Yeni Üyelik
22.
Bölüm

22.Bölüm "Meriç'le Bir Gün"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

​22.Bölüm "Meriç'le Bir Gün"

 

"Komutanlarım!" Duyduğum bağırma sesleriyle kıpırdanıp biraz daha Araf'a sokuldum. "Akşam oldu akşam." Aynı ses yine bağırdı. Birkaç garip ses çıkartarak başımı koyduğum Araf'ın boynuna mümkünmüş gibi biraz daha sokuldum.

 

"Uykum var." diye mırıldandım. Araf kollarını belime dolarken dışarıda bize seslenen Soner'e kızdı.

 

"Oğlum kapının önünden bir git! Horuz gibi ötme tepemizde!" Dudaklarım iki yana kıvrılırken dudaklarımı boynuna bastırdım, derin bir nefes alarak boynunu öptüm.

 

"Kaçak hayatı sizi çok değiştirdi komutanım, siz bu kadar uyuyan bir insan değildiniz. Çabuk kalkın ve kendi ellerimle hazırladığım kahvaltı masasına oturun."

 

"Lan Meriç bitti bir de sen mi başladın!" diye bağırdı Fatih. "Bir siktir git başka yerde çeneni yor! Mümkünse biz o sesini duymayalım."

 

"Delirtmeyin lan beni! Kalkın çabuk yataktan ve oturun şu kahvaltı masasına!" Evi inletecek derecede bağırınca huysuz bir şekilde yatakta oturur pozisyona geldim. Araf'a sokulmayı kesintiğim için ağzının içinden Soner'e saydırmakla meşguldü.

 

Gözlerimi ovup ayağa kalkıyordum ki Araf belimden tutup tekrardan yatağa yatmamı sağladı. Başını boynuma koyup derin bir nefes aldı. "Boş ver onu, biz uyuyalım." diye mırıldandı. Gülümseyerek ellerimi dağılan saçlarına götürdüm ve itiraz etmeden ona sokulmak için kendimi hazırlıyordum ama Soner'in sesi buna engel oldu.

 

"Beş dakika içinde kalkmazsanız odalarınıza gelip sizi boğarım!" Yapar mıydı? Kesinlikle yapardı.

 

Araf'ın sakallı yanağına iç çekerek bir öpücük kondurdum ve tekrardan doğruldum. Ayağa kalkıp kendimi odanın içindeki banyoya attım. İki gün önce Maya'nın İstanbul'daki evine gelmiştik. Alessi'nin ne yapacağı belli olmadığı için onun bizim nerede oturduğumuzu bilmemesi en iyisiydi.

 

Banyoda elimi yüzümü yıkadıktan sonra çıktım, benim arkamdan Araf girerken ben de telefondan saate baktım ve öğleden sonra üç olduğunu gördüm. Evet saat üç olmuştu ve biz bu saatte kahvaltı yapacaktık. Dün gece Alessi'nin gittiği mekanları dolaşmıştık. İllegal işler yaptığı, videolarla oynadığı mekanını bulmaya çalışmıştık ve bunu yapacağız diye neredeyse sabaha karşı anca eve gelip uyuyabilmiştik. Tabii yine elimiz boş dönmüştük.

 

Üzerimdeki kıyafetlerden kurtulup bir tayt ve kazak geçirdim üzerime. Hazır olunca odamdan çıkıp salona geçtim. Soner'i yemek masasına oturmuş, eline çatal bıçağı almış, yemek yemek için hazır bir vaziyette beklediğini gördüm. Bu gürüntüye istemsizce gülerken ters ters bana baktı. "Gülmeyin komutanım ya, açım ve sizin gelmenizi bekliyorum."

 

"Yesene oğlum sen, niye bekliyorsun bizi?"

 

"Kimseyi beklemeden yiyince herkes laf ediyor, ben de bir kerelik bekleyeyim dedim ama sanırım birazdan açlıktan öteki tarafa gideceğim." Ben tam konuşmak için ağzımı açıyordu ki Eren gözlerini ovarak salona geldi ve konuştu.

 

"Bir daha bizi bekleme sen. Uykumdan ettiğin yetmiyormuş gibi bir söyleniyor aç Yarasa!"

 

Onların kavgaya tutuşacağını anlayınca anında araya girdim. "Diğerleri kalktı mı?"

 

"Hepinizi kaldırdım işte. Meriç ortalıkta yok, nerede bilmiyorum. Maya'ya da seslenince geliyorum falan dedi ama ses tonundan anladığım kadarıyla kesin uyanamamıştır o." Soner'i başımla onaylayın kapıya doğru adımladım, bir yandan da konuştum.

 

"Siz Meriç'e bakın, buralarda bir yerdedir. Nereye gidecek ki? Ben de Maya'yı kaldırırım." Salondan çıkınca Maya'nın odasının önüne geldim ve birkaç kez kapısını çalıp yavaşça araladım. Tam ona uyanmasını söylecekken gördüğüm şeyle kalakaldım.

 

Yok artık! Benim gözlerim şu anda doğru mu görüyordu?

 

Gülecek gibi olunca hızla elimi ağzıma kapattım ve kapıyı kapatmadan arkama doğru adımladım. Tam o esnada bir bedene çarpmamla durup çarptığım kişiye baktım. Araf'ın yeşil gözleriyle mavi gözlerim kesişti. "N'oldu Cemre? Ne..." Daha fazla konuşmasına izin vermeden elimle ağzını kapattım.

 

"Şşt, sessiz ol." dedim ve onun soru sormasına izin vermeden salona adımladım. Başımı kapıdan uzatınca Fatih ve Ozan'ın da salona geldiğini gördüm. "Size mükemmel bir sürprizim var beyler, koşun gelin çabuk buraya." dedim heyecanlı bir sesle.

 

"Ya açım ben aç, sürprizi sonra yapın." diyen Soner'e kötü kötü bakmamla oturduğu sandalyeden kalkıp yanıma doğru gelmesi bir oldu. "Sürprizlere bayılırım zaten. Hele aç karnına olan sürprizlere daha çok bayılırım." Onun bu haline kıkırdayıp Araf'ın yanına gittim.

 

"Komutanım sakın sürprizin sizin sevgiliniz bizim de komutanımız olan Araf komutanım olmadığını söyleyin." Fatih'in dediğine göz devirdim. Yemin ediyorum sabah sabah hiçbiri çekilmiyor ya.

 

"Saçmalama Fatih ya! Siz hâlâ ayılamadınız mı?" dedim, cevap vermelerini beklemeden Maya'nın odasının kapısına geldim ve konuştum. "Hadi içeriye bakın, sürprizimi göreceksiniz." Hepsinin gözleri şaşkınlıkla açılırken ben neden şaşırdıklarını anlamadım. Üstelik içeriye bile bakmamışlardı.

 

"Tövbe tövbe, ben hemşireden başkasına bakmam. Üstelik Meriç'in sevdiği kadına hiç bakmam." diyen Ozan'la olayı yanlış anladıklarını anladım ve bir kez daha göz devirdim.

 

"Saçmalamayın ya! Ben de gelip size abuk subuk bir şey gösterecek değilim herhalde!" diye kızdım onlara. "Gelin bakın şuraya, ne demek istediğimi anlayacaksınız." Hepsi tereddüt ederek birbirine baktı bir süre, sonra da pes ederek yanıma doğru geldiler ve korkarak içeriye baktılar ama gördükleri şeyle gözleri irice açıldı.

 

Meriç beni çok utandırmıştı, sıra ona gelmişti işte.

 

İçeride yatakta Maya uyuyordu, yanında da Meriç vardı ve ahtapot gibi kıza sarılmıştı. Eminim ki Maya'nın bundan haberi yoktu ve uyanınca Meriç'i güzel bir dayak bekliyor demekti.

 

Yanıma gelen Araf'a sırıtarak baktım. Bir süre gülen yüzüme bakıp kulağıma doğru eğildi. "Sıra bana geldi diyorsun ha? Karma olayları falan." Kulağıma fısıldadığı şeyle başımı salladım. Eh beni az utandırmamıştı Meriç, bu olayda o kesin utanmazdı ama Maya'dan güzel bir dayak yiyeceği kesindi ve ben de beni utandırmasının cezası olarak bunu büyük bir keyifle izleyecektim.

 

"Yemin ediyorum aç kalmama değecek bir sürpriz oldu bu." dedi Soner hâlâ şaşkın bir şekilde odaya bakarak. Onun arkasından Ozan konuştu.

 

"Lan ben bile yıllardır Yasemin'i seviyorum bir kere gidip bu şekilde uyumadım oğlum. Adam benden hızlı çıktı. Meriç'i tutana aşk olsun." Kıkırdadım, haklıydı.

 

"Oğlum onu bunu bırakın da Maya sizce bunu nasıl dövecek?" diye sordu Eren. "Bence yastığı aldığı gibi boğar bizimkini."

 

"Bence balkondan aşağıya atar." dedi Fatih ve kahkaha attı. Onun kahkahası üzerine Maya biraz kıpırdandı ama uyumaya devam etti. Meriç desen... Buldu sevdiği kadını top atsan uyanmaz kesin.

 

"Bunlar olmasın ya. Azıcık kovalasın, evin içinde ona saydırsın sonra boğup balkondan aşağıya atsın." dedi Soner. Bence de böyle olmalıydı, azıcık onları izleyerek eğlenmeliydik.

 

Belime bir çift kol dolanırken kulağıma kolların sahibinin, yani Araf'ın sesi geldi. "Birazdan Meriç'in dayak yiyecek olmasından zevk alıyorsun değil mi?" Gülerek başımı salladım.

 

"Sıra bana gelmişti, bırakta biraz eğleneyim." dedim.

 

Bizim seslerimizden olsa gerek Maya yine kıpırdanmaya başladı ve bu sefer gerçekten uyanacağını anlayıp oraya odaklandım. Benimle birlikte diğerleri de pür dikkat odaya bakmaya başladı. Araf hâlâ bana sarılmaya devam ederek omzumun üstünden odaya bakıyordu.

 

Maya bir süre kıpırdandı ve gözlerini açtı, kısık gözlerle etrafına bakarken kapının tam önünde bizi gördü. Uyku sersemliğinden olsa gerek bir süre baktı ama kısa süre içinde kendine geldi ve şaşırdı. Bizim kapının önünde ne işimizin olduğunu sorguladığına emindim. Sanırım içinde buna bir cevap bulamadığından sormak için ağzını açmıştı ama bir anda dudaklarını kapatıp başını sağa, Meriç'in olduğu yere çevirdi ve kendisine ahtapot gibi sarılan ve uyuyan Meriç'i gördü. Yüzünün yan profilini görsem de şaşkınlığının giderek arttığını net bir şekilde görebiliyordum.

 

Biz onun Meriç'i itmesini falan beklerken o ittirmek yerine avazı çıktığı kadar bağırdı. Bunu beklemediğim için yerimde irkildim, hatta benimle birlikte herkes irkildi. Yalnız öyle böyle bir çığlık değildi, gören de eve seri katil girmiş, elindeki bıçakla ona yaklaşıyormuş gibi bir çığlıktı. Yani seri katil görse bu kadar bağırırdı herhalde.

 

Meriç çığlık üzerine hızla uyandı ve yatakta doğruldu, bakışları anında Maya'yı buldu. "Maya, n'oldu? İyi misin? Niye bağırıyorsun?" Telaşlı bir şekilde sordu ama Maya yine beklemediğimiz bir şey yaptı ve Meriç'in yüzüne bir tane geçirdi. Gördüğüm şeyle bir an kal gelsede kendimi tutamadan kahkahamı patlattım.

 

"Lan!" dedi Soner, kendini tutamadan benim gibi gülmeye başladı. "Ne güzel vurdu oğlum! Başa sarıp sarıp izlemelik bir vuruştu. Maya vur bir tane daha!" Son kurduğu cümleyle kahkaham daha da arttı.

 

"Lan benim canım acıdı sen vur diyorsun." dedi Eren ama o da gülmeye başladı.

 

Meriç elini Maya'nın vurduğu yanağına götürüp "Bu neydi şimdi?" dedi.

 

"Ne miydi?" dedi Maya, bir tane kafasına geçirip konuşmaya devam etti. "Ne işin var senin benim yatağımda? Allah'ım bir de bana sarılmış uyuyorsun! Çabuk bana yatağımda ne halt ettiğini açıkla!" Meriç Maya'nın sorularıyla aydınlanmış gibi gözlerini açtı ve şu anda ikisinin bulunduğu yatağa baktı.

 

"Ha o mu?" dedi, bakışları bir anlığına bize kaydı ve kaşları çatıldı. "Ne işiniz var lan sizin burada? Mahremiyet denen şeyin ne olduğunu bildiğinizi umaraktan odamızdan defolmanızı istiyorum." Hem şuçlu hem güçlü ama bu hali çok kısa sürdü, çünkü Maya onun kafasına bir tane daha geçirince bakışları tekrardan onu buldu ve lafını düzeltti. "Dilim sürçtü, senin odanda ne işleri olduğunu soracaktım ama dilim birden odamız deyiverdi." Maya da zaten salaktı yedi bunu.

 

"Açıklama bekliyorum Meriç! Eğer iki dakika içinde açıklama yapmazsan seni pencereden aşağıya atmamam için hiç bir sebep kalmamış olcak." Meriç Maya'nın tehditi üzerine acele bir şekilde kendini savunmaya geçti.

 

"Şimdi şöyle oldu Mayacığım, ben biraz uyudum ve susadığım için uyanıp mutfaktan su içtim. İşte suyu içtikten sonra odama gittim diye hatırlıyorum ama ayaklarım beni anlaşılan senin odana getirmiş. Ben de farkında olmadan sana sokulup uyumuşum." Savunmasına istemsizce güldüm. Küçük bir çocuk bile bu yalana kesinlikle inanmazdı.

 

"Meriç." dedi Maya oldukça sakin ama bastırarak. "Kaç yoksa seni boğarak..." dedi ve sustu, daha yüksek bir sesle cümlesini tamamladı. "Öldürürüm!" Meriç bir süre aval aval baksada Maya yataktaki yastığı eline alınca alelacele kendisini yataktan attı ve bizi iterek kapıdan çıktı.

 

"Mayacığım ama bu sana hiç yakışmıyor." diye bağırdı. Maya da koşarak elindeki yastıkla peşine düştü. Biz ise hiçbir şey olmamış gibi salona gidip yemek masasına oturduk. Sanki evin içinde biri diğerini öldürmek için elinde yastıkla kovalmıyor, diğeri ise ölmemek için o kişiden kaçmıyormuş gibi Kahvaltımızı yapmaya başladık. Tabii bir de onların konuşmalarını dinledik.

 

"Gel çabuk buraya!" diye bağırdı Maya.

 

"Yok canım, ben seninle evlenmeden ölmeye meraklı değilim." dedi Meriç. Sesleri buraya daha net geliyordu, sanırım Meriç salona doğru kaçıyordu.

 

"Evlenmek diyor ya! Valla boğacağım seni Fedai!"

 

"Senin için Fedai olurum güzelim." Meriç'in dediği şeyle içtiğim çayı neredeyse püskürtüyordum.

 

Fedai'nin anlamı; yüksek bir ülkü için her türlü tehlikeyi göze alan, ülkü yolunda canını bile esirgemeyen kimseydi. Yani senin için Fedai olurum; senin için canımı bile veririm demeye çalışıyordu.

 

Sesler birden kesilince omzumun üstünden arkama baktım. Meriç salonun ortasında durmuş sırıtarak Maya'ya bakıyordu, Maya ise ne yapacağını bilemez bir şekilde elindeki yastıkla duruyordu. "Düştün değil mi?" dedi Meriç. "Sen bana he de, ben güzel sözlerimle seni hep düşürürüm."

 

"Maya sakın kanma buna." dedi Fatih. "Bu var ya sarışın kadınları seviyor, diğer kişiler kriterlerine bile uymuyor." Alt dudağımı ısırıp Maya'yı izledim. Göz ucuyla Meriç'e bakınca kaşlarını çatarak Fatih'e baktığını gördüm. Eminim ki Fatih umurunda olmadan önündekileri yiyordur.

 

Maya bir süre Fatih'e baktı ve sonra sa bakışları Meriç'i buldu. Meriç'e bakmasıyla kaşlarının çatılması bir oldu. "Ne güzel işte, gitsin sarışın birinin koynuna girsin." dedi ve arkasını döndü, tripli şekilde salondan çıktı.

 

Evet, ilk tripte atıldığına göre bu iş olmuş demektir.

 

"Ulan Keskin! Bundan sonra ikinci lakabın olan Ölüm'ü kimse kullanamayacak çünkü artık bir ölü olacaksın." dedi ve salonun kapısına doğru ilerledi Meriç. "Tabii ilk önce bana trip atan kadının gönlünü alıp güzel sözlerimle onu düşürmem lazım." dedi ve salondan çıktı.

 

"Ben ona iyilik yaptım salak anlamıyor bile." Fatih söylenerek çayını içti. Geri kalan kahvaltımız sessiz geçti, Meriç hâlâ Maya'nın gönlünü alamadığı için son bir saattir laf sokmalar ve tripli bakışlar gördük. Bir saatin sonunda ise Maya'nın arkadaşı olan hacker çocuk arayıp şifreleri kırdığını söyledi. Hep birlikte gitmemek için ben ve Meriç gitmeye karar verdik. Aslından sadece ben gidecektim ama Meriç ben de geleceğim diye tutturmuştu. Güya kaçak olarak kılık değiştirip insanların arasına karışmak istiyormuş.

 

Meriç'le birlikte evden çıktıktan sonra yürümeye başladık. "Komutanım az ileride otobüs durağı var, oradan bir otobüse bineriz." Bakışlarım onu buldu.

 

"Niye taksiye binmiyoruz da otobüsle uğraşıyoruz?" Kınayıcı bir tonda bana bakınca kaşlarım çatıldı. Ne demiştim de öyle bakıyordu acaba?

 

"Komutanım biz birer kaçağız, farkında mısınız? Kaçak olduğumuz içinde paramızı idareli kullanmalıyız, bu yüzden taksiye para vermek yerine otobüsle gitmek en iyisi."

 

"Ya Meriç otobüs tıklım tıklım oluyor, bizi tanırlarsa hapı yutarız." dedim geldiğimiz otobüs durağına bakarak.

 

"Bir şey olmaz. Tanıyacak olsalar takside de tanırlar." dedi, otobüs durağındaki otobüsün gittiği güzargahların asılı olduğu kağıda baktı bir süre. Sonra da parmağıyla bir tanesini gösterdi. "Sanırım bu o çocuğun oturduğu yere gidiyor." Bir parmağıyla gösterdiği yere bir de ona baktım.

 

"Çok zeki Meriç, otobüse bineceğiz dedin, bineceğimiz otobüsü buldun ama otobüs kartını nereden bulacaksın?" Anlamsız bir şekilde bana baktı.

 

"Otobüs kartı ne ya? Parayı vereceğiz bineceğiz işte." Gülmemek için kendimi sıktım, acaba en son ne zaman bir otobüse binmişti?

 

"Meriç para verilmiyor artık. Kartla biniliyor otobüse. Sen en son ne zaman bindin acaba otobüse?"

 

"Hadi canım!" dedi. Baya şaşırmış görünüyordu. "Ben hayatımda sadece bir kere otobüse bindim, onda da arkadaşlarla lisedeyken okuldan kaçmıştık, o zaman bindim. Onun dışında hiç binmedim." Sağ eliyle ensesini kaşıdı ve yarım ağzı güldü. "Zaten onda da babama yakalanmıştım. Bir daha da ne okuldan kaçtım ne de otobüse bindim."

 

"İşte sen binmeyince otobüse para verilip verilmediğini bilmiyorsun ama para kabul etmiyorlar." dedim. Bir süre bana baktı, bir de otobüsün geleceği yola baktı ve sıkıntıyla çenesini kaşıdı.

 

"Çok saçma. Arada bir parayı da kabuk etsinler, çikolata parası falan çıkar." deyince kendimi tutamayıp gülmeye başladım.

 

"Saçma saçma konuşmada ilerideki taksi durağına gidelim." dedim ve bir adım attım ama bileğimden tutup gitmeme engel oldu. Bakışlarım onu bulurken o bana bakmak yerine yola bakıyordu.

 

"Otobüs geliyor işte, ben kart işini halledeceğim binelim gitsin." dedi. Bakışlarım otobüsü bulurken otobüs durağın önünde durdu. Meriç bileğimden tutup beni otobüse doğru çekiştirmeye başlayınca söylenmeye başladım.

 

"Ya Meriç nasıl bulacaksın kartı? Yürü gidelim taksi durağına, bir kerelik binmekten paramız bitmez korkma." desemde beni umursamadan otobüse bindi, bileğimden beni de çektiği için mecbur ben de binmek zorunda kaldım. Herkes sırayla akbilini basarken sıra bizi gelince durduk, bakışlarım Meriç'i buldu. Ne yapacaktı çok merak ediyordum. Umarım adama para falan vermeye çalışmazda içerideki insanlardan akbil ister.

 

"Abi para kâbul ediyor musun?" Sorusuyla göz devirmemek için kendimi zor tuttum. Zorla adama para falan mı aldırtacaktı acaba?

 

Adam bir süre Meriç'e baktı, sanırım ciddi olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Ciddi olduğunu anlayınca başını iki yana sallayıp otobüsü sürmeye başladı. "Akbil basılıyor. Akbiliniz yoksa yolculardan isteyebilirsiniz." dedi önüne bakarak.

 

"Ya şimdi uğraştırmayalım insanları, para verelim bir kerelik." Alt dudağımı ısırdım. Neyse ki hava soğuktu ve üzerimizdeki kapüşonluyu kimse garipsemiyordu, onun dışında gözlerimizde de güneş gözlüğü olduğu için yüzümüz net görünmüyordu. Bir de Meriç'in bu para olayını diretmesinden dolayı otobüsteki herkesin bakışları bizim üstümüzdeydi. Eğer tanınırsak işimiz hiç de kolay olmayacaktı.

 

"Kardeşim para almıyoruz, birinden akbilini rica edin verir zaten." Adam Meriç direttikçe daha da sinirleniyordu ve bunu ses tonundan net bir şekilde anlayabiliyordum ama Meriç anlamıyormuş gibi diretip duruyordu. Hayır, para diye diretsende adam kâbul etmeyecek, çünkü para almak yasaktı.

 

"Ya abiciğim bir kerelik alıver işte. Ne olacak sanki?" Otobüs kırmızı ışıkta durunca adam kaşlarını çatarak Meriç'e baktı. İçimden bir ses bizi otobüsten atacak derken hemen araya girdim.

 

"Abi tek kullanımlık akbil var mı?" Sorumla adamın bakışları beni buldu, sinirli bir şekilde başını sallayınca akbilleri alıp parasını verdim.

 

"Eee, hani para almak yasaktı? Aldı işte." diyen Meriç'e sinirle bakıp elimdeki kabilleri bastım. Onun da elinden tutup otobüsün ortasına doğru çekiştirmeye başladım. Bildiğin yaramaz çocuğuyla uğraşmaktan bezmiş bir anne edası vardı üstümde. Yaramaz çocuk da Meriç oluyor tabii.

 

Hangi akılla bununla birlikte dışarıya çıkıyorum ki ben?

 

Otobüsün ortasına gelince camın yanındaki demirlere tutundum ,Meriç ise etrafına bakıp duruyordu. Onu kendime doğru çekip fısıldadım.

 

"Kılık değiştirmiş dahi olsak dik dik millete bakma. Her yerde bizim fotoğrafımız olduğu ve bizimle ilgili haberler olduğu için tanınma olasılığımiz yüksek." Bakışlarını bana çevirdi. Sağ elini kaldırdı ve bir yeri işaret etti.

 

"Oradaki gibi mi?" Kaşlarımı çatarak gösterdiği yere baktım. Hemen önümüzdeki kız telefonundan bizimle ilgili konuşan spikeri kulaklıktan dinliyordu ve ekranda da bizim fotoğraflarımız vardı. Araf ve ben haricinde promosyon olarak timin geri kalanlarının fotoğraflarını da gösteriyorlardı. Sanırım yeni gündemde onların da bize yardım ettiğini falan tartışıyorlardı. Sonuçta artık taburda değil bizim yanımızdaydı hepsi.

 

"Aynen öyle, bakışlarını otobüsün içinde değil dışında gezdir." Beni ikiletmeden otobüsten dışarıya bakınca şaşırdım, bazen söz diyebiliyordu demek. Kendi kendime güldüm, gerçekten ben bir anne Meriç ise yaramaz çocuğum gibiydi ama arada uslu yanlarına da rastlıyordum. Şimdi olduğu gibi.

 

Biz Meriç'le birlikte yolu izlerken camdan birinin bize baktığını fark ettim. Bu az önce telefondan bizim haberimizi izleyen kızdı. Camın yansımasından gördüğüm kadarıyla bizim yüzümüze bakmaya çalışıyordu. Durup dururken bile dikkat çekmeyi nasıl başarmıştık acaba?

 

"Meriç." dedim kolumla onu dürterek. "Dikkat çektiktik, enselenmemiz an meselesi." Anlamayarak bana bakınca camın yansımasından bize bakan kızı gösterdim. "Çabuk bir şey bul ve inelim buradan. Yoksa hiç iyi şeyler olmayacak."

 

"Merak etmeyin, o iş bende." dedi ama ondan yardım istediğim için de anında pişman oldum. Neden kendi işimi kendim görmüyordum ki? Hele neden Meriç'ten yardım istiyordum ki?

 

"Biri cüzdanımı çalmış!" diye birden bağırdı. Bütün bakışlar bize dönerken ters ters ona baktım. Ben kız bizi tanıdı sanırım diyorum adam gidiyor bütün dikkati üstüne topluyor, valla dediklerimi neresiyle dinliyor bilmiyorum.

 

"Hırsız var bu otobüste! Çabuk durdurun aracı!" Gözlerimi kapatarak başımı önüme eğdim. Acaba onu burada bırakıp kaçsam mı? Yoksa flash ve sim kartını alana kadar başımızı bir sürü belaya sokacaktı.

 

"Sen çaldın değil mi?" deyince bakışlarım ona kaydı, bana bakıyordu. Bana demedi herhalde, değil mi? "Konuşsana be! Sen çaldın değil mi cüzdanımı?" Valla bana diyordu.

 

Derin bir nefes alıp sakin olmaya çalıştım ama olamayınca elimi kaldırıp ensesine bir tane geçirdim. O acıyla yüzünü buruşturup ensesini ovarken konuştum. "Mal mısın oğlum sen? Arkadaşız biz, niye çalayım cüzdanını!" Sonlara doğru dişlerimin arasından konuştum.

 

"Başına gelen şeyleri hiç ummadığın kişilerden bilmesin, yani benim de en yakınımda sen olduğun için senden şüphelendim." Gözlüklerinin altından kaş göz yaptığını görünce sabır diledim. Herhalde ciddi söylemiyorum demeye çalışıyordu mal! Tabii ben de salaktım, çalınmayan, hatta belki yanında bile olmayan cüzdanını benim çaldığımı sanıyor falan sanacağım.

 

"Şimdi sana elimin tersiyle bir tane çarparım o zaman en yakınından şüphelenirsin!" dedim sinirle. Zaten bütün odak noktası bizdik, diken üstündeydik ve sinrim tepemdeydi. Hepsinin sorumlusu da bu gerzek yüzündendi.

 

"Çok şiddet yanlısıdır kendisi. Ben de psikoloğa götürüyordum zaten. Acil tedavi olması gerekiyor." dedi otobüsteki insanlara. Ayağımla ona hafifçe vurunca silkelendi ve yine saçmalayama devam etti. "Kim çaldı lan benim cüzdanımı? Bana zorluk çıkarmadan verirse valla polise falan vermeyeceğim onu." Herkes bir Meriç'e bir de etrafındaki insanlara baktı, eh doğal olarak çalınmayan cüzdan için kimse harekete geçmedi.

 

"Versenize lan!" Meriç birden bağırınca irkildim. İrkilmemle bana bakıp şirince sırıtmaya çalıştı. Tekrardan önüne dönüp birine baktı. "Sen çaldım değil mi lan? Şüpheli şüpheli etrafına bakmandan belli." Birine iftira atmadığı kalmıştı o da oldu tam oldu!

 

"Salak salak konuşma kardeşim, bir şey çalmadım." dedi adam gayet ciddi bir şekilde ama birazda tedirgin gibiydi.

 

"Hadi lan! Eminim sen çaldın cüzdanımı." diyerek Meriç adamın üstüne doğru ilerledi ama o sırada otobüs ani fren yapınca adamın üstüne düştü. Bu görüntüye gülmemek için kendimi sıkarken gözüme yere düşen siyah bir şey takıldı. Gözlerimi kısarak bakınca bunun bir cüzdan olduğunu gördüm. Meriç'in suç attığı ve üstüne düştüğü adamdan düşmüştü.

 

"Aha cüzdanım." dedi Meriç ve adamın üstünden kalkmadan cüzdana uzandı, cüzdanı açıp bir süre baktı ve ayağa kalktı. "Eee bu benim değil." dedi, sanırım kendini olaya fazla kapıtırmıştı ve ne dediğini bilmiyordu. Cüzdanın içinden bir kimlik çıkardı. "Bunda Ömer Deniz yazıyor." Olmayan ve çalınmayan cüzdanda kendi kimliğini aramak tam Meriç'lik bir hareket gerçekten.

 

"Ne?" Adamın biri konuşunca bakışlarımı ona çevirdim. Yirmi beş yaşlarında biriydi ve kaşlarını çatarak Meriç'e bakıyordu. Birden ellerini ceplerinde gezdirdi, aradığı şeyi bulamamış olacak ki kaşları iyice çatıldı. Meriç'in yanına gidip cüzdanla kimliği aldı ve baktı, mümkünmüş gibi daha da sinirlendi ve bakışlarını Meriç'in suç attığı adama çevirdi.

 

Anladığım kadarıyla Meriç'in suç attığı adam hırsızdı ve Meriç'in olmayan cüzdanı yerine başka birinin cüzdanını çalmıştı. İşin komik yanı da Meriç bunun farkına varmadan birine iyilik yapmıştı ve hırsızı yakalamıştı.

 

Birden otobüsün içinde arbede çıktı. Cüzdanı çalınan adam cüzdanını çalan adama yumruk attı ve yere düşen adamın üstüne çıkıp yumruklamaya başladı. Otobüsün içindeki kalabalık onları ayırmaya çalışırken az önce otobüsü durduran şöfer bütün kapıları açtı, kendisi de otobüsün ortasındaki geniş alana gelip kavgayı ayırmaya çalıştı.

 

Elimde hissettiğim dokunuşla başımı yana çevirdim ve elimi tutan Meriç'e baktım. Beni orta kapıya doğru çekiştirmeye başladı. Zorluk çıkarmadan ona ayak uydurup kendimizi otobüsten attık. Olay üstümüzde kalmasın diye de koşmaya başladık. Koşarken Meriç gür bir kahkaha attı. "Nasıl da olayın içinde sıyrıldım ama, kimse bizi tanımadı. Hele yanlışlıkla da olsa bir suçluyu yakalamama ne demeli?" Kendimi tutamadan ben de güldüm ama bir yandan da Meriç'in omzuna vurmayı ihmal etmedim.

 

"Ortalığı karıştırmana gerek yoktu." dedim. Aslında düğmeye basıp ilk durakta inebilirdik ama kız bizden şüphelenmişken hemen inmemiz dikkat çekerdi.

 

"Evet ya bu konuda haklısınız komutanım." dedi koşmaya devam ederek. "Keşke kaptan orta kapı deseydim, sakince inerdik ve o klasik olan orta kapı diye bağırmayı da ihmal etmezdim." Sokak ortasında koşuyordu ve deli gibi kahkaha atıyorduk, eee haliyle insanların tuhaf bakışlarına da maruz kalıyorduk.

 

"Yalnız o dediğin dolmuşlarda oluyor, hatta dolmuşlarda bile olmuyor çünkü otobüslerde düğme var. Bazı şöferler düğmeye basmazsan durmaz."

 

"Ulan yıllar önce bir otobüse bindim o zamandan bu zamana ne çok şey değişmiş ya." Hayıflanmasıyla kıkırdayıp yavaşlamaya başladım. "Düğme ne arkadaş, otobüse bindiğinde kaptan orta kapı diye bağıracaksın. Otobüsün tadı öyle çıkar." Keşke tek derdimiz bu olsaydı da bunu tartışsaydık ya.

 

Olduğum yerde durup bir süre soluklandım, sonra da bakışlarımı Meriç'e çevirdim. "Biz neredeyiz Meriç? İneceğimiz durağı kaçırdık mı yoksa daha gelmedik mi?" dedim etrafıma bakarak.

 

"Sanırım daha gelmedik." dedi etrafına bakarak. "Durun sokağın adını hatırlıyorum, şuradan birine soralım da kaybolmadan gideriz." Bir dükkana girdi ve iki dakika sonra çıktı. Meriç'in yönlendirmesiyle yolumuzu bulduk. Ters taraftan gittiğimiz için nerede olduğumuzu anlamamıştık ama bulmuştuk yolumuzu.

 

Hacker çocuğun oturduğu sokağa girince onun oturduğu apartmanın önündeki araba dikkatimi çekti. Adımlarım yavaşlarken arabaya baktım. Bir yerde gördüğüme emindim. Apartmanın içinden çıkan iki takım elbiseli adamlara baktım ve tanıdığım yüzlerle kaşlarım çatıldı.

 

Bunlar Alessi'nin adamlarıydı. İkisiyle de kavga etmiştim ve birinin bacak arasına vururken diğerinin boynuna bıçak dayamıştım. Bunlar o adamlardı. Adamlar arabaya binerken konuştum. "Meriç bunlar Alessi'nin adamları, bulmuşlar bellekle sim kartını." dedim telaşla.

 

"Sikeceğim böyle işi ya! Bu kadın bu çocuğu nasıl buldu amına koyayım!" O küfür etmeye devam ederken hareket eden siyah arabaya baktım ve telefonumu çıkardım.

 

"Araf'ı arıyorum." dedim sim kartını da çıkartarak. Sim kartını telefona takmaya çalışırken Meriç konuştu.

 

"Komutanım taksi geliyor, adamları takip edelim. Belliki onlarda önemli şeyler var, yoksa bunların peşine düşmezlerdi." Başımı kaldırıp ona baktım, haklıydı.

 

O yanımızdan geçen taksiyi durdururken ben de sim kartını takmakla uğraşıyordum. Sinirden elim titriyordu ve takamıyordum bir türlü. Alessi'nin hep önümüze çıkması sinirimi bozuyordu. "Komutanım koşun." diyen Meriç'in yanına adımlarım. "Adamları şimdi gözden kaçıracağız." Yürümeyi kestim ve koştum. Taksinin yanına gelince hızla kendimi arabaya attım ama elimdeki sim kartı yere düştü. Meriç sim kartını görmeyip kapımı kapattı ve ön koltuğa yerleşti.

 

"Sim kartı düştü." dedim öne doğru eğilerek. Taksici çoktan arabayı çalıştırıp yola çıkmıştı.

 

"Zamanımız yok komu..." Birden sustu ve lafını düzeltti, neredeyse komutanım diyordu. "Zamanımız yok, adamları gözden kaçıracağız." Bakışlarını taksiciye çevirdi, eliyle ileride ilerleyen siyah arabayı gösterdi. "Şu siyah arabayı takip et dayı." Adam bir Meriç'e bir de öndeki araca baktı ve aracı yavaşlattı.

 

"Beni belaya bulaştırmayın oğlum, uğraşamam böyle işlerle." Eh adamda haklıydı şimdi.

 

"Amca biz polisiz." dedi Meriç yalan söyleyerek. Adam aynadan bir bana bir de Meriç'e baktı. "Amca sivil polisiz, yapamam diyorsan inelim de adamların peşinden koşalım bari." Meriç'in son sözleriyle güldüm. Arabanın peşinden koşmak? Aynen koşarız kesin.

 

Adam birkaç saniye düşündükten sonra bizim polis olduğumuza inanmış olsa gerek yavaşlattığı aracın gazına bastı ve öndeki aracı takip etmeye başladı. Yol boyunca Meriç adama senin başın belada olmayacak diye onu rahatlatarak geçti. Taksi oldukça işlek bir yerdeki apartmanın az gerisinde durdu. Meriç parayı öderken ben taksiden inip ilerideki siyah arabaya baktım.

 

Aslında onları Alessi'nin illegal işlerde kullandığı mekana falan götürürler diye tahmin etmiştim ama onlar bir apartmana getirmişti. Burası Alessi'nin kullandığı bir mekan değildir herhalde. Sonuçta burası oldukça işlek bir yer. Normalde sessiz, ıssız bir yer seçmesi gerekiyor. O halde neden buraya getirdiler?

 

Umarım yeni bir tuzak değildir.

 

"Adamlar girdi komutanım, ne yapalım? Çıkmalarını mı bekleyelim yoksa içeriye mi girelim?" Meriç'in sorusuyla bir süre düşündüm. Sanırım biraz beklemekten zarar gelmezdi.

 

"Biraz bekleyelim, eğer çıkmazlarsa gireriz." dedim. Şu anda kimseyi arayamıyordum çünkü sim kartından bir tane almıştım yanıma. Sonuçta sadece çocuğun yanına gidip bellekle sim kartını alacaktık ve geri gelecektik. Sim kartını da belki bir şey olursa bizimkileri ararım diye almıştım ama onu da taksiye binerken düşürmüştüm.

 

Meriç'le birlikte bir süre bekledik, hatta on beş dakika bekledik ama ne çıkan oldu ne de içeriye giren. Bu yüzden daha fazla beklemeden apartmandan içeriye girdik. Neyse ki kapı kilitli değildi. İçeriye girince şöyle bi' bütün katları gezdik ama az önceki adamlara veya Alessi'nin adamlarına dair bir iz yoktu. Evet apartmanda yaşayanlar vardı ama bunlar Alessi'yle çalışan kişiler değil gibiydi. Sanki Alessi'nin adamları yer ayrılmıştı da içine mi girmişti?

 

Apartmanın giriş katına gelince etrafımıza baktık. Bakmadığımız tek yer merdivenin altıydı. Herhalde orada da değillerdir diye düşünürken Meriç gidip oraya baktı. Başımı iki yana sallarken bana sesli. "Komutanım buraya bakın bir." Yavaş adımlarla yanına gittim ve merdivenin altındaki duvardan bir kapı olduğunu gördüm. Kaşlarım çatılırken Meriç'e baktım, o da bana döndü.

 

"Yok artık!" dedik aynı anda.

 

"Gizli bir geçit değildir herhalde." dedim. "Fansatik bir alemde değiliz sonuçta." Meriç güldü ve kapıya doğru yaklaştı.

 

"Fantastik bir alemde değiliz ama karşımızdaki kadın maalesef zeki biri. Her bok beklenir ondan. Sonuçta ben ona boşu boşuna sarı şeytan demiyorum. Şeytanın yan çarı bildiğin." Kıkırdadım. Meriç kulağını kapıya dayayıp bir süre dinledi ve bana baktı.

 

"Ses yok komutanım. Girelim mi?" Sordu, cevap vermemi beklemeden konuşmasına devam etti. "Ya da kıralım, bir yerlere tekme tokat dalasım var." Ters ters ona baktım ve elimin tersiyle omzundan ittirdim. Kapı kolunu tutup açmaya çalıştım ama açılmadı. Birkaç kez daha desemde açılmadı. Kilitliydi. "Desenize kıracağız kapıyı." Meriç'e bakıp elimi saçıma daldırıp saçlarımı toplamak için kullandığım tel tokayı çıkardım.

 

"Kırmak bize yakışmaz oğlum. Biz kaçağız ve bir motor hırsızıyız. Ona göre davranmalıyız." dedim, tıpkı Araf'ın Kars'tayken çakıyı çıkarıp bu tarzda bir cümle kurduğu gibi bir cümle kurmuştum. Dizlerimin üstüne çöktüm. Elimdeki tel tokayı anahtar deliğine soktum ve bir süre açmaya çalıştım. Tam üç dakika sonra da kapı açıldı.

 

Ayağa kalkıp kapının önünde durdum ve elimi içeriye doğru uzattım. "Buyurun Meriç Bey." Bir süre şaşkınca bana baktı.

 

"Komutanım doğruyu söyleyin, asker olmadan önce hırsızdınız değil mi?" Gülecek gibi oldum ama kendimi sıktım. Biraz dalga geçmekten zarar gelmezdi.

 

"Bir hatadır yaptım Meriç. Çok fakirdik biz, annem hastaydı, babam ayyaşın tekiydi ve eve bir tek benim para götürmem gerekiyordu. Ben de hırsızlık yaptım." dedim gayet ciddi bir şekilde. Bir an bakışlarından bana inandığını anladım ama birkaç saniye sonra dalga geçtiğimi anlayıp baygın baygın bana baktı.

 

"Ben de durmuş ciddi ciddi dinliyorum ya!" Söylenerek içeriye girdi.

 

"Ne var oğlum ya? Hep sen mi zevzeklik yapacaksın, azıcık da ben yapayım."

 

"Mümkünse siz beni hep tehdit edin, zevzeklik işini de bana bırakın. Ne de olsa yılların tecrübesi duruyor karşınızda." Yüzümü buruşturup omuz silktim.

 

"Bir de beğenmiyor!" diye söylendim ve yürümeye başladım.

 

Karanlık düz bir yol vardı. Sanki tünel gibiydi. Bir süre bu karanlık ve düz alanda ilerledik. Daha sonra karşımıza bir kapı çıktı, kapının altından da ışık vuruyordu.

 

Eğilip anahtar deliğinden içeriye baktım, kimse görünmüyordu. Tekrardan doğrulup yavaşça kapıyı açtım, bir yandan da belimdeki silahı çıkardım. Kapıyı silahın ucuyla ittirip sonuna kadar açtım. İçeride kimse yoktu ama bu büyük odada birçok kapı vardı ve kapıların arkasından uğultulu sesler geliyordu. İçeride birden fazla insan vardı, onların konuşmaları da uğultulu bir şekilde bize ulaşıyordu.

 

İçeriye girip bir kapının yanına yaklaştım, kulağımı kapıya dayayıp konuşulanları dinlemeye başladım. Hiçbir şey anlamıyordum ki. Sanki herkes hep bir ağızdan konuşuyor gibiydi ve gereksiz bir ses kirliliği oluştuğundan hiçbir şey anlaşılmıyordu.

 

Bu kapıyı es geçip diğerine doğru ilerledim ama o sırada Meriç koşarak yanıma geldi ve elimden tuttu. Koşarak beni açık kapının arkasına çekip kapıyla duvar arasında durmamızı sağladı. Biz ikimiz açık kapının arkasında dururken bir kapının açıldığını duydum. Hemen ardından da konuşma sesleri geldi.

 

"Merak etme abi, videoları yok edeceğim." dedi biri. Hemen ardından tanıdık bir ses duydum.

 

"Acele et, sim kartıyla flash belleği geri götüreceğiz. O hacker çocuğu bayılttım, birazdan uyanır. Uyanmadan geri götürmeliyiz." Bu Alessi'nin adamlarından biriydi, dövdüğüm adamlardan biri.

 

"Niye açık bu kapı?" Yine Alessi'nin adamlarından biri konuştu. Ayak seslerinden anladığım kadarıyla da buraya doğru yaklaştılar.

 

"Açık unutmuşuzdur." dedi az önceki adam. "Neyse sen hallet şunları." dedi, sanırım az önceki çocuğa söylemişti. Kapıya daha çok yaklaştılar ve kapı birden ileri doğru çekildi. Mümkünmüş gibi Meriç'le iyice duvara yaslandık ve elimizdeki silahları karşıya doğrulttuk. Kapı önümüzden çekildi ve kapandı. Derin bir nefes alırken ilerideki genç çocuk dikkatimi çekti. Sanırım az önceki adamlarla konuşan çocuktu ama neyse ki bizi görmemişti, arkası dönüktü. Bir kapıya doğru gitti ve içeriye girdi.

 

"Komutanım az önceki kapı kilitliydi ama biz içeriye girmek için açtık, adamlar bunu fark edip buraya gelmeleri an meselesi olur. Anladığım kadarıyla aradığımız şeyler de bu çocukta ve onun girdiği odaya girersek alırız." Başımı sallayıp onayladım Meriç'i.

 

"Haklısın ama içeride sadece o çocuğun olduğundan emin değiliz. Birden fazla kişi olabilir ama birazdan çıkan adamların da buraya gelmesi an meselesi olduğu için risk alıp içeriye girmekten başka şansımız yok." dedim, kapıya doğru ilerledim. "Eğer birimiz yakalanırsak diğeri sim kartıyla belleği alsın ve gitsin buradan. Bunun peşine düştüklerine göre cidden önemli şeyler var içinde." Onaylaması için omzumun üstünden ona baktım. Bir süre kararsız kalsada haklı olduğumu bildiği için mecbur kâbul etti. Ben de geride kimseyi bırakmak istemem ama onların içinde de önemli şeyler olduğu belliydi ve mecbur bunu yapmalıydık.

 

Kapıya gelince sağ elimle silahımı kavradım, sol elimle de kapı kolunu tuttum ve bakışlarımı Meriç'e çevirdim. Başımı hafif eğince o da hazır olduğunu belirtmek için eğdi. Fazla beklemeden kapıyı yavaşça açtım ve ittirdim. İçeride sadece az önceki çocuk vardı ve önündeki bilgisayardan bir şeyler yapıyordu. Kulağıma klavye sesi geliyordu. Parmakları çok hızlı klavyede geziniyordu.

 

Kapı sesini duymuş olacak ki bize dönmeden konuştu. "Az kaldı abi, beş dakikaya hallediyorum." Sanırım bizi az önceki adamlar sandı.

 

Bakışlarımı Meriç'e çevirip işaret parmağımı dudaklarıma götürdüm. Sus işareti yaptıktan sonra çocuğun yanına doğru yaklaştım. Elimdeki silahı ensesine dayadım. "Kaldır ellerini! Herhangi bir ters durumda ateş ederim." Çocuğun klavyedeki elleri durdu. Başını bana doğru çevirmeye çalıştı ama silahı daha çok bastırdım. "Hareket etme! Şimdi uğraştığın şeyleri bana ver."

 

"Kimsin sen?" Sorusunu es geçerek tekrardan konuştum.

 

"Sim kartıyla belleği ver." Hareket etmeden bekledi, vermedi. Silahın emniyetini açtım, duyduğu sesle gerildiğini hissettim. "Son kez söylüyorum çocuk, bellekle sim kartını ver!" Bir süre kararsızca beklesede belleği bilgisayardan çıkarıp verdi. Masa'nın üstündeki sim kartını da verince ikisini de Meriç'e uzattım. Çıksın diye başımla dışarıyı işaret ettim.

 

"Şimdi silahı çekeceğim ama herhangi bir şey yaparsan acımam sıkarım." Tabii ki de sıkmam. Sonuçta şu anda meslekte değiliz, hem kaçağız hem de Araf motor çaldığı için hırsızdık. Bir de buna adam öldürmeyi eklersek bizim suçsuzluğmuz pek işe yaramazdı artık. Yine suçlu olurduk. Vatan haini değil, hırsız ve katil olarak suçlu olurduk.

 

Çocuk cevap vermezken silahı yavaşça çektim ama ona doğrultmaya devam ettim. Temkinli ama bir o kadar da hızlı adımlarla geriye doğru adımladım. Daha beş adım anca atmıştım ki çocuğun elini hareket ettirdiğini gırdüm. Saniyeler içinde güçlü bir alarm çalmaya başladı, etrafta kırmızı ışıklar yanıp sönmeye başladı. Çocuk alarmı çalıştırmıştı.

 

"Amına koyayım banka mı lan burası! Ne bu alarm!" diye bağırdı Meriç. Onu umursamadan kendimi dışarıya attım. Geniş odadaki kapılar tek tek açıldı ve içinden bir ordu adam çıkmaya başladı. Buraya girdiğimiz kapı da açıldı, içinden Alessi'nin adamları yani benim dövdüğüm iki adam girdi. Daha onlar ne olduğunu anlamadan silahımı kaldırdım ve havaya ateş ettim. Tam tepemizdeki lambayı vurdum ve etraf karanlığa büründü. Lambayı vurmadan önce Meriç'in nerede olduğuna baktığım için yanına gidip elini tuttum.

 

"Koş!" dedim. Onunla birlikte kapıdan geçtik ve karanlık koridora çıktık.

 

"Aradığım ekşın tam olarak bu işte!" diye bağırdı ve güldü Meriç. Ona gülerken arkama baktım ve Alessi'nin adamlarının peşimizden geldiğini gördüm.

 

"Durun çabuk!" diye bağırdı içlerinden biri.

 

Meriç koşmaya devam ederken omzunun üstünden onlara baktı ve önüne döndü. Sağ elini havaya kaldırıp orta parmağını gösterdi. "Nah dururum amına koduğumun çocukları!" Kendimi tutamayıp gür bir kahkaha attım ve onunla birlikte koşmaya devam ettim.

 

"Buradan çıkamazsınız!" diye bağırdı biri.

 

"He amına koyayım, çıkamayız." dedi Meriç. "Bekle ve gör it herif! Buraya nasıl elimizi kolumuzu sallayarak girdiysek yine aynı şekilde çıkacağız ve siz geri zekalı topluluğu olarak Alessi'nin gazabına uğrayacaksınız. Acıdım demek isterdim ama az bile size! Umarım hepinizin kafasına sıkar da beni büyük bir zahmetten kurtarır." O adamlara laf yetiştirmeye çalışırken kolundan tutup daha hızlı koştum.

 

Kapının yanına gelince sadece birkaç saniyeliğine durup soluklandım ve kapı kolunu tutup açmaya çalıştım ama açılmadı. Kilitlemişlerdi!

 

"Size buradan çıkış yok demiştim Türk askerleri." Arkamdaki adam konuşurken omzumun üstünden ona baktım.

 

"Her yerden bir çıkış bulunur, sadece beynini kullanman yetirli olur." dedim ve elimdeki silahı kaldırıp onlara doğrulttum. Anında ikisi dururken sırıttım ve hızlı bir hareketle adamlara bakarak kapının anahtar deliğine silahı doğrulttup ateş ettim. Kapı açılırken gülüşüm daha da büyüdü. "O zaman size bol şans dileyeyim. Alessi'nin karşısında ihtiyacınız olacak gibi." diyerek Meriç'in elini tuttum ve dışarıya çıktım. Apartmandaki insanlar gürültüden merdivenlere toplanırken biz apartmanın demir kapısından dışarıya çıktık.

 

"Uzun zaman sonra bu hareketli gün çok iyi geldi!" diye bağırdı Meriç. "Hatta hiç eğlenmediğim kadar eğlendim. Komutanım siz beni tehdit etmeyi bırakın, biz bu şekilde başımızı beladan belaya sokup eğlenelim." Ona gülüp sağıma ve soluma baktım. Etraftaki kalabalık bize bakarken Meriç'le sol tarafa doğru koştuk. Ama buradan uzaklaşmadan önce buranın adresini sokaktaki tabelalara bakarak öğrendim. Büyük ihtimalle Alessi bir daha buraya uğramaz ama ne olur ne olmaz diye bilmekte fayda vardı bence.

 

Meriç'le oradan uzaklaştıktan sonra bir taksiye atladık ve eve geldik. Hiç otobüsle falan uğramazdım, yeterince macera atlatmıştık zaten.

 

Ne kadar söylensemde Meriç'le geçirdiğim bugün çok eğlenmiştim. Zaten Meriç'le geçirilen bir gün eğlenmemek mümkün değildi.

 

Taksiden inip evin önüne geldik ve ard arda zile basmaya başladık. Kapı birkaç saniye sonra Maya tarafından açıldı. Hiç oyalanmadan kendimizi içeriye artık. Göz ucuyla Maya'ya bakınca moralinin bozuk olduğunu gördüm. "Bir şey mi oldu?" Sordum. Sıkıntıyla bir bana bir de Meriç'e bakı.

 

"İçeriye geçin, öğrenirsiniz." dedi. Kaşlarım çatılırken merak duygusu bedenimi esir aldı. Ne olmuştu acaba?

 

Salona gelince diğerlerininde Maya'dan bir farkının olmazdığını gördüm. Ben tam konuşmak için ağzımı açıyordum ki Meriç benden önce konuştu.

 

"Bugün neler oldu bilmeniz lazım. Bütün olayı en başından anlatmazsam çatlarım." dedi ve onların surat ifadelerini görmeden otobüs macerasından Alessi'nin mekanında olan her şeyi anlattı. Sözleri bitince Araf kaşlarını çatarak bize baktı ve endişeli bir şekilde konuştu.

 

"Niye bize haber vermiyorsunuz? Ya başınıza bir şey gelseydi."

 

"Verecektim ama sim kartını düşürdüm, yanımda da başka yoktu ve onu almaya gitseydim adamldarı kaçıracaktık." dedim. "Hem bak bir şey olmadı ama size olmuş gibi. Ne oldu? Ne bu suratlarınız?"

 

Maya oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi ve önüme bilgisayarı bıraktı. "Bizim açtığımız internet sitesine karşı bir site daha açıldı. Amaçları sizin suçlu olduğunuzu ispatlamak ve bunun kimin açtığını bence hepimiz biliyoruz." Tabii ki Alessi'dir. Ondan başkası değildir kesin.

 

"Tamam ne olacak ki? Açsın. Bizim elimizde şu anda sim kartıyla bellek var, ayrıca bizim siteye karşı açılan bir sürü site var. Bir şey olmaz yani." dedim.

 

"Ama siteye bir fotoğraf yüklenmiş." deyince kaşlarım çatıldı. Aklıma Araf'ın Alessi'nin davetinde kumar oynadığı geldi. Benim gibi o da fotoğraf çekmiş olabilir mi?

 

"Ne fotoğrafı?" dedim korkuyla. Maya konuşmadan gözleriyle bilgisayarı gösterdi. Başımı eğip bilgisayara baktım ve gördüğüm fotoğrafla şaşkınca kaldım.

 

Bu evlilik cüzdanı fotoğrafıydı. Cüzdanda Araf ve benim fotoğrafım vardı. Ama bu nasıl olur?

 

Altında yazan yazıyı okudum. Suçsuz olduklarını iddia ediyorlar, herkesin yardımsever olarak tanıdığı Alessi'ye suç atıyorlar ama bunca olayın içinde evlenmeyi de ihmal etmiyorlar. Sanırım suçsuzluklarını ispatlamaktan daha önemliydi evlilikleri. Şaşkın bir şekilde okudum yazanları. Bakışlarım bizimkilere kaydı, hepsi en az benim kadar şaşkındı ve ne yapacağını bilemez bir haldeydi. Alessi bunu da yapmıştı, kendisini aklamak için bunu da yapmıştı.

 

Bu... Bunu nasıl yapmıştı? Nasıl bizi evlendirmişti? Sahtedir herhalde... Gerçek olması imkansızdı çünkü.

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

Öncelikle şunu belirtmek istiyorum. Şimdi bir çoğunuz diyeceksiniz ki birileri bu şekilde evlenemez ama maalesef evlenir. Evrakta sahtecilik yapmak çok kolay ve bu evlilik geçerli sayılıyor. Nasıl TC kimlik numaramızı başkalarının bilmemesi gerekiyorsa imzamızı da bilmemeleri gerekiyor. O imzayı biri öğrendiğinde sizi bir borç batağının içinde de sürükler çok fark şeyler de yapar. Evrakta sahtecilik, dolandırıcılık gibi işler çok kolay aslında. Bunu izlediğimiz haberlerden de anlayabiliriz.

 

Bu tarzda evlilik haberleri görmüştüm. Tam olarak bilmiyorum ama imzanı taklit ediyorlar, birebir tabii ki. Evlilik cüzdanında senin adın ve soyadın oluyor ama fotoğrafın değişik oluyor. Büyük ihtimalle TC'ni de biliyorlardır. Senin adınla başkası evleniyor, evlilik cüzdanını aldığında o fotoğrafı senin fotoğrafınla değiştiriyorlar. Arama motoruna yazarsanız zaten karşınıza bununla ilgili birçok haber çıkar, ben de orada gördüm. Ayrıca bir de nüfus dairesinde tanıdığınız varsa veya paran varsa bu işler daha da kolay oluyor. Nasrettin Hoca ne demişti? Parayı veren düdüğü çalar, o mantık aslında bu da. Para her kapıyı açıyor maalesef. Paran varsa her şeyi kolayca yapabilirsin. Keşke böyle olmasaydı ama maalesef hayatın gerçekleri bunlar.

 

Ne olacak şimdi? Alessi bunu yaparak ne amaçlıyor dersiniz?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍

 

Loading...
0%