Yeni Üyelik
29.
Bölüm

29.Bölüm "Kaybetme Korkusu"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

29.Bölüm "Kaybetme Korkusu"

 

CEMRE ÖZTÜRK

 

Korku; asker olduğumdan beri çok az şeyden korkmuştum. Korkularımda hep silah arkadaşlarıma zarar gelecek olmasıydı, ki hâlâ çevremdekilere zarar gelecek diye deli gibi korkuyordum.

 

Peki ya şimdi?

 

Çok korkuyordum. Tarif edemeyeceğim kadar çok korkuyordum hem de. Ama bu korkum kendime zarar gelecek diye değildi. Bu korkuyu ilk defa yaşıyordum. evelat korkusu, ona zarar gelecek korkusu, onu kaybetme korkusu. Ben hayatım boyunca hiç korkmadığım kadar çok korkuyordum. Ben bebeğime zarar gelecek diye korkuyordum. Onu daha kucağıma bile alamadan kaybedeceğim diye korkuyordum.

 

Ellerim bağlıydı, vücudumun bazı yerlerinde inanılmaz acı hissediyordum ama hiçbiri kalbimin acısı kadar güçlü değildi.

 

Mağaraya giren kişiyle yorgun bir şekilde başımı kaldırıp gözlerine baktım. Baştan aşağıya beni süzdü ve dudağının bir tarafı kıvrıldı. "Ama bu hâl ne Maviş? Daha eğlenmeye bile başlamadık ama sen şimdiden ölü gibisin." Yavaş bir hareketle gözlerimi kapattım. Kendimi aşırı yorgun hissediyordum. Bir haftadır hep böyleydim ama uyuyup uyandıktan sonra bu durum geçiyordu, maalesef bu durumda uyumam imkansızdı. Uykum vardı ama uyuyamıyordum. Uyursam bebeğime bir şey olacak diye korkuyordum.

 

İki gündür etrafıma baygın baygın bakmak dışında bir şey yapmadım. Kaçmaya bile kalkışmadım çünkü o gücü kendimde bulamıyordum. Alessi'nin dediği gibi; ölü gibi hissediyordum kendimi. Yaşayan bir ölü gibi. Nefes alıyor, arada konuşuyor ama hareket edecek gücü kendimde bulamıyordum.

 

"Ama çok sıkıcısın Maviş ya. Biraz konuş, böyle kendi kendime konuşmak hiç eğlenceli değil." Alessi benim aksime oldukça keyif alıyordu, eğleniyordu, gülüyordu. Ama ben gözlerimi bile kırpmakta zorluk çekiyordum.

 

Bu halimin bana zarar vermesiyle alakası yoktu. Zaten ufak tefek şeyler dışında vücudumda ciddi bir yara yoktu. Bebeğime bir şey olacak korkusuyla kendimi yiyip bitiriyordum ve bu beni yoruyordu. Üstelik son bir haftadır doğru düzgün bir şey yiyemediğim için kendimi hep yorgun hissediyordum ve burada olduğum süre boyunca birkaç yudum su dışında mideme hiçbir şey girmemişti. Suyu da susuzluktan ölmeyeyim diye veriyorlardı ve mideme bir şey girmediği için halsizliğim, yorgunluğum giderek artmıştı.

 

Ben beslenemediğim için bebeğim de beslenemiyordu...

 

"Süre doluyor Maviş." dedi benim konuşmamama takılmadan. "Bence çoktan seni gözden çıkardılar." Beni gözden çılarmadıklarını biliyordum, arıyorlardır her yerde ama asla Alessi'nin istediklerini de yapmayacaklardı. Yapmalarına da izin vermezdim, asla bir terör örgütüne boyun eğmedik ve eğmeyecektik.

 

Burada ne kadar süre kalacağımı bilmiyorum ama beni askerler bulana kadar canımın yanacağından emindim. Benimle birlikte birçok kişinin canı yanacaktı çünkü benim görüntülerimi internete koyacaklardı, başta ailem ve Araf olmak üzere herkes izleyecekti. Beni en çokta bu üzüyordu işte. Ailemin ve sevdiğim adamın benden daha çok canı yanacaktı. Fiziken benim canım yanacaktı ama ruhen onların canı da yanacaktı.

 

"Maviş?" Yorgun bakışlarımla ona baktım. "Canının yanmasını istemiyorsan istediğimi yapmalısın." Göz devirdim. Asla vazgeçmiyordu.

 

"Eğer şimdi bize çalışmayı kâbul edersen kurtulma şansın artar." Evet o özür videosunun ve mühimmatın gelmeyeceğini bildiği için bana bir teklifte bulunmuştu. Kameranın karşısına geçip terör örgütüne çalışacağımı söyleyip Türk bayrağını kamera karşısında yere atıp ezmemi istemişti. Tabii ki de bunu düşünmek bile aklımın ucundan dahi geçmedi. Yıllarca işkence edileceğimi bilsem dahi bunu asla yapmazdım. Bu vatan, bu bayrak uğruna asker olmuşken şimdi işkence görmemek için boyun mu eğeceğim? Ölsem dahi yapmam.

 

Özür videosu isteyerek kendilerini üstün görmek istemişlerdi ama gerçekleşmeyeceğini bildikleri için yine bir üstünlük kurmak için bana bu seçeneği sunmuştu. Hangi kafayla bunu benden istedi bilmiyorum ama asla istediklerini yapmayacağım.

 

"Merak etme Alessi, ben bir şekilde buradan kurtulacağım." dememle göz devirdi. Onun göz devirmesini hiç takmadan devam ettim. "Ne de olsa göklerde kartal yerlerde gökbörü çok. Aynı kanı taşıdığımız kimseyi bir avuç itin eline bırakmayız. Ayrıca aynı kanı taşıdığım kişilere güvenirim. Sizin gibilere inanmak bir yana kalsın sözlerinizi kâle bile almıyorum."

 

"Ah Maviş ah, bırak şu gururlu asker ayaklarını ve kurtar canını."

 

"Sen beni bırak da asıl amacının ne olduğunu anlatsana. Bence tek amacın bu olmamalı."

 

"Haklısın." dedi, geriye doğru gidip sırtını duvara yasladı. "Tek amacım bu değil, bu isteklerim sadece biraz eğlenmek içindi." Uyuşan ellerimi oynatıp derin bir nefes aldım. Şimdi sorularımı sordum sordum, yoksa bir daha cevap alamazdım. Hoş şimdi bile cevap vereceği meçhuldü.

 

"Asıl amacın ne o zaman?"

 

"Asıl amacım sizden intikam almak!" dedi dişlerinin arasından. "Hatta hepinizi öldürmek istiyorum! Dünyadan yok olup gitmenizi istiyorum! Bana yaşattığınız acıların aynısını size yaşatmak istiyorum!" Anlamsızca ona baktım. Ne saçmalıyordu bu?

 

"Alessi şifreli konuşmanı anlayacak durumda değilim. Açıkca bizden ne istediğini söyle ki hem beni hem de kendini yorma." Yaslandığı duvardan ayrılıp yanıma geldi. Birden sağ eli mengene gibi çenemi tuttu, tırnaklarını çeneme geçirirken yüzümü buruşturdum. Dişlarinin arasından konuşmaya başlayınca çenemdeki acıyı görmezden gelip ona kulak verdim.

 

"Biz Türk askeriyiz, masumlara zarar vermeyiz diye geçiniyorsunuz ama öyle falan değilsiniz! Hiçbiriniz göründüğünüz gibi değilsiniz! Hepiniz aşağlık insanlarsınız! Kalıbınızın insanı gibi görünüyorsunuz ama değilsiniz!" Başımı geriye çekerek elinin baskısından kurtulmaya çalıştım ama tırnaklarını etime iyice geçirince kurtulamadım. Tırnaklarından dolayı derimin kanadığını hissediyordum.

 

"Hepinizin acı çekmesini sağlayacağım! Herkese sizin aşağılık biri olduğunuzu göstereceğim!" dedi büyük bir öfkeyle

 

"Alessi ne saçmalıyorsun?" dedim dişlerimin arasından. Şu anda konuştuklarından gram bir şey anlamıyordum.

 

"Annemi öldürdünüz!" diye bağırdı. "Babamı öldürdünüz! Siz benim ailemi öldürdünüz!" Burnumdan keskin bir soluk alıp başımı hızla geriye çektim. Elinin baskısından kurtulurken kaşlarımı çatarak ona baktım.

 

"Sana düzgünce bir soru sordum Alessi! Abuk subuk şeyler söyle demedim!" Artık benimde sesim yüksek çıkmaya başlamıştı.

 

"Ne o gerçekleri duymak hoşuna gitmedi mi?" Alaylı sesi beni daha da kızdırdı.

 

"Bunlar gerçekler değil, bunlar saçmalıklar. Söylediğin şeylerin hiçbirinin doğruluk payı yok!" dedim, aklıma gelen şeyle duraksadım. Flash bellekte bir video görmüştük, üniformalı biri vardı ve Alessi onu öldürüyordu.

 

"Saçmalık falan deği..." diyen Alessi'nin sözünü anında kestim.

 

"Bir dakika, bir dakika." Yüzümü ona doğru yaklaştırdım, bir aptala bakıyormuşum gibi onu izledim. "Aileni askerler öldürdü dedin, hatta Türk askeri öldürdü dedin. Bunu sana bu çalıştığın şerefsizler mi söyledi?" Alaylı sesimle bu sefer onun kaşları çatıldı. Sinirlendi ama anında bunu çok kolayla gizlemeyi başardı.

 

"Kimin söylediğinin bir önemi yok Maviş. Ben ailemi sizlerin öldürdüğünü biliyorum." Kesinlikle Alessi kandırılıyordu. Hem de çok büyük kandırılıyordu.

 

"Şu flash bellek var ya, onda bir video vardı, üniformalı birini öldürüyordun. Sakın bana aileni öldüren kişinin o olduğunu söyleme." dedim, bakışları anlamsız bir ifadeye büründü. Neden böyle dediğimi anlamaya çalıştı. "O üniformalı kişi asker değil. Üzerine sadece üniforma geçirmişler, zaten üniforma onda eğrelti duruyordu. O üniformayı giyen biri tir tir titremez ama o adam titreyerek can verecekti neredeyse."

 

"Saçmalama!" deyince sırıttım, alaylı bir sırıtıştı bu.

 

"Alessi." dedim gülerek, uyuşan ellerimi oynatıp ona yaklaşmaya çalıştım. Ellerim tavana zincirle bağlıydı ama yaklarım bağlı değildi. "Çok zekiyim diye geçiniyorsun ya hani." Biraz daha ona yaklaşıp bir sır verirmiş gibi sessizce devam ettim. "Ahmağın tekinsin sen! Seni uyutuyorlar ve parmaklarında oynatıyorlar ama senin ruhun bile duymuyor çünkü sen kendini akıllı sanan bir geri zekalısın!" diye bağırdım. Sözlerim ağrına gitmiş olacak ki yüzüme sert bir tokat geçirdi. Ağzıma gelen kan tadıyla midem bulandı. Ağzımdaki kanı tükürdüm ama mide bulantım giderek arttı. Başımı hafif eğip öğürdüm. Midem bomboş olduğu için mide öz suyum dışında hiçbir şey çıkmadı.

 

"Kes sesini!" diye bağırdı. "Şu anda başınıza gelen onca şeye bakılırsa ahmak olan ben değil sizlersiniz! Ailemi sizler öldürdünüz ve senin videolarını yükledikçe tüm Türkiye'ye acı çektirmiş olacağım! Hepinizden bu sayede intikam alacağım."

 

"Alessi." deyip soluklandım, kusmanın etkisiyle yine üstüme bir ağırlık çökmüştü. "Bizler masum insanlara zarar vermeyiz, hele ki masumları öldürmeyiz."

 

"Öldürdünüz ama!" Yine sesi yükselmişti. "Siz benim aileme zarar verdiniz! Onların hiçbir suçu yokken öldürdünüz!"

 

"Yapmayız!" dedim dişlerimin arasından. Yüzüme yediğim ikinci bir yumruk yüzünden yüzüm sağ tarafa düştü. Göz ucuyla Alessi'nin tekme atmak için bacağını kaldırdığını gördüm. Tekmenin karnıma gelmemesi için anında geriledim. Neyse ki bacağıma gelmişti. Acımı boş verip gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Eğer karnıma gelseydi... Ah düşünmek dahi istemiyorum.

 

Bir an önce beni bulmalarını istiyordum. Kendi canım için değil, bebeğim için buradan derhal kurtulmak istiyordum.

 

Alessi'ye hamile olduğumu söylemedim, söylememde çünkü kendi kızına silah doğrultan biri benim çocuğuma mı acıyacaktı. Eğer böyle bir hataya düşüp hamile olduğumu söylersem artık ben değil bebeğim zarar görmeye başlardı. Buna asla izin vermeyeceğim, bebeğimin varlığını bilmeyecek ve ben buradan bebeğime zarar gelmeden çıkıp gideceğim.

 

"Kes o sesini! O sesini duymak bile seni şuracıkta öldürme isteğimi arttırıyor ama bu kadar kısa ve acısız bir ölümü hak etmiyorsun. Etmiyorsunuz. Hepiniz acı çekerek öleceksiniz!" deyip sinirli bir şekilde mağaradan çıktı. O gidince derin bir nefes aldım. Ondan korkmuyordum ama bebeğime zarar gelecek diye ödüm kopuyordu.

 

Başımı eğip karnıma baktım, yüzümde bir gülümseme oluştu. "Sana zarar gelmemesi için elimden gelenin fazlasını yapacağım." Sessizce mırıldandım.

 

Başımı kaldırıp sağ elime baktım, avucumu hafif açıp içindeki kağıda baktım. Bebeğimin ultrason görüntüsüydü. Hâlâ sıkıca elimde tutuyordum. Araf'a gösterecektim, o da bebeğimizin ilk halini görecekti.

 

"Merak etme bebeğim, baban da öğrenecek seni, baban da görecek seni ve emin ol ki baban da benim gibi çok mutlu olacak." Yüzümdeki gülümsemeyle mırıldandım.

 

Aklıma birden az önceki konuşmalar geldi. Acaba Alessi'nin ailesi gerçekten ölmüş müydü? Erdem Yarbay trafik kazasında öldüklerini söylemişti ama ondan önce bir yıl ortadan kaybolduklarınıda söylediği için ölümleri bana şüpheli gelmişti. Şimdi de Alessi ailesini Türk askerlerinin öldürdüğünü söylüyor, ki bu imkansız ama öldüklerinden bile şüpheliydim ben.

 

Acaba terör örgütüne mi çalışıyorlardı?

 

Ailesi bir yıl boyunca ortadan kayboluyor, daha sonra trafik kazasında öldü diye kayıtlara geçiyorlar ve onların ölümlerinde sonra Alessi terör örgütüne çalışmaya başlıyor ve Alessi sahte video düzenlemede usta biri. Hangi terör örgütü bunu istemez ki? Bizim başımıza gelenler gibi birçok insanın başına böyle işler açmak için Alessi gibi birilerini yanında çalıştırmak isterler ve tabii ki Alessi gibi zeki birileriyle çalışmak onları bir sıfır önde yapar.

 

Bunu inkâr edemeyiz çünkü Alessi gerçekten zeki biri.

 

Ailesi öldükten hemen sonra nasıl terör örgütüne çalışıyor? Teröristler Alessi'yi nereden tanıyor? Gidip biz bu kızın ailesini öldürelim daha sonra buna aileni askerler öldürdü diye yalan atalım ve bize çalıştıralım diyecek halleri yok ya. Bunun içinde farkı bir şey var. Bence Alessi'yi çok daha önceden tanıyorlar ve onun sahte video düzenlemesi onların işine gelir diye yanlarına almak istediler ama bunu ailesini öldürerek yapmak zorunda değillerdi. Ailesini kaçırıp Alessi'yi de bize çalışmazsan aileni öldürürüz diye tehdit etmeleri daha mantıklıydı.

 

İçimden bir ses ailesinin bu teröristlerle bir işi olduğunu söylüyordu ve işler sarpa sarınca Alessi'ye saçma bir yalan uydurduklarını söylüyor çünkü Alessi'nin anlattıkları çok saçmaydı. Nasıl böyle bir şeye inanmıştı aklım almıyor. Bir de zeki biri olacak!

 

Çok büyük ihtimalle ailesinin terör örgütüyle bir ilgisi var. Ya Maya'nın babası gibi bunlarla ilgi bir şey öğrendiler ve öldürüldüler ya da ailesi terör örgütüne çalışıyordu ve bir şekilde öldürüldü. Veya yaşıyorlar. Üç seçenekte çok mantıklıydı aslında. Şimdi ailesi teröristlerle ilgili bir şey öğrendi desek ve teröristlerde bunları öldürdü, daha sonra onları araştırıp Alessi'yi öğrendiler ve onu araştırlar. Eee Alessi'nin onların işine yaracağını anlayınca ortaya bir yalan atarak onu kendi saflarına çektiler. Ya da ailesi başından beri teröristlere çalışıyordu ve bu sayede Alessi'yi çocukluğundan beri tanıyorlar. Ve son seçenek olarak ailesi hâlâ yaşıyor ama ortada yoklar ama neden bunu Alessi'den gizlesinler ki?

 

Benim fikrimce ikinci seçenek daha mantıklı. Ailesi terör örgütüne çalışıyordu ve teröristler tarafından öldürüldü, onlarda aileni askerler öldürdü dedi ve üstümüze suç attı. Ve büyük ihtimalle birde sahte video düzenleyip Alessi'ye göstermişlerdir. Ya da, dediğim gibi ailesi terör örgütüne çalışıyordu ve bir çatışma sırasında askerler tarafından öldürüldü. Bu yüzden dedikleri kısmen doğru olur ama ailesi masum insanlar değildir. Türk askerine silah doğrultan biri masum biri değildir çünkü.

 

"İşte bu!" dedim kendi kendime. Kesinlikle Alessi bir oyunun içindeydi. Olayı çözmüştüm ama tam olarak ne olduğunu çözememiştim, benimki sadece tahmindi. En azından Alessi'nin bir yalanın içinde olduğunu ve bizi piyon olarak görürken kendisinin bir piyon olduğunu anlamıştım.

 

Bu oyunun kurbanı Alessi'ydi. Kurbanın kurbanı ise bizdik.

 

Sanırım davet gecesinde bize çalışın demesinin amacıda buydu. Biz yanında çalışmayı kâbul edince bununla ilgili video çekip internete yayarak intikamının ilk adımlarını atmış olacaktı.

 

"Meriç'in dediği gibi tam bir sarı şeytandı bu kadın." Kendi kendime mırıldandım.

 

Adım sesleri duyunca sağ elimdeki ultrason görüntüsünü yine avucumun içine aldım ve sıkıca tuttum. Saniyeler sonra mağaranın girişinde Alessi belirdi. Az önceki haline nazaran keyfi yerinde gibiydi. Ağır adımlarla yanıma gelip sağ elini havaya kaldırdı, bakışlarım eline kaydı. Gördüğüm şeyle kaşlarım havalandı.

 

Bu nikâh defteriydi.

 

"Evlendiniz ama size nikâh defterinizi vermeyi unuttuğumu yeni fark ediyorum Maviş. Neden bana hatırlatmadın ki?" Cevap vermeden bakışlarımı yüzüne çıkardım.

 

"Zaman akıyor." dedi konuyu değiştirerek. Elindeki nikâh defterini mağaranın köşesindeki eski tahta masaya attı. "Hazır mısın?"

 

"Ben hazırım da sen gerçeklerle yüzleşmeye hazır mısın Alessi?" Tek kaşı kalktı, ağır adımlarla yanıma gelip tam karşımda durdu.

 

"Ne gerçeği Maviş?" Sordu, cevap vermemi beklemeden alayla konuştu. "Ay yoksa biz kardeş miyiz?" Göz devirdim ama beni umursamadan beni baştan ayağa süzdü. "Ama kardeş olamayız ki, sen mavi gözlüğün ben ela, ben sarışınım sen buğday tenlisin, sen Türk askerisin ben terörist." Alaylı sözlerini kâle almadan konuştum.

 

"Ailende mi terör örgütüne çalışıyordu?" Sorumla alaylı ifadesi kayboldu ve ciddi bir hâle büründü.

 

"Hayır!" dedi dişlerinin arasından. "Annem ve babamın terör örgütüyle hiçbir ilgisi yoktu."

 

"Bundan ne kadar eminsin?"

 

Sakin bir şekilde cevap verdi. "Çünkü annem ve babam Türk askerlerine yardım ediyordu. Doğu yaşantısı zorludur bu yüzden askeriyeye erzak yardımı yapıyordu." Birden sakin hâli yok oldu ve büyük bir öfkeyle bana bakıp konuştu. "Ama sizler onları öldürdünüz! Nankörlük ettiniz!" İç çektim, bu kadına bir şey anlatmak zor olacak gibiydi.

 

"Bence ailen seni kandırıyordu." Hissetirik bir şekilde güldü.

 

"Hadi ya, ciddi misin? Bu kanıya nereden ulaştın? Beni aydınlat lütfen." Bir ciddi, bir sinirli, bir alaylı, valla ani ruh halini takip etmekte güçlü çekiyorum.

 

"Ailen öldükten hemen sonra terör örgütüne çalışmaya başladın değil mi?" Cevap vermesini bekledim ama cevap vermedi, ben de daha fazla beklemeden devam ettim. "Neyse, ailen öldükten hemen sonra sana gelip aileni Türk askerleri öldürdü dediler ve sende o anlık psikolojiyle buna inandın. İnanmakla kalmayıp onlarla çalışmaya başladın ve başımıza bunca derdi açtın. Doğru mu anlamışım?" Yine cevap vermesini bekledim ama yine cevap vermedi ve arkasını dönüp eski bir sandalyeye oturdu. Bakışları yine bana dönerken konuşmak için dudaklarını araladı.

 

"Aferin sana 21.Yüzyılın Sherlock Holmes'ü." diye yine alay etti. "Acaba sen de hayali bir karakter misin? Çünkü bu kadar zeki olmak insanoğlunun doğasında yok." Sesli bir nefes aldım. Konuşacak dermanım yoktu ama Alessi'ye bişeyler açıklamak için kendimi yoruyordum, lakin kadın beni doğru dürüst kâle bile almıyordu.

 

"Bundan hiç şüphe duymadın mı?"

 

"Niye duyayım Maviş? Demek ki göründüğünüz gibi biri değilmişsiniz işte." Göz devirdim, salak mıydı salağa mı yatıyordu bazen anlamakta güçlük çekiyordum.

 

"Onu demiyorum Alessi. Ailen öldükten hemen sonra seni bulup bunları söylemeleri tuhaf değil mi? Seni nereden tanıyorlar da gelip hemen söylüyorlar? Veya ailenin öldüğünü nereden biliyorlar."

 

"Bunların ayrıntılarını sana anlatacak değilim Maviş. Bence sen bunları boş ver ve geri sayıma başla çünkü acı saatlerin başlayacak."

 

"Alessi ailen terör örgütüne çalışıyor olabilir." dedim onun dediklerini duymazlıktan gelerek. "Büyük ihtimalle sana bir kanıt gösterdiler ve sende bu yüzden aileni askerlerin öldürdüğünü sanıyorsun ama kandırılıyorsun."

 

"Paçanı kurtarmak için yalan söyleme Maviş." dedi oturduğu yerden bana bakarak.

 

"Öyle bir amacım yok, olmaz da. Bence sen etrafında olup bitenlerin farkına var. Büyük bir oyunun içindesin ama fark etmeyecek kadar kendini akıllı sanan bir salaksın." Sözlerimle sanırım damarına basmıştım çünkü sinirle ayağa kalkıp yanıma gelmesi bir olmuştu.

 

"Abuk subuk konuşma Maviş! Kimse bana oyun oynayacak cesarete sahip değil." Kendini bir şey sanıyormuş gibi konuşmasına göz devirdim. En büyük aptallık Alessi'nin yaptığıydı aslında.

 

"En büyük aptallık bu aslında. Kendini karşındakinden daha zeki sanmak tamamen bir aptallık. Yanındakileri hiçbir zaman zayıf görmemelisin yoksa şimdi olduğu gibi salak konumuna düşersin." dememle yine elleri çenemi buldu ve büyük bir sinirle çenemi sıktı. Yüzümü buruşturup elinden kurtulmaya çalıştım ama çabam boş oldu.

 

"Ne saçmalıyorsun sen?"

 

"Bir şey saçmaladığım yok! Dön bir geçmişine bak. Ailen öldükten sonra teröristler geliyor ve aileni Türk askerlerinin öldürdüğünü söylüyor. Belki ellerinde kanıt da vardır ama o kanıtların sahte olduğuna kalıbımı dahi basarım çünkü bizler asla bir masuma zarar vermeyiz. Tabii ailenin terör örgütüne çalıştığını düşündüğüm için masum olduklarını sanmıyorum ama bize açılan bir ateş olmadığı sürece teröristleri sağ ele geçiririz. Bu yüzden sana bir kanıt gösterildiyse bunun sahte olduğuna eminim. Ailenin öldüğünü söylediklerinden sonra yanımızda çalış intikam al mı dediler sana?" dedim, değişen yüz ifadesinden anlattıklarımın doğru olduğunu anladım ve devam ettim.

 

"Senin videolarla yaptıklarını ailen dışında birileri biliyor muydu?" Merakla sordum, başını hafif bir şekilde iki yana sallayınca güldüm ama çenemdeki elleri yüzünden yüzüm garip bir şekil almıştır. "Ailen öldükten sonra yanlarına geliyorlar ve yanlarında çalışmanı istiyorlar, sen de kâbul ediyorsun ve eminim ki sen söylemeden senin sahte video yaptığından söz edip senden yardım istemişlerdir." dedim. "Yanılıyor muyum?" Sordum ama cevap vermesini beklemedim çünkü mimikleri bana yeterince cevap veriyordu. "Bu anlattıklarım doğrultusunda; ya seni uzun süredir takip ediyorlardı ama ailen yüzünden sana yaklaşamadıkları için onları ortadan kaldırdılar ya da ailen onlara çalışıyordu ve bu yüzden seni tanıyorlardı." Çenemdeki elleri çekilince daha rahat konuşmaya başladım.

 

"Şu anda ailen gerçekten ölü mü değil mi bilmiyorum. Eğer ailen onlara çalışıyorsa ya bir çatışma sırasında askerler tarafından öldürüldü ya da ailen yanlış bir şey yaptı ve terör örgütleri tarafından infaz edildi." dedim, yüzümü buruşturup devam ettim. "Ya da şu anda hayattalar ama herkes onları öldü sanıyor." Karşımda yüzü şekilden şekle giren kadına baktım ve başımı eğip konuşmaya devam ettim.

 

"Sence ne Alessi, ailen seni kandırmış olabilir mi? Sana vatanına aşık iki insan gibi görünüp arka planda teröristlere çalışmış olabilirler mi?" Bir süre düşündü, düşünmesi bile benim dediklerimi mantıklı bulduğu anlamına geliyordu. Demek ki doğru yerlerden doğru şeyler anlayıp şüphelenmiştim.

 

"Yapmaz benim ailem! Saçma fikirlerini kendine sakla!" diyerek kızdı ve arkasını döndü. Gerçekleri fark etmekten korktuğunu anladım.

 

"Niye kaçıyorsun Alessi? Korkuyor musun?" Hızla bana dönüp işaret parmağını tehditvari bir şekilde bana doğru sallamaya başladı.

 

"Kapa çeneni!" deyip omzunun üstünden mağaranın kapısına baktı. "Kamerayı hazırlayın çabuk!" diye dışarıdaki adamlara seslendi.

 

"Senin ailen terör örgütüne çalışıyordu Alessi, buradaki herkes ailen gibi seni parmağında oynatıyor ve sen bunu fark edemiyorsun." dedim üstüne giderek. Nasıl olsa birazdan güzel bir dayak yiyecektim, en azından kendimden geçmeden önce aklını karıştırmak ve bir şeylerden şüphe etmesini sağlamalıydım.

 

"Sana o çeneni kapa dedim!" Gerçekten korkuyordu.

 

"Sence ailen sana neden gerçeği anlatmadı? İşlerine çomak sokarsın diye mi? Bence onlar bu salaklıklarını fark ettikleri için söyleme gereği duymamıştır." Gözlerini kapatıp sakin olmaya çalıştı. Dudaklarımı aralayıp sözlerime devam edecekken hızla gözlerini aralayıp yüzüme bir yumruk indirdi. Dudağımın kenarından akan sıcak sıvıyla kanadığını anladım. Kanı düşünmemeye çalıştım, eğer düşünürsem kusardım.

 

İyi vurmuştu yalnız, evet evet, baya iyi vurmuştu çünkü sol yanağımın uyuştuşunu hissediyordum.

 

Evet kanı düşünmek yerine acıyı düşünmek en iyisiydi.

 

Bileklerimdeki zincilerin oynadığını hissedince başımı kaldırdım. Alessi zincileri çözüyordu. Bileğimi sıkan zincirler gevşeyince güçsüzleşen ayaklarımın üstünde duramadım ve yere dizlerimin üstüne düştüm. Hızlı düşmüş olmalıyım ki vucudumın bazı yerlerinde sızı hissetmeye başladım, özellikle de dizlerimde.

 

Düştüğüm yerden doğruldum ve yerde oturup tepemde dikilen Alessi'ye baktım. Dizlerinin üstünde yere eğilip bana baktı. "Yalan söylüyorsun! Aklımı karıştırıp iyi insanlar olduğunuzu inandırmaya çalışıyorsun ama siz öyle insanlar değilsiniz. Benim ailemin hiçbir suçu yokken öldürdünüz onları." Niye anlamamak için çaba sarf ediyordu? Gerçekler zoruna mı gidiyordu?

 

"Bence sen korkuyorsun. Gerçeklerle yüzleşmekten korkuyorsun. Bence uyuma taklidini bırak ve o gözlerini aç, etrafında olup bitenleri öğrenmeye, görmeye çalış." dedim, Dudağımın kenarından akmaya devam eden kanı elimin tersiyle sildim. "Saf ayağına yatmak daha cazip geliyor sanırım."

 

Eli saçlarıma gidince yüzümü acıyla buruşturdum. Saçımı geriye doğru çekerek başımı kaldırmış oldu. Acıdan kısılan gözlerimle sinirden kırmızı olmuş yüzüne baktım. "Bence sen saf ayağına yatmayı kes! Hiçbiriniz masum değilsiniz! Hepiniz kötüsünüz!"

 

"Fani dünya, imtihan dünyası, burada herkes hata yapar. Kimse yüzde yüz masum değil ama yüzde yüz kötü olanlar var. Onlarda sizlersiniz!" dedim, ellerim saçımı tutan eline gitti. Saç diplerim çok kötü acıyordu. Sanki Hepsi kökünden kopmayı bekliyor gibiydi. "Ya ailen ya da bu yanındaki insanlar seni kandırıyor ama her halukârda kandırılmış oluyorsun zaten."

 

"Seni burada geber..." diyordu ki içeriye giren bir adamla sözü yarım kaldı.

 

"Alessi, her şey hazır. Sizi bekliyoruz." deyip mağaradan çıktı. Kamera hazırdı ve birazdan internete yine videomu atacaktı.

 

Doğrulup "Buraya bakın!" diye bağırdı. İçeriye iki adam girerken Alessi yerde oturan bana üstten baktı. "Götürün bunu kameranın yanına!" deyip ayağını kaldırdı ve karnıma sert bir tekme geçirdi. Hissettiğim acıyla ağzımdan bir çığlık kaçtı.

 

Cenin pozisyonunda yere düşürken ellerimi karnıma sardım. Gözümden düşen bir damlayla konuşmaya çalıştım. "Bebe..." Kelimemi tamamlayamadan öksürük krizine tutuldum.

 

Lütfen Allah'ım, lütfen bir şey olmasın...

 

Kesik soluklarımın arasından ve dolu gözlerimle Alessi'nin üstüme doğru eğildiğini gördüm. "Dua et seni öldürmeyeyim, çünkü seninle eğlenmek güzel olacak." dedi. Doğruldu ve karnıma sarılı ellerime bakıp dişlerinin arasından hırlar gibi bir nefes aldı, ellerimi umursamadan karnıma bir tekme daha attı. Güçsüz bir şekilde kendimi sırt üstü yere bıraktım.

 

Bacaklarım titriyordu, kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu, nefes almakta güçlük çekiyordum ama benim tek odaklandığım bacaklarımın arasından akan sıcak sıvıydı.

 

Lütfen düşündüğüm şey olmasın. Lütfen olmasın...

 

Gözlerimi sıkıca kapattım, karnıma sardığım bir elimi çekip kaldırdım. Titreyen elimi bacaklarıma götürdüm ve korka korka bacağıma değdirdim elimi. Kapattığım gözlerimi usulca araladım, titreyen elimi de havaya kaldırdım ve görmekten deli gibi korktuğum şeyi gördüm.

 

Kan vardı elimde!

 

"BEBEĞİM!" Boğazım yırtılırcasına haykırdım. Hayır... Lütfen, lütfen bu olmasın... Dayanamam. Lütfen...

 

"Ne?" Alessi'nin şaşkın sesi kulaklarıma dolarken yine cenin poizyonu aldım ve sıkıca belli olmayan karnıma sarıldım.

 

"Bebeğim." Sayıklar gibi defalarca bu kelimeyi söyledim, ta ki biri çenemden tutana kadar. Ağlamaktan ıslanan gözlerim yüzünden kim olduğunu görmedim ama çeneme batan tırnaklardan Alessi olduğunu anladım.

 

"Ne saçmalıyorsun sen?" Sesi sinirli çıksada şaşkınlığını anlayabilmiştim. Hamile olduğumu bilmiyordu ve bu durum onu şaşırtmış gibiydi. Bilsede bir şeyin değişeceğini sanmıyordum. Kendi çocuğuna acımayan biri düşmanının çocuğuna mı acır? Aksine bebeğim açık hedef haline gelirdi.

 

"Bebeğime zarar verdin." dedim kısık bir sesle. İstemeye istemeye karnımdaki bir elimi çözüp olmayan gücümle onu ittirdim. Şaşkınlığından olsa gerek sendelediğini gördüm. "Eğer onu kaybedersem seni doğduğuna pişman ederim!" Sesim başlarda sert çıksada sonlara doğru fısıltı gibi çıkmıştı. Konuşacak, hatta nefes alacak gücüm dahi yoktu.

 

Ona bir şey olursa dayanamam.

 

Ona bir şey olursa koruyamadığım için kendimi asla affetmem.

 

Elimi tekrardan karnıma sararken ona baktım, bulanık görüyor olsamda şaşkın bakışlarının bacaklarımda olduğunu gördüm ve bacaklarımda her ne gördüyse şaşkınlığı daha da arttı. Başımı eğip bacaklarıma bakmaya çalıştım, mavi pantolonumda belli olan kırmızılığı gördüm ve bir kez daha çığlık attım.

 

"Hayır, hayır!" dedim kısık seslerle. "Bir şey olmadı, iyi o." Sanki kendimi ikna etmeye çalışır gibi konuştum.

 

"Ben.. Ben bilmiyordum..." diyen Alessi'ye kaydı bakışlarım. Sanki bilse başıma yine bunlar gelmeyecekti!

 

Ona bağırmak için dudaklarımı aralamıştım ki karnımda hissettiğim sancıyla konuşamadan acıyla bağırdım. Canım yanıyordu, hem de çok yanıyordu.

 

Gözlerimin karardığını hissettim, bilincimin yavaştan gittiğini fark ettim. Etrafımı artık neredeyse hiç göremiyordum. Son kalan gücümle karnıma daha sıkı sarıldım, sanki ne kadar güçlü sarılırsam bebeğim beni bırakmayacakmış gibi hissettim. Son kalan gücümle "Bebeğim." diye mırıldandım. Daha sonrasında ise hatırladığım tek şey Alessi'nin mağaranın içinde dolanmaları oldu.

 

*

*

*

 

Kollarımda hissettiğim acıyla gözlerimi usulca araladım. Bu esnada bacaklarımın hareket ettiğini hissettim. Yüzüme çarpan soğuk havadan dışarıda olduğumu anladım.

 

Gözlerimi açıp ilk önce kollarıma baktım, iki kişi kolumdan tutuyordu. Bakışlarım hareket eden bacaklarım kaydı, kollarımı tutan kişiler beni süreklediği için yerde sürünüyordu bacaklarım. Bu seferde etrafıma baktım, bir dağ başındaydım ve hava kararmıştı, hafif rüzgar esiyordu.

 

Beni sürükleyen kişiler durunca onlara bakmak için başımı kaldırıyordum ki birden kendimi yerde buldum. Bir çöp atar gibi yere atmışlardı. Çenemi yere vurduğum için acıdığını hissettim. Başımı hafif kaldırıp elimi çeneme değdirdim, elime bulaşan kanla kanadığını anladım ama benim bakışlarım elimde kurumuş olan kanlara kaydı, avucumu hafif açıp elimdeki kağıda baktım. Ultrason görüntüsydü ve onunda bazı yerlerinde kan vardı.

 

Aklıma üşüşen şeylerle gözlerim korkuyla açıldı ve kendimi sırt üstü çevirdim. Elimi karnıma bastırıp bebeğimi hissetmeye çalıştım ama hiçbir şey hissedemedim.

 

Sahi ben daha bebeğimi nasıl hissedeceğimi bile bilmiyordum ki. O daha nohut tanesi kadarken ben onu nasıl hissedecektim?

 

"Bırakmadın beni değil mi bebeğim?" dedim, sanki cevap verecekmiş gibi bir süre bekledim. "Annene bu acıyı yaşatmazsın değil mi?" Ağzımdan bir hıçkırık kaçtı. "Üstelik baban da bilmiyor seni. Lütfen daha senin varlığından bile bihaberken ona yokluğunu yaşatma." Sol elimi kaldırıp ağzıma bastıracaktım ama elimde tuttuğum şeyle bu eylemim başarısız oldu. Dolu gözlerimle elimde tuttuğum kırmızı deftere baktım.

 

Bu evlilik cüzdanıydı.

 

İçini açıp baktım, benim ve Araf'ın resmi vardı. Beni bir çöp gibi sürüklemeden önce elime tutuşturmuş olmalılar.

 

Elimin tersiyle gözümdeki yaşları silip doğrulmaya çalıştım ama başarısız oldum. Kasıklarıma saplanan ağrıyı düşünmemeye çalıştım. Bir süre öylece sırt üstü yattım ve ağrının geçmesini bekledim.

 

"Lütfen iyi ol annem." dedim ağrım azalırken. "Bak ben çok iyiyim." dedim ama dememle yine kasıklarımda keskin bir sızı hissettim. "Çok iyiyim ben, sen de iyi ol lütfen. Sen iyi olmazsan bende olmam." Kasıklarımdaki sızı artarken yine doğrulmaya çalıştım. Zor bela doğrulduktan sonra bakışlarım bacaklarıma kaydı, gördüğüm görüntüyle nefesimin kesildiğini hissettim.

 

Mavi pantolonum neredeyse boydan boya kan olmuştu.

 

"Hayır hayır, iyisin sen. Hissediyorum çok iyisin." dedim karnımı okşarken. "Birazdan baban bizi bulur ve kurtarır, işte o zaman daha da iyi olacağız." Esen rüzgarla içime bir ürperdi doldu. Hafif bir şekilde titreyip etrafıma baktım. Burada benden başka kimse yoktu, sahi dağ başında kim olurdu ki? Ya yabani hayvanlar ya teröristler ya da...

 

"Ya da ben olurum." dedim sesli bir şekilde.

 

Yerden destek alıp ayağa kalkmaya çalıştım. Birkaç dakikanın sonunda ayağa kalkmayı başradım ama bacaklarım öyle güçsüzdü ki ayaklarımın üstünde duramayıp yere düştüm. Gücüm olmamasına rağmen sinirle yere vurdum. Düştüğüm için canım acımıştı.

 

"Normalde bu kadar güçsüz değilim." dedim bebeğimle konuşmayan devam ederek. "Senin annen çok güçlü biri." İstemsizce kıkırdadım. "Bunu baban söylüyor hep, bana hayran olduğunu söylüyor." deyip bir kez daha doğrulmaya çalıştım. "Hissediyorum ben, sende çok güçlüsün ve anneni babanı yokluğunla sınamayacaksın, hep yanımızda olacaksın." Nefes nefese doğrulduktan sonra vücudumu dikleştirdim ama yine sendeleyince yanımda bulunan büyük kayaya tutunup destek aldım.

 

"Bak, ayağa kalktım işte." deyip gülümsedim. Sadece ayağa kalmaya çalışmıştım ama maraton koşmuşum gibi nefes nefese kalmıştım. Bir süre soluklanıp kayadan destek almayı kestim. İleriye doğru bir adım attım. Yere düşmeyince gülümsemem daha da arttı ve bir adım daha attım. Sarsak sarsak yürüyordum ama yere düşmüyordum en azından.

 

Yavaş adımlarla ilerlerken bacaklarımın arasından bir şeylerin aktığını hissettim. Kalbim acıyla çarparken başımı eğip bacaklarıma baktım. Kırmızı koyuluğun arttığını ve ıslaklığı gördüm. Başımı hızla çekip iki yana salladım.

 

İyi, bebeğim çok iyi. Sadece canı yandı ama iyi. Ona bir şey olmadı.

 

Sakın kötüyü getirme aklına Cemre. Bebeğin çok iyi, o da sen ve Araf gibi çok güçlü.

 

Sanki bir ayyaş gibi bir sağa bir sola yalpalaya yalpalaya ilerlemeye devam ettim. Başımı hafif kaldırıp gökyüzüne baktım, gördüğüm yıldızlarla gülümsedim ama önüme bakmadığım için ve doğru düzgün yürüyemediğim için neredeyse yüz üstü yeren çakılıyordum. Son anda dengemi sağlayıp ayakta durmayı başarabilmiştim.

 

"Babanla bu şekilde tanışmıştık." dedim sarsak sarsak ilerlerken. "Beni yine kaçırmışlardı." dedim, istemsizce kıkırdadım. "O zamanlarda çok şanslı olduğum doğrudur ama şimdiye bakılırsa bu şansımdan hiçbir şey kaybetmemişim." Bakışlarım bacaklarıma kayınca iç çektim. "O zamanda yaralıydım ve kendime kızacağım diye ne yaptım dersin?" Sordum, kendi kendime gülüp devam ettim. "Kendi salaklığıma kızacağım diye önüme bakmıyordum ve bir mayına basmıştım." dedim ama cümlem bitter bitmez sağ ayağımın altında hissettiğim şeyle hem susup hem de olduğum yerde durmak zorunda kaldım. Kendimi tutamadan kahkaha attım. Kahkaha atmaktan geriye doğru düştüğümü fark edince gülmemi durdurup sağlam bir şekilde olduğum yerde durmaya çalıştım.

 

"İşte bu oldu, o zaman da kendime kızıyordum ve mayına basmıştım. Şimdi ise sana geçmişimi anlatırken yine mayına basıp dejavu yaşadım." Ellerim karnıma kaydı ve olmayan karnıma sıkıca sarıldım. "Ama sakın korkma, o gün baban gelip beni kurtarmıştı. Şimdi yine gelir ve bu sefer sadece beni değil seni de kurtarır." Ayakta duracak gücüm dahi yokken nasıl bu mayının üstünde duracaktım şimdi ben?

 

Gözlerimin kaydığını fark edince başımı gökyüzüne çevirdim, dipsiz bucaksız karanlığı süsleyen yıldızlara baktım. "Bak bu yıldızlar gökyüzünü süslüyor." dedim, sustukça gözlerim kayıyordu ve susarsam büyük ihtimalle bayılır düşerdim. Bu yüzden konuşarak ayakta durmam lazımdı. "O gün baban beni kurtarmaya geldiğinde karanlıkta parlayan yıldızlar gibi yeşil gözleriyle ışık olmuştu bana." Aklıma gelen şeyle bakışlarım karnıma indi.

 

"Acaba senin göz rengin bana mı yoksa babana mı çekecek?" Evet birden merak etmiştim bunu.

 

"Bence babanınki gibi yeşil olsun çünkü onun gözleri çok güzel. Baban gibi sen de bana ışık olursun." Sağa doğru kaydığımı fark edince sağ ayağımdaki ağrlığı azaltmadan dengede durmaya çalıştım.

 

"Korkma korkma, iyiyim ben." dedim dengede durmaya çalışarak. Tıpkı bir ayyaş gibi dimdik yerimde bile duramıyordum. Üstelik ayakta zor dururken ben kim bilir burada kaç saat ayakta kalacaktım. Kalmaya çalışacaktım.

 

Esen rüzgarla titredim. Kollarımı kendime sarıp ısınmaya çalıştım. Havalar yavaş yavaş ısınıyordu, kış bitmişti ve sonbahara girmiştik ama dağlar hâlâ kış mevsimi gibi buz gibiydi.

 

Öne doğru kaydığımı fark edince gözlerim sonuna kadar açıldı ve dengemi sağlanmaya çalıştım. Bu böyle olmayacaktı. Bakışlarım yerde gezindi, hemen sol tarafımda gördüğüm dal parçasıyla sırıttım. Sol elimde tuttuğum nikâh defterini sağ elimle tuttum, sağ ayağımdaki ağırlığı azalatmadan sol tarafa doğru eğildim ve zorlukla dal parçasını aldım. Ucunu yere sabitleyip ondan destek aldım. Sürekli bir tarafa doğru düşüyordum ve dengemi zor bela sağlıyordum. Allah korusun dengemi sağlayamayıp yere düşersem...

 

Düşünme Cemre, düşünme.

 

Ne kadar süre mayının üstünde kaldım, ne kadar süre düşüp bayılmamak için bebeğimle konuştum bilmiyorum ama artık ayaklarımdaki gücün tamamen çekildiğini hissediyordum. Bacaklarım tir tir titriyordu ve gözlerim artık açık kalmakta güçlük çekiyordu.

 

"Bebeğim." dedim güçsüz bir şekilde. "Sanırım annen babanın sandığı kadar güçlü biri değil." dememle bacaklarımın arasından yine bir şeylerin aktığını hissettim. Ağzımdan bir hıçkırık kaçarken düşünmekten korktuğum şeyler artık bir bir aklıma akın etmeye başlamıştı.

 

Gitmemiştir değil mi? Beni, Araf'ı bırakıp gitmemiştir değil mi?

 

Sol elim karnıma gitti, usulca okşadım. "Lütfen baban varlığını bile bilmiyorken ona yokluğunu yaşatma annem." Gözümden bir damla yaş düşerken sağ elimdeki ultrason görüntüsüne baktım, yüzümde bir gülümseme oluştu. "Daha babana bunu göstereceğim. Hamile olduğumu söyleyip bir bebeğimizin olacağını anlatacağım ona." Etrafıma baktım. "Korkma, baban bulacak bizi. Zamanında nasıl beni bulduysa yine bulacak ve bu sefer ikimizi kurtaracak ama lütfen bırakma bizi." Kapanan gözlerimi açmaya çalıştım ama tekrardan kapandı. Gökyüzüne baktım, etrafımda gezdirdim bakışlarımı. Belki tek bir yere odaklandığım için gözlerim kapanıyordur sandım ama yine açık tutmakta zorlandım.

 

Neredeyse kendimden geçmek üzereyken çıt diye bir ses duydum. Sanki bir dal kırılmış gibiydi. Hemen ardından adım sesi duydum ama anında sesler kesildi. Bu bana tanıdık gelirken güçsüzce gülümsemeye çalıştım.

 

"Geldiler." dedim kısık bir sesle. "Araf!" diye bağırdım ama sesim fısıltıdan farksız çıktı.

 

"Araf yardım et." dedim gözlerimi açık tutmaya ve yerden aldığım dal parçasıyla dengemi sağlamaya çalışarak.

 

Dalı tuttuğum ellerimle ve mayına bastığın ayağımdaki gücün tamamen tükendiğini hissederken geriye doğru düştüğümü fark ettim. Daha fazla kendimi kasmadan geriye, toprağın üstüne düşmeyi beklerken belime bir çift kolun dolandığına hissettim. Kan kokusunu bastıran o kokuyu soludum.

 

Araf gelmişti. Ayağımı mayından çekmeden gelip bizi kurtarmıştı.

 

"Cemre!" dediğini duydum.

 

"Araf... Mayın." dedim kesik nefeslerimin arasından.

 

"Eren! Çabuk buraya gel!" Kulağımı delercesine bağırdı. "Buradayın güzelim." dedi daha yumuşak bir sesle. Gözlerimi zorlayarak açmaya çalıştım. Kısık gözlerimin arasından yeşil gözlerini gördüm. Yüzümde bir gülümseme oluşurken gözümden bir damla yaşın süzüldüğünü hissettim. Araf bir eliyle beni tutarken diğer eliyle gözümden düşen yaşı sildi.

 

"Şşt, ağlamak yok artık. Bak, geldim işte, yine kurtardım seni. Tıpkı o gün olduğu gibi kurtardım yine seni." Yüzümdeki gülümseme artarken gözyaşlarımda gülümsememe inat hızlanmıştı. Sağ ayağımın altındaki toprağın kazıldığını hissettim, Eren mayınla ilgileniyordu anlaşılan.

 

"Kurtardın." dedim. "Sen yine beni kurtardın ama ben onu koruyamadım." Kaşları çatıldı.

 

Anlamayarak "Ne?" dedi. "Kimi koruyamadın?" Gözlerim yine kapandı. Zorlayarak açmaya çaktım. O sırada etrafımıza toplanan kalabalığı fark ettim. Bizimkilerin dışında başka askerlerde vardı.

 

Konuşmak için dudaklarımı araladım ama o gücü kendimde bulamadım. Birkaç defa dudaklarımı açıp kapatmak dışında bir şey yapamadım. En sonunda pes edip sağ elimi kaldırıp nikâh defterinin üstündeki kağıdı verdim. Ultrason görüntüsünü.

 

Araf bir eliyle sıkıca bana destek olurken diğer eliniylede kağıdı aldı. Kaşlarını çatarak buruşan kağıdı düzeltmek için birkaç defa salladı. Biraz olsun düzelince kağıda baktı. Gördüğü şeyle kaşları iyice çatılırken Eren'in sesini duydum.

 

"Hallettim komutanım." Ben o kadar kısık o kadar yavaş konuşuyordum ki iki cümle edene kadar Eren çoktan mayını halletmişti anlaşılan.

 

Daha fazla ayakta durmadan Araf'ın kollarına düştüm. Araf benimle birlikte yere otururken ultrason görüntüsünü tuttuğu elini güçsüz bir şekilde tutup karnıma götürdüm. O sırada Araf ilk önce karnıma daha sonra ise maviden kırmızıya dönüşmüş pantolonuma baktı. Hareket eden adem elmasından sertçe yutkunduğunu gördüm.

 

"Ben onu..." deyip soluklandım, nefeslerim hızlanmıştı. Ellerimizin üstüne nikâh defterimiz düştü. "Ben koruyamadım." Ağzımdan bir hıçkırık kaçtı. Gözümdeki yaşlar durmadan artarken gözlerimi açık tutmakta daha da zorlanıyordum. "Koruyamadım. Ben bebeğimizi koruyamadım." Son kalan gücümle Araf'ın gözlerinden geçen duyguları gördüm.

 

Şaşkınlık.

 

Hüzün.

 

Korku. Kaybetme korkusu.

 

Ve acı.

 

En yoğun duygu ise acıydı. Bir bebeği olacağını öğrenmişti ama aynı saniyeler içinde bebeğini kaybettiğini, kaybedeceğini de öğrenmişti.

 

"Bırakmamıştır değil mi?" dedim, umut ediyordum. Umut etmek istiyordum. Gitmesin, bırakmasın istiyordum.

 

"Araf, bizi bırakmadığını söyle." Bakışlarının karnımdan gözlerime kaydığını hissettim, gözleriyle gözlerim kesişti. Aynı anda ikimizin de gözünden bir damla yaş süzüldü. Hissettiğim yoğun acıyla gözlerim kapandı. "Bırakmadı." dedim kendimden geçmeden önce. "O çok güçlüdür. O bizim bebeğimiz. Bırakmaz bizi." Son hatırladığım şey Araf'ın dudaklarının alnıma değmesi ve acıyla haykırışı oldu. Sesi kulaklarımda yankılanırlen gözlerim karanlığa teslim oldum.

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

Sizce bir mucize olup bebeğe bir şey olmamış olur mu?

 

Bu bölüm biraz geçmişe gittik. İlk bölümde Cemre'nin kaçırılıp mayına basmasını bu bölümde de ekledim. Tek fark o zaman mutluydular ama şimdi değiller...

 

Ve Araf bebeği olacağını bu şekilde öğrendi... Ve aynı zamanda kaybetme korkusunu da yaşadı.

 

Cemre'nin dediği gibi Allessi'nin ailesi yaşıyor olabilir mi?

 

Veya ölmeden önce terör örgütüne çalışıyorlar mıydı?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍

 

Loading...
0%