@kitap__gezegeni1
|
Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋
Keyifli okumalar🦋
11.Bölüm "Yakınlaşma"
Araf yavaşça getirdiği buzu alnıma bastırırken son bir saattir hiç susmadan gülen Soner ve Meriç'e baktım. Hatta hepsine baktım. Meriç ve Soner kadar olmasa da diğeride gülüyordu ama onlara baktığım anda susuyordu. Bu iki geveze hariç tabii.
"Lan yeter yemin ediyorum bu salakların anırması yüzünden kulak zararım delinecek." diye söylendi Fatih ama onlar onu takmadan karınlarını tutarak gülmeye devam ediyordu.
"Var ya bunu sokaktan geçen birine anlatsak kırk yıl güler, belki de inanmaz." diyerek gülmeye devam etti Meriç.
"O sırada sizin yanınızda olup bu muhteşem anı kaçırmayı hiç istemezdim." diyen Soner'e baktım. Bildiğin hepsi bizimle güzel bir şekilde eğleniyordu.
"Ulan keşke siz olsaydınız benim yerimde, en azından sizin yüzünüzden başım bu kadar şişmezdi." deyip Yasemin'in elinden buzu aldı ve kendi bastırdı Fatih. "Kova bile bu kadar başımı şişirmedi ama siz bir saat içinde yeterince şişirdiniz." Çok haklıydı, kova bile başımı böyle acıtmamıştı ama onların çenesi sağ olsun kovanın yerini aratmamıştı.
"Benim anlamadığım şu, siz nasıl oldu da kovanın üstünüze geldiğini anlamadınız? Kör bir insan bile hisseder ama siz asker olmanıza rağmen anlamadınız." Meriç'in alaylı sesini duyunca kaşlarım çatıldı. Bildiğin alay ediyordu ya, hem de açık açık.
"Lan yeter! Vallahi sizin çenenizden bıktım!" dedi Fatih bağırarak. "Kar yağıyordu, önümüzü zor görüyorduk ve kadın köşeyi döner dönmez kovayı attığı için fark etmemiştik. Sonuçta asker olduğumuz kadar bizler de insanız ve dikkatimiz dağılır ama dağılmaz olsaymış. Bir saatte bıktırdınız yemin ediyorum." Onlar Fatih'in dediklerini hiç takmadan tekrardan gülmeye başladılar. Artık daha fazla sabır edemeyeceğimi anladığım için Araf'ın elinden buzu alıp ayağa kalktım.
"Yeter ya! Susun artık! Konuşmayayım konuşmayayım diyorum ama Fatih'in de dediği gibi bir saat içinde bıktırdınız!" diye bağırdım. Bir süre sustular ama yine gülmeye başlayınca son çare olarak rütbemle konuşmaya karar verdim. "Karşınızda komutanınız var, hatta komutanlarınız var." diyerek Fatih'e baktım, Fatih de onlardan rütbe olarak üstündü. "O çeneniz açıldığı anda bu soğukta, bu karda akşama kadar eğitim yaptırırım." Tehditimle birlikte hepsi aynı anda sustular. Sonunda ya. Keşke daha önce rütbemi konustursaydım.
Bunu gören Araf ve Yasemin gülünce bakışlarım Araf'a kaydı. Büyük ihtimalle Yasemin onların bir anda süt dökmüş kediye dönmesine gülüyordu ama Araf neye gülüyordu?
"Neye gülüyorsunuz komutanım?" Biraz merak biraz da sinirle sordum. Sinirim ona değildi tabii.
"Okul servisinde konuştuklarımızı hatırlıyor musun Cemre?" Sorusuyla biraz düşündüm ama neyden bahsettiğini anlamadım, çünkü birçok şey konuşmuştuk.
"Tam olarak hangisinden bahsediyorsunuz?"
"Hemen hatırlatayım." diyerek benim gibi ayağa kalktı. "Onların tartışmasını ben sizin kadar takmıyorum komutanım, bence tartışmaları eğlenceli. Bizi düşüncelerden uzak tutuyorlar." Serviste benim kurduğum cümlemi söyleyince alt dudağımı ısırdım. Diğerleri merakla bize bakarken ben Araf'tan bakışlarımı kaçırdım. "Sana onlarla birkaç ay geçirdikten sonra bu halleri eğlenceli gelemez, hatta onları kovalayabilir, bağırabilirsin demiştim ve sen olmaz öyle şey demiştin. Daha birkaç ay geçmeden onlara bağırmaya başladın. Hatta bu dediklerimin üstünden sadece birkaç saat geçti." Dediklerinin bu kadar kısa sürede olacağını tahmin etseydim asla öyle bir cümle kurmazdım. Keşke aradan birkaç ay geçseydi belki o zaman bu dediklerimi unuturdu ama daha birkaç saat geçmeden dediği şeyler olmaya başlamıştı.
"Demek ki büyük konuşmamak gerekiyormuş komutanım." dedim. "Dersimi aldım, artık bir daha boyumu aşan cümleler kurmam." dememle güldü.
"Şu anda bizi gömdünüz mü yoksa ben mi yanlış anladım pek anlayamadım doğrusu." diyerek Soner araya girdi.
"Konuşma sen!" dedim sinirle, diğerlerine bakıp devam ettim. "Hatta hiçbiriniz konuşmayın! Az önce söylediğim şeyleri hemen uygulamaya geçerim!" diyerek uyardım onları.
"Susun lan, çenesini açan olursa ben canına okurum. Fatih'den sonra aranızda en rütbeli benim. Kurunun yanında yanan yaş olmak istemiyorum." diyen Ozan'a baktım, bakışlarımı görünce eliyle ağzına vermur yaptı. "Sustum komutanım." deyince Yasemin onun haline kıkırdadı.
Yasemin'in güldüğünü gören Ozan ise bir kez daha söylendi. "Ulan sevdiğim kıza da rezil oldum. Ben bunların hesabını bu aç Soner'den ve geveze Meriç'ten sormaz mıyım?"
"Ozan biraz daha konuşursan ben hepsini unutup bir tek sana eğitim yaptırırım." dedim ciddi bir çekilde ama gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Onları tehdit etmek eğlenceliydi, hele karşınızda kıvranıp duruyorlarsa bu daha da eğlenceliydi.
"Allah Meriç ve Soner'in belasını verirken benim de çenemin belasını verir inşallah." deyince kendimi tutamayarak güldüm. Onlar benim gülmemle rahat bir nefes alırken bir kez daha uyarıda bulundum.
"Güldüğüme bakmayın, bu olayla ilgili konuşan olursa az önce dediklerimi tek tek uygularım." Onlar süt dökmüş kedi gibi aynı anda başlarını sallarken Araf da bana gülüyordu. Fatih ise bir daha dalga geçmeyecekleri için derin bir nefes alarak arkasına yaslanmıştı.
Daha fazla başıma buz koymadan revirden çıktım. Benim arkamdan da Ozan hariç diğeri de çıkmıştı. Ozan ise büyük ihtimalle yine Yasemin'i sinir edecekti.
"Dışarıda bir yemek mi yesek? Ben çok acıktım." diyen Eren'e baktım, karnını tutmuş ovuyordu.
Soner onu başlıyla onaylayıp "Lafı ağzımdan aldın valla. Ben de çok acıktım." dedi. Onun aç olmasına zaten şaşırmıyordum artık. Her dakika açtı çünkü. "Hatta kebapçıya gidelim, benim canım çok pis kebap çekti." diye ekledi.
"İyi o halde, hazırlanıp gidelim." dedi Araf. Buraya geldiğimizde öğlen yemeğini kaçırmıştık ve biz sabah ayak üstü yediğimiz simitlerle duruyorduk.
Ben de hazırlanmak için odama geçtim. Hazırlanmadan önce aynadan alnıma baktım, hafif şişmişti ama çok belli olmuyordu. Sanırım buz şişliğini baya indirmişti. Bir de hafif morarmıştı. İlk halini bilmiyordum çünkü bakmamıştım. Tabura gelir gelmez Araf bizi revire getirmişti ve buz koymuştu alnımıza.
Daha fazla oyalanmadan dolabımı açtım, içinden beyaz bir kazak altıma ise mavi bir pantolon çıkardım. Üzerimdeki kıyafetleri çıkarıp hazırladıklarımı giydim. Deri ceketimi de üzerime geçirince hazırdım. Kimliğimi, telefonumu ve silahımı da aldım. Silahı belime yerleştirip son kez aynadan kendime baktım.
Bakışlarım yine alnıma kaydı, kapatma gereği duymadım çünkü dokununca bile acıyordu. Bir de kapatmaya çalışırken iyice ağrıyı arttırmak istemiyordum.
Odadan çıkmak için kapıya ilerliyordum ki kapı çaldı. Kapının ağzında olduğum için hemen açtım. Karşımda Meriç vardı. "Bir şey mi oldu?" Başını iki yana sallayıp el kol hareketleri yapmaya başladı. Kaşlarım çatıldı, niye böyle davranıyordu bu? Kim bilir yine neyin peşindeydi?
"Anlamıyorum n'oldu?" dedim ama yine el kol hareketleriyle bana bir şeyler anlatmaya çalıştı. "Oğlum konuşsana anlamıyorum bir şey." dedim en sonunda. Böyle dememle derin bir nefes aldı.
"Ben de konuşabilir miyim demeye çalışıyordum komutanım."
"Niye? Konuşan insanları öldürüyor muyum ben? Sormadan konuş işte." diye çıkıştım.
"Konuşan insanları öldürmeseniz de eğitim yaptırmakla tehdit ediyorsunuz." deyince güldüm, sanırım revirde onları tehdit etmemden söz ediyordu.
"Siz onu hak etmiştiniz bir kere." deyip odadan dışarıya çıktım. "Sen niye gelmiştin?"
"Hepimiz hazırız sizi bekliyoruz demeye gelmiştim." deyince birlikte dışarıya çıktık. Dışarıya çıkınca gökyüzüne baktım, kar durmuştu. Hatta bulutlar dağılmaya bile başlamıştı.
Meriç, Araf ve Fatih'in arabalarına dağıldık. Ben ve Eren Araf'ın arabasına yerleşince yola çıktık. Yol boyunca Eren de hiç konuşmadı, sanırım tehditim etkili olmuştu. Artık ne zaman benimle alay ederlerse böyle tehdit edip sustururdum onları.
Soner'in seçtiği kebapçıya gelince hep birlikte arabadan indik. İçeriye girince boş masaldan birine oturduk. Soner hemen bir garson çağırıp bizim adımıza bütün siparişleri verdi. Bizim ona olan bakışlarımızı görünce de hemen savunmaya geçti. "Ne bakıyorsunuz ya? İki saat sipariş vermenizi bekleyemem, açlıktan ölür kalırım." O da haklıydı aslında. Onun gibi çok yiyen biri bu saate kadar sabah yediği simitle duruyordu.
Kimse bir şey demeyince herkes önüne döndü, ben de bakışlarımı kebapçının içinde gezdirdim. Birden kulağımın yanında bir nefes hissedince irkildim ama Araf'ın sesini duyunca ona odaklandım. "Kaç gündür Elif'in yanına gidemiyoruz, bugün gidelim istersen? Kızı alıp bir eve koyduk, üstüne Yusuf'un verdiği telefonu da aldık ve abisiyle konuşmasına izin vermedik. Kız kendini yalnız hissetmiştir." Haklıydı, yanında ne kadar bir yardımcı dahi olsa yalnız hissetmiştir.
"Yemekten sonra gidelim o zaman." dedim, başını sallayıp beni onayladı.
"Komutanlarım?" Soner'in sesini duyunca ikimizde aynı anda ona döndük. "Siz baş başa kalmak istiyorsanız biz başka masaya gidelim." Gülerek kurduğu cümleyle kaşlarım çatıldı. Bunlar da bugün bize takmıştı. Hayır alt tarafı konuşuyorduk bu neyin imasıydı anlamıyorum?
"Ne alaka oğlum? Bugün taktınız siz de bize!" Araf'ın söylenmesiyle ona hak verdim. Yeni eğlenceleri bizdik anlaşılan.
"Ateş Parçanızla kulaktan kulağa fısıldaştığınızı görünce belki baş başa kalmak istersiniz diye düşündüm." dedi, bakışları diğerlerine kaydı. "Hatta düşündük." deyince güldüm, eminim ki sadece kendisi düşünmüştü ama kızmayalım diye onları da araya katmıştı. Ya da kızacaksak sadece ona değil hepsine kızalım diye böyle demişti.
"Karıştırma lan bizi, ben öyle bir şey düşünmedim!" diyerek Fatih arkasına yaslandı. Tam da tahmin ettiğim gibiydi.
"Aslında ben de düşünmedim ama Soner deyince bir anlığına düşündüm ve haklı olduğuna karar verdim." diyen Eren'e baktım, gülerek bir bana bir de Araf'a bakıyordu. "Bu arada baya yakışıyorsunuz komutanım. Acaba sevgili olunca biz size yine komutanım mı diyeceğiz yoksa enişte veya yenge mi diyeceğiz?" Sorduğu soruyla yukarıya bakıp sabır diledim.
"Meriç susuyor ama onların yerini aratmayan bunlar başlıyor!" diye söylendim.
"Bakıyorum da sen bugün bunlardan baya şikayetçi oldun." dedi Araf. Bugün de onlardan sadece ben şikayetçiydim, o hiç şikayetçi değildi. Aksine hoşuna bile gidiyor gibiydi. Tabii benim sinirli hallerim hoşuna gidiyor olmalıydı. "Sanırım artık onların bu halleri sana eğlenceli gelmiyor." Bir daha büyük laflar kullanırsan ne olayım! O lafları kullanmamla beni sinir etmeleri bir olmuştu. Bir de büyük büyük konuşarak Araf'a rezil olmuştum.
"Vallahi bir daha büyük büyük laflar etmeyeceğim komutanım ama siz de bunu dile getirip durmayın. Pişmanım ve siz de bana inat bunu hatırlatıp duruyorsunuz." dedim. Güldü ve bir şey demedi. Neyse ki uzatmadı. Bu da bana bir ders olur artık, büyük laflar etmem. Edersem de bu şekilde rezil olurum.
Yemekler gelince Eren ve Ozan ellerini yıkamak için lavaboya giderken bizler de yemeklerimizi yemeye başladık. Soner şimdiden yemeğinin yarısına bile gelmişti. Bu çocuktaki iştahı toplasak üç kişi de bile yoktur. Nasıl bir midesi vardı anlamıyorum.
"Araf komutanımın Ateş Parçası komutanım?" Ozan'ın dediği şeyi duyunca kaşlarımı çatarak sesin geldiği yere baktım, gülerek Eren'le birlikte yanımıza geliyordu.
"Ozan!" Uyarı dolu bir sesle ismini söyledim.
"Şaka yaptım komutanım ya. Siz de kızmak için yer arıyorsunuz." diyerek üste çıkmaya çalıştı.
"Neden acaba Ozan? Sizler yüzünden olabilir mi?" deyip kolamdan bir yudum içtim. "Ayrıca bir daha Yasemin ve senin için çöpçatanlık yapmayacağım. Artık Yasemin'in canı ne zaman sevgili olmak isterse o zaman olursun." Tehdit etmemle koşarak yanıma geldi.
"Valla bir daha şaka yaparsam şu Meriç gibi olayım komutanım. Sizin sayenizde ilk defa beni kıskandı, çöpçatanlık etmeyi bırakırsanız yıllarca sevgili olmayız biz." Yalvarmasına güldüm. Tam konuşmak için ağzımı açıyorum ki Meriç araya girdi.
"Pezevenk! Benim neyim var da bana benzemek istemiyorsun?"
"Şimdi tek tek sıralardım ama buradan aç ayrılmak istemiyorum, onun için tek bir neden söyleyeceğim ve emin ki sen de anlayacaksın. Birkaç saat önce gizemli kadın ayaklarımıza kadar geldiğinde o çenen yüzünden kadını kaçırmadık mı?" dedi. "Hatta senin yüzünden Ateş Parçası komutanımla Keskin kafalarına kova yemedi mi?" dedi ve durdu, sanırım o anlar yine aklına gelmiş olacak ki kahkaha atmaya başladı. Hızla kafasına bir tane geçirdim.
"Kes sesini Doktor! Bu konu açılmayacak bir daha." diyerek yemeğimi yemeye devam ettim ama Ozan yine konuştu.
"Ulan iki dakikada Meriç aklımı kaçırştırdı ya, konumuz kova değildi aslında şu bize yardım eden gizemli kadındı konumuz." deyince tekrardan merakla ona baktım. Masanın üstüne bir zarf bırakınca kaşlarım şaşkınca havalandı.
Bir zarf daha mı?
"Lavabodan çıkıp buraya gelirken az ilerideki masanın üstünde gördük. Üstünde yine Cemre Komutan'a yazısını görünce bizim gizemli kadının işi olduğunu anladık." diyen Ozan'ın elinden zarfı aldım. Taburda askerin getirdiği zarfta olduğu gibi üstünde sadece Cemre Komutan'a yazıyordu. Başka hiçbir şey yazmıyordu.
Vakit kaybetmeden zarfı açıp içindeki katlanmış kağıdı çıkardım. Kağıtta yazanları sesli bir şekikde okudum. "Yarın saat 23.00'da silah sevkiyatı yapılacak. Sevkiyatta çok sayıda patlayıcı var. Bu patlayıcılar yeni planladıkları bir eylemde kullanılacak." Yazıyordu, altında da küçük bir not vardı. "Doğru söylediğimi anladığınız için artık benden şüphe etmezsiniz diye düşünüyorum. Eğer o patlayıcıları ele geçiremezseniz büyük bir eylemin fitili ateşlenmiş olacak askerler..." Onun altında da sevkiyatın yapılacağı adres yazıyordu.
"Bu kadın kesin teröristlerin yanında çalışıyor, bu kadar bilgiliyi başka türlü öğrenmesi neredeyse imkansız." diyerek Soner fikrini öne sürdü.
"Ben de öyle düşünüyorum komutanım ama kadın onların yanında çalışıyor olsa böyle rahat rahat şehire inebilir mi?" Eren'in sorusuyla ona baktım. "Ya kadına çok güveniyorlar o yüzden şehire inmelerine bir şey demiyorlar, ya da kadın eskiden orada çalışıyordu ama eskiden orada çalışıyor olsa bu kadar bilgili edinmesi imkansız." Haklıydı, iki türlü de saçmaydı ama bu kadının bu bilgileri edinmesinin bir sebebi olmalıydı. Ama ne?
"Bunların cevabını o kadını yakalayınca öğreneceğiz. Şimdi odaklanmamız gerek şey sevkiyat. Ne kadar bugün dediği şey doğru çıksa da içimden bir ses o kadına inanmamamız gerek diyor. Yine önlemimizi alarak yazdığı adrese gideceğiz ve sevkiyat varsa halledeceğiz. Bu kadın işi de maalesef yine en sona kalacak." dedi Araf. O da haklıydı, kadın hakkında bir bilgimiz yokken niye bize yardım ettiğini, kim olduğunu öğrenmememiz imkansızdı.
Meriç merakla "Ya ben onu geçtim de bu kadın niye sadece Ateş Parçası komutanıma özel olarak veriyor bu zarfı?" dedi. "Mesala zarfın üstünde neden 'Yakışıklı, mükemmel ötesi Fedai' ye yazmıyor? Ben bostan korkuluğu muyum burada?" Kendi kendine tiplere girmesine güldüm.
"Çünkü zarfı zeki birine vermeli. Eğer senin gibi salak birine verirse kadını elimizden kaçırdığın gibi saçmalarsın ve bize verilen bilgi senin yüzünden çöp olur." dedi Soner dolu ağzıyla. Bir yandan yemek yiyordu bir yandan bizi dinliyordu.
"Ne yani, aramızda sadece Ateş Parçası komutanım mı zeki?" dedi, baştan aşağıya beni süzdü. "Ben zeki birinden daha çok bela mıknatıslı birini görüyorum. Sonuçta kadın Kars'a adımını atar atmaz terörist buldu, bu da yetmiyormuş gibi esir oldu, bu da yetmiyormuş gibi Yusuf'u buldu, çocuğun neci olduğuna değinmiyorum çünkü biz de henüz bilmiyoruz. Bunlarda yetmiyormuş gibi esir olduğu kamptan kaçarken mayına bastı, neredeyse donarak öteki tarafa gidiyordu kadın." Anlattıklarıyla yaşadıklarım tekrardan gözümün önünde canlandı. Kısacık sürede ne yaşamışım ben ya. Gerçekten şu anda hayatta olmam bile mucize gibi görünüyordu.
"Ve bunlarda yetmiyormuş gibi ilk operasyonda neci olduğu belli olmayan Yusuf yüzden başarısız olduk ve Araf komutanımdan azar işiterek gecici sağırlık ve delilik yaşadı. Yani kadının zeki olması dışında birçok özelliğini sayabilirim ama bence Cemre komutanım zekiden çok tam bir bela mıknatısı." Alay ederek söyledikleriyle düşünmeyi kesip sinirle konuştum.
"Dalga geçme benimle! Herkesin başına gelebilecek sorunlar bunlar." dedim. "Tabii son söylediğin delilik ve sağırlık dışında. Çünkü onları sen uydurdun."
"Tabii komutanım bunlar bizim günlük yaşantımız. Hatta her gün mayına basıp donarak ölmeye falan çalışıyoruz." Meriç'in bir kez daha alayla söylediği şeye herkes güldü, hatta Araf bile güldü. Bakışlarım ona kaydı, gülerek omuz silkip gülmeye devam etti.
Onu umursamadan Meriç'e döndüm. "Seni duyanda bile isteye mayına basıp ölmeye çalıştığımı sanacak Meriç." dedim. "Ayrıca çok konuşma ve önündeki yemeği ye. Ve benimle uğraşmayı kesin! Bugün hepinizin odak noktası ben oldum."
"Nedense bugün sizin üstünüzde de ayrı bir agresiflik var." dedi Eren. Ben cevap veremeden Araf konuştu.
"Büyük büyük laflar edip boyundan büyük konuşmasından dolayı agresif o. Birkaç gün idare edersiniz, sonra da bu hallerine alışırsınız."
"Vallahi iyi ki bu konuyu açmayın dedim komutanım ya, bunlardan bir farkınız kalmadı yemin ediyorum." Söylenmeme sadece güldü. Ben ise omuz silkip arkama yaslandım.
"Boş verin bunları komutanım, yemek yiyin." dedi Soner. Bence de yemek yiyeyim, çünkü onların dalga geçmesi asla bitmeyecekti.
Bu konuşmalar dışında aramızda başka konuşma geçmedi. Hepimiz sessizce yemeğimizi yedik. Yemekten sonra ise en son hesabı onlar ödemek zorunda kaldığı için bu sefer de aynı duruma düşmemek için yemeklerini hızla yiyip bizi beklemeden çıkıp tabura gittiler. Artık akıllandıkları için hep bu şekilde davranırlarsa şaşırmazdım.
Araf'la biz de hesabı ödedikten sonra Yusuf'un kardeşi Elif'i görmeye gittik. Kızı evinden alıp lojmana getirmiştik ama bir türlü onu görmeye gidememiştik.
Araf'la birlikte Elif'e tuttuğumuz lojmana gelince arabadan indik. Zili çalınca kapıyı Elif'e yardım etsin diye Araf'ın tuttuğu yardımcı açtı. Birlikte içeriye girince Elif'in salonda ders çalıştığını gördüm. Artık okula gidiyordu. Kaldığı yerden eğitimine devam ediyordu.
Bir anlığına başını kaldırınca bizi gördü. Hemen oturduğu yerden kalıp yanımıza koştu. "Araf abi Cemre abla bir an hiç gelmeyeceksiniz sandım." dedi aynı anda ikimize sarılırken. Bu haline güldüm. Keşke onun yanında abisi de olsaydı. Umarım en kısa zamanda kardeşinin yanında olurdu. Onda bu inat olduğu sürece bu biraz zordu ama ben zoru başaracaktım. Kardeşiyle onu kavuşturacaktım.
Araf hafif eğilip onun boyuna geldi. "Kahraman olmak çok zor güzellik, hele bu ülkede kötü adamlarda çok varsa ve yanında sürekli başını belaya sokan biri varsa nefes alacak vaktin bile olmuyor. O yüzden maalesef yanına gelemedik." Elif kıkırdarken ben kaşlarımı çattım, çünkü başını belaya sokan biri derken bana bakmıştı Araf.
"Pardon ama ben ne zaman başımı belaya sokuyorum? Birkaç kere olmuş olabilir ama sürekli de sokmuyorum." diyerek üste çıkmaya çalıştım. Aslında haklıydım, ilk zamanlar başımı belaya sokmuştum sadece.
Araf beni umursamadan Elif'e bakıp konuşmasına devam etti. "Bir de bu kişi boyundan büyük laflar edip sonra o lafları bir bir yiyorsa işte onun yanındakilere Allah sabır versin." Anlaşılan bugün beni sinir etme günleriydi.
"Sanırım bu anlattığın şeylerin hepsi Cemre abla olmalı." dedi Elif gülerek.
"Sen de mi be güzelim?" diyerek kendimi koltuğa attım. "Hayır bugün benden ne istediğinizi de bir anlasam."
"Demek ki son zamanlarda çok göze batmışsın." dedi Araf yanıma oturarak, Elif'i de bacağına oturtunca bu hallerine gülümsedim.
"Son zamanlarda belaya bulaşmadan oturmam dışında bir sorun yok aslından Araf. Bence siz benimle uğraşmak için bahane arıyorsunuz."
Elif'in başına bir öpücük kondurup kulağına fısıldadı, tabii benim de duyacağım bir şekilde. "Alnındaki şişliği görüyorsun değili mi? İşte bu belaya bulaşmadan olmuş bir şey, artık belaya bulaşmış halini sen düşün." Elif başını arkaya atarak kahkaha atınca elim alnıma gitti.
"Küçük bir kazaydı sadece." Diyebildim. Araf beni umursamadan gülmeye devam ederken ben alnımdaki şişliği ovdum.
"Siz sevgili misiniz?" Elif'in birden sorduğu şeye kaşlarım çatıldı. Timin imaları, Elif'in bu sorusu, niye bugün herkes bunu diyordu?
"Nereden çıktı bu?" dedim göz ucuyla Araf'a bakarak, bana baktığını görünce bakışlarımı anında kaçırdım.
"Kedi köpek gibi birbirinizi yiyorsunuz ve birbirinize çok yakışıyorsunuz. Sizi birkaç kere gördüm ama hep birliktesiniz, hiç ayrılmıyorsunuz. Bunlarda bana bunu düşündürdü." diye açıkladı.
Araf cevap vermeden bana bakınca ona döndüm, sanki meraklı bir şekilde vereceğim cevabı bekliyormuş gibi bir hali vardı.
Bir kez daha bakışlarımıkaçirdım ve "Yok değiliz. Sen yanlış düşünmüşsün." dedim. "Hem sadece ikimizi tandığın için sürekli ikimiz yanına geliyoruz, ondan hep yan yana görüyorsun bizi." Diğerleriyle henüz tanışma fırsatı yakalayamamıştı.
"Anladım ama bence sevgili olmayı düşünmelisiniz." deyince yine bakışlarım Araf'a kaydı, bakışlarını ayırmadan hâlâ bana bakıyordu.
"Bugün herkesin çöpçatanlık günü sanırım." dedim, güldü. Bakışlarım Elif'e kaydı. "Sen bizi boş ver de derslerin nasıl onu anlat." Hevesli hevesli yeni kurduğu arkadaşlıkları ve derslerini anlatırken ikimiz de onu dinledik.
Akşama kadar onun yanında kaldık, akşam olunca ise tabura gidecekken Elif'in ısrarlarıyla burada kalmaya karar verdik. Elif için ayarladığımız yardımcıyıda bir gün izin verdik.
Araf bizimkilere bizi merak etmesin diye mesaj atarken ben Elif'in sorduğu soruya odaklandım. "Cemre abla abimle konuştun mu? Ne zaman gelecekmiş buraya?" Ah be Yusuf, şu kız için bari inat etmesen de gelsen.
Gülümsemeye çalışarak ona baktım. "Konuştum güzelim, birkaç işi kalmış ama en kısa sürede yanına geleceğini söyledi." Ve maalesef ki yalan söyledim. Ne söyleyebilirdim ki? Abin terör örgütüne çalışıyor, onu gelmesi için ikna etmeye çalışıyoruz ama inatçı abin gelmiyor mu diyelim? Ben asla böyle bir şey diyemezdim.
Elif dudaklarını büzünce hemen konuşmaya devam ettim. "Ben gelene kadar da kardeşimi bol bol öpün dedi." diyerek onu kendime çekip öpmeye başladım. Kahkaha atarak kollarımın arasından kaçmaya çalışırken Araf'a seslendi.
"Araf abi yardım et!" Onu biraz daha kendime çekip sesli sesli öpmeye devam ettim. "Gülmekten öleceğim şimdi." deyince biraz daha öpüp gülerek ayrıldım. Bakışlarım bir anlığına Araf'a kaydı, gülerek bize bakıyordu ve telefonunun kamerası da bize döndük. Video mu çekiyordu yoksa tesadüfen mi öyle duruyordu telefon?
Ona baktığımı görünce telefonu koltuğun yanına koyup ayağa kalktı. "Acıkmadık mı ya? Ben çok açım ve gidip yemek yapacağım." diyerek mutfağa ilerledi. "Belki yardım etmek falan istersiniz diye diyorum, mutfağın yerini zaten biliyorsunuz." Gülerek Elif'e baktım.
"Yardım edelim mi?" Sordum.
Biraz düşünüp başını salladı. işaret ve baş parmağının arasında biraz boşluk bırakarak "Edelim ama birazcık edelim." dedi.
"Bence de birazcık edelim, gerisini de o yapsın." deyip ayağa kalktı, ikimizde Araf'ın peşine takıldık.
"Eee ne yapıyoruz?" Mutfağa girince sordum. Araf dolabı karıştırırken cevap verdi.
"Buzlukta tavuk var, bence tavuk sote yapalım."
Yanına ilerleyip konuştum. "Yapabilecek misin?" diye sordum, bakışları bana dönerken tek kaşı kalktı.
"Yanlış soru, yapabilecek misin değil yapabilecek miyiz olacaktı o." Omuz silktim.
"Valla komutanım ben yumurta kırmak, makarna yapmak ve hazır çorba yapmak dışında yemek yapmasını bilmiyorum. Ha illaki yapacaksın derseniz zehirlenmeye hazır olun o zaman." diye açıkladım. Benim açıklamamdan sonra bakışları Elif'e kaydı.
"Bana hiç bakma, ben de yumurta kırmasını ve makarna yapmasını biliyorum." Elif'in dediğine kıkırdadım. Anlaşılan yemek yapmasını bilen yoktu.
"Neyse tamam, internetten bakarak yaparız. Onu da yapamayacak değiliz herhalde." deyip telefondan tarife baktı. Telefonu tezgaha koyup malzemeleri çıkarmaya başladı. Bizim hâlâ aynı yerde durup onu izlediğimizi görünce kızdı. "Size zahmet olacak ama malzemeleri çıkarın hanımlar." Elif'le birlikte internette yazan malzemeleri çıkarıp tezgaha koyduk. Onun hemen ardından internette ne yazıyorsa bir bir uygulayıp tavuk soteyi pişmeye bıraktık. Tabii bir süre boyunca da tavuğun buzlarının çözülmesini beklemiştik.
Hiçbirimiz yemek yapmasını bilmediğimiz için bu iş bir hayli bizi yormuştu. Üçümüz bir koltukta oturup dinlenirken etrafıma baktım. "Ben bir yemeğe bakayım." diyerek Araf ayaklandı ama benim burnuma yavaştan yanık kokusu gelmeye başlamıştı. Biz kaç dakikadır dinleniyorduk ki? Umarım o kadar uğraştığımız yemeği yakmamışsızdır.
"Yalnız benim burnuma yanık kokusu geliyor." dedim havayı koklamaya devam ederek. Elif ve Araf da havayı koklayınca bir süre birbirimize baktık ve aynı anda ayağa kalkıp koşarak mutfağa girdik. Mutfağa girince yanık kokusu daha çok gelmeye başlamıştı.
Araf ocağı kapatırken ben beceriksizliğimize gülmeye başladım. Araf kaşlarını çatarak bana bakınca hemen gülmemi durdurdum ama yanık kokusu tekrardan burnuma geldiği için hemen ardından gülmeye devam ettim. Elif de bana katılınca Araf'ın kaşları iyice çatıldı.
"Komik mi hanımlar?" dedi, ikimizde başımızı sallayıp onayladık onu. "Belli oluyor, utanmasanız yere yatıp güleceksiniz." diye söylendi.
"Ne yapalım Araf, o kadar becerikliyiz ki gülmeden edemiyorum." diye kendimizle dalga geçtim. Araf benim dalga geçmemi umursamadan konuyu değiştirdi.
"Bu arada bir şeyi daha fark ettim Cemre." diyerek yanıma adımladı. "Bizimkiler sarhoş olup ceza aldıklarında eğitim alanında sana bir şey demiştim. Hatırlıyor musun onu." Kaşlarım çatıldı, ne demişti ki?
"Hayır." Cevabımla gülümsemesi genişledi.
"Ben sana hep böyle sessiz misin diye bir soru sormuştum ve sen de genelde sessiz olduğunu söylemiştin." Alt dudağımı ısırdım, yeni bir rezillik geliyordu anlaşılan. "Ben de çok yakında bizimkilerden daha geveze olacağını söyleyince sen olmam falan demiştin ama görüldüğü gibi senin de çenen açılmaya başladı." Alt tarafı birkaç cümle kurmuştum, bence geveze değildim.
"Yok ya onlar kadar geveze değilim." dedim, öyle mi der gibi tek kaşı kalkınca devam ettim. "İlk zamanlar henüz sizleri tanımadığım için sessizdim ve artık tanımaya başladım. Yani tanıdıkçada konuşacak şeyler artıyor. Yoksa gevezelikle hiç alakası yok. Siz ne kadar konuşuyorsanız ben de o kadar konuşuyorum." Yani umarım öyledir.
"Bence hiç alakası yok. Tamam, bizimkiler kadar olmasa da konuşuyorsun ve ben yine söylüyorum ilerleyen zamanlarda bu daha da artar kesin." Bu sefer yok öyle olmaz falan demeyecektim, çünkü bugün dersimi almıştım.
"Siz öyle diyorsanız öyledir komutanım." dedim, Araf ve Elif bu dediğime kahkaha attı.
"Dersimi aldım diyorsun yani?" Başımı sallayıp onayladım onu.
"Aynen öyle, asla büyük laflar etmeyeceğim bundan sonra."
Yanan yemekten sonra kendimize dışarıdan yemek söyledik. Yemekler gelince ise Elif ve Araf sohbet etmeye başladı, ben de yemeğimi yiyerek onları dinledim.
Yemek yapmak, dağıttımız mutfağı temizlemek, yanan yemekten sonra sipariş verip onları beklemek, siparişler gelince yemekleri yemek derken saat çoktan gece yarısına yaklaşmıştı bile. Elif'i uyuması için odasına yollarken biz de salonu topladık.
Araf yatmak için odaya giderken ben de biraz hava almak için balkona çıktım. Bakışlarım gökyüzüne kaydı, bulutlar tamamen dağılmıştı ve karanlık geceyi süsleyen yıldızlara teslim etmişti gökyüzünü.
Bir süre yıldızları izledim ve temiz havayı içime çektim. Ne kadar süredir dışarıda durduğumu bilmiyorum ama yavaştan üşüdüğümü hissederken kollarımı bedenime doladım. İçeriye girmek için arkamı dönmüştüm ki balkona giren Araf'a çarptım. Hemen elindeki şalı bırakıp düşmeyeyim diye ellerini belime doladı. "İyi misin?" Sorusunu başımı sallayarak onayladım.
"İyiyim, bir anda dönünce göremedim seni."
"Havanın estiğini görünce odaların birinde şal bulup sana getiriyordum ben de." diye açıkladı. Gülümsedim, o sırada boştaki eli gözümün önüne gelen saçları çekip kulağımın arkasına sıkıştırdı. Kollarının arasından çıkmak için hareketleniyordum ki konuşmaya başladı.
"Bir şey sormak istiyorum." dedi hâlâ belimden tutmaya devam ederek. Merakla yüzüne baktığımı görünce devam etti. "Bizimkilerin imasını ve Elif'in dediklerini hiç düşünmüyor musun?" Kaşlarım havaya kalktı, sevgili olayından mı bahsediyordu?
"Sevgili olayından mı bahsediyorsun?" Sorduğum soruyla başını salladı.
"Evet, ondan bahsediyorum. Hiç düşünmedin mi? Yoksa gerçekten de takmadın mı o konuyu?" Yutkundum, aslında düşünmemiştim. Böyle bir şeye ihtimal vermedim desem daha doğru olurdu sanırım.
Cevap vermeden, veremeden bakışlarımı kaçırdım ama hâlâ onun kolları arasında durmaya devam ettim. Bakışlarımı kaçırmamla elini çeneme koyması bir oldu. Yavaşça çenemden tutup tekrardan kendisine bakmamı sağladı. "Hâlâ bir cevap vermedin." desede verecek bir cevabım yoktu.
"Ben..." deyip sustum, diyecek bir şey bulamadım. Araf bir süre daha cevap vermem için yüzüme baksada ağzımı açıp kapatmak dışında bir şey yapamadım diyebilirim.
Tam kollarının arasından çıkmak için bir hamle yapacaktım ki bunu fark eden Araf belimdeki elini sıkılaştırıp bana yaklaştı. Fark ettim şeyle gözlerim şaşkınlıkla açılırken istemsizce yutkundum.
Öpecek miydi?
Araf dudaklarıma yaklaşmaya devam ederken istemsiz bir şekilde dudağımı yaladım. Bir anlığına bakışları gözlerime çıksada tekrardan dudaklarımı buldu. Saniyeler içinde dudaklarımız birbirine değince gözlerim kapandı.
Bu iki olmuş. İlki kazara olsa da bu öyle değildi.
Dudaklarımın üstünde dudakları öylece dururken kalbimin hızlandığını hissettim. İki yanımda öylece durmaya devam eden ellerim titriyordu ve avuç içlerim bu soğukta bile terlemeye başlamıştı. Sanki kış ayında değildi yaz ayındaymışız gibi yandığımı hissediyordum.
Titremesini bir türlü önleyemediğim ellerimi onun omzuna çıkarmak için kaldırdığım da o da dudaklarımın üstündeki dudaklarını hareketlendirmek için oynatmıştı ki içeriden bir düşme sesi duydum. Hemen ardından da acıyla inleyen birinin sesini duydum.
Kaşlarım çatılırken anında birbirimizden ayırlıp etrafımıza baktık. Kısık sesle bir küfür duyarken Araf belinden silahını çıkarıp vakit kaybetmeden balkondan içeriye girdi. Ben de peşine takılıp belimdeki silahı çıkardım, emniyetini açarken sesin mutfaktan geldiğini anladım.
Yavaş adımlarla mutfağa girerken sesleri daha net duymaya başladık. "Piç Doktor! Bizi bırakıp hangi cehenneme gittin acaba?" Duyduğum cümlelerle kaşlarım çatıldı ve olduğum yerde durdum. Doktor mu? Ve o ses...
Araf'la bir süre bakıştıktan sonra hızla mutfağa girip ışığı yaktık. Silahımızın namlusunu ise seslerin geldiği yere çevirdik. Gördüğüm kişiyle, daha doğrusu kişilerle kaşlarım iyice çatıldı.
Meriç yerde boylu boyunca uzanıyordu ve ayak bileğini tutuyordu. Pencere pervazına ellerini dayamış Eren bir bacağını içeriye sokmuş diğerini ise sokmaya hazırlanıyordu. Işık yanınca ikisininde bakışları anında bize döndü. Onlara doğrulttuğumuz silahları görünce ikiside ellerini havaya kaldırdı.
"Aman komutanlarım indirin onları, şeytan doldurur maazallah." dedi Meriç tedirgin bir sesle. Eminim ki tedirginliği silahlara değilde bizim tepkimizeydi.
Araf dişlerini sıkarak "Şeytanın doldurmasına gerek yok Başçavuş, ben doldurdum zaten." dedi.
"Allah'ım Başçavuş dedi, benim yüreğim azar işitmeyi kaldıramaz." diyerek bayılmış taklidi yaparak gözlerini kapattı Meriç. Bu görüntüye gülmemek için alt dudağımı ısırdım. O sırada dışarıdan başka bir ses duyduk.
"Lan geri zekalılar ışığı kapatasanıza, geldiğimizi mi duyurmaya çalışıyorsunuz siz?" Fatih'in sesiydi bu.
"Ben dedim bu mallarla gizlice eve giremeyiz diye." Bu da Soner'in sesiydi.
"Oğlum susun lan! Burası şu anda hiç iyi değil ve benden size bir tavsiye, aklınız varsa ayaklarınızı kıçınıza vura vura kaçın." dedi Eren bakışlarını bizden ayırmadan.
Eren'in dediği şeyle Araf pencereye ilerledi ve aşağıya baktı. Ben de koşarak yanına gidip kıyıdan köşeden aşağıya bakmaya çalıştım. Soner ve Fatih bizi görünce ilk başta yutkundu, hemen ardından ise Eren'i dinleyerek ikiside kaçmaya başladı. Araf tam onlara bağıracaktı ki bu sefer de içeriden başka bir ses duyduk.
Elif'in çığlığıydı bu. Avazı çıktığı kadar bağırıyordu.
Onları boş verip içeriye doğru koşuyorduk ki Elif'in çığlığı kesildi ve onun yerine kırılma sesi aldı. Hemen ardından da Ozan'ın sesini duyduk. "Siktir!" Ve son olarak yere sert bir şeyin düştüğünü duyduk.
"Allah rahmet eylesin. Doktor kardeşimizi de iyi bilirdik ama vadesi bugüne kadarmış." dedi Meriç ve hemen ardından baygın taklidi yapmaya devam etti.
Burada ne oluyordu böyle ya? Birkaç dakika içinde ne yaşamıştık biz?
Pencereden giren Eren, ayağını incitip baygın taklidi yapan Meriç, bizi görünce kaçan Soner ve Fatih, son olarak da ölen Ozan. Son dediğim şeyle kaşlarım çatıldı. Tövbe yarabbim, iyice Meriç'e benzemiştim ben de.
Tabii bir de az kalsın Araf'la öpüşecek olmamız vardı.
Şaşkın ve düşünceli bir şekilde yanımdaki Araf'a baktım, onunda benden bir farkı yoktu. "Biz ne yaşadık az önce?" Aynı anda sorduk.
Neden normal bir günümüz yoktu acaba?
Aklıma eğitim sahasında yanımızdaki Yüzbaşının dedikleri geldi. "O zaman Gökbörü timine hoş geldin, onlarda çok şanslı insanlardır. Şans hiç sizin yakanızı bırakmaz artık. Tabii bir de belayı üzerlerine çekmeyi çok severler."
Gerçekten de öyleydi, buraya geldiğimden beri normal bir gün geçirememiştim ve geçireceğimi de pek sanmıyordum.
Selam nasılsınız?
Bölüm nasıldı?
Sizce timdekiler neden eve gizlice girdi?
Ozan'a ne oldu dersiniz?
Gizemli kadın yine bir bilgiyle geldi, bu bilgi doğru mudur? Araf ve Cemre bu sefer kendi istekleriyle yakınlaştı ne düşünüyorsunuz bu konuda?
En sevdiğiniz sahne?
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın🤍
|
0% |