedim. Fırat bir şey düşünüyormuş gibi başını sallayıp hiçbir şey demeden masadan kalkarak garsonların yanına gitti.
Kulağına bir şeyler fısıldayıp eliyle bir şey anlatmaya çalışıyordu. Az sonra tekrar yerine oturup "Bak şimdi seyret şovumu!" diyerek kendine bir künefe söyledi.
Garson önümüzdeki tabakları kaldırırken Kübragilin masada bir hareket oluyordu. Herhalde Fırat'ın bahsettiği şov bu diye düşünürken onların masadaki garson, Kübra'nın önüne bir pasta getirmişti.
Kübra pastayı her ân elinden düşürecekmiş gibi sağ eline alıp ayaklanarak çıldırmadan önce garsona sordu: "Siz pastayı kim göndermişti demiştiniz?"
Gözlerim açıldı: "Ne yaptın lan sen? Pasta mı gönderdin kıza!" diye çıkışınca Fırat faciayı hissetmiş gibi cevap verememiş, Kübra'nın garsonla konuşmasına dikkat kesilmişti.
Garson, Kübra'nın pastadan hoşlanmadığını görünce korkuyla bizim masayı işaret ederek Fırat'ı göstermişti. Şimdi bu deli pastayı da yanlış anlayıp Fırat'ın kafasında parçalar diye düşünürken hayal ettiğim gibi olmamıştı.
Sare, Kübra'nın önüne geçerek "Canım kötü niyetle göndermediler onu. Hadi bırak onu da biz evimize gidelim!" diye dil dökmesine rağmen Kübra ikna olmamış soluğu Fırat'ın yanında almıştı.
Kübra pastayı korkunç bir sakinlikle masaya bırakıp Fırat'a dönerek sordu: "Bu pastayı sen mi gönderdin!?"
Fırat korkudan başıyla cevap vermekle yetinirken bir başka soru daha geldi: "Sebep? Ben sana karşıma çıkma demedim mi? Sen hangi cesaretle hâlâ bana pasta gönderiyorsun, bir de özür dilerim yazmış üstüne. Kusura bakma Fıratcığım ama hiç masum değilsin. Ben bu şartlar altında senin özürünü kabul etmem! Burası kerhane değil öyle önüne gelene pasta siparişi veresin!"
Kendimi tutamadım: "Nerede ne verildiğini de gayet iyi biliyorsun bakıyorum. Alt tarafı bir pasta buna bu kadar neden sinirleniyorsun ki? Çocuk senden özür diliyor işte, daha ne istiyorsun?"
"Canım ben seninle konuşmuyorum ben burada Fırat'la konuşuyorum. Sen araya girmezsen sevinirim!" dedi Kübra, dişlerini sıkarak.
Onları yalnız bırakıp Sare'nin yanına gittim. İkimizde her ân olay çıkacakmış gibi tetikte beklerken az önceki çiftin yeri boşalınca ayakta durmaktan yorulup onların masaya geçtim. Sare'de benden görüp oturdu. Garsonlar hareketliliğin azaldığını görünce işine dönerek başlarında beklemeyi kesti.
Kübra, benim yerime geçip masaya yaklaşarak Fırat'a: "Sen ilaçlarını alıyor musun? Ben en son senin kafana silah dayanamıştım da... Şimdi böyle pasta gönderip beni korkutuyorsun. Mazoşist falan mısın, acıdan mı zevk alıyorsun? Ulan birisi bana bunları dese dönüp bir daha yüzüne bakmam. Sendeki bu ısrar niye arkadaşım?" dedi.
"Neden hep bir kötü konuşma peşindesin? Ben şurada seninle barışmak için canımı hiçe sayıp sana süpriz yapıyorum senin bana ettiğin laflara bak. Gerçekten tuhaf bir insansın."
"Ben seninle barışmak istemiyorum. Biz küs bile değiliz ki seninle, biz hiçbir şey değiliz anlıyor musun?"
"Evet çünkü izin vermiyorsun ki bir şey olalım seninle. Biz seninle bir hiç bile değiliz Kübra. Hayatımda senin kadar dik kafalı birini tanımadım. Seni yiyecek değilim ve inan bana seni sevmeseydim bu kadar zorluğa katlanmazdım."
"Katlanma yani seni sevmeyen bir insanı sevmekte, ısrar etmek bir çeşit aptallık değil de nedir? Benimle ne zaman kaybediyorsun kardeşim, git hayatının aşkını bul. Ben kimseyi istemiyorum hayatımda, lütfen artık, rica edeceğim bırak peşimi!"
"Neden bana şans bile vermiyorsun ki bir denesek en azından?"
"Bak bana böyle cins cins konuşma!Çamaşır makinesi miyim lan ben? Ne denemesinden bahsediyorsun!"
"Ya sen neden her şeyi tersinden anlıyorsun? Ben kötü bir şey mi dedim. Neden bu kadar inat ediyorsun ki? Tamam madem istemiyorsun bari arkadaş olalım."
"Olmayalım benden hoşlandığını söyleyen bir adamı 'arkadaş' diye yanımda dolandırmam ben!"
Hiç beklemediğimiz bir anda Fırat kızı kendi silahıyla vurarak: "Aman, sakın kimseyi yanına yaklaştırma! İlgi arsızı, şımarık, nankör seni! Başından uydur kaydır bir aşk hikâye geçmiş diye anamdan emdiğim sütü burnundan getirdi. Sana da şimdi Enver'ine de! Salak, sen azıcık zeki bir şey olsaydın iki yıldır birlikte olduğun adamın evli olduğunu anlardın! Geri zekâlı seni, aptal!"
Roller birden tersine dönünce Kübra olduğu yerde sinir krizi geçirdi. Masadaki çatalı ani bir hareketle kaparak, pastanın tam ortasına sapladı ve kocaman bir dilim çıkarıp Fırat'a bağırdı: "Aç lan ağzını aç!"
Kübra delirmiş gibi adama ağzını açtıramayınca kendisi açıp pastayı zorla adamın ağzına tepti.
Fırat ayağa kalkarak Kübra'nın kolundan tutunca kız iyice zıvanadan çıkmıştı. Kolunu çekip masadaki boş tabağı kafasında parçalayarak kaçıp gittiler. Kanlar içinde kalan Fırat sandalyeye yığılıp kalınca kızların yakasını bıraktım. Şu ân ilgilenmem gereken çok daha önemli birisi vardı.
Koca adam başına aldığı darbeyle sersemleşirken polisler, çıkışta kızları yakalayarak merkeze götürmüşlerdi. Fırat'ın önemli bir şeyi olmadığı anlaşılınca kafasını sarıp bizim de ifademize başvurmak üzere karakolda bir araya geldik.
Komiser, ilk sözü Kübra'ya vererek Fırat'ın hâline bakıp konuştu: "Kızım bu adamı sen mi bu hâle getirdin?"
"Allah kuru iftiradan saklasın komiserim. Ben sadece kafasında porselini parçaladım. Nerede dayak yediği hakkında hiçbir fikrim yok!"
Fırat, benden yediği dayakla Kübra'dan yediği dayak arasında bir yanlış anlaşılma olunca hemen konuyu değiştirdi: "Komiserim ben bu kadından şikayetçiyim. Kendisine karşılık vermiyorum diye cesaretlenip kafamda porselen parçaladı ama eşit şartlarda olsaydık ben ona yapacağımı bilirdim."
Kübra Fırat'ın ağzına çatalı sokunca peltekleşen diliyle savurduğu tehdit karakoldaki gerilimi azaltmış herkesi kahkahaya boğmuştu.
Kübra, Fırat'ın konuşma tarzını yansılayarak "Ebebe ecece ehehe ecece. Bir sus lan ne diyorsun! Farz et ki ben de erkeğim ne yapacaksın?" dedi.
Fırat taklidinin yapılmasına sinirlenip komiserin yanında kıza elini kaldırarak konuştu: "Sana buradan bir çakarım yan odada MR girersin ha, abuk subuk konuşup benim asabımı bozma. Valla kız falan dinlemem çakarım ağzının ortasına bir tane!"
Komiser hiçbir şey demedi. Kübra hemen bütün şansı lehine çevirip "Gördünüz komiserim. Ben şimdi, porseli bunun kafasında parçalamayayım da kimin kafasında parçalayayım. Ben bu adamdan şikayetçiyim iki haftadır beni takip ediyor, nereye gitsem oraya geliyor!"
Fırat kafasında sargı bezini tutup "Asıl ben şikayetçiyim komiserim. Bu manyak benim kafamda koca porseli parçaladı. Ağzıma çatalı sapladı."
"İyi yaptım şamar oğlu! Sen niye sapık gibi peşimde dolanıyorsun! Ben sana karşıma çıkma demedim mi?"
Komiser, Kübra'nın ifadesine dayanarak Fırat'ın yaptığının tacize girdiğini söyledi. Bu yılan haksızken kendini öyle bir haklı duruma çevirmişti ki ben dahil ne diyeceğimi bilemiyordum. Fırat üstüne kalan "sapık" damgasıyla savunmaya geçti: "Benim amacım kimseyi rahatsız etmek değildi komiserim. Ne yazık ki yeryüzündeki; en nankör, en vurdumduymaz, insanlık düşmanına aşık olduğum için kendisini tanımak gibi bir aptallığa kalkıştım ve boyumun ölçüsünü aldım! Sağ olsun, şimdi iliklerime kadar tiksiniyorum kendisinden!"
"Ayh aman, ne üzüldüm ne üzüldüm. Kendi saplantılı hallerine bakmadan bana kurduğu şu cümlelere bakın komiserim. Benim zaten, kendisinden tiksinmem için tanımama gerek yok çünkü kendisi zaten, yeterince tiksinç biri!"
"Sen kendine bak, yılan!"
Komiser araya girdi: "Kesin be, çocuk gibi tartışmayın! İyice anaokuluna dönderdiniz burayı.
Ya şikâyetinizi geri alın ya da ikiniz de nezarete atarım! Seçim sizin!"
"Beni bağlamaz. Bu kız cezasını çekmeden şuradan şuraya gitmiyorum. Bunun için gerekirse kendimi de yakarım. Burnu biraz sürtsün bakalım."
"Beni bağlar! Birkaç gün sonra siz bunu salarsınız olan bana olur. Biz artık alıştık sapıkların dışarıda kol gezmesine! En iyisi sapığımı bilendirmeden şikayetimden vazgeçeyim de nasıl olsa yine karşılaşacağız komiserim." dedi Kübra.
Komiser, Kübra'nın tehdit savurduğunu fark etmemişti. Saf saf sordu: "Sen şimdi şikayetinden vazgeçiyorsun yani öyle mi? Geceyi tek başına nezarette geçirmek istediğine emin misin?"
"Eminim komiserim. Alın götürün bunu. Bir de kendisiyle nezarette karşılaşmak istemiyorum."
"Ben sana bayılıyordum zaten!"
Komiser, sanki ikisi hiç tartışmıyormuş gibi araya girip Fırat'a sordu: "Peki sen, hâlâ bu kızdan şikayetçi misin?"
"Ben bu kızdan şikayetimi geri almam komiserim. Blöf yapıyor bu, aklı sıra beni manipüle edecek."
O sıra içeri restoranın sahibi Müfik Bey girince işin rengi değişmişti.
"Selam başkomserim ben restoranın sahibiyim. Bu ikisi benim mekânımda çirkin hareketlerde bulunarak müşterilerimi kaçırmış, bizlere maddi manevi her türlü zarar vermiştir. Ben bu gençlerden şikayetçiyim!" diyerek komisere şikayette bulunmuştu.
Komiser, sen de ne boş adamsın, der gibi adamın suratına bakıp Fırat ve Kübra'ya döndü: "Beyefendi sizden şikayetçiymiş. Üzgünüm gençler ama sizi bu gece burada misafir etmek zorundayım!" dedi. Kapıda bekleyen polisleri çağırarak Fırat ve Kübra'yı nezarete attı.
Ben, Müfik Bey'in zararını ödeyip şikayetinden vazgeçirsem de Fırat kendi şikayetini geri çekmemişti. Beraber karakoldan çıkıp eve gitmek üzere arabaya doğru yürüdük.
Kübra içeri girince Sare tek kalmıştı. Biz Müfik Bey'in zararını öderken o hâlâ gitmemişti. Evine götürmeyi teklif edecektim ki Fırat, kızın eve gitmeyeceğini söyledi.
Yol boyunca onu düşünüp gri mantolu adamın aslında biz olmadığını söylemek istiyordum. Fırat'ı eve bıraktıktan sonra kızın yanına döndüm. Binlerce ihtimal beynimi kemirirken kafamdaki sesleri susturmanın tek bir yolu vardı o da gidip kıza her şeyi itiraf etmekti.
Karakola vardığımda ilkin görememiştim onu ağaçların altında. Daha sonra bankta bir polis memuruyla konuştuklarını görünce yok yere kızım tadını kaçırmak istemedim. O kadar yolu boşuna geldiğimi düşünerek ne yapacağımı şaşırdım. Polisi gidince arabadan inip yanına gittim. Sare beni görmüştü.
Anlamadığım imayla "Sen az önce gitmemiş miydin?" dedi, gülümseyerek.
"Gittim ama geri döndüm. Sana söylemem gereken çok önemli bir şey var." diye saçmalarken oturmadığım için acelem olduğunu sandı.
"Neymiş o?" dedi.
"Asıl, nezarette olması gereken kişinin eve gidip mışıl mışıl uyurken, senin burada oturmana gönlüm razı olmadı!" dedim. Ağzımdan çıkan sözlere inanamıyordum. Dilim bana yabancıymış gibi geliyordu.
Söylediklerimi unutturmak için "Gerçekten Kübra'yı uykundan çok mu seviyorsun? Yoksa gri mantolu adam yüzünden mi evine gitmiyorsun?" diye sorunca yüzüme dehşetle baktı: "Sen nereden biliyorsun gri mantolu adamı? Yoksa..." Hemen araya girip düzelttim: "Hayır benim kimseyi takip etmek gibi bir huyum yoktur. Yani Kübra'yı takip eden gri mantolu adam, ne Fırat ne de ben değilim."
Gri mantolu adamın ben olmadığını itiraf edince üstümden ağır bir yük kalkmıştı.
"Peki kim?" diye sordu, sanki ben çok biliyormuşum gibi.
"Bilmiyorum onu da sen söyleyeceksin artık!"
"Ben o adamı tanımıyorum ki," dedi. "Biz sizden şüphelenmiştik." Kız olduğu yere donmuş gibi bir şeyler düşünürken ben de ayaklanıp gitmek üzere hazırlandım.
Kızın kalkmadığını görünce yüzüne eğilip "Gitmiyor muyuz?" der gibi bakarak karanlıkta parlayan zeytin gözleriyle karşılaştım. Yüzüme boş boş bakarak "Desene Kübra boşuna girdi içeriye!" diye söylenirken kedi gibi ani bir hareketle karşıma dikildi: "Çabuk arkadaşını ara şikayetinden vazgeçsin!"
Ne dediğini anlamamıştım. İki haftadır Fırat'a yapmadığını bırakmayan Kübra'yı serbest mi bırakacaktık yani?
"Ne duruyorsun hadi, hadi ara!" dedi. Kızın ısrarcı tavrı karşısında bir şey demeyip Fırat'ı aradım. Şansıma açmamıştı. Sevincimi gizleyerek "Derdini yarın anlatırsın, Fırat çoktan uyumuştur." diye kızı inadından vazgeçirmeye çalışırken lafı ağzıma tepti: "Arkadaşının uykusu, Kübra'nın özgürlüğünden daha mı önemli? Ara gelsin çabuk, ortada çok büyük bir yanlış anlaşılma var!"
Sanırsın Kübra'ya müebbet vermişler!
Emir veren ses tonu sinirlerimi bozsa da canımı sıkan tek şey konuşma tarzı değildi. Acele etmeden telefonumu çıkarıp bir an önce Fırat'a ulaşmamı bekleyen kızın sinirlerini iyice bozmak için yavaş yavaş hareket ederek rehberden aramak yerine numarasını tek tek tuşlayarak Fırat'ı aradım.
Kız sabırsızlıkla kıvranırken telefonu uzun uzun çaldırdım. "Açmıyor ne söyleyeceksen yarın söylersin!" diye telefonu kapattım. Hemen umudunu kesmişti benden. İstesem şimdi, gidip Fırat'ı döve döve uykusundan uyandırır, şikayetini geri çektirirdim ama Kübra için kılımı bile kıpırdatmak içimden gelmiyordu.
Kız daha fazlasına cürret edememiş, yapabileceklerini burada kesmişti. Benim çabalamadığımı görüyordu en çok da buna sinir oluyordu ama bir şey söylemeye de cesaret etmemişti. Biliyordu çünkü benim de ona ne diyeceğimi.
Kıza veda edip evine götürmeyi teklif ederken beni öldürecekmiş gibi bakıyordu.
"Yok ben eve gitmeyeceğim, geceyi şu asfaltın üstünde geçirmeyi düşünüyorum!" dedi. Kıza ayıp olmasın diye gülerken elimi sallayıp onu arkamda bırakarak eve döndüm. Bu da aynı Fırat gibi kafayı Kübra'yla bozmuştu.