Yeni Üyelik
28.
Bölüm

28.Bölüm "Neredesin Cemre?"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

​28.Bölüm "Neredesin Cemre?"

 

ARAF ÖZTÜRK

 

"Lan oğlum bi' siktir git! Sırnaşıp durma bana!" Fatih ne kadar bağırsa da, ne kadar Meriç'i itse de yine Meriç ona sırnaşmaya devam etti. Meriç bir süre ona bakıp başını omzuna koydu, Fatih'in de başını tutup kendi başına yasladı.

 

"Oğlum çok seviyorum lan." dedi, Maya'dan bahsettiğini anladım ama Fatih bir anlığına kendisinden bahsettiğini sandı sanırım.

 

"Siktir git lan! Bir de seviyorum diyor! Valla taşların oğlum seni!" Meriç göz devirerek ona baktı. Baştan ayağa onu süzünce Fatih yine yanlış anladı. "Lan bakışlarıyla ırzıma geçiyor bu! Atın şunu evden!"

 

"Geri zekalı senin nereni seveyim ben?" diye sordu Meriç. "Şöyle bir baktım da sevilecek bir yanını bulamadım. Ben Maya'dan bahsediyorum, onu sevdiğimi söylüyorum. Sabahtan beri zaten ondan bahsetmiyor muyum ben?"

 

"Nereden bileyim oğlum ben? Sabahtan beri Maya'yı sevdiğini söylüyorsun ama bana hallenir gibi sırnaşıp duruyorsun. Bir an yanlış anladım işte." Fatih'in savunmasıyla Meriç burun kıvırdı.

 

"Tabii tabii, kesin yanlış anlamışsındır. Senin bende gözün var ve bu yüzden öyle anladın ama çaktırmamak içinde yanlış anlamış gibi yaparak bana kızdın değil mi?" Dalga geçtiği açık bir şekilde anlaşılıyordu ama onların kavga etmesi için ciddi bir konuşmaya gerek yoktu, dalga geçtiklerini anlasalar bile kavga ederlerdi.

 

"Sikik beyinli! Bacaklarının arasında sallanan uzvu olan biri benim hoşlanacağım biri değil!" Kızlar burada olmadığından hepsi özüne dönmüştü ve açık saçık konuşmaya başlamıştı.

 

"He he yedim ben de. Alttan alttan bana hallendiğini bilmiyorum sanki ama benim başım bağlı." dedi. "Yani yakında bağlanır. Ben Maya'ya aşığım. Bu yüzden aşkına karşılık veremem. Git başkasını sev yoksa senin bu sevdan kara sevda olur." Başımı iki yana sallayarak arkama yaslandım. Meriç bir gün birinin elinde fena halde kalacaktı.

 

"Sikeceğim şimdi sevdasını da, kara sevdasını da, seni de!" Fatih küfür ederken Meriç gülerek konuştu.

 

"Aha bak işte, beni seviyor yoksa sikeceğim demezdi!" Bağırarak konuşup Fatih'ten dayak yememek için anında ayağa kalktı ama kıçına tekme yemekten kurtulamadı. Tekmenin etkisiyle öne doğru sendeledi ve düşmemek için ellerini orta sehpaya koydu.

 

"Meriç kıçını gözümün önünden çek." dedi Soner. "Yoksa senin kıçını gördüğüm için üstüne kusabilirim." Cipsiden ağzına bir tane atıp tam önünde arkası ona dönük, elleri orta sehpanın üstünde duran Meriç'e baktı ve yüzünü buruşturdu.

 

"Valla herkes bana aşık." diyerek doğruldu Meriç. Yanımdaki telefonu alıp saate baktım, Maya ve Cemre gideli neredeyse bir saat olacaktı. Son zamanlarda kendisini pek iyi hissetmediği için biraz hava almak ona iyi gelir diye aramak istemiyordum ama endişeleniyorumda. Bu endişemi de hâlâ kelepçelerle takip altında olmamızdan ve peşimizde bizi takip eden dört adamın olmasıyla azaltmaya çalışıyordum.

 

"Aynen abi, o kadar aşığız ki gazozuna ilaç katıp seni yatağa atmak istiyoruz. Artık gerisini sen hayal et." diye piçimsi bir şekilde güldü Eren.

 

"Irz düşmanları! Bundan sonra ben tek kalmam. Mayacığımın yanına yatarım, o beni korur."

 

Ozan telefondan başını kaldırıp konuştu. "Onun yanında yatmak için bahane arıyorum demiyor da."

 

"Size ne be, ister bahane ararım ister aramam. Ben senin gibi sevgili olmak için yıllarca beklemek yerine bir adım atıyorum işte."

 

"Sen adım atmıyorsun, uçuyorsun kardeşim." dedi Eren.

 

"İster uçuyorsun ister koşuyorsun deyin, en azından bir şeyler yapıyorum." diyerek kendini yine Fatih'in yanına attı. Fatih ters ters ona bakarken yine ona sırnaşmaya başladı.

 

Elime tekrardan telefonu aldım. Bu sefer arayacaktım Cemre'yi. Rehbere girip adını bulduktan sonra aradım ama aynı zamanda evin kapısı çalınca telefonu kapatıp ayağa kalktım. Gelmiş olmalıydı. Hızlı adımlarla kapıya ilerleyip açtım, bir yandan da konuştum. "Nerede kaldınız güzel..." Kapıda gördüğüm polislerle cümlem yarım kaldı. Kaşlarım istemsizce çatılırken kalbimin sıkıştığını hissettim.

 

"Memur bey? Bir sorun mu var?" İçimdeki korkuyu bastırmaya çalışarak sordum.

 

"Cemre Hanım nerede Araf Bey?" Kaşlarım iyice çatıldı. Bu da ne demekti şimdi?

 

"Dışarıya çıkmıştı, bir sorun mu var?"

 

"Cemre Hanım'ın kelepçesinden sinyal alınmıyor." Sinyal alınmıyor mu? Sinyal alınmamasını tek bir nedeni olur o da kelepçenin çıkartılması. Cemre neden kelepçeyi... Bir dakika, başına bir şey gelmemiştir değil mi?

 

Elimdeki telefonu açıp hemen Cemre'yi aradım. O sırada kapıdaki polis memuru konuşmaya devam etti. "Son alınan sinyal yerine ekipler sevk edildi, istihabarat ekipleri çoktan son tespit edilen sinyal yerine ulaşmıştır. Peşinizde ki iki polisten haber alınmıyor." Polis memuru konuşmaya devam ederken Cemre'nin telefonu açmasını bekledim. "Aklımızda iki şüphe var, ya Cemre Hanım bir şekilde kelepçeyi çıkartıp peşindeki ekiplerden kurtularak kaçtı ya da tek şüpheli olan Alessi Demir bir şekilde onu kaçırdı, ama son alınan sinyal oldukça kalabalık bir yerden alınmış. Bu yüzden kaçırılması imkansız gibi görünüyor." Açılmayan telefonu hırsla kulağımdan çektim ve vestiyerden montumu aldım.

 

"Kaçırmıştır, o şeytan onu Kaçırmıştır! Cemre suçsuz, neden kaçmaya çalışsın?" deyip ayağıma ayakkabılarımı geçirdim.

 

"Siz suçsuzken kaçmamış mıydınız Araf Bey?" diyen sese baktım, sorgumuza giren Başsavcıydı bu.

 

"Ne demeye çalışıyorsunuz Başsavcım?" Sesim haddinden fazla çıkmaya başladığı için bizimkilerde kapıya geldi.

 

"Siz zaten suçsuz halde kaçmışken Cemre Hanım neden yine suçsuz olduğu halde kelepçeden kurtulup, peşindeki ekipleri atlatıp kaçmasın ki?" Ellerim yumruk olurken sinirle karşımdaki adama baktım. "Ne de olsa bordo berelisiniz, bordo berelilerin namını duymayan yok. Peşindeki iki adamı atlatıp kaçmak zor olmasa gerek. O kelepçeden kurtulmanın sizler için zor olmayacağını düşünüyorum. Bu yüzden kelepçeye rağmen ekipler sizi takip altına almıştı ama yine onlardan da kurtulmayı başarmış gibi görünüyor." Burnumdan derin nefesler alırken sakin olmak için içimden kendime telkinler verip duruyordum.

 

"Komutanım ne oluyor? Ne diyor Başsavcım?" Fatih'in sorusuyla ona dönmeden cevapladım.

 

"Cemre yok, Başsavcım da kaçtığını düşünüyormuş!"

 

"Cemre komutanım kaçmaz. Bir şey olmuştur kesin." dedi Eren, göz ucuyla ona bakınca diğerleriyle birlikte dışarıya çıkmak için hazırlandıklarını gördüm.

 

"Umarım dediğiniz gibi olmuştur beyler yoksa Cemre Hanım için zorlu bir süreç başlayacak gibi. Bundan sonra kelepçeyle dahi olsa özgürce dışarıda durmak yerine parmaklıklar ardına gidecek gibi duruyor. Umuyorum ki kelepçeyi kendi çıkarmamıştır da başına bir şey gelmiştir. Aksi takdirde özgür kalmak için başınıza bunca derdi açan kişinin itiraf etmesi ve videoların aslı bulunması gerekecek, başka türlü özgür kalması imkansız." Elimdeki telefonu sıkarak Başsavcının karşısına geçtim ve gözlerinin içine baktım.

 

"Umuyorum ki Cemre'nin başına bir şey gelmemiştir. Gelmemesi de lazım çünkü peşindeki o iki adam varken gelmemesi gerekiyor." Meydan okur gibi konuşup yanından geçip gittim. Peşimizde dört adam vardı ama ikisi bizimle kalırken ikisi Cemre ve Maya'yla gitmişti.

 

Hızlı adımlarla evden dışarıya çıkınca bir ordu polisin bahçede olduğunu gördüm. Yine birçok insan toplanmıştı etrafa ve fısıldaşarak konuşuyorlardı.

 

Birkaç fısıltı kulağıma ilişti.

 

"Kelepçeyle dahi olsa serbest kalmamaları gerekiyordu."

 

"Kim bilir ne yaptılar yine."

 

"Peşlerindeki polislere ulaşamıyorlamış, kesin başlarına bunlar yüzünden bir şey geldi. Belkide adamlara bir şey yaptılar?" Bu son cümleyle sinirlerim iyice arttı. Ellerim yumruk olurken kalabalığa baktım. Gözlerimizin içine baka baka fısıldaşıyordu hepsi, biri bile çekinmiyordu.

 

"Kesin sesinizi!" diye adeta gürledim. Birkaç kişi benim sesimden irkilirken ateş saçan gözlerimle kalabalığa baktım. "Ortada kayıp bir kadın var! Peşinde iki adam olmasına rağmen ve kelepçeyle takip edilmesine rağmen ortada bir kadın yok! Haber alınmıyor! Başına bir şey mi geldi bilinmiyor ama siz boş insalar iki duyduğunuz haber yüzünden bir kadının polislere zarar verdiğini ima ediyorsunuz! Hatta imayı geçtiniz açık açık söylüyorsunuz!" Az önce fısıldaşan onlar değilmiş gibi, hiç çekinmeden Cemre'nin polislere zarar verip kaçtığını söyleyen onlar değilmiş gibi hepsi susmuştu ve korkuyla bana bakıyorlardı.

 

"Maalesef dünya iyilerin değil kötülerin dünyası, çevremizde birçok kötü var. En basitinden akrabalarınız, hepinizin akrabası iyi mi? Bence değil, arkanızdan etmediği laf yoktur kesin. Peki onların arkasınızdan konuştuğu şeylerin doğruluk payı var mı? Belki var belki yok. Genelde hep yalan yanlış konuşurlar ve sizlerde sinirlenirsiniz. Size yapılan bir şey hoşunuza gitmezken daha kim olduğunu bile bilmediğiniz bir kadın hakkında nasıl hiç çekinmeden kesin hüküm verebiliyorsunuz? Bu hakkı size kim veriyor? Kimsiniz siz? Tanıyor musunuz o kadını? Gözlerinizle suçlu olduğunu gördünüz mü?" Ben konuştukça insanlar geriye doğru adımlıyordu. Hepsi korkmuştu ama umurumda bile değildi. Cemre hakkında konuşmalarına izin vermezdim. Benim hakkımda istediklerini desinler ama çevremdeki insanlar hakkında onların kesin hüküm vermesine asla izin vermem.

 

"Şimdi gidin düşünün ama iki gün sonra haberlerde hakkında kesin hüküm verdiğiniz kadının masum olduğuna dair haberleri görünce ne yapacaksınız merak ediyorum. Umarım biraz olsun yüzünüz kızarır ve her gördüğünüz habere göre insanları yargılamazsınız." deyip arkamdaki Başsavcıya döndüm. Ellerini arasında birleştirmiş dikkatli bir şekilde bizi izliyordu. Göz ucuyla bizimkilere baktım, ben konuşmaya başladığımdan beri hiçbirinin sesi çıkmıyordu ama benim tam yanımdan da ayrılmamışlardı. Konuşmasalarda varlıklarıyla yanımda olduklarını belli etmişlerdi.

 

"En son sinyal nerede görülmüş?" Sorumla Başsavcının bakışları beni bulurken sağ elini arkasından çıkarıp öne doğru uzattı.

 

"Arabaya binin, oraya gidiyoruz zaten." İtiraz etmeden hepimiz polis araçlarına yerleştik. Polisler de arabaya binip yola çıkarken telefonu çıkarıp Erdem Yarbayı aradım. Fazla bekletmeden anında telefonu açtı.

 

"Efendim Araf?" Sesini zor duymuştum çünkü bulunduğu yer çok gürültülüydü. Sanırım helikopter sesiydi.

 

"Komutanım Cemre yok. Kelepçeden sinyal alınmıyormuş, peşindeki ekiplere ulaşılamıyormuş." dedim.

 

"Biliyorum Araf, şimdi helikoptere binip İstanbul'a geliyorum." Helikopter mi?

 

"Nasıl yani?"

 

"Haberi az önce aldım, en erken uçak saati iki saat sonra. O kadar saat beklemek yerine helikopterle geleceğim. Bir tim görev için İstanbul'a gelecekti, onlarla birlikte bende birkaç saate orada olacağım."

 

"Anladım komutanım." dedim ve derin bir nefes alarak yola baktım. "Komutanım Cemre kaçmadı, kesin Alessi bir şey yaptı."

 

"Biliyorum Araf, Cemre'nin kaçmayacağını senin kadar bende biliyorum." dedi. "Ben gelene kadar sakin olun ve sakın bir şey yapmayın." diye de uyardı.

 

"Komutanım Cemre'yi bende polislerle birlikte aramak istiyorum. Lütfen görev izni çıkartın ve bizde aramalara katılalım. Bizim belli bir yere kadar aramamıza izin verirler ama ben elim kolum bağlı duramam."

 

"Araf bu imkansız."

 

"İmkansızsa bende bu imkansızı ortadan kaldırırım komutanım." dedim kendimden emin bir sesle.

 

"Araf! Sakın bir delilik yapma. Hepimiz Cemre'yi arayacağız ama sen işimize taş koyma sakın. Ben Cemre'yi aramanız için elimden geleni yaparım ama sakın ümitlenme. Size böyle bir izin çıkarmak neredeyse imkansız çünkü hâlâ suçsuzluğunuz kanıtlanmış değil." Derin bir nefes alıp sol elimle yüzümü sıvazladım. Asla elim kolum bağlı oturmazdım.

 

"Tamam komutanım, bir delilik yapmam." Tabii ki de yaparım, karım ortada yokken polislere tamam siz arayın ben evde oturup bekleyeceğim diyecek halim yok ya.

 

"Araf şimdi helikoptere bineceğim ama senin sözüne asla güvenmiyorum. Ben gelene kadar rahat durun yeter." Cevap vermedim, o da cevap vermemi beklemeden kapattı zaten. Bakışlarım yanımda oturan Meriç'e kaydı, telefonundan birini arayıp duruyordu.

 

"Maya'ya ulaşabildin mi?" Bana bakmadan başını iki yana sallayıp cevap verdi .

 

"Telefon çalıyor ama açmıyor." Bir şey oldu ama ne? Peşimizdeki ekiplere ne oldu peki? Onlara neden ulaşılamıyor? Off, Cemre iyi ol lütfen.

 

Beş dakika sonra araba durunca geldiğimiz yere baktım, eve oldukça yakın bir yerdi. Hızla arabadan inip etrafıma baktım, yerde yatan birçok kişi vardı ama yaralı gibi durmuyorlardı. Hiçbir yerde kan yoktu.

 

"Maya!" Meriç'in bağırmasıyla baktığı yere baktım ve Maya'yı gördüm. O da diğer insanlar gibi yerde yatıyordu. Hep birlikte yanına koştuk, Meriç elini onun boynuna götürüp nabzını kontrol etti ve derin bir nefes alarak "Atıyor." dedi.

 

Elimi Maya'nın yüzüne götürüp hafif bir şekilde vurdum ve "Maya." dedim onu ayıltmaya çalışarak.

 

"Şurada bakkal var, ben kolonya alıp geliyorum." dedi Ozan. O koşarak bakkala girerken Maya'yı uyandırmaya devam ettik.

 

Ozan kolonyayla geri gelince Meriç elinden alıp biraz avucuna döktü. Elini Maya'nın burnuna yaklaştırdı, bir yandan da onun adını söylüyordu. Birkaç dakikanın sonunda Maya gözlerini yavaşça aralamaya başladı.

 

"Başsavcım, Cemre Hanım'ın peşindeki ekipleri bulduk. Az ileride bir ara sokakta baygın bir halde yatıyorlar." Duyduğum konuşmayla başımı çevirip onlara baktım. Bir polis memuru savcıyla konuşuyordu.

 

"Durumları nasıl?"

 

"İyi savcım, sadece elektro şok cihazıyla bayıltmışlar. Boyunlarında şoktan dolayı morluklar oluşmuş."

 

"Maya iyi misin güzelim?" Meriç'in sesini duyunca tekrardan önüme döndüm, Maya tamamen uyanmıştı.

 

Uyanır uyanmaz etrafına baktı ve "Cemre nerede? En son yanımdaydı ama izdiham oluşunca birbirimizi kaybettik." dedi. "Bana ne oldu? Niye yerde yatıyorum? Cemre nerde?" Telaşlı bir şekilde sorularını sıralarken sakin olsun diye Meriç onun elini tuttu.

 

"İlk önce sakin ol." dedi, göz ucuyla bize bakıp devam etti. "Cemre komutanımın nerede olduğunu senin bilmen gerekiyordu, biz yeni geldik buraya." Maya'nın gözleri korkuyla açılırken etrafına baktı.

 

"Yok mu Cemre? Buradaydı, yanımdaydı ama birkaç dakikalığına ellerimiz ayrıldı, sonrasını hatırlamıyorum." Yumruklarımı sıkıp ayağa kalktım. O sırada yanımıza Başsavcı geldi.

 

"Kendinizi nasıl hissediyorsunuz Maya Hanım? Eğer iyi hissediyorsanız size sormamız gereken birkaç sorum olacak." Maya ona bakıp başını salladı. Başsavcı da dizlerinin üstünde yere eğildi ve Maya'yla göz teması kurdu.

 

"Burada tam olarak ne oldu ve Cemre Hanım'ın nerede olduğunu biliyor musunuz?" Maya derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.

 

"Biz hastaneden çıkıp eve geliyorduk..." diyen Maya'nın sözünü anında böldüm.

 

"Ne hastanesi? Bir şey mi oldu Cemre'ye?" Sadece hava almak için dışarıya çıkmamışlar mıydı? Hastane nereden çıkmıştı?

 

"Biz, şey..." diye bir şeyler gevelemeye başladı, kaşlarım çatılırken dikkatle ona baktım. Ne dönüyordu burada? Maya bir şeyler saklıyor gibiydi? Ne için hastaneye gittiklerini söylemekte zorlanıyordu?

 

"Bir dakika Araf Bey." diyerek araya girdi savcı. "Devam edin Maya Hanım." Bir şey demeden Maya'yı dinlemeye başladım. Ne de olsa illaki neden hastaneye gittiklerini sorar öğrenirdim. Şimdiki önceliğim başlarına tam olarak ne geldiğiydi.

 

"İşte buraya gelince birkaç esnafın kavga ettiğini gördük. Kavgaya karışmadan karşı kaldırıma geçecekken etrafı duman kapladı ama yangın dumanı falan değildi. Sanırım..." deyip duraksadı, sanırım ne dumanı olduğunu söylemek istiyordu ama adı aklına gelmiyordu. Bunu fark eden Başsavcı araya girdi.

 

"Sis bombası mı?" Maya hızla başını sallayıp onayladı.

 

"Evet evet, sanırım sis bombası atıldı çünkü duman sadece önümüzü görmemezi engellemişti. Daha sonra birden Cemre yanımdan gitti. Onu aradım, ona seslendim ama dumandan hiçbir şey göremedim. Birkaç defa adımı bağırdığını duydum, daha sonrasını ise hatırlamıyorum." deyip buldundğu yere baktı. Bir kaldırımın üstünde oturuyordu şu anda. "Sanırım biri bayıltmış olmalı beni."

 

"Anladım." deyip doğruldu Başsavcı, o sırada Maya dikkatimi çekti. Yüzünü buruşturarak elini ensesine götürmüştü.

 

"Bir şey mi oldu?" Yanına ilerlerken sordum.

 

"Ensemde bir sızı hissediyorum." Cevabıyla yanında duran Meriç onun saçlarını çekip ensesine baktı. Kaşlarını çatarak bize döndü.

 

"İğne izi var." Maya'nın arkasına geçip bende baktım. Sanırım iğneyle bayıltmışlardı ama farklı bir şeyde olabilir.

 

"Sağlık çalışanları birazdan burada olur, büyük ihtimalle iğneyle sizi bayıltmışlar ama iğnenin içinde zehir de olabilir. Bu yüzden sağlık çalışanlarına bir görünmenizde fayda var." diyerek Başsavcı yanımzıdan ayrıldı.

 

"Meriç, Maya'nın yanından ayrılma. Hastanelik bir durum olursa götür test falan yaptırın, ne enjekte ettiklerini öğrenin." deyip diğerlerine baktım. "Biriniz Erdem Yarbayı arayıp yerimizi söyleyin, helikopterle buraya geliyordu. Diğerleri de çevreyi araştırsın, kameralar incelesin. Ben de savcının yanına gidiyorum." Hepsi beni onaylayınca savcının gittiği yere doğru ilerledim. Baygın bulunan ekiplerin yanına gitmişti.

 

"Cemre Hanım takibimizdeydi sayın savcım ama etrafı bir an duman kapladığı için kaybettik. Onu ararken ensemde hissettiğim acıyla bilincimi kaybettiğimi hatırlıyorum. Daha sonra ise gözlerimizi burada açtık." dedi bir tane polis. Burası Maya'nın bulunduğu yerden biraz uzaktı, buraya kadar sürüklemiş olmalılar.

 

"Etrafta şüpheli birini gördünüz mü? Sizi takip ettiğinden şüphelendiğiniz birileri falan?" Savcının sorusuyla diğeri cevap verdi.

 

"Hayır savcım, tek şüphelendiğiniz esnafların kavgasıydı. Cemre Hamın'ı oradan uzaklaştıracakken etrafı duman kapladı."

 

"Bunların hepsini Alessi yaptı." dememle bütün bakışlar bana döndü. "O kadını burada aramak aptallık olur. Kadın terör örgütüne çalışıyor, büyük bir ihtimalle Cemre'yi dağa çıkardı. Dağda görev yapan askerlere bilgi vermelisiniz."

 

Başsavcı derin bir nefes alıp bana baktı. "Araf Bey anlıyorum karınız kayıp, eski bir askersiniz ama şu an birilerine emir verecek bir konumda değilsiniz. Hatta şu anda soruşturma yapılan bir yerde bile bulunmamanız gerekiyor. Lütfen sınırları aşmayın çünkü sizi buradan uzak tutmak istemiyorum."

 

"Ben de sizi anlıyorum Başsavcım. Şu anda benim burada bulunmamam gerekiyor, bunu da biliyorum ama karımı kimin kaçırdığından eminim. Sizin birazdan gelip kimden şüphelendiğimizi sormanız gerekiyor ve ben de size Alessi'den şüphelendiğimizi söylüyorum, ki bence siz de ondan şüphe ediyor olmalısınız. Alessi'yi yanındaki adamlardan sonra en iyi biz tanıyoruz diyebilirim. Sözlerimi kâle alıp fazla beklemeden harekete geçmelisiniz." Konuşmak için dudaklarını araladığını görünce devam ettim. "Siz şimdi sözlerime itibar etmeseniz bile birkaç saat içinde buraya Erdem Yarbay gelecek, ve emin olun ki sözlerime o itibar eder ve gerekli izinleri çıkartarak saha görevinde olan bütün askerlere bilgiyi vermeye başlar." Ufaktan sinirlendiğini fark ettim ama umursamadım. Arkamı dönüp ilerliyorken sözlerini duydum.

 

"Polislerin işine karışmayın Araf Bey. Askerlerinize söyleyin polislerin yapması gereken şeyleri kendileri yapmasın. Bunun doğru olmadığını benim kadar sizlerde iyi biliyorsunuz diye düşünüyorum. Aksi taktirde polislerin işine karışmaktan ve delillere ulaşmaya çalışmaktan nezarethaneye bile girerler. Ben burada durmanıza göz yumuyor olabilirim ama burada bir tek ben yokum ve polislerin buna benim gibi göz yumacağını sanmıyorum."

 

"Merak etmeyin." deyip omzumun üstünden ona baktım. "Sessiz sedasız iş yapmayı biliyoruz." Bu dediğime sinirlenmek yerine güldü. Sanırım artık o da bizim masum olduğumuza inanmaya başlıyordu. İlk karşılaştığımızda bizi içeriye tıkmak istediğini bakışlarından anlıyordum ama artık öyle bakmıyordu. "Her zaman yaptığımız gibi bir hayalet olur kimseye görünmeden işimizi hallederiz." Bir şey demesini beklemeden yanından ayrıldım ve Fatih'i aradım. Telefon açılır açılmaz konuştum.

 

"Fatih bulduğunuz bütün güvenlik kameralarının kopyasını alın ama aslı orada kalsın. Polislere görünmeyin. Birinizde rütbeli olan bir polisin yakınında dursun ve konuşulanları dinlesin. En ufak bir bilgiye ulaştığımız zaman onlardan önce biz harekete geçeceğiz ve araştıracağız.".

 

"Anlaşıldı komutanım." deyip telefonu kapattı.

 

Derin bir nefes alıp etrafıma baktım, Meriç ve Maya ortada görünmüyordu. Sanırım Meriç Maya'yı hastaneye götürmüştü. Sağlık çalışanları gelip etrafta baygın olan vatandaşlarla ilgileniyordu.

 

Elimdeki telefonumun çaldığını duyunca bakmadan açtım. "Komutanım bir iz bulduk?" Eren'in dediklerini duyunca içime bir umut ışığı doğdu.

 

"Nerdesin? Hemen yerini söyle, geliyorum."

 

"Komutanım kamera görüntüsü buldum. Hemen size görüntüyü gönderiyorum."

 

"Acele et, bekliyorum." deyip telefonu kapattım. Saniyeler sonra telefonuma video geldi. Vakit kaybetmeden açıp videoyu izledim. Dumanların arasından bir adam ve kollarından sürükleyerek götürdüğü Cemre çıktı. Baygın bir şekilde gördüğüm Cemre'yle yumruklarımı sıktım.

 

Orospu çocukları! Hepsinden bunun hesabını soracaktım!

 

"Hepinizin ecdadını sikeceğim!" dedim dişlerimin arasından. Adamın yüzünde maske olduğu için yüzünü göremiyordum. Dumanların arasından çıkıp siyah bir arabaya bindirdi Cemre'yi. Araba kameranın açısında yan bir şekilde durduğu için plaka görüş açısında değildi. Arabayı çalıştırıp kameralar plakayı görmeden uzaklaşıp gitti araç.

 

Görüntüyü kapatıp Eren'i aradım. Fazla bekletmeden anında açtı. "Eren aracın gittiği istikâmetteki güvenlik kameralarını incele. Bir şekilde o aracın plakasını bul."

 

"Hallediyorum komutanım." deyip telefonu kapattı. Bakışlarım etrafta gezindi. Başsavcıyı bir polisle konuşurken gördüm. Görüntüleri henüz göstermeyecektim, plakayı öğrenip öyle gösterecektim. Gösterme amacım da mobese kayıtlarını incelemelerindendi, bizim incelememiz imkansızdı.

 

Saatler saatleri kovalarken elde tutulur düzgün bir iz bile yoktu. Arabanın plakasına ulaşmıştık ama araba bir yerde terk edilmiş halde bulunmuştu. Büyük ihtimmalle araç değiştirmişlerdi ve kim bilir daha kaç araç değiştirerek yola devam etmişlerdi. Erdem Yarbay yanımıza gelmişti ve polislerle birlikte o da Cemre'yi bulmaya çalışıyordu. Biz ise gizli gizli bir şeyler bulma peşindeydik. Bu sürede iyice polislerin gözüne battığımız için onların gözleri önünden ayrılamıyorduk. Maya'nın bir şeyi yoktu, ona enjekte ettikleri şey narkozdan başka bir şey değilmiş.

 

Kaldırımda oturup bacağımı stresle sallarken telefonuma bildirim geldi. Açıp bakınca tanımadığım bir numara olduğunu gördüm. Fazla beklemeden videoyu oynattım. Video ilk başta karartı gösterdi. Nerdeyse videonun bir dakikası böyleydi. Daha sonra kameranın görüş açısına Cemre girdi, baygın bir şekilde oturuyordu. Sanırım bir arabanın içindeydi.

 

"Cemre!" Benim istemsizce bağırmamdan dolayı birkaç kişinin bana baktığını hissettim ama bakışlarımı videodan ayrımadım.

 

"Komutanım bir şey mi oldu?" Soner'in sorusuyla telefonu salladım, hepsinin merakla yanıma geldiğini göz ucuyla gördüm.

 

Birkaç saniye boyunca Cemre göründü ekranda daha sonra ise Alessi girdi kadraja. Elimdeki telefonu sıkarken sinir bozucu bir şekilde güldü.

 

"Selam yakışıklı çocuk." dedi, göz ucuyla baygın bir şekilde duran Cemre'ye baktı. "Sanırım uyuyan güzel uyanmak için prensin öpcüğünü istiyor." deyip kahkaha attı. Sinirden elim titrerken derin soluklar almaya başladım. Şu anda bir video dahi olsa Alessi'yi videodan çıkartıp öldürmek istedim.

 

"Belki merak etmişsindir diye kısaca video göndereyim dedim. Asıl video akşam gelecek. Beklemede kalın yakışıklı çocuk ve tayfası." demesiyle video sonlandı. Elimdeki telefonu sıkarak ayaklandım. Sinirle elimdeki telefonu havaya kaldırmıştı ki biri kolumu tuttu.

 

"Sakin olun komutanım. Telefonda video var. Erdem Yarbaya verelim de hem numarayı hem de videoyu inceletsin." Derin bir nefes alıp Meriç'in dediği gibi sakin olmaya çalıştım. Az kalsın elimdeki delili kendim yok edip telefonu kıracaktım.

 

Sakin ol Araf, sakin. Sağ salim bulacaksın Cemre'yi.

 

Derin nefesler alarak sinirimi yatıştırmaya çalıştım. Elimdeki telefonu sıkıca tutarak az ileride polis ve Başsavcıyla konuşan Erdem Yarbayın yanına ilerledim. "Komutanım Cemre'yle ilgili video ulaştı bana." dememle hepsi bana baktı. "Alessi gönderdi, kendiside videoda açık bir şekilde görünüyor."

 

"Ver hemen, bakalım." dedi Erdem Yarbay. Telefonu açıp videoyu başlatacakken gördüğüm şeyle kaşlarım çatıldı. Daha doğrusu görmediğim şeyle kaşlarım çatıldı.

 

Video yoktu...

 

"Araf, versene oğlum." Bakışlarım Erdem Yarbaya kaydı.

 

"Yok." dedim.

 

"Ne yok?"

 

"Video yok komutanım." Hepsinin şaşırdığına şahit oldum ama benim kadar şaşkın olamazlardı. "Az öncede izledim, bir dakika bile geçmeden sizin yanınıza geldim ama yok video."

 

"Yanlışlıkla silmiş olmayasın?" Bakışlarım Savcıya kaydı ve başımı iki yana salladım.

 

"Hayır, izledikten sonra telefonu kapattım. Kendi kendine silinecek hali yok ya."

 

"Var." diyen emniyet amirine baktım. "Süreli mesaj göndermiş olmalı." Kaşlarım bir kez daha çatıldı, süreli mesaj mı? Nasıl aklıma gelmez ya! Nasıl dikkat etmem buna!

 

"Sikeceğim böyle işi!" dedim dişlerimin arasından.

 

"Sakin ol." Sinirle Başsavcıya baktım, sakin mi olayım? "Bakma öyle, gerçekten sakin ol. Sinirlenince Cemre yanına gelmiyor. Ayrıca ver şu telefonu, video gönderelilen numaranın hâlâ duruyor olması lazım. Numarayı inceleteceğim." Dediği gibi sakin olmaya çalışarak telefonu eline verdim. Sinirle bir sağa bir sola volta atarak beklemeye başladım.

 

Etrafta görgü tanığı yoktu çünkü kavga eden esnaflar birbirine silah çekince herkes kendi canına düştüğü için etrafta olup biteni gören olmamıştı. Üstüne bir de sis bombası atılınca herkes sadece kendi canına odaklanmıştı. Zaten görgü tanığı olsa bile bize verebileceği tek bilgi aracın plakası olurdu, ki biz ona ulaşmıştık ama araç belli bir yerde değiştiği için bir işimize yaramamıştı. Cemre'yi kaçıran adamların yüzüleri de maskeli olduğu için görgü tanığı işimize yaramazdı. Zaten Alessi'nin yaptığından polislerde şüphe ediyor çünkü başımıza gelen bütün olaylarda tek şüpheli o. Üstelik her yerde aranıyor.

 

Yine saatler saatleri kovalarken akşam olmuştu bile. Numaradan da bir iz çıkmamıştı çünkü tek kullanımlık hat kullanmış.

 

Elimdeki telefon bir kez daha çalınca gözlerimi kapattım. Son bir saattir Cemre'nin ailesi arayıp duruyordu ama açamıyordum. Açsam ne diyecektim adama? Hele internete düşen video?

 

Allah'ım lütfen beni Cemre'den ayırma...

 

Tam bir buçuk saat önce bizim internet sitemize karşı açılan siteye video yüklenmişti. O siteyide Alessi açtığı için videoyu kimin attığını biliyorduk.

 

Videoda yine Cemre vardı. Elleri bir mağarada tavana bağlı, hâlâ baygın bir şekilde birkaç dakikalık görüntüsü vardı. Videonun altında da Türk askerlerinin muhtemel sonu... Yazıyordu. Videonun bütün sosyal medyada, haber kanallarında ve daha birçok yerde yayılmasıyla Cemre'nin ailesi, hatta benim ailem bile durmadan beni arıyordu ama telefonlarını açamıyordum. Telefonu açıp adam bana kızım nerede diye sorunca bilmiyorum diyemezdim.

 

Neredesin be Cemre? Elimde dağa çıkarıldığın dışında hiçbir bilgi yoktu.

 

"Araf." Erdem Yarbayın sesini duysamda ona bakmadım. Ne diyeceğini iyi biliyordum. "Merak ediyorlar, aç."

 

"Ne diyeceğim komutanım? Daha iki ay önce kızlarını bana emanet ederek gönderdiler bizi Ankara'dan, şimdi ise her yerde kızlarının videosu var ve ben ne diyeceğim onlara? Bana emanet ettiğiniz kızınızı kaçırdılar mı diyeceğim? Peki onu bul dediklerinde ne diyeceğim? Daha nerede olduğunu bile bilmiyorken nasıl bulacağım diyeyim? Daha ben onu doğru dürüst arayamazken adama kızınızı sağ salim nasıl getireceğim diyeyim?" Gözlerimi açıp ona baktım. "Komutanım Cemre'ye dair bir iz bulunduğunda ben de operasyona katılacağım."

 

"Araf bu imkansız." Sabahtan beri aynı şeyi söylüyordum ve o da bana aynı şeyi söylüyordu. Anlıyordum onu, bizim suçsuzluğumuz hâlâ kanıtlanmadığı için göreve çıkmamız imkansız ama bende Cemre'ye dair bir iz bulunduğunda evde oturacak biri değildim.

 

Karşımda duran Başsavcıya baktım. Hepimiz evdeydik ve yanımızda Başsavcı olmak üzere birkaç polis memuru daha vardı. Alessi bizimle iletişime geçer diye polisler burada kalacaktı ve Başsavcıda az önce buraya gelmişti.

 

"Ben imkansız ne bilmiyorum." dedim Başsavcının yüzüne bakarak. Erdem Yarbay zaten beni tanıyordu. Tanımayanlarada tanıtıyordum çünkü beni durdurmaya çalışan Erdem Yarbay değil bu Savcı olurdu. Bu yüzünden sınırlarımı bilmesi gerekiyordu. "İmkansızı oldururum ve başıma gelecekler umurumda dahi olmaz. Ya gerekli yerlerle konuşulur ya da konuşmaya gerek kalmadan ben gerekeni yapar gerektiği gibi davranırım." Polis memurları benim sözlerimle Başsavcıya baktılar.

 

"Komutanını dinle, bir iz bulunursa evden dışarıya dahi çıkamazsın." dedi savcı.

 

"Öyle mi?" dedim, yüzümde bir gülümseme oluştu. "Kars'tan İstanbul'a kimsenin ruhu duymadan geldik, üstelik o zamanlar aranıyorduk. Haftalarca İstanbul'da gezdik kimse fark etmedi. Askerlerim yanımıza geldi, kendi suçsuzluğumuzu ispatlamaya çalıştık kimse fark etmedi. Şimdi bu evden rahatça çıkıp gidemeyeceğimi mi sanıyorsunuz?" Yüzüm birden ciddi bir hâl aldı. "Kimsenin ruhu bile duymadan şehir bile değiştiririm. Eğer şu bacağımdaki kelepçeye güveniyorsanız boşuna güvenmeyin, kurtulmam saniylerimi bile almaz ve emin olun başıma gelecekler umrumda dahi olmaz." Ayağa kalkıp Başsavcıya bakmaya devam ettim.

 

"Cemre'den iz bulunana kadar kiminle konuşuyorsunuz, kimi araya katıyorsanız katın bizimde bir kerelik bile olsa göreve çıkmamıza dair izin alın." Arkamı dönüp salon kapısına doğru ilerledim, o sırada arkamı dönmeden konuşmaya devam ettim. "Ben az önce açık açık izin çıkmazsa ne yapacağımı anlattım zaten. Gerisi size kalmış" Salondan çıkıp tekrardan çalmaya başlayan telefonu açtım.

 

"Efendim." dememle Cemre'nin babasının sinirle sesi kulaklarıma doldu.

 

"Cemre nerede Araf? O videolar ne? Kızımın iyi olduğunu söyle bana." Derin bir nefes aldım, gözlerimin dolduğunu hissettim.

 

Neredesin Cemre? Neredesin?

 

Lütfen bu bir rüya olsun ve gözlerimi açınca Cemre kollarımın arasında hâlâ uyuyor olsun.

 

"Bilmiyorum Hasan amca." dememle acı dolu solukları doldu kulağıma. Bir babanın acı dolu solukları. "Bulacağım Hasan amaca, size yemin olsun bulacağım kızınızı."

 

"Bul Araf, kızımı sağ salim bul ve getir." dedi zorlukla.

 

"Söz veriyorum bulacağım." diyebildim. Aramızda başka konuşma geçmezken telefonu kapattım ve hemen babamı aradım. Onun sorularını es geçerek Ankara'ya gitmelerini söyledim. Cemre'nin anne ve babası çok kötü durumdadır, onların yanında olmaları en iyisiydi. Ev adreslerini de verip telefonu kapattım. Şu anlık elimden sadece destek olmaları için ailemi göndermekten başka bir şey gelmiyordu. Çok yakında da kızlarını getirecektim.

 

*

*

*

 

Aradan tam iki gün geçmişti ve bu süre zarfında Cemre'yle ilgili aldığımız tek haber internete yüklenen videolardan başka bir şey değildi. Tüm Türkiye'yle birlikte bizlerde videolar dışında bir şey bilmiyorduk. Videolar sadece birkaç saniye sürüyordu, en fazla bir dakika, daha fazlası yok.

 

Her videoda bir yerinde yara oluyordu. İlkinde baygındı, ikincisinde dudağı patlamıştı ve yüzü hafif kızarıktı, üçüncüsünde sol kolu boydan boya kesilmişti ve kanıyordu, dördüncüsünde ise maskeli bir adam boynuna bıçak dayamıştı.

 

Videoda Alessi görünmüyordu ve videoda Cemre dahil kimsenin sesi yoktu. Amacı tam olarak neydi bilmiyorum, kimse bilmiyordu ama sabrım taşmak üzereydi. Dağda oldukları belliydi çünkü bize gönderdikleri videodan bir mağarada olduklarını anlamıştık. Sahada görev yapan bütün askerlere haber verilmişti ama henüz bir iz bulunamamıştı. Kim bilir hangi dağın hangi mağarasındaydı?

 

"Komutanım internete bir video düştü!" diyen Ozan'a baktım, elindeki bilgisayarla ayağa kalkıp yanımıza geldi ve bilgisayarı orta sehpaya koydu. Videoyu başlatınca nefesimi tutup görüntüyü izledim. Yine sadece Cemre vardı. Vücudunda yeni bir yara görünmüyordu. Bu beni biraz olsun rahatlatmıştı.

 

Gözlerimi bile kırpmadan Cemre'yi izlerken birden ekranda Alessi belirdi. Meriç anında "Sarı şeytan!" diye söylendi.

 

"Merhabalar." dedi yüzündeki büyük bir gülümsemeyle. "Ah, şimdi bir çoğunuz beni gördüğünüze şaşırıyorsunuz ama herkesin iyi olduğuna bu kadar çabuk inanmamanız gerekiyordu. Beni sevenlere çok teşekkür ederim ama tam bir aptak olduğunuza değinmeden edemeyeceğim. Siz aptallar sayesinde hiç dikkat çekmeden, vakıflar aracılığıyla dağdaki insanlara kolayca çalıştım ve isteklerini sizler sayesinde yerine getirdim." Öne doğru eğilip kibirli bir şekilde konuşan kadına odaklandım.

 

"Evet Araf ve Cemre'nin başına ne geldiyse benim yüzümden geldi ve asla pişman değilim. Zaten pişman olsam Maviş şu anda arkamda bağlı bir şekilde durmazdı." Gözlerim Cemre'ye kaydı, çok bitkin görünüyordu. Zaten son bir haftadır çok halsizdi ve hiçbir şey yemiyordu. Şimdi ise daha kötü görünüyordu.

 

"Gelelim asıl meselemize; bir gün içinde size vereceğim adrese bir kamyon dolusu patlayıcı mühimmat istiyorum." Kaşlarım çatıldı, ne saçmaladığının farkında mı acaba?

 

"Sırf patlayıcı için mi kaçırmış komutanımı?" dedi Fatih.

 

"Sizler bilmiyorsunuz ama bu Maviş bize biraz zarar ettirmişti." Mayın tarlasında patlayıcıları patlamasından söz ediyor olmalıydı.

 

"Adresi size yarın bildiririm." dedi, aklına bir şey gelmiş gibi gülüp devam etti. "Ah bu arada, Türk Silahlı Kuvvetlerinden bir video istiyorum." Elim çeneme gitti. Kim bilir ne isteyecekti?

 

"Bizlere zarar vermeye çalıştıkları için, bu uğurda sırt sırta savaştığımız o kadar insanı öldürdüğünüz için bir özür videosunu internete yüklemenizi istiyorum." Ellerim yumruk oldu, sınırları iyice zorlamaya başlamıştı. Sırf bu ülkeyi ele geçirmeye çalışan bir avuç piç sürüsünü öldürdük diye özür mü dileyecektik? Rüyasında görür!

 

"Eminim ki şimdi bana saydırmaya başladınız ama umrumda değil. O özür videosu gelmediği takdirde bu arkamda gördüğünüz askeri..." deyip duraksadı. "Şu anda asker değil tabii, çünkü benim yüzümden sizler onu ve kocası Araf'ı vatan haini olarak görüyorsunuz. Her neyse bu eski asker olan Maviş'e her gün işkence ederek sizlere videosunu yollayacağım. Ne zaman o özür videosu internete yüklenirse bu işe son vereceğim."

 

Cemre mayın tarlasında patlatıcıyı imha edince onun daha fazlasını TSK'den istedi çünkü zararı fazlasıyla karşılamak istiyor. Askerlerden özür dilemelerini istedi çünkü üstünlük kurmak istiyor, aklınca özür dileyerek kendilerini tatmin edecekler ama dilemeyeceğimizi bildiği için Cemre'nin işkence görmüş videolarını paylaşarak pişman olmamızı sağlayacak. Çünkü her Türk, askerlere saygı duyar, onların acısını kendileri çekiyormuş gibi hisseder. Cemre'nin işkence görmüş görüntülerinin bizleri yıkacağını düşüyor ve haklıda. Kimse görmek istemez o görüntüleri. Bu yüzünden hassas noktamızdan vurmaya çalışıyor.

 

"Ulan! Ulan!" diye bağırdı Soner. "Bu sarı yılanın başını ilk başta soğan kırar gibi kırmamız gerekiyordu! Soğanın cücüğü gibi beynini kafasından çıkarmamız gerekiyordu!" Soner yaratıcı işkencelerini sıralarken gözlerimi kapattım.

 

O özür videosunu asla çekmezdik ama Cemre'nin işkence görürken çekilen videolarına katlanamazdım. Ne ben, ne bir başkası, ne de bizim üstlerimiz o videoyu çekmezdi. Peki Cemre? O ne zamana kadar bu işkenceye katlanacak?

 

"Cemre'yi bulmamız lazım." dedim. "Hem de hemen bulmamız lazım. Onun tek bir videosunu dahi görmek istemiyorum. Ona daha fazla zarar gelmeden bulamamız lazım."

 

"Yapmayın." Duyduğum sesle anında bilgisayara döndüm. Video henüz bitmemişti ve güçsüz bir şekilde Cemre konuşmuştu. "İstediklerini vermeyin. Boyun eğmeyin. Alışığım ben işkence görmeye, dayanırım." Gözümden düşen bir damla yaşla yumruğunu sıktım. Onu bulmalıydım, ona daha fazla zarar gelmeden bulmalıydım.

 

"Ah siz askerler." diyerek Alessi araya girdi. "Hep aynısınız biliyorsunuz değil mi? Ben ölürüm, ben şehit olurum, yeter ki bayrağımız özgürce dalgalansın, yeter ki kimseye boyun eğmeyelim. Sıkılmadınız mı bundan?" dedi kollarını gögsünün altında birleştirerek. "Neredeyse her gün şehit haberi alıyorsunuz ama bir vatan sağ olsun sözüyle kendinizi teselli ediyorsunuz. Yazık, çok acınası bir durum."

 

"En azından bizim vatan sağ olsun diyecek bir vatanımız ve bayrağımız var." dedi Cemre. Sesi o kadar güçsüz çıkıyordu ki onun acısını adeta kalbimde hissediyordum. "Sizin bayrak diye kullandığınız bez parçasını biz sofra bezi niyetine bile kullanmıyoruz. Hatta o paçavrayı toz bezi bile yapmıyoruz. Arkamızdan ağlayanlar var, bizi bir kere bile görmeyen, adımızı duymayan insanlar bizim arkamızdan ağlıyor, dua ediyor. Bayrağımızla tabutumuz süsleniyor, mezarımız şenleniyor ama sizin böyle bir imkanınız yok. Sizin cansız bedenleriniz buradaki aç kurtlara, ayılara ziyafet olmak dışında bir boka yaramıyor." Yüzümde buruk bir gülümseme oluştu. İşte benim karım.

 

"Yürü be Ateş Parçası komutanım!" diye bağırdı Meriç. "Seni bulduğumuzda ilk işim alnından öpmek olacak." Eğer Cemre onu duyuyor olsaydı kesin gülerdi, hatta kahkaha bile atardı.

 

"Sen ve sizler kendinizi böyle avutun. O videonun gelmeyeceğini biliyorum ve senin işkence göreceğini bile bile o video asla gelmeyecek. Sen ise hâlâ az önce zırvaladığın şeyleri zırvalamaya devam et. Tüm Türkiye'nin önünde işkencelere dayanamayıp öldüğünde arkandan sadece ağlamak dışında bir şey yapmayacaklar. Hâlbuki o video gelse böyle bir şey olmaz ama benim gibi sen de o videonun gelmeyeceğini biliyorsun." deyip kameraya baktı. "Bakalım bu gururlu eski askeriniz kaç gün dayanacak." demesiyle video sonlandı.

 

Hızla ayağa kalkıp odanın içinde dolanmaya başladım. "O bir günlük süre dolmadan bir şekilde Cemre'yi bulmamız lazım." dedim, odada dolanmaya devam ederken yüzümü sıvazladım. "Anne ve babası o görüntülere dayanamaz. Onun işkence görmüş haline dayanamaz." dedim kendi kendime. Bulacağım Cemre seni. Bulacağım ve sana zarar gelmeden alacağım yanıma.

 

Ama neredesin be güzelim? Neredesin Cemre? Elimde küçük bir ipucu olsa gerisi çorap söküğü gibi gelecek ama yok! Elimde bir bok yok!

 

Gün boyunca internete yüklenen videolar incelendi, Alessi'nin uğradığı mekanlar araştırıldı, onun muhatap olduğu bütün insanlar sorguya alındı ama hiçbir iz bulunamadı. Özür videosu ve mühimmat için belirlediği süre dolarken içime bir ateş düşmüş gibi hissettim. Biri kalbimi avuçları arasına almış sıkıyordu sanki. Boğazımı biri sıkıyormuş gibi yutkunmakta zorlanıyordum. Canı yanıyordu, hissediyordum bunu. Hem de tüm kalbimle hissediyordum ve lanet olsun ki oturmak dışında bir bok yapamıyordum.

 

"Benim size bir şey söylemem lazım." diyen Maya'ya kızarmış gözlerimle baktım. "Daha doğrusu Araf'a söylemem lazım. Bunu Cemre'nin söylemesi doğru olurdu ama şu duruma bakınca bunun zor olduğunu görüyorum." Kaşlarımı çatacak dermanım bile kalmamıştı. Boş gözlerle sadece Maya'yı izliyordum.

 

"Özür videosunu göndermeyeceğinizi biliyorum, doğru olanda bu ama Cemre'ye zarar gelmeden kurtarmalısınız. Biz Cemre'yle hastaneye gittik çünkü mide buşantıları artmıştı, halsizdi ve bu beni şüpheye düşürdü. Doktara çıktık ve Cemre..." diyordu ki odanın içini bir telefon sesi doldurdu. Orta sehpata duran telefona Erdem Yarbay uzandı ve açtı. Bir süre karşı tarafı dinledikten sonra yüzünde gözle görülür bir değişme oldu. Adeta gözleri parlamıştı.

 

"Geliyorum, askerleri ayarlayın çabuk." Yerimde dikleştim, asker mi? Cemre mi bulundu yoksa?

 

"Komutanım bir haber mi aldınız?" Bir umut sordum. Telefonu kapatıp bana döndü. Hafif bir şekilde başını sallayınca içimdeki umut ışığı giderek büyüdü.

 

"Cemre'nin hangi kampta tutulduğu bulundu." Ayağa kalkıp telefonumu aldım.

 

Time hitaben "Hadi, acele edin. Gidiyoruz." deyip birkaç adım atmıştım ki Erdem Yarbayın sözleriyle durmak zorunda kaldım.

 

"Araf, gelmeyeceğini biliyorsun." Gözlerimi kapattım. İşte en çok korktuğum sözlerden biri buydu.

 

"Komutanım sizde beni anlayın. Ben burada oturamam."

 

Bizimkiler aynı anda "Biz hiç oturamayız." dedi.

 

"Hiçbiriniz gelmiyorsunuz." diyen Başsavcıya baktım. İkisinide anlıyordum, göreve dönmeden bir göreve çıksak bizim değil onların başı derde girecekti ama ben burada bekleyemezdim.

 

"Dünkü videoda Alessi itiraf etti. Bizim suçsuz olduğumuzu, başımıza ne geldiyse kendisi yüzünden olduğunu açıkladı." dedim.

 

"Evet açıkladı ama soruşturma hâlâ devam ediyor. Bu işlerin bir günde olmadığını biliyorsunuz, soruşturma sonuçlanana kadar göreve çıkamazsınız." Savcının sözlerinden sonra bizimkilere baktım. Onlarda bana katı.

 

"Peki." deyip yerime oturdum. Diğerleride benimle birlikte kalktıkları yere otururken rahat bir şekilde sağ ayak bileğimi sol dizme koyup arkama yaslandım. Erdem Yarbay ve Savcı bizim rahat halimizle bir süre bakıştı. "Siz gidin ve karımı bulup gelin o zaman. Ben burada karımı beklerim. Hiçbir yere gitmem. Sizin işinize de engel olmamış olurum." Böyle dedim ama ikiside amacımızı biliyordu, onlar gittiği anda evden çıkıp bir şekilde Cemre'nin bulunduğu yeri öğrenip dağa çıkacağımızı biliyordu. Zaten birkaç gün önce bunu açıkça söylemiştim. Kapıya istedikleri kadar polisleri koysunlar, bir şekilde bu evden çıkacaktık. Cemre'yi aramaya bizlerde gidecektik.

 

"Gitmiyor musunuz komutanım? Sizler yüzünden bizlerde vakit kaybediyoruz." dedim açık açık. Az önce öyle diyorken şimdi böyle diyordum çünkü az önceki sözlerim kinaye barındırıyordu.

 

Ben Erdem Yarbayın bizim de gelmemize izin verir, hatta araya birilerini katar göreve çıkmamıza izin verir falan diye bekliyordum ama o hiç ummadığım bir şey söyledi. "Gidiyoruz." deyip salondan çıktı, arkasından da Başsavcı çıktı. Bunu beklemediğimiz için bir süre afallasakta şaşkınlığımızı üzerimizden çabuk attık ve bizde salondan çıktık. Evde sadece Maya kalırken hepimiz dışarıya çıktık. Maya'nın bize anlatacağı şeyi de dinleyememiştik çünkü vakit kaybetmenin anlamı yoktu. Cemre'yi bulduğumda o anlatırdı bana. Zaten Cemre'nin söylemesi daha doğru demişti Maya.

 

Erdem Yarbay ve savcı çoktan gitmişti. Bizde bir taksi bulup bindik ve karakolun adresini verdik. Kısa süre sonra karakola gelince inip karakola baktık. Dışarıda bir koşturmaca vardı. İstanbul'da, yani burada görev yapan askerler Cemre'yi almaya gidecekti ve helikopter buradan kalkacaktı.

 

"Meriç." dedim karakola bakarak. "İçeriye gir ve bir şekilde güzargâhı öğren. Güzergâhı öğrendikten sonra gitmenin bir yolunu bulacağız."

 

"Hemen hallediyorum komutanım." diyerek karakol bahçesine girdi. Kıyafetine taktığı güneş gözlüğünü gözlerine geçirerek rahat bir görünümle ilerlemeye başladı. Özellikle onu gönderdim çünkü istihbarat uzmanı olan oydu, birilerinin arasına sızmada uzmandı.

 

Gözlerimle Meriç'i takip etmeye devam ettim. Karakoldan içeriye girdi ama en fazla beş saniye sonra elleri havada, teslim olurmuş gibi geri çıkıp bize baktı. "Komutanım! Yakalanmamam gereken çok önemli birine yakalandım!" diye bize bağırdı. "Düşman değil ama şu anlık düşman gözüyle baktığımız birine yakalandım. Kaçın kurtarın kendinizi! Ateş Parçası komutanımada gizli görevdeyken hiç olmadık birine yakalandığımı söyleyin ve arkamdan ağlamaması gerektiğini de iletin. Her şey onun içindi." Burnumdan sesli bir soluk alıp bahçeye girdim.

 

"Kesin Erdem Yarbaya yakalandı bu mal!" diye söylendi Fatih.

 

"Ulan kesin torpille istihbarat uzmanı oldun değil mi?" diyen Ozan'a sinirle baktı Meriç.

 

"Siktir lan çakma Doktor! Valla neşterle kesirim o dilini!"

 

"Kes çakma istihbarat uzmanı! Götüne pamuk tıkar gömerim seni!"

 

"Sen o pamuğu al anca kendi kıçına sok bir boka yaramayan Doktor bozuntusu!"

 

"Lan yaralandığında sakın yanıma gelip Doktor dik beni deme! O iğneyle anca ağzını dikerim çünkü senin!"

 

"Zaten çakma doktorlarla işim olmaz benim! Maazallah yaramı daha beter hale getirir!"

 

"Ulan şimdi kendi ellerimle yaralayıp dik beni diye yalvartacağım oğlum seni!"

 

Bu kavganın bitmeyeceğini anlayınca ikisine de sinirle baktım. Neyse ki bakışlarımı gördükleri için sustular ama gözleriyle hâlâ kavga etmeye devam ettiler. Bakışlarım elleri hâlâ havada olan Meriç'e kaydı, bir sabır çekip içeriye girdim. Arkamdan da diğerleri geldi. İçeriye girmemizle diğerlerinin de Meriç gibi teslim olurmuş gibi ellerini kaldırmaları bir oldu.

 

Kapı tipi metal dedektörün hemen önünde Erdem Yarbay bekliyordu. Bizimkilere baktı ama yüzündeki sert ifade yumuşamadı.

 

"Geçin." dedi bakışlarıyla arkasını göstererek.

 

"Komutanım..." diyordum ki bakışlarıyla susturdu beni.

 

"Geçin dedim." Bizimkiler hareket etmek için beni bekliyordu. Hepsi biliyordu ki içeriye girersek operasyona gizlice dahi olsa katılmamız imkansız olurdu. Operasyon bitene kadar dışarıya çıkmamıza dahi izin vermezlerdi. Eğer şimdi tek bir hareketlimle kaçalım desem hepsi tereddüt etmeden bana uyardı.

 

"Geçin dedim Araf! Yoksa polisler kelepçe takmak zorunda kalacak." Erdem Yarbayın son ikazıyla bizimkilere bakıp gözlerimle içeriyi gösterdim. Hiçbiri itiraz etmeden içeriye doğru ilerledi, ben de son kez Erdem Yarbaya bakıp ilerledim. Kızmıyordum ona. Zaten bizim yüzümüzden başı birçok belaya girmişti, daha fazlasına lüzüm yoktu. Bizim içinde elinden ne geliyorsa yapmıştı ama biz sınırları zorlamaya devam ediyorduk hep.

 

Polislerin yönlendirmesiyle bir odaya girdik. Oda boştu, hiçbir şey yoktu. Sanırım operasyon bitene kadar burada kalacaktık diye düşünürken odanın kapısı açıldı. İlk önce Erdem Yarbay girdi, onun arkasından da altı polis memuru girdi ve ellerinde de askeri üniforma vardı. Gözlerim şaşkınlıkla açılırken Erdem Yarbaya baktım. Az önce sinirle bize o bakmıyormuş gibi gülüyordu şu anda. Oyun mu oynamıştı yani?

 

"Komutanım..." dedim ne diyeceğimi bilemez bir halde. Derin bir nefes alıp yüzündeki gülümsemeyi genişletti. Polis memurları ellerindeki üniformaları tek tek bize verip odadan çıktı. Elimdeki üniformaya dolu gözlerle baktım. Uzun zaman olmuştu. Özlemiştim.

 

Bakışlarım Erdem Yarbaya kaydı, bu sefer yüzünde ciddi bir ifade vardı. "Gökbörü timi askerler operasyon için sizi bekliyor. Beş dakika içinde hazır olup helikopterin oraya gelin!" dedi gür sesiyle. Aynı anda hazır ol pozisyonuna geçmek için sağ ayağımızı kaldırıp sert bir şekilde sol ayağımızın yanına koyduk. Ses adeta odada yankılandı. Bir elimizde üniformamızı tutarken diğer elimizle selam verdik.

 

"Emredersiniz komutanım!" Aynı anda konuştuk. Erdem Yarbay son kez bize bakıp odadan çıktı, onun arkasından yine bir grup polis içeriye girdi ve silahları getirdi. Tekrardan odadan çıkarken bizimkilere baktım. Hepsinin yüzünde bir gülümseme vardı ve ellerindeki üniformaya bakıyorlardı.

 

"Hasretinizi sonra giderin Gökbörü timi, hasret gidereceğiz diye uzun zaman sonra ilk operasyonumuza ve Cemre'ye geç kalacağız." diyerek üzerimdekileri çıkarmaya başladım.

 

"Bekle bizi Ateş Parçası komutanım, seni kurtarıp üniformanı üzerine giymeni sağlayacağız." diyerek Meriç'te üstünü çıkarmaya başladı.

 

"Az önce Erdem Yarbaya yakalandığın gibi sonuçlanmasın yeter." diyerek laf soktu Ozan.

 

"Bana bak Doktor musun her ne boksan canımı sıkma benim. Valla Cemre komutanıma söyler Yasemin'le ayrılmanızı sağlarım. Ne de olsa onun sayesinde yakınlaştınız. Ufacık, minicik yalanlarla ayırırız sizi."

 

"Bana bak lan, sen yalan söyleyemiyorsun ama gırgır şamata olunca bülbül gibi şakıyorsun." dedi Eren. "Bizi mi kekliyorsun oğlum sen?"

 

"Ne alakası var ya? Karşımda komutanlarım olunca dilim tutuluyor benim. Yalan ağzımdan bir türlü çıkmıyor. Çıksada sanki anlayacaklarmış gibi hissediyorum ve yalan söylediğimi bir şekilde belli ediyorum."

 

Onlar kendi aralarında dalaşırken konuşmalarına kulak asmadım. Aklımda sadece Cemre vardı. Umarım geç kalmadan yanına gidebilirdik. Onun başka videosu internete yayılmadan onu oradan almalıydım.

 

Kemerimi sıkıp baştan ayağa kendime baktım, özlemiştim. Hem üniformamı hem de Cemre'yi özlemiştim. Üniformama kavuştum, birkaç saat içinde de Cemre'ye kavuşacaktım inşallah.

 

"Hadi beyler." deyip odadan çıktım. Onlarda arkamdan gelirken sert adımlarla karakolun içinde ilerlemeye başladık. Karakoldan çıkıp arka tarafa ilerledik. Helikopterin yanına gelince bir grup askerin bizi beklediğini gördük. İçlerinden rütbeli olanı öne çıkıp karşımda selam durdu.

 

"Oğuz timi komutanı Üsteğmen Mert Işık, emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım."

 

"Rahat." deyip Erdem Yarbaya baktım, hazır ol pozisyonunda durup hafif bir baş selamı verdim. "Gökbörü ve Oğuz timi helikoptere bin!" dedim gür bir sesle. Herkes tek sıra halinde, seri bir şekilde ilk önce yerdeki mühimmat çantalarını aldı, daha sonra ise helikoptere bindi. Son kez Erdem Yarbaya selam verip bende çantamı alarak bindim. Yerime oturup içerideki askerlere baktım.

 

"Cemre'yi bulmadan geri dönmek yok beyler." dedim.

 

"Ölmek var Ateş Parçası komutanımı almadan dönmek yok komutanım." diyen Meriç'e baktım.

 

"Aynen öyle ama Ateş Parçasını sadece ben derim. Bir daha duymayacağım senden!" Kızmamla muzipce sırıttı.

 

"Bakarız komutanım." Tek kaşım kalkarken bakışlarını kaçırıp konuştu. "Tamam, dememek için kendimi zorlarım ama söz veremem, sonra çarpılır kalırım." Başımı yana çevirip sabır diledim.

 

Az kaldı Cemre, az. Sana zarar gelmeden bulacağım seni...

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

Erdem Yarbayın ters köşe yapıp bizimkileri göreve çıkaracağını tahmin ettiniz mi?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍

 

Loading...
0%