Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20. Bölüm "Davet"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

 

 

​​​​​​20.Bölüm "Davet"

 

"Herhangi bir şey çalındı mı Alessi Hanım?" Bir adamın sorusu kulağıma ilişti, sanırım polislerden biriydi.

 

"Evet, çok değerli bir kolyem çalındı." dedi Alessi. Yalan söylüyordu.

 

"İzninizle odaları inceleyelim, arkadaşlarda parmak izlerini araştırsın." Polislerden birinin kurduğu cümleyele Araf'a baktım, eğer odaları ararlarsa bizi görürlerdi ve yakalanırdık. Parmak izi araştırmasından korkmuyordum çünkü ikimizde eldiven vardı. Bizi arayan polisler İstanbul da olduğumuzu bilmiyordu, hâlâ Kars'da aranıyorduk ve İstanbul da olduğumuz tesbit edilirse işimiz zorlaşırdı.

 

"Sadece bir odaya girmiş. Diğer odalara girmesine fırsat olmadan korumalarımdan biri görmüş ama yakalayamadan kaçmış." dedi Alessi.

 

Evet bizi ihbar etmemişti ama bunu bizi korkutmak için yaptığına emindim. Evine hırsız girmişte, değerli bir kolyesi çalınmış da, koruması görünce kaçmış. Bahçede bir ordu adamı görmesek bu dediğine bir ihtimal inanabilirdim. Kesin bahçesindeki korumaların yarıdan fazlasını bu yüzünden göndermişti. Bizim adamlarını takip ettiğimizi biliyordu ve bu yüzden bizi korkutmak amacıyla yalandan ihbar yapacağından dolayı ve dikkat çekmemek adına korumaların yarısını göndermişti. Sonuçta bir ordu korumayla korunan bir eve hırsız girdi diye ihbarda bulunsa bir tuhaflık olduğunu polisler anında anlardı.

 

Bu kadın çok tehlikeliydi. Sanki her şeyi önceden planlıyor gibiydi. Keşke bizimle ilgili aklındaki planın ne olduğunu bilsek de biz de önceden bir plan kurabilsek. Ama etrafımızda olup biteni bilmediğimiz için doğru düzgün bir adım atamıyorduk.

 

Buraya doğru yaklaşan adım sesleri duydum. Araf da duymuş olmalı beni belimden kavrayıp kapının arkasına çekti. Adım sesleri yaklaştı, yaklaştı ve bizim bulunduğunuz odanın önünden geçti. Derin bir nefes alıp rahatladım. Sanırım korumalardan biri geçmişti.

 

Bir süre Araf'la bilirkte odada kaldık. Sonra pencereden polislerin gittiğini görüp odadan çıktık. Aşağıya inince Alessi'nin salonda oturduğunu gördüm, elinde de bir kadeh vardı. İçki içiyordu.

 

"Polislere yalan söyledin değil mi?" Yanına ilerlerken sordum. "Eve hırsız falan girmedi, aklınca bizi korkutmaya çalıştın." Dudakları iki yana kıvrıldı ve içkisini yudumlamaya devam etti. Ağır hareketlerle Araf'a döndü ve ona baktı. Baştan aşağıya onu süzdüğünü görünce kaşlarım çatıldı. Onunla konuşan bendim ama yüzüme bile bakmaya tenezzül etmiyordu.

 

"Bu kız çok zeki Araf." dedi hâlâ onu incelerken. "Ama zekası biraz geriden geliyor sanki, ya da benim zekamın yanında biraz hafif kalıyor." Araf elimi tutup beni yanına çekti.

 

"Evet senin zekanın yanında biraz hafif kalıyor." diyen Araf'a baktım hızla. Bana bakmadan elimi baş parmağıyla okşamaya başladı. "Çünkü onun zekası senin gibi kötülüğe çalışmadığı için sana göre geride ama bekle, çok yakında onun zekası sayesinde bu oyunu biz kazanacağız." Gülümsedim, gerçekten karşısındaki insanla nasıl konuşacağını, nasıl laflarıyla alt edeceğini iyi biliyordu ama Alessi hiç oralı olmadan güldü.

 

"Unuttuğun bir şey var yakışıklı. Siz bu oyunun piyonlarısınız ve piyonlar oyun kazanamaz."

 

"Her piyon bir vezir adayıdır, bunu sakın unutma ve güçsüz gördüğün biri seni çok fena şaşırtabilir." dedi Araf oldukça sakin bir sesle. "Sadece zamanını bekle. Zamanı geldiğinde ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksın."

 

"Evet zamanı geldiğinde anlayacağım." diyerek içkisini yudumladı. "Zamanı geldiğinde benim ne kadar güçlü olduğumu hem ben, hem tüm Türkiye, hem de siz anlayacaksınız."

 

Onun kendisini övmesine göz devirerek etrafıma baktım. "Kızın nerede?" Merakla sordum. "Yoksa birileri seni kızdırdıda kızınla tehdit etmek yerine öldürdün mü onu?" dudakları iki yana kıvrılıp birkaç saniye güldü.

 

"Merak etme Maviş, kızım hâlâ hayatta." dedi. "Tıpkı ben istediğim için siz hayatta olduğunuz gibi." O istediği içinmiş... Yakında biz istediğimiz içinde kendisi parmaklıklar ardında olacaktı.

 

"Bizden ne istiyorsun? Şu saçma oyunlarına bir son ver de ne istediğini açıkca söyle." Başını iki yana sallayarak reddetti beni.

 

"Ama oyun olmazsa çok sıkıcı olur. Hem ben hem siz eğlenemezsiniz." Çok eğleniyorduk ya biz de!

 

"Bu arada..." dedi, elindeki kadehi masanın üstüne bıraktı. "Umarım benimle oyun oynanmayacağını anlamışsınızdır. Bir daha bana ait olan ev olsun, mekan olsun gizlice girdiğinizi duyduğum anda korkutmakla yetinmem kendi ellerimle polise ihbar ederim."

 

"Hadi ama Alessi, oyuncağını kendi ellerinle başkasına mı teslim edeceksin." dedim alayla. Araf yanımda durup elimi tutuyordu ve konuşmuyordu hiç. "Az önce kendin söyledin. Oyun olmazsa eğlencesi kalmaz, oyun arkadaşlarını kendi ellerinle itersen oynayacak kişi kalmaz. Bence başka şekilde tehdit etmelisin."

 

"Maviş, Maviş, Maviş... Beni çok hafife alıyorsun." Kınyıcı bir tonda konuşmuştu. "Benim aklımdan geçeni ben bile kestiremiyorken benim sizi ihbar etmeyeceğimi düşünmen aptallık olur." Nedense bu dediğine inanmıştım ama bizi ihbar edeceğine inanmamıştım. O kadar oyun çevirmişti, o kadar hazırlık yapmıştı, şimdi kendi elleriyle bizi ihbar etmesi onu tam bir aptal yapardı.

 

İstediğini elde etmeden bizi ihbar etmeyecekti.

 

"Bence sen de bizi çok salak yerine koyuyorsun." Etrafıma bakıp devam ettim. "Düşmanından sana bir tavsiye; asla karşındakini hafife alma." dedim. "Tecrübe konuşuyor yanında." Evet tecrübeliydim, Alessi'yi hafife almıştım ve hayatımın en büyük hatasını onu hafife alarak yapmıştım.

 

Onun cevap vermesini beklemeden Araf'la birlikte gitmek için bir adım atmıştık ki tekrardan konuştu. "Bu yarın olacak davet için bir araba gelip sizi alacak. Ayrıca korkmanıza gerek gerek yok, davette kimse sizi ihbar etmez." Kaşlarım çatıldı, bizim yerimizi biliyordu. Bilmese şaşırırdım zaten!

 

Hep bizden bir adım önde olması sinirlerimi bozuyordu!

 

Araf'la birlikte bir şey demeden evden çıktık ve motora bindik. Eve gelince Araf olup biteni Erdem Yarbaya anlattı. Erdem Yarbaya göre o davetteki herkes tehlikeli ve illegal işlerle uğraşan insanlardı, çünkü Alessi kimsenin bizi ihbar etmeyeceğini söylediği için onun böyle düşünmesi normaldi. Aslında ben de öyle düşünüyordum. Ve tabii yine Erdem Yarbaya göre Alessi bizden ne istiyorsa bunu o davette açıklayacaktı. Yoksa neden bizi düzenlediği davete davet etsin ki?

 

Yarın olunca Araf'la birlikte tanınmayacak bir şekilde hazırlanıp alışverişe çıktık. Erdem Yarbay ne kadar bize bir bavul dolusu kıyafet getirsede bunlar elbise veya takım elbise değildi. Her ne kadar hazırlanmak istemesekte davete kot pantolon ve tişörtle gidemezdik. Alışverişi yaptıktan sonra eve gelmiştik. Herhangi bir plan yapmadık çünkü henüz bir şey bilmiyorken ne üzerine plan yapacaktık ki? Bir şey bilmiyorken yaptığımız planın tutmama ihtimali olası bir şeydi.

 

Akşama kadar evde oturduk, akşam olunca ise hazırlanmak için odalara dağıldık. Üzerime bedenimi saran mini bir elbise giydim. Elbisenin kolları uzundu ve kollarımı saran bez parçası tüldü, hafif tenim görünüyordu. Yüzüme fazla abartmadan makyaj yapıp saçlarımı doğal haliyle bıraktım. Zaten hafif dalgalı olduğu için güzel duruyordu. Hava soğuk olduğu için üzerime deri ceketimi aldım, orada çıkartırdım nasıl olsa. Elime de küçük çantamı aldım. Odadan çıkmadan önce elbiseden görünmeyecek bir yere bacak kılıfını takıp silahımı yerleştirdim. Aynı yere çakıyı da koyunca hazırdım.

 

Odadan çıkınca Araf'ın hazır olduğunu ve salonda beni beklediğini gördüm. Üzerinde ona tam oturan siyah bir takım vardı. Ayak seslerinden benim geldiğimi anlamış olacak ki bakışları beni buldu, baştan ayağa beni süzdü ve dudakları iki yana kıvrıldı.

 

Yanına gelince beni belimden kavradığı gibi yanına çekti. Dudaklarım kısa ama beni etkileyecek bir öpücük bıraktı. "Hayatımda gördüm ikinci en güzel kadınsın." Kaşlarım havalandı, birinci kimdi?

 

"Birinci kimmiş merak ettim doğrusu." dedim, sesimde bariz bir kıslançlık vardı ve bunu o da fark etmişti.

 

"Annem, annemden sonra hayatımda gördüğüm en güzel kadın sensin." Bu sefer gülümsedim. Dudaklarıma tekrardan bir öpücük kondurdu. "Hatta hayatımda bu iki güzel kadın dışında benim gözlerim başka kimseyi görmüyor." Gülümsemem genişledi, ellerimi boynuna çıkardım ve ensesindeki saçlarına dokundum.

 

"Hım." dedim "Sanırım benim de hayatımda aşık olduğum ikinci erkek sensin." Tek kaşı kalktı. Gözümün önüne gelen bir tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırdı ve konuştu.

 

"Umarım ilk erkek babandır." Kıkırdadım.

 

"Bilmem, belki değildir." dedim onu kıskandırmak adına. Kaşları havaya kalkarken gülmemek için kendimi sıktım.

 

"Acaba bu güzel kadın beni kıskandırmaya mı çalışıyor yoksa ben yanlış mı anlıyorum." Alt dudağımı ısırdım, bakışları dudaklarıma kayken bir elini dudağıma götürüp ısırdığım dudağıma dokunarak ısırmamı engelledi. Isırdığım alt dudağımı dudaklarının arasına alarak öptü. "Isırma dudaklarını." dedi bakışları hâlâ dudaklarımdayken. "Ayrıca soruma hâlâ cevap vermedin."

 

"Evet, hayatımda aşık olduğum ilk adam babam ve yine evet, seni az önce kıskandırmaya çalıştım." Başını boynuma koydu ve burnunu boynuma sürtüp iç çekti.

 

"Beni kıskandırmaya çalıştığını anlamama rağmen kıskandım." dedi boğuklaşan sesiyle. "Şimdi bunun cezası olarak seni öpmeliyim." dedi, benim bir şey dememe kalmadan başını boynumdan çekti ve tekrardan dudaklarımızı birbirine kenetledi. Bu ceza çok hoşuma gittiği için parmak uçlarımda yükselip ona karşılık verdim. Elleri belimden yüzümü buldu ve baş parmağıyla usulca okşadı. Onu öperken denizi andıran ferah kokusu burnuma doldu. Sırf ben kokusunu seviyorum diye alışverişe gittiğimizde kullandığı parfümünden de almıştı. Tabii bana da kullandığım parfümü almıştı çünkü o da benim kokumu seviyordu. Parfümümüzün kendi tenimizin kokusuyla karışan kokusunu seviyorduk ikimizde.

 

Biz birbirimizi öpmeye öyle bir daşmıştık ki gerçek dünyadan soyutlanmıştık sanki. Ta ki evin önünde duyduğumuz korna sesine kadar. Araf'la nefes nefes ayrılırken alnını alnıma yasladı, gözleri hâlâ kapalıydı. "İki dakika rahat yok!" diye söylendi. "Taburda Meriç, hatta timin hepsi, burada da Alessi cadısı!" Onun söylenmesine kıkırdadım ve dudaklarına kısa bir buse kondurup ondan ayrıldım.

 

Kapıya giderken kapının önüne bıraktığım siyah ince bantlı topuklu ayakkabılarımı ayağıma geçirmek için hafif eğilmiştim ki Araf benden önce davranarak yere eğildi ve topuklu ayakkabıyı aldı. Şaşkınca ona bakarken o beni umursamadan ayak bileğimden tutup hafif kaldırdı. Ayakkabıyı ayağıma geçirdikten sonra bandını da taktı ve diğer ayağımada ayakkabıyı geçirdi. İşi bitince doğrulup elimi tuttu. Dışarıya çıkmadan önce yanağına bir öpücük kondurdum. "Seni seviyorum." diye mırıldandım.

 

"Emin ol benim kadar seviyor olamazsın." dedi gülümseyerek.

 

Birlikte dışarıya çıkınca ilk önce etrafımızı kontrol edip Alessi'nin bizim için gönderdiği arabaya bindik. Şöför arabayı çalıştırıp yola çıkarken içimden umarım bizimle ne derdi varsa öğreniriz diye geçirdim. Artık bizimle ilgili derdini öğrenelim ki ona göre biz de bir adım atalım.

 

İki saatin sonunda görkemli bir davet salonuna gelmiştik. Etrafta kimse yoktu, bu beni şüphelendirdi doğrusu. Bu kadını herkes tanıyordu ve bir davet düzenlediği halde gazeteciler gelmemişti. İlginç doğrusu.

 

Arabadan inince kapıda bekleyen adamların yanından içeriye girdik. Merdivenlere gelince yukarıdan şöyle bir aşağıyı süzdüm. Birçok insan vardı, garsonlar etrafta dolanıp duruyordu. Çok kalabalık değildi ama az da değildi. Normal boyutta bir kalabalık vardı.

 

Araf sıkıca elimi tutup merdivenlerden aşağıya inmeye başladı. Birkaç kişinin bakışları bize döndü ve yanındakini dürtüp fısıldaşmaya başladılar. Bu şekilde neredeyse herkesin bakışları bize dönerken biz de sonunda salonun bulduğu büyük yere gelebilmiştik. Az ilerideki Alessi dikkatimi çekti, gülümseyerek bize bakıyordu. Yanına gelmemiz için elini hafif kaldırınca baygın baygın ona baktım. Araf'la birlikte ilerledik ama onun yanına gitmek yerine boş masallardan birince gittik.

 

Her dediğini yapacak değildik herhalde.

 

Göz ucuyla Alessi'ye baktığımda sırıttığını gördüm. Sahneye doğru ilerlediğini görünce merakla onu izlemeye başladım. Sahneye çıkıp eline mikrofonu aldı.

 

"Hoş geldiniz sevgili dostlarım." diye giriş yaptı konuşmasına. Bakışları bize kayınca devam etti. "Ve tabii aramıza yeni katılan Araf ve Cemre de hoş geldi." Bütün bakışlar yine bize dönerken Araf'la ikimiz sadece donuk bir şekilde bakmakla yetindik.

 

"Sözü fazla uzatmadan buraya geliş amacımıza geçelim isterseniz." dedi ve bu sözlerinden sonra herkes hareketlenmeye başlayınca kaşlarım çatıldı.

 

"N'oluyor ya?" dedim. "Hepsi birden bize silah falan mı çekecek?" Yanımdaki Araf'ın güldüğünü işittim.

 

"Şüphelenmedim değil." derken kalabalığın gittiği yere bakıyordu. Salondaki neredeyse herkes bir kapıdan içeriye girmişti.

 

"Siz gelmiyor musunuz?" diyen sesin sahibine baktım. Alessi olduğu yerde durmuş bize bakıyordu.

 

"Yine ne planlıyorsun sen?" Araf sakin bir sesle sordu ama etrafında ne olup bittiğini bilmemek onu içten içe sinirlendiriyordu.

 

"Bunu görmeden öğrenemezsiniz." deyip yanımızdan geçerek gitti ve kalabalığın geçtiği kapıdan o da geçti. Araf'la bir süre bakışsak da mecbur biz de oraya ilerledik. Kapıdan geçince aşağıya inen bir merdiven olduğunu gördük ama burası az önce geldiğimiz salona göre bir hayli karanlıktı.

 

Araf elini belime atıp merdivenlerden inmeye başladı. Gözlerimiz biraz olsun karanlığa alışınca önümüzü daha net görmeye başladık. Merdivenler bitince karşıdaki kapının altından ışık sızdığını gördük. Adımlarımızı oraya yönelirken Araf kapı kolunu tutup açtı. Karanlıktan aydınlık bir yere geçtiğimiz için gözlerim kamaştı ve kısıldı. Kısık gözlerle etrafıma bakarken gördüğüm şeyle dudaklarım aralandı ve O şekildini aldı ağzım.

 

Bildiğin şu anda herkes kumar oynuyordu burada. Birçok kumar masası vardı, masanın etrafında oldukça açık giyinmiş zayıf ve uzun boylu kızlar vardı. Masanın etrafında da az önceki davetteki herkes vardı.

 

Şaşkınca etrafıma bakıp "Kadın kumar oynatmak için davet düzenlemiş bildiğin ya!" dedim. "Manyak bu kadın!"

 

"Siz oynamıyor musunuz? Öyle ayakta durmak için gelmediniz değil mi buraya?" dedi Alessi.

 

Dişlerimi sıktım ve konuştum. "Manyaksın sen! Niye çağırdın bizi? Kumar oynatmak için değil herhalde!"

 

"Her şeyin zamanı var Maviş, şimdi biraz eğleneceğiz." Zamanmış, o zaman bir türlü geçmiyor ama! "Hadi, bu masayı size ayarladım." Eliyle gösterdiği masaya baktım. Bir çift vardı masada ve oynamak için sanırım bizi bekliyorlardı.

 

Bakışlarım Araf'a kaydı. "Oynayacak mısın?" Sordum.

 

"Oynayalım bakalım, bu seferki derdi neymiş sarı şeytanın!" Onu onaylayıp masaya doğru ilerledik. Araf otururken ben ayakta durup etrafıma baktım. Neredeyse herkes oynuyordu. Tabii ben hariç.

 

Aklıma gelen şeyle üzerimde hâlâ duran deri ceketimin cebinden telefonumu çıkardım, kısaca etrafa göz atıp telefonun kamerasını açtım. Çaktırmadan bu insanların birkaç fotoğrafını çekip telefonu cebime koydum.

 

Kim bilir, belki bir gün lazım olurdu.

 

"Araf." dedim hafif ona doğru eğilerek. "Ben bir lavaboya gidip geleceğim." Bakışları beni buldu.

 

"İstersen yanında geleyim." Başımı iki yan salladım.

 

"Gerek yok, beş dakikaya gidip geleceğim."

 

"Tamam, dikkatli ol." Başımı sallayarak yanından ayrıldım. Karanlık merdivenlerden yukarıya çıkıp salona geldim. Burada sadece birkaç koruma vardı. Amacım lavaboya falan gitmek değildi, sadece birkaç araştırma yapmaktı. Belki birkaç bir şey bulabilirdim. Hazır herkes kumar oynuyorken bu fırsatı değerlendirmek güzel olurdu.

 

Burada oda falan olmadığı için merdivenlerden yukarıya çıktım. Yukarıya çıkınca sağ ve sola ayrılan koridorlara baktım, tam karşımda kapı vardı, dışarıya çıkılan büyük kapı. Kapının tam önünde gördüğüm kürsü gibi şeye gittim. İçeriye girince burada görevli bir kızın olduğunu görmüştüm ama şimdi yoktu. İçeriye girenlerin ismini kontrol ediyordu kağıttan, tabii bizimkini kontrol etmemişti. Ne de olsa bu davet bir nevi bize düzenlenmişti, yani ben öyle tahmin ediyordum. Etrafımı kontrol edip üstündeki kağıtlara baktım. Hepsi buradaydı.

 

Belki buradaki insanların isimleri lazım olur diye kağıtları dizip hepsinin fotoğrafını tek tek çektim. Dışarıdan duyduğum adım sesleriyle kağıtları tekrardan eskisi gibi koyup koridorun sağına doğru ilerledim. Omzumun üstünden arkama bakınca bir korumanın merdivenlerden aşağıya indiğini gördüm. Etrafta başka kimse olmadığı için önüme çıkan kapıları tek tek açmaya çalıştım ama hepsi kilitliydi.

 

Önceden önlemini almıştı anlaşılan.

 

Aslında kapıları açmam sadece birkaç dakikamı alırdı ama o kadar çok kapı vardı ki hepsini açıp incelemem neredeyse bir saatimi alırdı, hatta bir saati de geçerdi. Onun için vazgeçip tekrardan merdivenlere yöneldim. Aşağıya inerken gözüme merdivenin sonundaki koruma takıldı.

 

Bu dün neredeyse kafasını gövdesinden ayıracağım adamdı. Dün dövüp boğazına bıçak dayadığım adam.

 

Topuklu ayakkabılarımın sesinden dolayı bakışları beni buldu. Gözleri benimle kesişince kaşları çatıldı ama benim onun aksine dudaklarım iki yana kıvrıldı.

 

"Nereden geliyorsun sen?"

 

Aşağıya inmeye devam ederken cevapladım onu "Tuvalatten." Kaşları iyice çatıldı.

 

"Tuvalet şu tarafta." dedi merdivenlerin sağ tarafını göstererek. Burada o da yok diye yukarıya çıkmıştım ama bir tanesi gözümden kaçmış demek.

 

"Bende zaten bulamadığım için geri geliyorum." diyerek yanından geçtim ama o konuşmaya devam etti.

 

"Girmeyecek misin tuvalete?"

 

"Yok, biraz daha tutabilirim." deyip ilerlemeye devam ettim. Son anda aklıma gelen şeyle omzumun üstünden ona baktım. "Boynun ne durumda? Umarım çok hasar vermemişimdir." dedim. "Gönül isterdi ki o boynunu gövdenden ayırmak güzel olurdu ama inşallah başka zamana." O sinirle bana bakarken karanlık merdivenlerin olduğu yere geldim.

 

Yine karanlık merdivenlerden aşağıya inip o odaya girdim ama gördüğüm şey olduğum yerde durmama neden oldu.

 

Şu anda altına neredeyse kıçını gösterecek bir etek giymiş, üzerinde aşırı derece gögüs dekoltesi olan bir bluz giymiş bir kız Araf'a doğru yaklaşıyordu. Allah'ım bir de kıvırta kıvırta gidiyordu ya! Aklınca kur yapacak!

 

Adımlarımı hızlandırarak oraya doğru yaklaşmaya başladım. Kız neredeyse Araf'ın yanına varmıştı bile. Yanına tamamen varınca o uzun tırnaklı ellerini kaldırdı, o sırada Araf'ın da bakışları ona kaydı ve gördüğüm kadarıyla kaşları çatıldı. Kız tam onun omzuna elini koyuyordu ki Araf daha o dokunamadan onun elini parmağının ucuyla ittirdi. Bu beni gülümsertirken kız hafif tebessüm ederek yine elini onun omzuna koymaya çalıştı. Geri zekalı! Adam senin elini itiyor niye hâlâ dokunmaya çalışıyorsun acaba!

 

Sonunda onların yanına gelince Araf'ın yine kızı uzaklaştırmak adına kaldırdığı elini havada tutup parmaklarımın arasına kenetledim. Araf beni görünce gülümsedi ama gülümsemesine karşılık veremeden eli havda kalan yarı çıplak kıza baktım. Havadaki elini tutup onu hafif bir şekilde ittirdim.

 

"Hadi kızım, işine bak sen! Milletin sevgilileri istemediğini beden dilleriyle ifade ederken bir daha ikinci adımı atma!" dedim dişlerimin arasından. Araf'ın elini bırakmadan kıza doğru bir adım attım ve dişlerimin arasından konuştum. "Yoksa güzelleşmek için paralar harcadığın botokslarının yerini değiştiririm!"

 

Araf beni hâlâ tuttuğu elimden yanına doğru çekerken kızın hâlâ bön bön bana baktığını gördüm. Sinirlerim iyice tepeme çıkarken bacağıma yerleştirdiğim bıçağı elime aldım. "İlla icraata mı geçmem gerekir benim!" dedim, sesim hafif yüksek çıkmıştı. Kız küçümsercesine bakıp yanımızdan ayrıldı.

 

"Haspap! Hem sevgilime kur yapıyor hem de bana küçümseyerek bakıyor!" Sessizce söylendim ama masadakilerin beni duyduğuna emindim. "Şeytan diyor o küçümseyerek bakan gözlerini oy!"

 

"Sakin ol." diyen Araf'a baktım. Bir anlığına bakışlarım masadaki insanlara kaydı, hepsi bana bakıyordu.

 

"Ne var? Hiç mi kıskanan insan görmediniz?" dedim sinirle. Araf bel boşluğuma elini koyup sakin olmam için hafif okşadı.

 

"Gördük tabii." dedi kadınlardan biri. "Ama bu kadar kendini kaybedeni görmedik." Gözlerim kısıldı, yanındaki adama baktım. Az önceki kızdan bir farkı olmayan bir kadının yanında durduğunu fark ettim, arada bir neredeyse yarısı açık gögüslerini göstermek için eğilip duruyordu ve adam da hiç çekinmeden bakıp sırıtıyordı.

 

"Ah doğru." dedim kadına bakarak. "Siz fazla açık gönüllü olduğunuz için yanınızdaki erkeği bir yemek gibi herkesle paylaşabilirsiniz ama bizim kıskançlığımızı fazla bulursunuz. Kusura bakmayın sizin kadar açık gönüllü olmadığım için." dedim kinayeli bir sesle. Kadın bozulurken ben Araf'a baktım, sırıtarak bana bakıyordu.

 

"Sırıtma sen de!" dedim sessizce. "Niye yaklaştırıyorsun o kadını yanına?" Hâlbuki kadın ona dokunmaya kalkınca hemen itmişti onu ama yine de hesap sordum.

 

"Güzelim görmedin mi? Bana dokunmasına izin vermedim." Omuz silktim.

 

"Ama yine dokunacaktı."

 

"Ama dokunmadan kurtarıcı meleğim kurtardı." Bir an gülümseyecek gibi oldum ama son anda kendimi tuttum.

 

"Beni bu şekilde yumuşatamazsın." dedim, göz ucuyla masaya baktım. "Hem kalk artık şuradan. Alessi de bize ne söyleyecekse söylesin ve bu iğrenç yerden gidelim." Sözümü ikiletmeden kalkınca gülümsedim.

 

"Daha doğru dürüst oynamadık bile." diyen adama baktım.

 

"Bulursun sen oynayacak birini." dedim. Göz ucuyla yanındaki kadına baktım. "Birilerini bulmada belli ki tecrübelisin." Adamın cevap vermesini beklemeden Araf'ın elini tuttuğum gibi peşimden sürekledim. Birkaç kişinin bakışlarının bizim üstümüzde olduğunu görünce konuştum.

 

"Yaklaş azıcık bana! Yoksa katil olacağım burada!" Gülerek elini belime atıp saçlarımın üstüne öpücük kondurdu.

 

"Kıskanınca ayrı güzel oluyorsun." Kulağıma fısıldadı şeyle olduğum yerde durup ona baktım.

 

"Kıskanınca gözüm kimseyi görmüyor Araf, valla arada sen de kaynama." Boştaki elini teslim olurmuş gibi kaldırdı. Onu umursamadan az ileride telefonuyla konuşan Alessi'nin yanına gidip telefonu kulağından çekip aldım. Konuştuğu kişiyle aramasını sonlandırıp telefonu tekrardan ona verdim.

 

"Sadede gel ve bizden ne istediğini söyle. Yoksa başta sen olmak üzere hepinizi kurşuna dizeceğim!" Benim sinirimin aksine o güldü.

 

"Kıskanç Maviş de bir ayrı oluyormuş." Dalga geçmesiyle göz devirdim. Şeytan diyor tut o sarı saçını geçir masalardan birine ama tabii şeytana uymadım ve sakin olmaya çalışarak ona baktım.

 

Araf benim sinirlendiğimi anlyınca araya girdi ve konuştu. "Konuşacak mısın artık!"

 

"Valla tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş misali gibi birbirinize tam uymuşsunuz." dedi ve ilerlemeye başladı. Bize bakmadan konuşmasına devam etti. "İkinizde en ufak şeyden sinirleniyorsunuz. Azıcık hayatın eğlencesine bakmak yerine sinir küpü gibi gezmek zor olsa gerek."

 

Karşımızdaki tam bir şeytan olduğu için sinir küpü gibi gezmemiz gayet doğaldı.

 

Alessi masaların arasından geçerek tam ortada durdu. Sesini duyurabilmek adına bütün sesleri kesmek için elini önündeki masaya koyup vurdu. Sesler yavaş yavaş kesilirken Alessi'de hafif boğazını temizleyip yüksek bir sesle konuşmaya başladı.

 

"Hepimiz biliyoruz ki buraya biraz eğlenmek ve aramıza yeni katılan Araf'la Cemre'ye bir teklifte bulunmak için toplandık." Aramıza yeni katılan Araf ve Cemre mi? Ve teklif?

 

Ne saçmalıyordu yine bu?

 

Araf aklımdan geçenleri duymuş gibi araya girdi. "Ne saçmalıyorsun sen? Biz aranıza falan katılmadık!" Sesi oldukça sert ve katı çıkmıştı. Bu ses tonunu ilk onunla karşılaştığımız dağ başında duymuştum.

 

"Ama bu saatten sonra bizden biri olacaksınız." dedi Alessi kendinden emin bir sesle. "Sizden dağa çıkıp dağdaki adamlarımıza eğitim vermenizi istiyoruz." Kaşlarım havalanırken onu takip eden gözlerim irice açıldı. Herhalde dalga geçiyordu bizimle. Bunun başka bir açıklaması olamazdı.

 

Eğer dalga geçmeyip ciddi bir şekilde bizden böyle bir teklifte bulunuyorsa bu tamamen gülünç bir şeydi. Kâbul etmeyeceğimizi adı gibi bilmesi gerekiyordu.

 

"Güzel şakaydı, şimdi bize asıl derdinin ne olduğunu açıkla." Araf ne kadar sakin kalmaya çalışsada ses tonundan hiç de sakin olmadığını anladım, keza ben de öyleydim. Bu kadın a dese sinir tepeme çıkıyordu. Hele bu son dediği... Buna sadece gülerdim.

 

"Şaka değil. Sizden dağa çıkıp adamlarımıza eğitim vermenizi istiyoruz." Alessi kendinden emin bir sesle konuşurken benim bakışlarım çevredeki insanlara kaydı, hiçbiri bir tepki vermiyor sadece izliyordu. Eminim ki hepsi Alessi'nin dağa çıkıp eğitim verin demesinden asıl amacın teröristlere eğitim verin dediğini biliyordu ama kimsede herhangi bir tepki yoktu.

 

O zaman bu kadar insanda terör örgütüne çalışıyordu, ya da onlara yardım ediyordu. Ah! İkiside aynı şey sonuçta. Buradaki insanların hepsi terör örgütüne birer üyeydi!

 

"Sen karşımıza geçmiş teröristlere eğitim vermemizi mi istiyorsun?" Oldukça sert bir şekilde sordu Araf. Alessi de başını sallayarak onayladı. Araf hiseterek bir şekilde gülüp konuştu. "Senin beyninde sorun mu var? Biz Türk askeriyiz! Bir teröriste eğitim vermek yerine onu bizim topraklarımızı ele geçirmeye çalışıyor diye o toprağa gömeriz!" Sinirden dolayı tuttuğu elimi sıkmaya başlayınca boştaki elimi koluna doladım sakin olsun diye ama ben bile sakin olamıyorken onun sakin olmasını pek ummuyordum.

 

"Asker mi?" dedi Alessi, sanki birini arıyormuş gibi etrafına baktı. "Hani? Nerede? Ben göremiyorum." Bakışları tekrardan bize döndü. "Ah sanırım vatan haini olan kendinizden bahsediyorsunuz." Bu sefer benim elim yumruk oldu. Kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu ve amacını şu anda daha iyi anlamaya başlamıştım.

 

Başından beri böyle bir haber çıkardıktan sonra bizim kaçacağımızı biliyordu çünkü kendisi ortaya kusursuz bir video çıkarmıştı. Bizim de bunu tahmin edeceğimizi bildiği için kaçacağımızı tahmin etmesi zor olmamıştır. Şu anda neredeyse tüm Türkiye genelinde aranan vatan hainleriydik biz, ya ömrümüzün sonuna kadar hayatımızı kodeste geçirecektik ya da Alessi'nin dediği gibi teröristlere çalışıp onları eğitecektik. Kendimizi aklama olayını kendi kafasında direkt es geçmişti çünkü kendine öylesine güveniyordu ki kendimizi aklayamayacağımızdan adı kadar emindi. Ama atladığı bir nokta vardı...

 

Biz kodeste çürüyeceğimizi bilsek dahi hayatta bu toprakları ele geçirmeye çalışan it sürüsünü eğitmezdik ve onlara yardım etmezdik.

 

Alessi bu detayı atlamıştı.

 

"Bu yüzden bizi tüm Türkiye'de vatan haini olarak tanıttın değil mi?" Sanırım Araf da benim düşündüğümü düşünmüş olmalı ki konuştu. "Bizi vatan haini olarak tanıttın, peşimize bütün Türkiye'yi saldın sonra da bizim senin gibi birinin teklifini kâbul edeceğimizi düşündün."

 

Gülerek "Zeki olduğunu hep söylemişimdir." dedi. Bakışlarını içerideki insanlarda dolaştırdı. "Böyle zeki kişilerin, özellikle de Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup kişilerin bizim adamlarımızı eğittiğini düşünsenize." dedi içerideki insanlara hitaben. "Ah bir de bordo bereli eğitimi almışlardı değil mi? Üst düzey eğitime tabi tutularak yetiştirilmiş seçkin askerler olduğunuzu da göz ardı edemeyiz." Bildiğin bizim onlara çalışacağımızdan emin gibi konuşuyordu. Tamamen aptallık ediyordu o zaman. Daha fazla susmadan konuşmaya dahil oldum.

 

"Üst düzey eğitime tabi tutulmuş seçkin askerin bu toprakları ele geçirmeye çalışan bir avuç it sürüsüne çalışmayacağınıda bilmen lazımdı. Ne de olsa Türk Silahlı Kuvvetlerini bilecek kadar bizi araştırmışsın, bunu bilmemek aptallık olur gibi."

 

"Hadi ama Maviş, hayatınızın geri kalanını parmaklıklar ardında mı geçireceksiniz? Büyük ihtimalle sizi hücreye kapatacaklar, temiz havayı bile rüyanızda göremeyeceksiniz."

 

"Biliyor musun Alessi?" dedim, sesimi duyurabilmek adına biraz yükselettim. "Şimdi teslim olsak ve siz bu ülkeye hainlik ettiniz, sizi idam ettireceğiz deseler gözümü bile kırpmadan idam edilmemi beklerim ama asla bir teröriste yardım etmem!" Benim kararlı duruşum ve sözlerimle sinirlendiğini hissettim.

 

"Cevabınızı aldığınıza göre bize yol göründü." dedi Araf ve elimi sıkıca tuttu. "Umarım birine böyle saçma bir teklifte bulunurken iki kere düşünürsünüz, özellikle de bu kişi bir Türk askeriyse." Birlikte odadan çıkıp karanlık merdivenlerden geçtik. Salona gelince oradan da merdivenlere yönelip davet alanından çıktık. Dışarıya çıkınca derin bir bir nefes aldım, sinirden başım ağrımaya başlamıştı.

 

"Geri zekalı!" diye söylendim. "Askerlerle ilgi her şeyi araştırıyor ama ona rağmen gelip bize saçma sapan bir teklifte bulunuyor." Araf'la birlikte caddede yürürken içimden söylenmeye devam ediyordum.

 

Maalesef ki o kadar yolu yürüyerek gidecektik. Kamufle olabileceğimiz hiçbir şey yoktu yanımızda ve bu yüzünden taksiye veya otobüse binsek anında tanınırdık. Zaten saat oldukça geç olduğu için bu saatte hâlâ otobüslerin olduğundan bile emin değildim. En son otobüse bindiğimde lisedeydim ve o zamanlar yedi yörmi dört çalışan otobüsler yoktu, herhalde hâlâ yoktur.

 

Araf biraz olsun sakinleşmiş olacak ki hızlı oluk alkışları yavaşladı. Beni kolunun altına çekip başıma bir öpücük kondurdu. "Oradaki herkes terör örgütüne birer üye, keşke elimizde onların fotoğrafı olsaydı. En azından kendimizi aklayınca o insanları da yakalardık. Dışarıda rahatça dolaşmaları adil değil" Dediği şeyle sırıtıp ona baktım. Saat oldukça geç olduğu için dışarıda pek insan yoktu, sadece ara sıra arabalar geçtiği için oldukça rahattık. Zaten polisler bizi hâlâ Kars'ta arıyordu, İstanbul'da olduğumuzu bizimkiler dışında kimse bilmiyordu.

 

"Senin bu biraz kıskanç biraz da akıllı sevgilin ne yaptı sence?" Egolu bir şekilde konuşmamla gülerek başını eğdi ve bana baktı.

 

"Ne yapmış benim bu biraz kıskanç ve akıllı sevgilim?" Kıkırdadım, cebimden telefonumu çıkarıp galeriye girdim ve ona uzattım. Olduğu yerde durup kumar oynarken çektiğim insanların fotoğrafına şaşkınca baktı. Elimi uzatıp fotoğrafı yana kaydırdım ve kapının önünde isimlerin yazdığı fotoğrafı gösterdim.

 

Bir süre fotoğrafları inceledikten sonra telefonu kapatıp cebine attı ve yüzümü büyük ellerinin arasına hapsedip dudaklarıma sert bir öpücük kondurdu. "Sen var ya..." dedi tekrardan dudağımdan öptü. "İyi ki hayatımdasım. İyi ki seni sevmişim." Gülümseyerek kollarımı ona doladım. "İyikilerimin başında hep sen varsın be kadın." Kulağıma fısıldadı şeyle gülümsemem genişledi. "Seni tahmin bile edemeyeceğin kadar çok seviyorum." Ben de, ben de onu çok seviyorum.

 

"Şimdi gerisini onlar düşündün. Artık onlardan bir adım öndeyiz." dedi ve benden ayrıldı.

 

"Aslında bir değil iki adım öndeyiz." Bakışları bana kayarken devam ettim. "Yani sanırım."

 

"Nasıl?"

 

"Dün Alessi'nin evine gitmiştik ya." Başını sallayınca devam ettim. "İşte odaları aramak için ayrılınca yatak odasına giremeden yerde bir flash belle ve sim kartı buldum, oda da oldukça dağınıktı. Sanırım Alessi birine sinirlenmiş ve odayı dağıtmıştı, o sırada sanırım sim kartıyla bellek yere düşmüş ve ben de belki işimize yarar diye aldım." Açıklamamla gülümsedi. Ona bunları bahsetmeyi unutmuştum, unutmasaydım eminim ki aldığım şeyleri incelerdik ama bügün kesin incelemeye başlardık.

 

"Umarım içleri boş değildir." diye mırıldandım.

 

"Birinden birinde illaki bizim işimize yarayacak şeyler buluruz." dedi ve benimle birlikte tekrardan yürümeye başladı. Bizimde ellerimizde bir şeylerin olmasından dolayı biraz olsun morali yerine gelmişti. Hatta şarkı bile mırıldanıyordu. Ona biraz daha yaklaşıp ne mırıldandığını dinlemeye çalıştım. Duyduğum şarkı sözleriyle gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Benim dinlediğimi duyunca biraz yüksek sesle söylemeye başladı.

 

"Benim gönlüm sarhoştur

 

Yıldızların Altında

 

Sevişmek, ah ne hoştur

 

Yıldızların Altında..."

 

"Bu şarkı bizim için anlamlı bence." dedi şarkıyı söylemeyi bırakarak. Neden anlamlı olduğunu biliyordum ama yinede ondan duymak istediğim için sordum.

 

"Neden?"

 

"Çünkü ben seni ilk gece yarısı yıldızların altında görmüştüm." dedi. "Sonra neredeyse seni yıldızların altında öpüyordum ama bizimkiler geldiği için bunu başaramamıştım." Kıkırdadım, o gün aklıma geldi. Hırsız gibi Elif'in evine girmeye çalışmışlardı.

 

"Birbirimizi sevdiğimizi yıldızların altında söyledik ve son olarak bir gece yarısı yıldızların altında el ele tutuşup kaçtık." Yüzünü birden buruşturunca meraklandım. "Senin bana kaçmanı tercih ederdim ama neyse." deyince güldüm.

 

Ben gülerken o devam etti. "Şu olaylar bir çözülsün evleneceğim seninle." Kaldırım kenarında onunla yürümeye devam ederken konuştum.

 

"Ne bu acele? Kaçıyor muyuz bir yere?"

 

"Görmüyor musun güzelim? Düşman yakamızı bırakmıyor. Biri bitiyor diğeri başlıyor. Alessi şeytanından sonra kesin başka bir bela bulur bizi, en iyisi bu beladan kurtulur kurtulmaz evlenmek ve bir tanede çocuk yapmak." Başımı kaldırarak ona baktım, planı da çoktan kurmuş beyfendi. "Bebeğimiz biraz büyüdükten sonra ikincisinide yaparız."

 

"Siz çoktan her şeye karar vermişsiniz Araf Bey. Keşke benimle ilgili olan hayallerinizi bana da söyleseydin de benim de haberim olsaydı."

 

"Söyledim ya şimdi." Göz devirdim, çok erken söylemişti ya.

 

"Lütfettin ya, keşke bana bu planı düğün günümüzde söyleseydin. Bu çok erken oldu." Alay etmemle güldü.

 

"Aslında sana evlenme teklifi edeceğim gün söylecektim ama konusu açılmışken söyleyeyim dedim." Gülmekle yetindim, o da başka bir şey demezken uzun bir yolculuk yaptık. Uzun uzun yürümeye alışıktım, sonuçta dağda saatlerce yürüyorduk ama şu ayağımdaki topuklular işkence çektiriyordu bildiğin bana.

 

Daha fazla dayanamazken ayakkabılarımı çıkarıp elime aldım. Araf bir çıplak ayaklarıma bir de bana baktı. Beni kucağına almak için harekete geçtiğini görünce hemen geri çekildim. "Saçmalama Araf, yürürüm ben."

 

"Çıplak ayakla mı?" dedi. "Olmaz! Gel kucaklayayım işte."

 

"Ya Araf saatlerce yürüyeceğiz, o kadar yol taşıyamazsın beni."

 

"Kaç kiloluk mühimmat çantasını sırtımda günlerce taşıyorum, seni mi taşıyamayacağım?"

 

"Olsun ben yürüm." deyip önden ilerlemeye başladım. O da pes ederek peşimden geldi ve ayakkabılarımı elimden aldı, boştaki eliyle de elimi tuttu.

 

Bir hayli yürüdükten sonra bizim oturduğumuz yerin yakınlarındaki bir parka gelmiştik. Parkın içinden geçerken birden boştaki elim biri tarafından tutuldu, bakışlarım elimi tutan kişiye kayınca kaşlarım çatıldı. Yaşlı bir kadındı. Yerde bağdaş kurmuş oturuyordu ve elimi iki elinin arasına hapsetmişti.

 

"Teyzeciğim ne yapıyorsun?" desemde kadın beni dinlemeden elimi tutmaya devam etti ve elinin birini avucumun içinde gezdirdi.

 

"Çok kötü şeyler olacak." dedi kısık bir sesle. Elini tekrardan avucumda gezdirdi. "Senden çok kötü enerjiler alıyorum. Düşman peşinizde, yakanızı bırakmıyor." Falcı falan mıydı bu kadın ya?

 

"Teyze düşmanın yanından yeni geliyoruz, sen onu hissetmişsindir." deyip elimi çekmeye çalıştım ama bırakmadı.

 

"Çok kötü şeyler olacak, birini kaybedeceksiniz." Kaşlarım çatıldı. "Hepinizi derinden sarsacak bir kayıp bu." Yutkundum ve Araf'a baktım, o da şaşkınca kadına bakıyordu.

 

Elimi hızla çekip kadından uzaklaştım. Kapanan gözlerini açarak bize baktı. "Daha fazla bu saçmalığı dinleyemeyecğim." diyerek birkaç adım atmıştım ki kadın tekrardan konuştu.

 

"Çok yakında, çok yakında sevdiğiniz biri yok olacak. Üstünüzde kara bulutlar var. Kötü enerjilerin hepsi toplanmış sana. Kötülük çok yakında." Nedenini bilmiyorum ama gözlerimin dolduğunu hissettim. Boğazıma bir yumru oturmuş gibi yutkunamadım. Ellerim titredi, ayakta zor duruyormuşum gibi hissettim.

 

Bir şey demeden birkaç adım attım. Araf da anında yanımda bitip elini belime atarak bana destek oldu. "İyi misin?" Sordu. "Çok kötü görünüyorsun. Eğer o kadının dediğinden dolayı böyle olduysan takma, saçmalıyor işte." Ona gülümsemeye çalıştım ama bunu bile başaramadım.

 

"Eve gitmek istiyorum." diyebildim sadece. Anlayışla gülümsedi ve birden beni kucakladı. Bu sefer itiraz etmeden gögsüne sokuldum. Adım atacak dermanım yoktu, zaten ev yakın olduğu için beni kucaklamasında sorun yoktu.

 

Kollarımı boynuna dolayıp başımı da boynuna yasladım, kokusunu soludum. Bu beni biraz olsun rahatlatırken gözlerimi kapattım. Gözlerimi açık tutmakta zorlanıyordum. On dakika sonra oturduğumuz yıkık dökük mahalleye giriş yaptık. Başımı oynatıp önüme baktım. Araf birden durunca ona konuştum.

 

"N'oldu?" Sesim aşırı güçsüz çıkmıştı. Birden ne olmuştu bana böyle?

 

"Evden çıkarken ışıkları açık mı bıraktın?" Sorusuyla kaşlarım çatıldı. Başımı oturduğumuz eve çevirdim ve ışıklarının yandığını gördüm. Kaşlarım iyice çatılırken hareketlenip Araf'ın kucağından indim.

 

"Hayır, kapatmıştım hepsini. Hatta seninle birlikte çıktık evden. Yanmıyordu hiçbiri." Aklıma gelen şeyle ona baktım. "Alessi olabilir mi? Sonuçta teklifini reddettik ve o da evimize gelmiştir."

 

"Anlayacağız." diyerek eve doğru ilerleyince bende peşinden koştum. Eve gelince cebinden anahtarı çıkardı, onunla birlikte silahını da çıkardı. Anahtarla kapıyı açınca bacağıma yerleştirdiğim silahımı bende aldım.

 

Silahın ucuyla kapıyı ittirip küçük koridoru kontrol etti. Beni arkasına alarak içeriye ilerledi. Ben de peşine düştüm. Daha iki adım anca atmıştık ki oturma odasının tahta kapısı açıldı ve elinde bir kase dolusu cipsle Meriç çıktı.

 

Bir dakika... Meriç mi?

 

"Hele şükür ya." dedi ağzına cips atarken. "Valla Alessi cadısı sizi öteki tarafa yolladı diye gidip evini basacaktım."

 

"Lan senin ne işin var burada?" Araf büyük bir şaşkınlıkla sordu.

 

"Hiç." dedi. Yüzüne büyük bir gülümseme yayılmıştı. Arkasındaki kapıdan timin geri kalanları da tek tek çıkmaya başladı. En sonda da Maya'yı görünce şaşkınlığım iki katına çıktı ama Meriç bizi biraz daha şaşırtacak bir cümle kurdu. "Biz size kaçtık komutanım."

 

Bize mi kaçmış?

 

"Ne?" dedi Araf. "Ne saçmalıyorsun oğlum? Ne işiniz var burada?"

 

"Ya neyini anlamıyorsunuz komutanım? Size kaçtık işte. Toplandık, bohçamızı aldık ve size kaçtık."

 

Bize kaçmışlar, hepsi, Maya'yı da almışlar yanlarına.

 

Sanırım benim beynim algılamamaya başladı.

 

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

Timin, hatta Maya'nın Araf ve Cemre'nin yanına geleceğini tahmin ettiniz mi?

 

Sizce neden geldiler?

 

Alessi'nin asıl amacını da öğrendik. Ne düşünüyorsunuz bunun hakkında?

 

Parktaki kadının dedikleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Neler olacak sizce?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümee görüşmek üzere kendinize iyi bakın🤍

 

 

Loading...
0%