@kitap__gezegeni1
|
Oy verip bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋
Keyifli okumalar✨️
31.Bölüm "Geçmiş Acının Yalanları"
Üzerimde yarım kalmış bir hayalin hüznü var...
5 AY SONRA
Bir insanı en çok hangi duygu değiştirir? mutluluk? Mutsuzluk? Öfke? Hüzün? Bence bir insanı en çok mutsuzluk değiştirir. Baştan sona seni bambaşka bir karakter yapar mutsuzluk.
Mesela ben. Beni değiştirdi. Çok iyi rol yapıyorum artık. Çok iyi yalan söylüyordum. Sahte gülümsememle herkesi kandırıyorum.
"Bugün nasılsınız Cemre Hanım?" Psikoloğun sorusuyla ona bakıp gülümsedim.
Hiç iyi değilim. "Çok iyiyim." Bir yalan daha. Geçmişte yaşadıklarım beni yalan söylemeye itiyordu. Geçmişimin yalanlarıydı bunlar.
"Peki bana bugünkü ruh halinizi tanımlayın desem." Derin bir nefes alıp düşündüm. Nasıl bir yalan söyleyip de ona iyi olduğumu inandırmalıydım?
Evet, yalanlara başlama zamanı. "Biraz yorgun, biraz özlem dolu ve oldukça mutlu bir ruh halim olduğuna inanıyorum." Doğru sayılırdı. Yorgundum ama biraz değil, özlem doluyum ama biraz değil ve mutlu değildim. Kısmen doğru gibiydi.
"Neden yorgunsunuz peki?" Gülmemek için kendimi sıktım. Söylediğim şeylere bir hayli şaşıracaktı çünkü.
"Dün gece çok güzel bir dizi keşfettim." dememle karşımdaki kadın şaşırdı, ilgiyle beni dinlemeye başladı. "Saat üçe kadar onu izledim ve uyudum ama alışkanlık olduğu için saat altıda kalktım. Birkaç saatlik uyku yetmediği için yorgunum." Yalan, dizi falan izlemedim. Yorgunluğum ise mental bir yorgunluktu.
"Anladım." deyip önündeki deftere bir şeyler yazdı. "Peki biraz özlem doluyum demiştiniz, kimi özlediniz?" Yüzümde belli belirsiz bir gülümseme oluştu. Çok özlemiştim.
"Kocamı." dedim yüzümdeki gülümsemeyle, aslında sadece kocamı değil kucağıma almadığım bebeğimi de özlemiştim. "Bir aydır görevde ve telefon görüşmeleri dışında pek görüşemiyoruz." Her gün arıyordu beni ama yine özlüyordum.
"Bugün gözüme çok mutlu gözüktünüz, zaten sizde mutlu olduğunuzu söylediniz. Bunun özel bir nedeni var mı?" Hızla başımı sallayıp saate baktım.
"Evet var." deyip telefonumu elimde sıkıca tuttum. "Araf arıyacak birazdan. Göreve çıkmadığı zamanlar hep belli saatlerde beni arar ve o saatlerden biri de geliyor şu anda." Doğru, Araf arayacaktı. Yine onunla konuşacaktım ve biraz daha iyi olacaktım. Bana tek iyi gelen Araf'tı.
"Peki rüya görüyor musunuz?" Yüzüm düştü, gözlerimin dolduğunu hissettim. Rüya değil, kâbus görüyordum. "İyi misiniz? Kötü rüyalar mı görüyorsunuz?" Derin bir nefes alıp doktora baktım. Ona hiçbir zaman gerçeği söylemedim, şimdi de söylemeyecektim.
"Evet kötü rüyalar görüyorum." dedim dürüstçe. "Mesela dün gece gördüm."
"Bana biraz anlatmak ister misiniz?" Sorusuyla yanağımın içini ısırdım. Üzgünüm doktor Hanım ama size istediğinizi vermeyeceğim. Ona gerçeği söylediğim zaman mesleğime dönmem zorlaşıyordu çünkü.
"Araf, rüyamda Araf'ı gördüm." Şaşırdı, bunu beklemiyordu. Bebeğimi gördüğümü, kötü etkilendiğimi falan dememi bekliyordu ama iyi bir yalancı olmuştum artık. Onlara istediğini vermeyecektim. "Aldatıyordu beni!" dedim sinirle. Tabii ki de öyle bir şey olmadı. "Gözlerimin önünde bir kadınla öpüşüyordu." Rüyamda dahi olsa Araf'ın öyle bir şey yapmayacağını çok iyi biliyordum. "Bende gittim öpüştüğü kadının saçlarına yapışıp bir güzel onu dövdüm." dedim sırıtarak. Öyle bir şey olsa dövmekle kalmazdım ama neyse. "Sonra da Araf'ın yüzüne okkalı bir tokat geçirip saçlarımı savurdum ve uzaklaştım." Karşımdaki kadın şaşkınca beni dinleyip defterine bir şeyler yazdı.
"Anladım. Başka bir şeyler oldu mu? Sizi kötü etkileyecek başka rüyalar gördünüz mü?" Başımı iki yana salladım. Görmüştüm ama bunu ona söylemeyecektim. Her zaman görüyordum, sadece Araf yanımda olduğunda görmüyordu. Dedim ya, bana tek iyi gelen kişi Araf'tı.
Birkaç soru daha sorup sonunda gidince derin bir nefes alıp yatağıma uzandım. Telefonumu elime alıp saate baktım. Araf'ın aramasına beş dakika vardı. Şimdi psikolog onu arayıp seansımızdan bahsedecekti ve Araf'ta beni arayacaktı. Tabii doktorla konuştuğunu çaktırmamaya çalışacaktı ama ben anlıyordum. Doktor her şeyi ona rapor ediyordu.
Burada, yanımda değildi. Gitmesini ben istemiştim. Benim yanımda kaldıkça kafasını toparalayamadığını düşünüyordum. Kendi acısını görmezden gelip hep benimle ilgileniyordu ve bu beni üzüyordu. Evet benimle ilgilenmesi güzel ama o içine attıkça ben kötü oluyordum ve bir ay öncede zorla görevine geri dönmesini istemiştim. Ben ise süresiz bir izindeydim. Tam beş aydır süresiz bir izindeydim. Mesleğime geri dönemiyorum çünkü iyi olmadığımı düşünüp geri dönmeme izin veriyorlardı ve ben de iyi bir yalancı olamaya karar vermiştim. Başka türlü mesleğime dönemezdim. Bana iyi gelen şeyler Araf ve mesleğimdi ama ikiside benden oldukça uzaktı.
Büyük bir değişim yaşaman için bazen büyük bir felaketten geçmen gerekiyordu. Benimde başımdan bana göre büyük bir felaket geçmişti ve eski ben yoktu artık. Yalancı bir ben vardı. Belki eski ben olurdum ama şu anda eski benden eser yoktu. Acılarımı unutursam belki yalan söylemeyi bırakırdım. Geçmiş acımın yalanları ancak bu şekilde yakamı bırakırdı. Acımı unutmam gerekiyordu ama bu imkansız gibi geliyordu.
Telefonum çalınca bekletmeden açıp kulağıma götürdüm. "Araf." dedim hemen. Onunla konuşmayı, ona sarılıp uyumayı çok özlemiştim. Mesleğine geri dönmesini ben istemiştim ama yine de özlemiştim. Kim sevdiği adamı özlemez ki zaten?
"Güzelim." dedi içten bir şekilde. "Ne yapıyorsun? Psikolog randevun nasıl geçti." Dudaklarım iki yana kıvrıldı, sanki doktorumla konuştuğunu bilmiyordum. Tek yalan söyleyen ben değildim anlaşılan. Tabii ben iyi bir yalancıydım ama Araf değildi.
"Aynı, iyiydi." dedim kısaca.
"İyi misin peki?" Gülmemek için alt dudağımı ısırdım. Doktor büyük ihtimalle rüyamdan bahsetmişti. Daha doğrusu benim uydurduğum rüyamdan bahsetmişti ve Araf da trip atmamı falan bekliyordu. Ama görmediğim bir rüya yüzünden ona trip atamazdım ki.
"İyiyim, sen nasılsın?" dedim rahat bir şekilde. Şaşırdığına emindim çünkü ne kadar kıskanç olduğumu iyi biliyordu. Rüya bile olsa öyle rüya görmemden trip atacağımı tahmin ediyor olmalıydı ama ben öyle bir rüya gömemişken boşuna trip atamazdım.
"İyiyim ben de." dedi.
"Bizimkiler ne yapıyor? Hepinizi çok özledim." Doğruydu, çok özlemiştim hepsini.
"Görüntülü arayayım mı?" Sorusuyla görmeyeceğini bile bile başımı salladım.
"Ara." deyip telefonu yüzüne kapattım. Eminim ki telefonun diğer ucunda bu yaptığıma gülüyordur.
En fazla bir dakika sonra elimdeki telefon tekrardan çalınca açtım. Araf'ın aksine diğer herkesi de görmek beni gülümsetti. Hepsi telefonun diğer ucunda bana bakıyordu.
Meriç hepimizden önce konuşup başını telefona doğru yaklaştırdı. "Komutanım!" dedi çığlık atar gibi. "Aç mı kalınız siz orada? İp gibi kalmışsınız valla." Başımı eğip kendime baktım. Canım bir şeyler istemediği için pek bir şey yiyemiyordum. Bu yüzden zayıflamam normaldi.
"Bizim aç Yarasa'yı yollayalım yanınıza. Kesin onun yemek yemesiyle bile kilo alırsınız siz." Kıkırdadım. Hepsini çok özlemiştim, artık mesleğime geri dönmek istiyordum ama psikoloğun raporuna göre dönebilecektim.
Soner elini kaldırıp Meriç'i geriye doğru çekti, bir tane de kafasına geçirdi. "Uğraşma benimle Fedai!" diye kızdı.
"Sanki meraklıyım sana ben." deyip tekrardan bana baktı Meriç. Yüzünde bir gülümseme oluşurken yine kamerayı kendi kafasıyla kaplayacak kadar telefona yaklaştı. "Komutanım biz sevgili olduk!" Kaşlarım çatıldı, sevgili mi olmuş?
"Kiminle?" dedim.
"Kiminle olacak komutanım benim gizemli kadınla işte." Kıkırdadım, kıza hâlâ gizemli kadın mı diyordu bu?
"Siz zaten sevgili değil miydiniz? En son onu kendi memleketine götürmüştün?" O olaylar olmadan önce hepimiz ailelerimizin yanına gitmiştik, o gün Maya'yı da ailesinin yanına götürmüştü.
"Yok ya, naz yaptı olmadı benimle sevgili ama dün resmen sevgili olduk." Mutluğu yüzden anlaşılıyordu.
"Şunu şuradan atın ya. Kendi mutluluğunu anlatacak diye biz konuşamayacağız." dedi Ozan. Az önce Soner'in yaptığı gibi Meriç'i ensesinden tutup onu uzaklaştırdı. "Müjdemi isterim komutanım." dedi. "Yasemin'e evlenme teklifi ettim." Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Bunlar hangi ara oldu ya? Her şeyden çok uzak kalmıştım.
"O ne dedi?" dedim merakla. Fatih gür bir kahkaha atıp araya girdi.
"Şu anda düşünme aşamasında." İstemsizce ben de güldüm. İki yılda bunu düşünür artık ondan sonra evlenirler.
"Ne desem bilememdim Ozan. Umarım Yasemin düşünme aşamasını çabuk geçer." Diğerlerine baktım. "Siz ne yapıyorsunuz? Var mı hayatınızda biri?"
"Yok be komutanım." dedi Fatih. "Benim tek aşkım silahlarım."
"Valla benimki de canım yemeklerim." dedi Soner.
"Görevden aşk meşk işlerine vakit mi ayırabiliyoruz komutanım?" dedi Eren de. Hepsinin yüzünde muzip bir ifade oluşunca bir şeyler olduğunu anladım. Benim bilmediğim bir şeyler olmuştu anlaşılan.
"Çabuk dökülün! Ne oluyor oralarda?" dedim meraklı bir şekilde.
"Tayin zamanı geldi biliyorsunuz ki." dedi Fatih, göz ucuyla Eren'e baktı. "Geçen gün de komandolara yeni askerler geldi. İçlerinde bir tane kadın vardı." Kolunu kaldırıp Eren'in omzuna attı. "Bunlar baya bi' birbirlerinden elektrik aldılar." Bakışlarım Eren'e kaydı, yüzümde muzip bir ifade oluşurken Eren hemen savunmaya geçti.
"Bir şeyi de abartmayın amına koyayım ya!" dedi sinirle. Bana bakıp açıklamaya başladı. "İzin günümde ben çarşıya inmiştim komutanım. O sırada o kızla karşılaştım. Küçük bir çarpışma yaşadığımız için biraz birbirimize kızdık. Sonra beni sivil bir şekilde taburda gördü, kendisi de diğer komandolarla eğitim yapıyordu. Onu takip ettiğimi falan sanıp bir de orada küçük bir tartışma yaşadık." Bakışları bizimkilere kaydı, ters ters onlara bakıp devam etti. "Bu mallarda en ufak şeyi abartıyor işte." Gülümsedim, hissederim ben, kesin âşık olacaklar birbirlerine. Daha kızı görmeden bunu söylemem de ayrı bir şey ama olsun. Hem ne demişler; en büyük aşklar kavga ile başlar.
Arkama yaslanıp soru sordum. "Peki kız bordo bereli olduğunu öğrenince ne yaptı?"
Yüzünde bir sırıtış belirdi. "Ne yapacak donup kaldı. Özür dileyip anında yanımdan uzaklaştı. Ne zaman karşıma çıksa anında yönünü değiştiriyor." Kıkırdadım, Eren de tabii kızın o halinden büyük bir zevk alıyordur. Kim almaz ki? Onların o halini izlemeyi çok isterim.
"Kızın fotoğrafını istiyorum. Beğenirsem sevgili olursunuz." dememle gözleri irice açıldı. Omuz silktim. "Hem en büyük aşklar kavga ile başlar."
"Komutanım siz yapmayın bari." Bir kez daha omuz silktim.
"Komutanına karşı çıkma asker, yakarım çıranı." dedim gülerek. Diğerlerine baktım. "Kızın fotoğrafını bulun atın bana, merak ettim." Hepsi beni onaylayınca Araf'a baktım. Hiç sesi çıkmıyordu, bizi dinliyordu. Bakışları benim üstümdeydi.
"Ben açıktım ya." dedi Soner ayaklanarak. "Gideyim de bir şeyler tırtıklayayım." Araf'la bizi yalnız bırakmak için demişti bunu. Anlamamak imkansızdı.
"O halde ben de Maya'yla konuşmaya kaçar." dedi Meriç de.
Ozan da ayaklanıp "Eh ben de hemişremi yalnız bırakmayayım. Belki kararını söyler bana." dedi. Hepsi bizi yalnız bırakmak için bahane üretiyordu. Açıkça söyleseler sanki bir şey diyeceğiz. Karı kocayız biz, açıkça sizi yalnız bırakalım dediklerinde kızacak değiliz ya.
Fatih onların haline gülüp kolunu Eren'in omzuna attı. "Biz sizi yalnız bırakalım demek yerine girdikleri hallere bak ya!" Söylenip Eren'le birlikte o da bizi yalnız bıraktı. En azından benim gibi düşünen birileri vardı.
Araf'a baktıp "Özledim." dedim. "Seni çok özledim." Yüzünde bir gülümseme oluştu, zaten aradığımdan beri yüzünde gülümseme eksik olmamıştı. Şimdi ise gülümsemesi genişlemişti.
"Sen mi ben mi?" dedi. Kolunu kaldırıp saate baktı. "Ama yakında özlememiniz diner." Anlamayarak kaşlarım çatıldı.
"O ne demek?"
Göz kırpıp arkasına yaslandı. "Yakında anlarsın." Dudaklarım büzüldü, bir şey anlamadım ama daha fazla da sormadım. Nasıl olsa çıkar yakında kokusu.
Bir süre onunla konuştum. Sanırım işi olacak ki sürekli saate bakıp durdu. Daha sonra ise bizimkilerin çağırması üzerine telefonu kapatmak zorunda kaldık.
Telefon kapanınca yüzümdeki gülümsemeyi sildim. Sevdiğim insanlara karşı rol yapmak beni yoruyordu ama ben artık burada kalmak istemiyordum. Evde olmak bana iyi gelmiyordu, birilerine içimi dökmek bana iyi gelmiyordu, doktorun bana verdiği ilaçlar bana iyi gelmiyordu ama henüz psikolojik olarak iyi olmadığım için mesleğime geri dönemiyordum ve tek çıkar yolum rol yapmaktı. Hoş, onlara pek rol yapmıyordum ya, onlarla ne zaman konuşsam yüzümde istemsizce bir gülümseme beliriyordu. Tek rol yapmadığım kişiler onlardı sanırım.
Elimi yastığın altına sokup katlı kağıdı aldım. Yatak başlığına sırtımı yaslayıp elimdeki kağıda dolu gözlerle baktım. Kağıtta hâlâ birkaç damla kan vardı. O günden geriye kalan, kâbusum olan, en kötü ve yaşamak istemeyeceğim günden kalan kan damlaları.
Yatakta yan bir şekilde dönüp başımı yatak başlığına yasladım. Kağıdı çevirip bebeğimin ilk ve son ultrason görüntüsüne baktım. Gözümden bir damla yaş düşerken iç çektim. Keşke sonumuz böyle olmasaydı.
İçimde yarım kalan bir hayalin hüznü vardı... O da bebeğimdi. Bir kere olsun onu kucağıma almayı çok isterdim. En azından annelik duygusunu bir gün de olsa tatmak isterdim ama tadamadan kaybetmeyi öğrenmiştim ben. Sanırım bir annenin yaşamaktan korktuğu şeyler arasında bu duygu vardı. En azından benim korktuğum şeyler arasında bu vardı.
Kapının ardında duyduğum adım sesiyle elimdeki ultrason görüntüsünü hızla yastığımın altına koyup gözlerimdeki yaşları sildim. Birkaç defa derin nefesler alıp sakin olmaya çalıştım. Yüzüme her zaman kondurduğum sahte gülümsememi kondurup kapıya baktım. Kapı açıldı ve annem elindeki tepsiyle içeriye girdi. Evet, Araf'ın kafası dağılsın diye zorla göreve geri dönmesini sağlamıştım ve ben de burada kalmıştım. Zaten Araf'ta bu yüzden gitmişti. Tek olduğumu bilse hayatta gitmezdi ama ailem yanımda olunca gözü arkada kalmamıştı.
"Nasılsın anneciğim?" Annem yanıma oturarak sordu.
"Aynı, giderek iyi olmak için elimden geleni yapıyorum." Başını hafif eğip bana baktı.
"Ağladın mı sen." Gülümsedim, içten bir gülümseme değildi ama onlar öyle sanıyordu artık.
"Biraz." dedim dürüstçe. "Araf ve bizimkilerle konuştum da onları sanırım biraz fazla özlemişim bu yüzden duygulandım." Ve bir yalan daha. Evet onları özlemiştim ama ağlama sebebim onlar değildi.
Annem gülümseyip kucağındaki tepsiyi benim kucağıma bıraktı. "En sevdiğin yemekten yaptım sana." Gülümseyip tepsiye baktım. Domates soslu makarna, bezelye yemeği ve domatesli bulgur pilavı vardı. Hepsini çok seviyordum. Her gün benim sevdiğim yemeklerden yapıyordu. Keşke benim de biraz iştahım olsa da yesem ama iştahım olmuyordu pek.
"Ellerine sağlık anne. Hepsi çok güzel görünüyor." deyip kaşığı aldım ve bulgur pilavından bir kaşık alıp yedim. Annem gülümseyip ayağa kalktı ve alnımdan öpüp konuştu.
"Yemekten sonra aşağıya gel, bütün gün odanın içinde kalma." Başımı sallayıp onayladım onu. Annem odadan çıkınca önümdeki iştah açıcı tepsiye baktım. Çatalı alıp makarnadan yedim. Biraz da bezelye yemeğinden yedikten sonra doydum. Evet birkaç lokmayla doydum, eğer daha fazlasını yersem kusuyordum. İştahım iyice kapanmıştı. Bu yüzünden doktora gitmiştim ve ilaç yazmıştı, bu ilaç da işte anca birkaç lokma yememe yardımcı oluyordu. İlacı kullanmadan önce hiç yiyemiyordum. Tabii ailem iştahsızlığımı bilmiyordu. Zaten benimle yeterince uğraşmışlardı, bunu söyleyip de daha fazla benimle uğraşmalarını istemedim. Araf da bilmiyordu tabii. Herkesin benimle ilginmesi üzüyordu beni. Biraz da kendileriyle ilgilenmelerini istediğim için bazı şeyleri onlara söylemiyordum ve istemeye istemeye sevdiklerime de yalan söylemek zorunda kalıyordum. Beni en çok üzen de buydu sanırım; sevdiklerime yalan söylemek.
Ayağa kalkıp tepsiyle birlikte pencereye ilerledim. Tepsideki tabakları pencerenin dışına koyup etrafıma baktım. "Duman." diye seslendim. Aşağıdan gelen miyavlama sesiyle oraya baktım, aşağıdan bana bakıyordu. "Gel oğlum." dedim ona bakarak. Biraz miyavlayıp ağaça tırmandı. Ağaç dalı benim pencereme kadar uzandığı için saniyeler içincde pencereye gelmiş oldu. "Al bakalım." deyip tabakları ona doğru uzattım. Tabakların içindeki yemekleri koklayarak beğendiğini yemeye başladı. Yemediklerini ise kuşlar yerdi nasıl olsa.
Bu beş ay içinde en yakın arkadaşım olmuştu Duman. Acımı hissetmiş gibi ne zaman dışarıya çıksam hep yanıma gelir ben içeriye girene kadar yanımdan ayrılmazdı. Dumanlı bir rengi olduğu için ona duman ismini vermiştim.
Duman yiyebilidiği kadar yedikten sonra içeriden bir kağıt alıp geri kalan yemekleri onun üstüne dökerek bıraktım. Başka bir kedi veya kuşlar gelip yerdi geri kalanları.
"Gel oğlum." diyerek Duman'ı içeriye aldım. Odamda onun için su kabı vardı. Onun yanına bırakıp tepsiyle birlikte odadan çıktım. Duman çıkmak istediği zaman pencereden kendisi çıkıyordu. Tepsileri mutfağa bırakıp babamın yanına gittim ve yanına oturdum.
"Yedin mi yemeğini?" Babam saçlarımı okşarken sordu. Başımı sallayıp onayladım onu. Herkes yemeklerin hepsini bitirdiğimi sanıyordu ama her seferinde olduğu gibi bu konuda da onları kandırıyordum. Zayıflığımı fark ediyorlardı ama bunun üzüntüden olduğunu düşünüyorlardı. Psikoloğum da öyle düşünüyordu çünkü yemekleri döktüğümü kimse düşünmüyordu. Görmedikleri içinde düşünmemeleri normaldi.
Önüme uzatılan ilaç ve suyla ofladım. "Ne zaman kurtulacağım bu ilaçlardan?" dedim annemin elinden ilaçla suyu alarak. "Sıkıldım artık. Hem kendimi de çok iyi hissediyorum." İlacı ağzıma atıp üstüne su içtim.
Hiçbir işime yaramıyordu bu ilaç.
"Doktorun kullanmana gerek yok diyene kadar kullanmak zorundasın kızım." dedi babam. "Hem işe de yarıyor. Bak her geçen gün daha iyi görünüyorsun." Ah be baba, kızın her geçen gün daha iyi bir yalancı olduğu için size öyle geliyordu. Bir bilsen bu ilaçların bana iyi gelmediğini kendin içmeme izin vermezsin.
Bir şey demeden babama sarıldım. Babam saçlarımla oynarken gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştım. Tek başıma uyuyunca hep o günü görüyordum ama yanımda birileri olunca nadiren görüyordum. Bir tek Araf varken rahattım. O varken rüya bile görmüyordum, huzurlu bir şekilde uyuyordum hep.
* * *
Elbise dolabının kapağını açıp kıyafetlere baktım. Üstüm için kalın askılı, beyaz bir crop bluz, altıma da kırmızı, çiçekli mini bir etek seçip üzerime geçirdim. Babamın yanında birkaç saat uyumuştum ve şimdi de hava almak için dışarıya çıkıyordum.
Yanıma küçük bir çanta alıp başta telefonum olmak üzere birkaç gerekli eşyamı katarak çıktım.
Annemlere haber verip dışarıya çıktım. Hava sıcaktı. En son olan olaylarda sonbahar ayına girmiştik ve aradan beş ay geçtiği için ilkbaharın son aylarında sayılırdık. Araf'la birlikte geçirdiğim koca bir kışı geride bırakmıştım.
Taksi durağına gidip hep gittiğim yerin adresini verdim. Taksi yola çıkarken oraya gittiğim ilk günü hatırladım. Tam iki ay önce gitmiştim oraya.
Gördüğüm kâbustan dolayı nefes nefese uyandım. Titreyen elimle komodindeki suyu alıp içtim. Yine aynı rüyayı görmüştüm, o dağda bebeğimle yalnız kaldığım günü görmüştüm. Neredeyse her gün aynı rüyayı görüyordum.
Yanımda yatan Araf'a kaydı gözüm, bütün gün benimle ilgileniyordu ve haliyle yoruluyordu. Bu yüzden uyandığımı fark etmemişti. Fark etmemesi içinde sessizce yataktan çıktım. Üzerime bir hırka alıp odadan çıktım. Aynı sessizlikle de evden çıkıp yürümeye başladım. Biraz hava almak istiyordum.
Uzun bir süre yürüdüm, hatta saatlerce yürüdüm. En sonunda bir uçurum kenarına gelince durdum. Gökyüzünü aydınlatan minik minik yıldızlar vardı. Uçurumdan aşağıya bakınca karanlık geceyi sadece gökteki yıldızların aydınlatmadığını anladım çünkü yerde de yıldızlar vardı. Tek fark yerdekiler şehirdeki evlerin ışığıydı ama gökyüzündekiler gerçek yıldızlardı.
Uçurumun ucuna gelip ayaklarımı sarkıtarak oturdum. Ellerimi arkama koyup hafif geriye doğru yaslandım. Gözlerimi kapatıp hafif esen rüzgârın yüzüme çarpmasına izin verdim. Gözlerimi açıp gökyüzüne bakınca bir yıldızın kaydığına şahit oldum. Gerçekleşmeyeceğini bile bile o dileği diledim.
Bir kere bile olsa seni görebilsem keşke...
Bu hayattan çok şey istememiştim aslında. Bebeğimin yanımızda olmasını istemiştim ama o da olmamıştı. İyileşmeye çalışıyordum, bunu atlatmaya çalışıyordum, unutamasamda acının hafiflemesini sağlamaya çalışıyordum ama olmuyordu. Sanırım annelik böyle bir şeydi. Hâlbuki daha anne bile olamamıştım.
Bir kere de olsa onun kokusunu içime çekmeyi o kadar çok isterdim ki...
Taksi durunca ücretini ödeyip indim. Uçurumun ucuna gelip ayaklarımı aşağıya sarkıtarak oturdum. İlk buraya geldiğim gün Araf evde uyanmıştı ve her yerde beni aramıştı. Saatler sonra beni burada bulmuştu. Arada bir onunla gelirdim buraya ama bu sefer o yoktu yanımda.
Arkamda duyduğum adım sesiyle nefesimi tuttum. Buraya kimse gelmiyordu, en azından ben varken kimseyi görmüyordum burada. Psikolojik olarak iyi olmadığım için açığa alınmıştım ve haliyle silahım elimden alınmıştı. Umarım silahıma ihtiyaç duyacak bir şey olmazdı. Derin bir nefes alıp yavaşça arkamı döndüm. Gördüğüm kişiyle nefesimin kesildiğini hissettim. Bütün sinirin bedenime yayıldığını hissettim. Hangi cesaretle karşıma çıkabiliyordu? Nereden buluyordu bu cesareti? Beş ay boyunca ortalıkta görünmeyip niye şimdi karşıma çıktı?
Hızla ayağa kılıp karşısında durdum. "Ne işin var senin burada?" dedim dişlerimin arasından. Onu görmek istemiyordum, bebeğimin ölümüne sebep olan kişiyi karşımda görmek istemiyordum.
Benim aksime sakin bir sesle "Bence artık konuşmamız lazım." dedi. Tabii sakin olur, karşısında bir katil yoktu, katil ta kendisiydi!
Gözlerimi birkaç saniye kapalı tuttum. Sakin olmaya çalıştım ama nafileydi. Karşımda Alessi varken sakin olmam imkansızdı. Hele ki bebeğimin katili olduğunu bilmek sinir kat sayılarımı arşa çıkarıyordu.
"Cemre." deyince gözlerimi açıp ona baktım. Sanırım ilk defa ismimle sesleniyordu. Genelde Maviş diyordu hep. "Hamile olduğunu bilmiyordum." dedi üzgün bir sesle. "İnan bana bebeğini bile bile öldürmedim."
Histerik bir şekilde güldüm. "Gerçekten mi?" dedim alaylı bir sesle. "Hamile olduğumu bilseydin bebeğimi bana karşı kullanmaz mıydın?" Sordum, bakışlarını kaçırmasından almam gereken cevabı aldım zaten. "Kullanırdın. Hatta onu bile bile öldürürdün de. O gün ha bile bile yapmamışsın ha yapmışsın. Ne fark eder? Bilsen de bunu yapacaktın bilmesen de yaptın zaten." Cevap vermedi, öylece bana baktı. Ona doğru yaklaştım, geri gitmedi. Geriye gitmemesi iyiydi. Aklımdakini yapabilirdim.
"İşte siz busunuz. Suçu günahı olmayan bir canlıyı bile bile veya bilmden öldüren iğrenç insanlarsınız." Tam önünde durup ona baktım. Başını ağır ağır kaldırıp gözlerime baktı.
"Sana tek bir şey sormak istiyorum." dedim. "Maya'nın babası yaşıyor mu?" Bunu sorduğuma şaşırdı, bebeğimle ilgili şeyler soracağımı sanıyordu sanırım. Ona bebeğimle ilgili ne desem boştu. Anlamazdı. Boşa dil dökmekten başka bir işe yaramazdı. Zaten bebeğimin katilinin karşısına geçip şöyle acı çektim böyle ağladım diyerek onu mutlu etmezdim. Kendi içimde yaşardım. Az önce kurduğum cümleleri bile hak etmiyordu. Kesin bir kulağından girip diğerinden çıkmıştır.
Cevap versin diye bekledim ama vermedi. Etrafına baktı. Kesin yaşıyordu. Yaşamasa en azından yaşamıyor derdi. Böyle bakışlarını kaçırdığına göre yaşıyordu. Maya babasının bir şeyler bildiğini söylemişti. Eğer ki elinde bir kanıt varsa o kanıtı yok etmeden o adamı öldürmezlerdi.
Bir adım daha atıp ona iyice yaklaştım. Ne yaptığımı anlamasın diye soru sormaya devam ettim. "Yaşıyor değil mi?" Cevap vermesini beklemeden elimi belindeki silaha atıp hızlı bir şekilde aldım. Hiç vakit kaybetmeden silahı ona doğrultup birkaç adım ondan uzaklaştım. Anında etrafımıza adamlar toplandı. Silahlarını bana doğru tuttular. Alessi'nin buraya elini kolunu sallaya sallaya gelmeyeceğini tahmin etmiştim. Ama her yerde aranan kadın ayağıma gelmişken hadi sen git diyemezdim. Risk almam gerekiyordu ve almıştım. Bu saatten sonra onu bırakmazdım, artık yakalanması lazımdı. Tutuklanıp cezasını çekmesi gerekiyordu.
"Söyle adamlarına silahları atsınlar." dedim. "Yoksa..." deyip elimi silahın emniyetine götürüp açtım. Alayla güldü ve kollarını gögsünün altında bağladı.
"Yoksa vurur musun beni?" dedi dudaklarını sarkıtarak. Tabii ki de bunu yapmazdım ama bunu onun bilmesine gerek yoktu. Silahı sıkıca kavrayıp ateş ettim. Kurşun tam kulağının dibinden geçip gitti. İrkilip gözlerini kapamıştı. Bunu beklemiyordu. Şaşkınlığını üzerinden atıp adamlarının bana ateş etmemesi için elini kaldırırken bu sefer ben dudaklarımı sarkıttım.
"Tüh ya." dedim üzgün bir sesle. "Hedefim alnındı ama evde yata yata sanırım paslanmışım ama ikincisi kesin hedefime gelir."
"Beni vuramazsın." dedi başını dikleştirerek. "Şu anda asker değilsin, vuramazsın. Silahsız birini vurmazsınız siz. Vurursan eğer hapise girersin." Düşündüm ve omzu silktim.
"Bana ne." dememle şaşkınca bana baktı. "Bu pek umurumda olmaz." Şaşkınlığı daha da arttı. O günden sonra çok değişmiştim, bunun en başında yalanlarım geliyordu. Çok güzel bir şekilde yalan söylüyordum ve beni çok iyi tanıyan insanlar bile bunu fark etmiyordu. Alessi'nin fark etmemesine şaşırmadım bu yüzden.
"Bak acın var doğru karar veremiyorsun." dedi, gülmemek için kendimi sıktım. Onu vuracağıma inanmıştı. "Pişman olacağın şeyler yapma."
"Söyle indirsinler silahları!" dedim bir kez daha. "Her an pişman olacağım şeyler yapabilirim!" Silahı daha sıkı kavradım. "Bu sefer ıskalamam!"
Başını küçük bir açıyla çevirdi ve adamlarına baktı. Gözlerim kısıldı. Bu kadına zerre güvenmediğim için gözlerimi dört açtım ve tetikte bekledim. Her an kaşla göz arasında bir şey yapabilirdi.
Ben adamları izlerken Alessi'nin bana döndüğünü hissettim. Göz ucuyla onu kontrol edip tekrardan adamlarına bakacakken bir adamın silahını tekrardan bana doğrulttuğunu gördüm. Alessi'nin kolundan tuttuğum gibi kendime doğru çektim. Kolumu boynuna dolarken kendime siper ettim.
Dudaklarımı kulağına yaklaştırdım ve dişlerimin arasından "Benimle aşık atamazsın sen!" dedim. "Söyle adamına vursun beni. Tabii nişancılığına güveniyorsan vursun." dedim çünkü nişancılığı iyi değilse kendime siper ettiğim Alessi vurulurdu.
"İndir silahını." dedi daha deminki adamına. Dudağımın bir tarafı kıvrılırken tekrardan dudaklarımı Alessi'nin kulağına yaklaştırıp fısıldadım.
"Telefonunu çıkar." Bir süre duraksasada dediğimi yaptı. Ciddiyetimi kavramıştı en sonunda. "Şimdi arama kısmına gir." Yine dediğimi yapınca sırıttım. "Ve son olarak 112 numaralarını tuşla. (Birçok şehirde acil numaralar 112 oldu) Başını çevirip şaşkınca bana baktı. Bu haline güldüm. Kendi elleriyle kendisini ihabar edecekti. Yapmazsa oyunculuğuma devam eder onu vuracağımı söylerdim. Ya ölmeyi ya da parmaklıklar ardına girmeyi seçerdi. Tabii benim onu öldürmeyeceğimi bilmediği için parmaklıklar ardını seçerdi.
"Bunu yapmam." dedi sinirle. Bunu diyeceğini tabii ki de biliyordum.
Elimdeki silahı kafasına iyice bastırdım. "Sen bilirsin." dedim. Bir süre durdu, aklından bir plan çevirdiğini anlamamak imkansızdı. Elimdeki silahı iyice bastırıp dişlerimin arasından "Acele et!" dedim. "Karar ver ve ben de harekete geçeyim!" Göz ucuyla adamları kontrol ettim. Ters bir durum yoktu.
Alessi bir başındaki silahı bir de elindeki telefonu düşündü, en sonunda bir karar vermiş olacak ki omuzları çöktü. Elini telefonda oynattı ve söylediğim numaraları tuşladı. Tam arayacakken bir araba sesi duyuldu. Bakışlarım oraya kayarken iki tane arabanın buraya geldiğini gördüm. Ani frenle iki araba da durunca içinden beklemediğim o kişiler çıktı.
"Cemre!" Araf adımı bağırırken belinden silahını çıkartıp Alessi'nin adamların ateş etmeye başladı. Onun ateşiyle birlikte bizimkilerde ateş etti. Ben onları gördüğüme şaşırmış bir halde onlara bakarken tuttuğum Alessi aklımdan çıkmıştı bile. Sanırım o da bunu fark etmiş olacak ki dirseğini karnıma geçirip elimden kurtuldu. Karnıma yediğim darbe yüzden iki büklüm olurken geriye doğru sendeledim. Sol ayağım boşluğa denk gelince uçurumun ucunda durduğum yeni aklıma geldi.
Dengemi sağlayamayıp boşluğa doğru düşerken Araf'ın bağırmasını duydum. "CEMRE!"
Boşluğa doğru düşerken son anda elimi uçurumun kenarına koydum. İki elimle sıkıca tutarken dişlerimi sıkıp yukarıya baktım. Silah sesleri bir anda azalmıştı. Saniyeler içinde de ilk önce Araf'ı daha sonra ise diğerlerini uçurumun uçunda gördüm. Araf benim düşmediğimi görünce derin bir nefes alıp elimden tuttu. Diğer elimden de Fatih tutarken ikiside beni yukarıya çekti. Ayaklarım yere değince derin bir nefes aldım. Bir an gerçekten öteki tarafa gidiyorum sandım.
Bedenime dolanan kollarla gözlerim kapandı, Araf'ın kokusunu içime çektim. Gögsü hızla inip kalkarken benim gögsüme çarpıyordu. Hızlı soluk alışverişleri boynuma değiyordu.
Nefesini kulağımda hissettim. "Korktum." diye mırıldandı. "Sana bir şey olacak diye çok korktum." Kollarımı bedenine dolayıp başımı boynuna soktum. Sakinleşsin diye boynuna küçük küçük öpücükler kondurdum.
"İyiyim." dedim, son kez dudaklarımı bastırıp geri çekildim. Diğerlerine baktım, hâlâ endişelilerdi. "İyiyim ben." dedim gülümsemeye çalışarak. Gülümsemem ne kadar inandırıcı oldu bilmiyorum.
"Ne işin var senin burada?" Araf'ın sorusuyla ona baktım. "Tek başına buraya gelmemen konusunda anlaşmıştık." Bebeğimi kaybettikten sonra defalarca buraya gelmiştik ama Araf görev yerine dönerken tek gelmemi istememişti. Uçurum olduğu için endişlendiğini söylüyordu ama bana göre sebebi çok farklıydı. Bir anlığına gaflete düşüp kendimi aşağıya atarım diye korkuyordu. Psikolojimin pek iyi bir durumda olduğu söylenemez, bu yüzden böyle düşünmesine hak veriyordum. Sadece bunu bana belli etmiyordu ama bana göre beni tek buraya göndermeme sebebi kesinlikle buydu. Sadece açık açık bana bunu diyemiyordu.
"Sıkıldım evde, biraz kalıp giderim dedim ama..." deyip etrafıma baktım, yerde yatan Alessi'nin birkaç adamı vardı, diğerleri kaçmıştı. Tabii ki Alessi de açmıştı. "...Alessi'nin geleceğini tahmin etmiyordum."
"Peki onun başına neden silah dayadın?" Sanırım onu öldüreceğimi falan düşünmüştü. Bu düşüncesine de kızmadım, Alessi yüzünden bebeğimi kaybetmiştim, o da haliyle yanlış kararlar verdiğimi sanıyordu.
"Onu yakalamak için." dedim. "Hatta siz gelmeden önce polisi arttırıp kendisini ihbar ettirecektim ama siz gelince bir anda elimden kurtuldu." Bir delilik yapmaya çalışmadığımı anlayınca derin bir nefes aldı, ensemden tutup beni gögsüne çekti.
"Eren, polisi arada bunları götürsünler." dedi yerde yaralı bir halde yatan adamları kastederek. Eren polislerle konuşurken başımı Araf'ın göğsünden çekmeden aklımda dolanan soruyu sordum.
"Sizin ne işiniz var burada? Daha saatler önce konuşmuştuk."
"Sürpriz yapmaya karar vermiştik." dedi Soner. "Sizinle konuştuğumuzda biletler hazırdı zaten." Anladığıma dair mırıltılar çıkarıp kollarımı Araf'ın vücuduna doladım.
"O yüzden mi telefonda yakında özlemimiz dinecek diyordun?" Sordum, Araf başını sallayıp onayladı. Diğerlerine baktım. "İyi ki geldiniz, özlemiştim sizi."
Meriç gülüp yere bağdaş kurdu. "Nedense bana kocanızı özlemişsiniz gibi geldi komutanım." Ben de gülüp başımı hafif kaldırdım ve Araf'a baktım, gülümseyerek bana bakıyordu.
"Eh Araf özlemim biraz fazla tabii." dedim. Meriç'e bakıp devam ettim. "Seni sevdiğin kadın özlesin."
"Ayrı kalırlarsa özleyecek ama kızın peşinden ayrılmıyor ki." dedi Fatih. "Elinde olsa tabura da getirecek ama neyse ki buna kalkışmıyor, kalkışsada izin alamaz zaten."
"Meriç buraya geldi ya, özlerler birbirlerini." dedim ama hepsinin yüzünde bir gülümse görünce gözlerim şaşkınlıkla açıldı ve Meriç'e baktım. "Sakın kızı peşinden buraya getirdiğini söyleme."
Dudaklarını sarkıttı. "Ama söylemezsem çatlarım ki." dedi. Aklına bir şey gelmiş olacak ki yüzü düştü. "Zaten yol boyunca bana trip attı."
"Neden?" dememle bakışları bizimkilere kaydı ve anında kaşları çatıldı.
"Neden olacak? Bu mallar sürekli benim sarışın sevdamdan bahsetti, kız da haliyle trip attı bana. Ama ben tövbeliyim artık, sarışınlar benim tipim değil. Hatta esmer, kumral ve kızıllar da benim tipim değil. Benim tipim sadece Maya. Mayaseksüelim ben artık. Gözüm Maya'dan başkasını görmez." Mayaseksüel mi? Kendimi tutmadan gür bir kahkaha attım ve Araf'a baktım.
"Sen de Cemreseksüel ol." dememle hepsi birden güldü. "Ne ya? Niye gülüyorsunuz? Kocamın Cemreseksüel olmasını istememin neresi komik?"
"Çok haklısınız komutanım." dedi Meriç. "Mesela ben Maya'nın da Fedaiseksüel veya Meriçseksüel olmasını istiyordum."
"Ben de bundan sonra Arafseksüle olacağım." dedim ve daha yeni susan bizimkiler yine kahkaha attılar. "Kesin bizi kıskandılar. Sap ya bunlar." dedim burun kıvırarak. Meriç de başını sallayıp onayladı.
"Allah'ın sapları işte." Kıkırdadım.
Ozan araya girerek konuştu. "Yalnız ben sap değilim, hatta sevdiğim kadına evlenme teklifi ettim." Meriç gülüp ona cevap verdi.
"Yasemin'in nazlarını biliyoruz kardeşim. Kesin Maya'yla ben sizden önce evleniriz." Haklıydı valla, Yasemin bu. Sırf naz yapmak için Ozan'ı bekletir.
Biri acıyla bağırınca bakışlarım oraya kaydı. Eren telefonla konuşmuştu ve yanımıza gelirken bir adama tekme atmıştı çünkü adam yaralı oluşunu umursamadan yerdeki silaha uzanmaya çalışıyordu. Eren yerden silahı alıp şarjörünü aldı ve boş silahı adamın üstüne atıp yanımıza geldi.
Hep birlikte arkamızda yaralı bir halde yatan adamları umursamadan oturduk ve gülerek sohbet etmeye başladık. Onları özlediğimi biliyordum ama onları gördükten sonra sandığımdan çok daha fazla özlediğimi anladım. Araf'a sokulup hep birlikte gülerek sohbet ettik. Onların en ufak şeyden bile kavga etmesini öyle özlemiştim ki... Hatta arada beni deli etmelerini bile özlemiştim.
Polisler gelene kadar sohbet ettik, polisler gelince ise onlar adamları toplayıp götürdüler. Biz de ifade vermek için karakola gittik. Kısa süre içinde ifademi verip karakoldan ayrıldık. Bizimkiler oda ayırttıkları otele giderken Araf ve ben ise ailemin evine gittik. Yolda babamı arayıp kısaca olanları anlatmıştım, bu yüzden kesin ikiside pencerede beni bekliyordur.
Eve gelince ise bahçeye adımımızı atar atmaz doğru tahminde bulunduğumu anladım. Önde annem arkada babam olmak üzere ikiside yanımıza geldi. "İyi misin kızım?" Annem beni incelerken sordu. Benim iyi olduğumdan emin olunca bakışları Araf'a kaydı. "Sen iyi misin oğlum?" Araf Gülümseyip annemin elini tuttu ve öpüp başına koydu. Elini bırakmadan cevap verdi.
"İyiyim anne, merak etme." Bakışları bana kaydı. "İkinizde çok iyiyiz." Bu süre içinde ben Araf'ın ailesine Araf ise benim aileme iyice alışmıştı ve ikimizde onları kendi anne babamızın yerine koymuştuk.
Araf annemin elini bırakıp babamın elini tutup onun da elini öptü. "Hoş geldin oğlum, keşke geleceğini önceden haber verseydin. Gelir alırdım seni havaalnından."
"Düşünmen yeter baba. Arabayı zaten gelmeden önce ayarlamıştık." dedi ve başka bir şey konuşmadan içeriye girdik.
Annem, Araf geldi diye Araf'ın sevdiği yemekleri yapmak için mutfağa girerken Araf ve babam ise erkek erkeğe konuşmak için salona geçti. Ben ise her zamanki gibi üzerimdeki yorgunlukla odama geçip yatağıma uzandım. Ne kadar süre yatakta uzanıp boş boş tavana baktım bilmiyorum ama odamın kapısı açıldı. "Yemekler hazır güzelim." Araf'ın sesini duyunca saatlerdir bu yatakta uzandığımı anladım.
Doğrulup ona baktım. "Siz yiyin, ben bir duşa gireceğim. Daha sonra yerim." diyerek banyoya ilerledim. Yemeği tek başıma yemeyi tercih ediyordum çünkü onların yanında yersem birkaç lokma yemek yediğimi anlarlardı.
Kısa bir duşun ardın banyodan çıkıp saçlarımı kuruladım. Saçlar gözümün önüne gelmesin diye de rastgele bir topuz yaptım. Tam tekrardan yatağa uzanacakken odamın kapısı yine açıldı. Bakışlarım oraya kayarken yine Araf'ın geldiğini gördüm. Bu sefer elinde tepsi vardı, yemek getirmişti.
Yatağın yanına gelip tepsiyi yatağın üstüne bıraktı. Bir elini yanağıma koyup eğildi. "Sen yemeğini ye ben de birazdan geleceğim." diyerek dudaklarını yanağıma bastırdı, öpüp geri çekildi ve odadan ayrıldı. Tepsiyi kucağıma alıp birkaç lokma yedim, zaten birkaç lokmadan sonra midem daha fazlasını almadı. Yine pencerenin yanına gidip kediyi çağırdım ve ona verdim. Yiyemediklerini yine sabah kuşlar yerdi.
Pencereyi kapatıp yatağıma geçtim ve yastığın altından bebeğimin ultrason görüntüsünü aldım. Yüzümde buruk bir tebessüm oluştu. Bir gün bu duruma alışabilecek miydim acaba?
Birazdan Araf'ın geleceğini bildiğim için elimdeki görüntüyü tekrardan yastığın altına koydum. Biraz daha bakarsam yine ağlardım çünkü. Bi' beş, on dakika odada yalnız kaldıktan sonra Araf yanıma geldi. Göz ucuyla yemek tepsisine bakıp yanıma oturdu. "Doydun mu? Biraz daha yemek getirmemi ister misin?" Başımı iki yana salladım.
"Hayır, doydum." dedim. Bir süre bana baktıktan sonra bakışları yüzümde oyalandı, daha sonra ise baştan ayağa vücudumu inceledi.
"Sen biraz fazla mı zayıfladın?" Yutkundum, nereden çıkmıştı bu soru?
"Doktorun verdiği ilaçlardan sanırım." dedim kısık bir sesle. Bu zamana kadar kimse fark etmemişti, o da fark etmemişti. Bu saatten sonra fark etmezdi sanırım.
"Ama yemekleri güzelce yediğini gördüm? Baya çok getirmiştim yemeği ve o kadar yediğin yemeğe bu kadar zayıflık fazla gibi." Bakışlarımı kaçırdım, niye soru sorup duruyordu ki? Yalan söylediğimi falan mı anlamıştı? Ama o kadar zaman iyi olduğuma ve yemek yediğime inanmıştı, şimdi mi sorgulayası tutmuştu?
"Bilmiyorum Araf, niye sorup duruyorsun ki?" diyerek yataktan kalktım, tam yanından geçecekken bileğimden tutup gitmeme engel oldu. Ayağa kalkıp tam karşımda durdu.
"Ne zaman yalan söylemeyi bırakacaksın Cemre?" Sertçe yutkundum. Yalan mı? Anlamış mıydı? Ama nasıl? Bunca zaman anlamamışken bir anda nasıl anlamıştı? Yoksa başından beri biliyor muydu?
Selam nasılsınız?
Bölüm nasıldı?
Cemre beklediğinizden daha mı iyi daha mı kötü?
Sizce Araf Cemre'nin yalan söylediğini başından beri biliyor muydu yoksa yeni mi fark etti?
En sevdiğiniz sahne?
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍
|
0% |