@kahveyesilineasik
|
(Celil'in Anlatımı İle)
Ayaklarımın dibine kadar yuvarlanan ceset Korhan'a aitti.
Gözlerimi yerde ilerletirken, hastane terlikleri ve kıyafetleriyle gözlerime donuk bir şekilde bakan Meleği gördüm.
Sabahki haline kıyasla biraz daha canlı görünüyordu. Bunun nedeni kız kardeşinin intikamını almasının verdiği bir huzurdu.
Ama bu huzur sadece bu günlük, işte bunu bilmiyordu...
Hızlamış adımlarımla Meleğin tam karşısına dikilip ona bağırmaya başladım:
- Sen ne yaptığının farkında mısın?!
Gözlerime duygusuzca bakmaya devam ederken çatlamış dudaklarının arasından bir bir döküldü kelimeler:
-Gayet farkındayım.
Bu sözleri karşısında ellerimi yüzüme götürüp sinirle yüzümü oluşturmaya başladım. Az sonra ellerimi yüzümden çekerken sesim ona karşı sert çıkıyordu:
- Ulan ben bilmiyor muydum öldürmeyi bunca yıl?
Umursamazca omuz silkerken sesi kulaklarıma değmeye başlamıştı:
- Öldürseydin o zaman Celil!
Gözlerimi sıkıca yumup derin bir nefes aldıktan sonra tekrar ona bakmaya başladım ve ekledim:
- Sen beni delirtecek misin kızım? Bu leşin abisi nasıl sen biliyor musun?
Ferhan... Yıllar önce savaşmayı ailem için zar zor bıraktığım adam...
Hızlı bir şekilde attığı adımlarla aramızdaki birkaç metre santime dönüştü. Sesi ise en az bakışları kadar sertçe dolduruyordu kulaklarımı:
- Umurumda değil.
Kurduğu tek kelimelik cümle bir anlığına alayla gülmeme neden olurken sordum:
- Umurunda değil, öyle mi?!
Bu soruyu sorarken hala alayla gülümsemeye devam ettiğim için sesim küçümseyici bir tonda çıkmıştı. Az sonra duyduğum sesinde ise devam eden öfkesi hakimdi:
- Öyle!
Bana kafa tutacaktı anlaşılan. Belki de en başta bırakmalıydım bu kızı. Ancak bunları düşünmek için oldukça geç bir boyuttaydık. Onu bu saatten sonra yanımdan asla ayıramaz, tek başına bırakamazdım. Emanete hıyanet edemezdim ve korumak zorundaydım. Yüzümdeki alaylı gülümseme solarken, beynimdeki düşünceleri iyice ölçüp biçtikten sonra daha sakin bir ses tonuyla konuşmaya başladım:
- Madem öyle, yaptığın bu bilinçsizliğin hayatını değiştirecek bir cezası var.
Gözlerime umursamazca bakıp öfkeli sesiyle cevap verdi:
- Umurumda değil diyorum sana Celil!
Bu bağırışı benim de anlık bir sinirle yükselmeme neden olmuştu:
- Umurunda değilse evleniyorsun benimle!
Gözleri gözlerime bu sefer de inanamayarak bakmaya başlamıştı. Tepki vermediğim zaman ciddi olduğumu anladığında başını sağa ve sola hızla sallarken konuşuyordu:
- Seninle evlenmiyorum!
Söyledikleri zihnimdeki düşünceleri değiştirmeyecek kadar güçsüz ve zayıftı. Buna karşı sert sesimle tekrar konuştum:
- Evleniyoruz. Yarın mesai saati başlar başlamaz, şehrin ilk ışıklarıyla, apar topar evleniyoruz!
𓆩𓆪
(Melek'in Anlatımı İle)
Üzerimdeki hastane kıyafetlerinden kurtulalı bir gün oluyordu. Kahverengi bir kazak ve siyah bir pantolon ile oturduğum sandalyede, biraz uzağımdan gelen nikah memurunun sesine kulak verdim:
- Siz, merhum Yağız ve merhume İrem Kayalar oğlu Celil Kayalar; Hiçbir etki ve baskı altında kalmadan, kendi hür iradenizle, hastalıkta ve sağlıkta merhum Mustafa ve merhume Nejla İrsoy kızı Melek İrsoy hanımefendiyi eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?
İlk önce derince iç çekti Celil... Üzerine giydiği her zamanki siyah gömlek, ceket ve pantolon ile yanımda otururken memura cevap verdi:
- Evet.
Başkalarının nikahındaki gibi o alkış sesi kopmadı salondan. Sanki evlenmiyor da yas öncesi burukluk yaşıyorduk.
Celil'in verdiği cevap üzerine bana döndü nikah memuru:
- Siz merhum Mustafa ve merhume Nejla İrsoy kızı Melek İrsoy; Hiçbir etki ve baskı altında kalmadan, kendi hür iradenizle, hastalıkta ve sağlıkta merhum Yağız ve merhume İrem Kayalar oğlu Celil Kayalar beyefendiyi eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?
''Baskı altındayım Memur Bey!'' diye bağırmak istedim ama Celil'in bana bakan gözlerini dikkate alarak cevap verdim:
- Evet.
Bunun üzerine memur şahitlere, yani Emre ile Şahin'e döndü:
- Sizler şahitlik ediyor musunuz?
Emre mikrofona konuştu:
- Şahitlik ediyorum, hayırlı uğurlu olsun.
Hayırlı uğurlu olsun derken, ben bu adamın yanında olduğum her saniye topun ucundaydım. Cidden hayırlı uğurlu olsundu!
Nikah memuru aile cüzdanını bana vermek için ayağa kalktığında biz de ayağa kalktık. Alie cüzdanını elime verdiği sırada konuşmaya başladı:
- Ben de devletin bana verdiği yetkiye dayanarak sizleri karı-koca ilan ediyorum.
Hiç hayal ettiğim gibi bir nikah değildi bu. Ben tüm sevdiklerimin bir arada olduğu, anlı, şanlı düğünlü bir nikah hayal ederdim bundan öncesinde. Ondan ziyade sevdiğim, aşık olduğum adamla evlenmek isterdim hep. Fakat şimdi daha acımı bile yaşayamadan istemediğim biriyle zorla evleniyordum. Biliyordum aslında, bu evlilik benim güvenliğim içindi. Ancak hâlâ kendime yediremiyordum.
Memurun bana uzattığı aile cüzdanını alıp, neden karşımızda olduğunu algılayamadığım fotoğrafçıya, dudağımın sol tarafını kaldırmaktan ibaret olan zoraki bir tebessüm ettim.
𓆩𓆪
Köşke geldiğimizde kendimi direkt odama attım. Celil'le hiç konuşmadık -ki onun da benimle konuşmaya gönlü yok gibiydi zaten. Keyfine göre takılıyor, oyuncak misali oynuyordu benimle.
Şeyma ile olan anılarımızı hatırladım bir an...
Doğduğu günü, ilk abla deyişini, Kavga ettiğimiz ilk günü...
Anılar da acımasız olabiliyordu bazen, tıpkı şimdi olduğu gibi... Sanki keskin bir bıçak saplanmıştı kalbime, tüm hatıraları paramparça etmek istercesine...
Şimdi yapayalnızdım... Bu koskoca evde, her ne kadar çok insan olsa bile yalnızdım işte...
Az sonra kendimi uykunun kollarına bıraktığım sırada, yaşadıklarımın bir rüya olmasını diledim.
𓆩𓆪
(Celil'in Anlatımı İle)
- Celil! Her an baskın yiyebiliriz!
Emre'nin salona girerken kurduğu bu cümleyle oturduğum koltuktan fırladım:
- Ne baskını oğlum?
- Abi, Ferhan iti geliyormuş. İstanbul'u acilen terk etmeniz lazım!
Gözlerimi sıkıca yumup derin bir nefes aldığım birkaç saniyenin ardından tekrar ona döndüm:
- Terk etmek ne lan, karşılık veremeyecek miyiz?
- O iş yaş. Bülent'in adamlarının da geleceği haberini aldık. Bu sefer çatışmak kolay olmayacak. Riske alamayız.
Ellerimden birini yüzüme götürüp bir süre burun kemerimi ovduktan sonra tekrar konuştum:
- En geç ne zamana kadar?
Kolundaki gümüş ve altın detaylı saatine baktıktan sonra cevap verdi:
- En geç iki saat.
Gözlerim yerdeki halıyla temas ettiği süreçte nereye gidebileceğimizi düşünmeye başlamıştım. Kendimce bir yol bulamayacaığımı anladığımda Emre'ye döndüm:
- Ulan terk et diyorsun da nereye gideceğim ben yanımda kızla?
Gözleri sıkıntıyla yüzüme bakarken cevap vermek üzere aralandı dudakları:
- Ya sen yine niye benden habersiz iş yaptın diye kızacaksın ama... Ben az önce bi' karadeniz turu için bilet aldım internetten, yengeyle senin için. Asıl amacım Las Vegas'taki mekanı ayarlamaktı ama sizin gideceğiniz saate bilet yoktu. Ben de tura bilet almış bulundum.
Yaptığı şey için kızma lüksüm yoktu. Çünkü şu an neresi olsa gidebilecek durumdaydım. Tek başıma olsaydım diğer kırk sekiz ildeki mekânlardan birinde barınabilirdim ancak yanımdaki bir kadının güvencesi söz konusuydu:.
- Tamam, iyi yapmışsın. Kaç saate gidiyoruz?
- Bir buçuk saate yola çıkarlar da... Bir sorunumuz daha var...
- Yine ne var, havalimanları mı kapatıldı Emre?
- Yok abi o değil de... Uçakla gitmiyorsunuz. Tur Sakarya'dan otobüsle yola çıkacak.
Bu son sözleri üzerine başımı sallayarak onu onaylarken ekledim:
- Tamam, hallederim ben. Sen yokluğumda adamların başına geçeceksin. Kendinizi riske atmayın. Ne gerekiyorsa yapmaya çalışın ama... Sakın ölmeyin Emre... Kayıp vermeye hazır değilim...
Son cümlelerimin ardından beni başıyla onaylandıktan sonra merdivenlere yönelip kısa sürede yavaşça Meleğin odasına girdim.
Uyuyordu. Yanına gidip koluna birkaç kez okunduğumda hareketlenerek sızlanmaya başladı:
- Ne var?
Bu haliyle her ne kadar masum görünse de içinde yatan tehlikeli kişiliği görmüştüm dün. Bunları düşünürken konuşmaya başladım:
- Gidiyoruz.
Bu sözümün üzerine cevap verdiği sırada sesi hâlâ uykulu geliyordu:
- Nereye?
Alay etmeye karar verdim:
- Şanslı kadınsın. Balayına götürüyorum.
İnandığını tabii sanmıyordum. Ses tonundaki umursamazlık da buna eklenince düşüncelerim konusunda haklı olduğumu anladım:
- Tabii canım, yalan söyleme. Rahat bırak beni, uyuyacağım.
- Melek eğer biraz daha burada kalırsak Ferhan seni geri dönüşü olmayan bir balayına çıkaracak. Yaşamak istiyorsan orası ayrı mesele tabii.
Yattığı yerden doğrularak oturur pozisyona geldiğinde sordu:
- Ferhan kim?
Korhan'ın abisini ismiyle tanıyamayacağını düşünerek açıklama yapmaya karar verdim:
- Dün öldürdüğün adamın, yani Korhan'ın abisi.
İlk şoku atlattığında gözlerini kocaman açıp bir anda koluma yapışırken bedenimi sarsıyordu:
- Beni kaçırman lazım Celil!
Gözleri o kadar korku dolu ve telaşlı bakıyordu ki gülümsemem için zorluyordu beni neredeyse:
- Seni kaçırmam mı lazım?
Başını hızla aşağı yukarı sallayarak cevap verdi:
- Evet. Kaçır beni, ölmek istemiyorum!
Bu hallerine daha fazla dayanamayıp burnundan ufakça güldüğümde cevap verdim:
- Sana demiştim şanslı kadınsın diye ama sallamamıştın. Karadeniz turuna kaçıyoruz.
Birden boynuma sarılması bedenimi daha da sarsarken kulağımın dibinde mutlu bir ses tonuyla bana teşekkür ediyordu:
- Teşekkür ederim! Hayatımı kurtarıyorsun!
Cevap vermediğim sırada hemen geri çekildi ve ekledi:
- Ö- özür dilerim. Ben... Öyle mutlu olunca oldu birden.
Oturduğum yerden kalkarken söylediklerine karşılık verdim:
- Önemli değil. Ancak pek vaktimiz kalmadı. Acilen alışveriş yapıp turla buluşacağımız yere gitmeliyiz.
𓆩𓆪
(SAATLER SONRA/SAKARYA)
(Melek'in Anlatımı İle)
İki saat içinde kıyafet alışverişimizi yapıp Sakarya il sınırları içerisine girmiştik. Celil yarım saatte bir Emre'yi arıyordu bir hareketlilik var mı diye. Emre ise her seferinde şimdilik birşey olmadığını ama her an tetikte olduklarını söylüyordu.
Turla buluşacağımız yere kadar Celil'in kişisel arabası ile ilerledik. Arabayı müsait bir yere park ettikten dakikalar sonra bizi alan tur otobüsünde, iki tane boş koltuk arayışındayken, en arkadaki çoklu koltukların önünde ikili koltuk bulmuştuk.
Celil benden önce davranıp cam kenarına oturduğunda, böylece manzara izleyip kafamı dağıtma hayallerim de suya düşmüştü.
Hayallerimin de katilisin Celil Kayalar!
Otobüs buradan direkt Samsun'a doğru yola çıkmıştı. Bu sırada tur rehberi bize gideceğimiz yerlerle alakalı bilgi veriyordu:
- Herkese iyi yolculuklar. Ben Damla, tur rehberinizim. Şu an Sakarya il sınırlarından çıkmış bulunmaktayız. Samsun'a doğru yol alıyoruz. Saatlerimiz 22.30'u göstermekte. Buradan; önce Samsun'a, sonra Ordu'ya, Giresun'a, Trabzon'a, Rize'ye ve Artvin'den de Batum'a yani Gürcistan'ın bir iline gideceğiz. Her ilde de Gürcistan dönüşü iki gün konaklayacağız. Artvin ilinde konaklamadan direkt karşı ülkeye geçeceğiz. Otobüsümüz her iki saatte bir ihtiyaç molası verecektir. İyi yolculuklar dileriz.
Tur rehberini dinledikten sonra gözlerim Celil'e döndü:
- Gürcistan'a gidileceğini biliyor muydun?
- Hayır. Bana da sürpriz oldu.
Sonra aklıma Celil'in el koyduğu çantam ve fotoğraf makinem geldi:
- Celil! Kimliğim ve fotoğraf makinem çantamda kaldı!
Benim telaşlı sesime karşın, o bana cevap verirken gayet rahattı:
- Çantanı aldım ben. Kendi valizimde.
Söyledikleri beni de rahatlatmışken ekledim:
- Oh, tamam o zaman.
Sonra uzunca esnedi Celil. Yorgun görünüyordu. Bu hali istemsizce sorgulamama neden olmuştu:
- Uykun mu var senin?
- Biraz, rehberden su istesene, ağrı kesici yutacağım.
- Neren ağrıyor ki?
Sol omzunu ovarak cevap verdi:
- Valizi sol tarafımda taşırken kolumu zorlamış olmalıyım.
Başımı sallarken cevap verdim:
- Tamam, bekle.
Elimi havaya kaldırıp tur rehberine seslendim:
- Bakar mısınız? Su alabilir miyiz?
Kadın gülümseyerek elindeki plastik şişeyi bana uzattığında aynı şekilde gülümseyerek teşekkür ettim:
- Teşekkür ederiz.
- Ne demek, rica ederim.
Tur rehberi koltuğuna geri dönerken elimdeki su şişesini Celil'e uzattım. Cebinden çıkardığı ilacı ağzına atıp suyla yuttu ve hemen ardından konuşmaya başladı:
- Ben biraz dinleneceğim, yaramazlık yapma.
Celil başını geriye yaslayıp gözlerini kapatmıştı.
Aradan 5 dakika geçmeden arka koltukta oturan, benden en fazla 2-3 yaş büyük adamların benim hakkımda konuştuğunu duydum:
- Gözleri de ceylan gibi Allah'sızın.
- Yanındaki sevgilisi mi acaba?
- Parmağında yüzüğü de yok. Benimdir.
O geri zekalıların kurdukları son cümleyle gözlerim Celil ve benim sol ellerimizin yüzük parmağına gitti. İkimizin de yüzük parmakları boştu.
Alyans takmak bana önceden biraz saçma gelirdi ama böyle durumlarda işe yarayacağını bilseydim mutlaka bir alyans taşırdım yanımda.
Bunları düşünürken önümdeki bir tutam saçın kulağımın arkasına yerleştirilip kulağımdaki gümüş halka küpelerin çıkarıldığını hissetmemle Celil'den tarafa döndüm. Celil sağ kulağımdaki küpemi çıkarmış bana uzatırken konuştu:
- Tut şunu, diğer kulağını getir.
Sol kulağımı Celil'e çevirirken sordum:
- Celil n'apıyorsun?
Burnundan soluyarak cevap verdi:
- Cinayet işlememeye çalışıyorum.
Son cümlesini kurarken sol kulağımdaki küpeyi de çıkarmış, sol elinin yüzük parmağına takıyordu. Bense hala ne yapmaya çalıştığını anlamadığım için bir ona bir de elimdeki diğer küpeye bakıyorken Celil kulağıma eğildi:
- Bakma şu küpeye şöyle. Tak parmağına yoksa benim elimden bir kaza çıkacak.
- Ne alaka ya?
Yine sinirle soluyarak elimdeki küpeyi sol elimin yüzük parmağına taktı ve ekledi:
- Yalnız kaldığın bir zamanda çıkartırsın.
Yaptığı şeye anlam veremezken şaşkınlıkla cevap verdim:
- Peki, tamam
𓆩𓆪
Saat sabahın 06.04'ü. Esneyerek uyandığımda ağrıyan boynumu bir sağa bir sola yatırarak kütlettim ve boynumun ağrıyan yerini ovmaya başladım. Celil, ben, şoför ve önümüzdeki 20'li yaşlardaki kadın hariç otobüsteki herkes uyuyordu.
Önümüzdeki kadın dün akşamdan beri ikide bir arkasını dönüp çaktırmadan Celil'i dikizliyordu. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Kadına karşı uyarıcı ama yumuşak bir ses tonuyla konuşmaya başladım:
- Hanımefendi akşamdan beri buraya bakıyorsunuz. Birine falan mı benzettiniz acaba bizi?
Kadın bana alık alık bakarak konuştu:
-'Bizi' derken?
Derin bir nefes almadan önce cevap verdim:
- Kocamla beni yani.
Kadının kaşları ufakça çatıldığı sırada ekledi:
- Kocanız olduğunu bilmiyordum... Ben... Saati soracaktım da...
Kolumdaki kahverengi saate bakıp tekrar kadına döndüm:
- Saat sabahın 6'sını 7 geçiyor. Birdahakine rehbere sorarsanız seviniriz.
Kadın önünü dönerken söyleniyordu:
- Peki...
Kadın önünü döndükten sonra ağzını hiç açmayan Celil'in burnundan güldüğünü duydum. Ona gözlerimi devirmekle yetindikten sonra kendimi yola odakladım.
𓆩𓆪
'Sayın yolcularımız, şu an Artvin'in Sarp ilçesine giriş yapmaktayız. Türkiye-Gürcistan sınır kapısına yaklaşık 15 dakikamız kaldı.'
Tur rehberinin yaptığı uyarıyla ikinci bir güzellik uykumdan uyanmıştım. Gözlerimi Celil'in koltuğuna kaydırdığımda elinde tuttuğu kitabı dikkati dağılmadan okumaya devam ediyordu. Dikkatinin dağılmamasına imrenirken kitabın adını ne kadar çabalasam da görememiştim.
Biraz sonra öndeki kadın Celil'in sorgulayan bakışları altında bize dönmüş ve konuşmaya başlamıştı:
- Tanrım! Suç Ve Ceza... Kitabın adını duymuştum fakat okumaya hiç fırsatım olmamıştı.
- Hanımefendi, size herhangi bir şey söyleyen olmadı. Önünüze dönün artık!
Kadına karşı çıkışım çok sert olmuştu. Çattığı kaşlarının altından dalga geçercesine bakmaya devam edip önüne dönerken, otobüsteki diğer yolcuların kısa süreli ilgi odağı olmuştuk.
Celil bu durumu fark edip otobüsteki diğer insanlara seslendi:
- Kusura bakmayın. Biraz gergin de.
O sıra arka koltuktan bir ses duyuldu:
- Ne kusuruna bakalım canım, güzelliği varken?
Celil kurulan bu cümle ile arka koltuklara döndü ve ekledi:
- Kim onu diyen?
Dün bana sarkıntılık yapan siyah saçlı adam elini kaldırarak konuşmaya başladı:
- Ben dedim. Ne yapacaksın?
Acaba karşısındaki adamın mafya olduğunu bilseydi böyle şeyler söyleyebilir miydi diye düşünmeden edemedim.
- Yapacağım şey böyle otobüste seyir halindeyken olmaz. Senin gibi bir puşt yüzünden diğerlerinin canını hiçe sayamam. Hele bir inelim, bak ben ne yapıyorum sana.
Celil bu cümleleri kurduğu sırada işin sonu cinayete varmasın diys dua ediyordum içimden.
Ancak adamım susmaya niyeti yok gibiydi:
- İnince görüşürüz.
𓆩𓆪
Yaklaşık yarım saatlik kaos ve trafik dolu bir yolculuğun ardından Gürcistan topraklarına yeni yeni adımlarımızı atıyorduk.
Herkes Batum'daki otele gitmek için servis ararken, otobüste bana sarkıntılık yapan adamın sesi duyuldu:
- Buralarda lavabo var mı acaba?
Buna karşılık tur rehberi ona döndü ve ekledi:
- Tam ileride. Dümdüz gidin, biz bekliyoruz.
Adam tur rehberinin tarif ettiği yere doğru ilerlerken Celil'in de yanımdan ayrılıp o yöne doğru ilerlediğini gördüm ve arkasından seslendim:
- Celil, nereye?
Bans döndü ve ekledi:
- Lavaboya, işim var.
Aradan geçen 15 dakikanın sonunda tur rehberi kolundaki saate bakarken söylenmeye başladı:
- Nerede kaldılar acaba?
Sıkıntıyla altdudağımı kemirmeye başlamışken Celil'in buraya doğru yaklaşan bedenini gördüm. Hemen sonra da sağ elinin üzerindeki kızarıklığı ve şişliği.
Açıkçası benim 'Belalı Kocam' yine yapmıştı yapacağını.
O buraya doğru iyice yaklaşırken tur rehberinin seslenişi doldurdu kulaklarımızı:
- Diğer arkadaşı gördünüz mü? Siyah saçlı olan?
Celil sahte olduğuna yemin edebileceğim bir ciddiyetle konuşmaya başladı:
- Hayır, görmedim.
Tam o sırada bakış açıma giren ağzı burnu dağılmış, o siyah saçlı adam beni şok etmişti. Çünkü onu bu hale Celil'in getirdiğine adım kadar emindim....
|
0% |