@kazelina1
|
Hande Sabahın erken saatleriydi. Güneş yeni doğmuş, pencere aralığından içeriye ince bir ışık huzmesi düşmüştü. Yastığımdan başımı kaldırmadan önce, günün nasıl geçeceğini düşünmeye başladım. Her sabahki gibi mi olacaktı? Bir boşlukla mı karşılaşacaktım? Ama sonra aklıma Semih geldi. Geçtiğimiz birkaç hafta boyunca Semih, her sabah mesaj atmış, beni dışarı çıkarmak ya da birlikte vakit geçirmek için bir yol bulmuştu. Bugün de onlardan biriydi. Telefonuma uzandım, ekranı açar açmaz Semih’in mesajı karşımdaydı. Gülümsemeden edemedim. Semih: Günaydın Hande! Giyin de hazırla kendini, bugün için sana güzel bir planım var. Saat on gibi kapındayım. Aç karnına ol! Planım yoktu. Aslında uzun zamandır hiçbir şey planlamıyordum. Ama Semih’in ısrarı sayesinde dışarı çıkmak bir rutin haline gelmişti. Dışarıda olmak, onunla vakit geçirmek beni her zamanki karanlıktan uzaklaştırıyordu. Semih’le birlikte olduğumda, her şey biraz daha katlanılabilir oluyordu. Yataktan kalktım, saçlarımı aceleyle topladım ve basit bir kıyafet seçtim: kot pantolon ve gri bir kazak. Semih’in planlarını bilmiyordum ama nereye gidersek gidelim rahat olmalıydım. Biraz zaman geçirip hazırlanırken, onun varlığının benim için ne kadar değerli olduğunu fark ettim. Hayatımın en zor dönemlerinden birini yaşıyordum ama o hep yanımdaydı, sabırla bekliyordu. Saat tam on olduğunda, kapının zili çaldı. Gözlerimi devirdim. Semih her zaman dakikti, bir saniye bile gecikmezdi. Kapıyı açtım, her zamanki gülümsemesiyle karşımda duruyordu. Elinde küçük bir kağıt poşet vardı. “Günaydın,” dedi göz kırparak. “Hazır mısın?” Gözlerimi kıstım. “Seninle bir yere gitmeye asla hazır değilim, ama evet, giyindim. Peki, plan ne?” “Elbette söylemem,” dedi gizemli bir ses tonuyla. “Ama önce kahvaltı yapacağız, çünkü aç karnına kimseyle gezmem.” “Ve ben de açım,” dedim gülerek. O da güldü ve bana poşeti uzattı. “İçinde ne var?” “Küçük bir sürpriz,” dedi. “Ama dışarıda yiyeceğiz. Hem temiz hava alırız hem de biraz yürürüz.” Semih beni arabaya yönlendirdi ve kısa bir süre sonra sahile doğru yola çıktık. Şehrin içindeki o karmaşa ve gürültü, sahile yaklaştıkça azalıyor, yerini denizin dinginliğine bırakıyordu. Havanın serinliğine rağmen, dışarıda olmak huzur vericiydi. Arabadan indikten sonra, sahilde küçük bir parkın içine doğru yürüdük. Rüzgar hafif esiyordu ve denizin tuzlu kokusu havada hissediliyordu. Semih, sahildeki bir bankta otururken yanına geçtiğimde poşeti açtı. İçinde birkaç sandviç, meyve suyu ve tatlılar vardı. “Hadi, bu kahvaltıyı bitir, çünkü daha günümüz yeni başlıyor,” dedi. Gözlerindeki heyecanı gördüm ve ne planladığını merak etmeye başladım. “Kahvaltıdan sonra ne yapacağız?” diye sordum. “Sabırlı ol Hande. Önce bu anın tadını çıkar,” dedi. “Burası çok güzel değil mi? Şu denize bak. Sakin, huzurlu… Tıpkı senin de ihtiyaç duyduğun gibi.” Haklıydı. O an sadece denize odaklandım, dalgaların sahile vurmasını dinledim. Huzur verici bir şeydi. Semih’in yanında olmak, beni hep daha iyi hissettiriyordu. Kahvaltıyı sessizce bitirdik, ama bu sessizlik rahatsız edici değildi. Birbirimize alışkındık, kelimelere gerek duymuyorduk. O sadece orada, yanımda oturuyordu ve bu bana yetiyordu. Yemekten sonra Semih yerinden kalktı. “Tamam, şimdi asıl sürprize geçiyoruz. Hazır mısın?” Gözlerimi devirdim. “Başka bir seçeneğim var mı?” “Hayır!” diye güldü ve beni arabaya yönlendirdi. Arabaya binip yeniden yola çıktık. Semih beni bir süre boyunca nereye götürdüğünü söylemedi. Merakla dışarıya bakıyor, nerede olduğumuzu anlamaya çalışıyordum. Şehrin dışına doğru ilerliyorduk, beton binaların yerini ağaçlar ve geniş tarlalar almaya başlamıştı. “Beni nereye götürüyorsun?” diye sordum. Semih, sadece gizemli bir şekilde gülümsedi ve “Az kaldı,” dedi. “Biraz sabırlı ol.” Bir süre sonra küçük bir köy yoluna saptık ve arabayı bir çiftlik evinin önünde durdurdu. “Geldik,” dedi gülümseyerek. Çiftlik evinin önündeki büyük bahçede birkaç insan çalışıyor, hayvanlar etrafta dolaşıyordu. Her şey son derece doğal ve huzurluydu. “Burası ne?” diye sordum merakla. “Bir arkadaşımın çiftliği,” dedi Semih. “Bugün biraz rahatlayıp, doğanın tadını çıkaracağız. Belki at bineriz, belki de sadece yürüyüş yaparız. Ne istersen.” Bir an şaşırdım. Semih’in böyle doğal bir yerle bağlantısı olabileceğini hiç düşünmemiştim. Ama ne kadar güzel bir plan olduğunu fark ettim. Şehrin kaosundan, gündelik hayatın stresinden uzaklaşmak, bana çok iyi gelecekti. Semih, kapıyı açıp beni dışarı çıkardı. “Hadi, yürüyüşe çıkalım. Bahçede gezinelim, sonra ne istersen yaparız.” Doğanın içinde yürümek gerçekten rahatlatıcıydı. Çimenlerin üzerine basarken, kuşların seslerini duymak beni çocukluğuma götürdü. Annemle babamla birlikte hafta sonları böyle yerlere giderdik. O günlerin huzurunu hatırladıkça, içimde bir sıcaklık belirdi. Ama hemen ardından annemi kaybetmenin verdiği o ağır his geri geldi. Durdum ve derin bir nefes aldım. Semih, durduğumu fark etti ve yanıma geldi. “İyi misin?” diye sordu yumuşak bir sesle. “Evet,” dedim sessizce. “Sadece... biraz zor oluyor. Bu yerler bana çocukluğumu hatırlatıyor, annemle geçirdiğim günleri...” Semih, sessizce elini omzuma koydu. “Onu hatırlamak iyi bir şey, Hande. Acıyı unutmak zorunda değilsin. Onu da yanında taşıyabilirsin. Ama bu, yaşamaya devam etmeye engel olmamalı.” Onun bu sözleri içimdeki düğümü biraz çözdü. Haklıydı. Annemi unutmak istemiyordum, ama bu onun anısıyla yaşamaya devam edemeyeceğim anlamına gelmiyordu. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım, rüzgarın yüzüme çarptığını hissettim. Bir anlığına, annemin varlığını yanımda hissettim. Ama bu defa acı değil, huzur doluydu. Yürümeye devam ettik, çimenlerin üzerindeki yumuşak adımlarımızın sesi ve rüzgarın hafif hışırtısı dışında hiçbir şey yoktu. Semih, bana bir şeyler söylemeden, sadece yanımda yürüyordu. Sessizliği bölmek istemiyordu, çünkü bunun bana iyi geldiğini biliyordu. Bir süre sonra çiftlikteki bir ağacın altına oturduk. Semih, sırtını ağaca yasladı ve bana bakarak gülümsedi. “Sana bir şey soracağım, Hande.” “Sor bakalım.” |
0% |