Yeni Üyelik
16.
Bölüm
@kafautuluyoruz

Akşam, karanlık usulca çökmeye başladığında, ruhumda garip bir huzursuzluk doğuyordu. Evdekilere Nihal'i istemeye geleceklerini nasıl söyleyecektim bilmiyorum. O olaydan sonra bana karşı aldıkları tavır her zamankinin aksine daha çok içime oturmuştu. Adamı zorla yaptığına pişman ettiriyorlardı. Halbuki ben kötü bir şey yapmamıştım.

Yanlarına gidip oturduğumda ikisinin de yüz ifadeleri değişmişti. Annem, sohbetine kaldığı yerden devam ederken babam, dikkatini onun yerine bana vermişti. Bir an, annemin boğuk sesi kulağımda yankılanırken babam üzerimdeki gerilimi anlamaya çalışıyordu. “Sen bir şey mi söyleyeceksin?” dedi. Hadi, ne söyleyeceksen söyle de çek git der gibi söylemişti.

"Size müjdeli bir haberim var!" dedim, sesim bir müjdeden daha çok kara haber verecekmiş gibi çıkıyordu. Babam, araya girip kendince güzel haberi vermişti: "Bu evden gidiyorsun!" Annem ise, babamın bu sözlerine itiraz etmek yerine, “Askere gidiyorsun!” diye ekledi.

Annem, içimde bir yerde kundağını yere atmış ağlayan çocuktan bihaber, dışarıda acılarıyla dalga geçen genç adama hayret ediyordu.

"Hayrola, benden kurtulmak ister gibi bir hâliniz var. Madem beni istemiyordunuz, o zaman ne diye beni dünyaya getirdiniz?" Sesimde sinsi bir isyan yankılanıyordu.

Babam, iğneleyici bir üslupla sözümü kesti. "Doğduktan yirmi üç sene sonrası görebilseydim, doğmaman için elimden geleni yapardım!" İki tane resmi çerçevelettik diye işitmediğim azar, hakaret kalmamıştı.

Annem, sanki ben orada yokmuşum gibi, gözleriyle babamı susturmaya çalışırken "Sus ayol, o ne biçim laf öyle.. Çocuğun psikolojisi bozulacak!" diyerek beni savunmuştu.

"Merak etme, bozulmaz bozulmaz. Bozulacak olan bozulmuş zaten!"

Kendimi bir Shakespeare trajedisinin içinde bulmuş gibiydim; her an, daha fazla yaraya neden olabilecek bir tartışmanın tam ortasında kalmıştım.

İstenmeyen ot gibi ortadaki boşluğa oturarak babama döndüm: "Ben buradayım yalnız!"

"Görüyoruz!" dedi. "Ama söylediklerimiz bir işe yaramıyor ki," işaret parmağını kulağıma götürüp ekledi. "Buradan giriyor, ötekine girmeye gerek kalmadan hop geri çıkıyor!”

Annem araya girip babamı susturmuştu. "Gitme artık çocuğun üstüne!" Kendimi bir köşede suskun, çaresiz bir dinleyici gibi olarak bulmuştum. Viran'ın pazar günü Nihal'i istemeye geleceğini söyleyince babam, uzun zamandır hiç görmediğim kadar gülmüş "Nihal'in bundan haberi var mı?" diye benimle alay etmişti.

Annemse ellerini birleştirip heyecanla "Sahi mi söylüyorsun? Nihal evleniyor mu?" diye sevinirken babam, araya girerek annemin savunmasız mutluluğunu kursağında sıkıştırmıştı. "Dur bakalım öyle hemen peşin peşin sevinme, yalan söylemediği ne malum?"

Olayı tüm ayrıntılarıyla anlattıktan sonra babam, yine beni dinlemediğini sergileyerek, Viran’ın adına takılmıştı.

"Bu ne biçim isim lan, insan çocuğuna bir güzel isim koymaz mı?" derken sesi odada yankılandı. Yıllar boyunca kendisinden saklanan bu ismin altında yatan sırları açığa çıkaran bir öfkeyle doluydu. "Aman her neyse, yine de sevmedim ben bu çocuğu, nereden çıktı bu birden bire! Terbiyesiz..." diyerek odasına çıkıp evlilik bahsini açmamıza bile izin vermemişti.

Kendi iç dünyasında savaşıyordu sanki, ama bu savaşın galibi asla olamayacaktı. Üç gün boyunca, babam Miran'ı araştırırken kendimi ona karşı savunmasız hissettim. Daha düne kadar üstüne yıkılan apartmandan villalara taşınması babamı endişelendiriyordu. Onun da Serdar gibi biri zannediyor, araştırmak istiyordu. En son, bu evin Viran'a kan parası olarak verildiğini söyleyince ailesinin kan davasında öldüğünü öğrenmiştik. Bize trafik kazasında kaybettiğini söylemişti.

"Gördünüz mü bu adam yalancı. Anne babası hakkında korkunç bir gerçeği saklamış. Böyle bir adama kız verilmez!" dedi babam, sert bir tavırla. Sudan sebeplerle nasıl da kesin hükmünü vermişti. Her şey bu kadar kolaydı onun için. Artık bu işin olmayacağını biliyordum. Yine de babamın birden bire kestirip atmasını kendime yediremiyordum.

Ertesi gün Miran'ı eve davet ederek onları tanıştırdım. Evin içi alışık olmadık bir gerginlikle dolmuştu. Masanın etrafına oturduğumuzda, Viran, biraz endişeli görünüyordu; babam ise, masanın başında tanımlayamadığım bir güçle oturmuş, tabağına sabitlenmiş bakışlarla, o anki sessizliği bozmaktan kaçınıyordu.

Viran, sonunda kendine cesaret toplayarak sessizliği bozmuştu: "Ben sizlerden özür dilerim. Bunu söylemek için geç kaldım biliyorum ama Nihal'in nişanlanmak üzere olduğunu öğrenince dayanamadım. Serdar Bey'in uygunsuz fotoğraflarını, akladığı paraları size göstermekteki amacım bu adamın gerçek yüzünü size göstermekti."

Babamın yüzündeki ifadeyi görmek için sabırsızlanıyordum ama mimik oynamıyordu adamda. "Geçmişin karanlık tarafı bazen geleceği de gölgeler!" diye manasız bir şekilde mırıldanınca annem, babamın ayağına masanın altından hafifçe vurduğunda biraz daha olumlu yaklaşmıştı.

“Benim görüşlerimin bir önemi yok, Nihal de isterse ben karışmam ama senin varlığın, benim için endişe kaynağı. Ailemin ve kızımın onurunu zorlayan bir adamı evimize sokmam!" dedi. Gözlerim Viran’a kayarken, onun yüzündeki umutsuzluğu ve çaresizliği anında hissettim. Masadaki diğer herkes gibi ben de, bu durumun nereye varacağını merakla etmekteydim. Viran'ın cesareti bile babamın kararlılığı karşısında sönmek üzereydi. Son sözü Nihal'e bırakırken Viran'ı istemediğini açıkca ifade etmişti.

"Ben seni arkadaş olarak görüyorum Viran, seninle hiçbir zaman daha fazlası olmayacağız." diyince Viran’ın yapabileceği tek şey, kaderine razı olmaktı. Babamdan aldığı ret cevabıyla birlikte, masadan kalkmak için müsaade isteyip gitti. O andan itibaren, Viran’ın defteri bir daha asla açılmayacak şekilde kapanmıştı.

Ablam artık iyice çekilmez biri olmuştu ve ne yapıp edip babamı ikna etmiş, ayrı eve çıkmayı başarmıştı. Nihal’ın gidişinin ardından, evde yaşanan huzursuzluk bir an bile dinmiyordu. Tam Nihal'den kurtuldum derken abim Fatih, tek başına yapmadığını söyleyip geri dönmüştü. Buradayken hazıra konduğu yemekler, temiz kıyafetler ayrı evde hep kendisi yapmak zorunda kalmıştı. Onun evden ayrılışı birkaç haftayı bulmadan sona ererken, Nihal gittiği yerden bir daha dönmemişti.

Annem, Nihal'in gidişine çok kızıyordu. O gittikten sonra bütün iş ona kalmıştı ve her seferinde bizim bir işe yaramadığımız söylenip duruyordu.

Koca memlekette hiç boş ev yokmuş gibi gidip Kübra ve Sare'nin oturduğu apartmana taşınan Nihal, bizden uzaklaşmıştı. Kızı evden göndermek için bin takla attıktan sonra özlemeye başlamıştım. Annem bütün yemekleri bana yaptırıyordu. Onun gidişiyle birlikte, evin içindeki sıcaklığı kaybettiğimizi hissediyordum. Artık evin köşelerinde Nihal'ın bağırış sesleri yankılanmıyordu.

Annem ve dedemin sağlığı Nihal'in gidişiyle iyice bozulmuş, ölüme biraz daha yaklaşmışlardı. Hele dedem olmayan mirasını her gün bir çocuğuna bağışlayarak bütün varını yoğunu torunlarına vereceğini söylüyordu. Dilinden düşürmediği asmalı konağın bodrum katına gömülen altınlarını her gece masal anlatır gibi anlatıyordu. İnsanın bazen o terk edilmiş köye gidip gerçekten altın var mı diye kontrol edesi geliyordu ama dedemin kafasında kurduğunu bildiğim için boş yere kendimi yormak istemiyordum. Nihal’ın gidişi, ilk başta bana bir özgürlük hissettirmişti ama içim, zaman geçtikçe onun eksikliğini daha belirgin hale getirmişti. Dışarıdan gelen sesler, evin içinde şekil almaya başlarken, bir an kendimi yalnızca hayal ettiğim o eski günlerde hissettim. Gülümsemeler, kahkahalar ve sıcak sohbetler... sanki hatıralarımın arşivinden silinmişti. Üzerimdeki derin yalnızlık hissi hiç geçmeyecek gibiydi.

Loading...
0%