Yeni Üyelik
34.
Bölüm

33.Bölüm "Kız İsteme"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

​33.Bölüm "Kız İsteme"

 

ARAF ÖZTÜRK

 

Vücudum kaskatı kesilmiş bir şekilde öylece kaldım. Duyduğum şeyin gerçek olmamasını istedim. Boşanalım... Bunu demişti değil mi? Lütfen dememiş olsun. Lütfen.

 

Doğrulup ayağa kalktım ve Cemre'ye baktım. Yüz ifadesi sabitti, sanki kelimeyi söylememiş gibiydi. "Ne dedin sen?" Yanlış duymuşumdur diye sorma gereği duydum. Yanlış olması için dua ettim.

 

"Boşanalım Araf." dedi bir kez daha. Yanlış duymamıştım. Doğruydu. Daha şimdi beni bir ömür seveceğini söylen kadın, sevdiğim kadın, karım boşanalım diyordu.

 

"Cemre..." Duraksayıp ellerimi yüzüme bastırdım. Ne diyeceğimi, nasıl tepki vereceğimi bilmiyordum. "Sen ne dediğinin farkında mısın? Daha şimdi bir ömür beni seveceğini söyleyen sen değilmişsin gibi boşanalım mı diyorsun?" Kaşları çatıldı, anlamsızca bana baktı. Niye böyle bakıyordu?

 

"Bir dakika." dedi, ayağa kalıp karşıma geçti. "Boşanalım dediğimde bunu ne olarak algıladın?" Bu sefer benim kaşlarım çatıldı, boşanmanın başka bir algılama yöntemi mi vardı?

 

Ellerimi saçlarımın arasından geçirip konuştum. "Ne diyorsun Cemre? Gerçekten hiçbir şey anlamıyorum." O kelimeyi duyduğumdan beri algılama yeteneğimi kaybetmiş gibiydim. Ya bende sorun vardı ya da Cemre kendini doğru ifade edememişti. "Boşanalım dedin bana, bunu nasıl anlamalıydım?"

 

Cemre bir süre bana baktı, daha sonra gür bir kahkaha patlattı. Kaşlarım iyice çatılırken ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. "Pardon." dedi gülmelerinin arasından. "Hata bende, kendimi doğru ifade edemedim." Gözlerim kısılmış, burada olup biteni anlamaya çalışırken Cemre hâlâ gülmeye devam ediyordu. "Boşanalım dediğimde böyle anlayacağını tahmin etmem gerekiyordu. Aklımdan geçeni anlaman imkansızdı çünkü."

 

Aklım iyice karışırken ellerimi Cemre'nin yüzüne koyup bana bakmasını sağladım. "Cemre gerçekten bir şey anlamıyorum. Bana düzgünce ne demek istediğini anlatır mısın?" Dursakayıp devam ettim. "Lütfen ilk önce gerçekten benden boşanıp boşanmak istemediğini söyle." Bunu söylerken bile boşanmak istememesi için içimden dua ediyordum.

 

Gülmesini kesti, yüzünde tatlı tebessümle bana baktı. İç çekmeden duramadım. Bu kadından, sevdiğim kadından boşanacak olma düşünce, sadece düşüncesi bile beni deliye çeviriyordu.

 

"Tabii ki de boşanmayacağım." demesiyle derin bir nefes aldım. Sanki sıcak bir havada başımdan aşağıya buz gibi su boşaltmışta rahatlamış gibiydim. "Boşanalım dedim çünkü boşanıp tekrardan evlenelim demek istedim ama kendimi tam ifade edemedim." Kaşlarım havalandı, boşanıp niye tekrardan evleniyorduk?

 

"Neden böyle bir şey yapalım?"

 

İç çekti. "Alessi'nin vesile olduğu hiçbir şeyi istemiyorum. Boşanalım ve tekrardan evlenelim." Şimdi anlıyordum. "Hatta düğün de yapalım?" Düğün mü? İşte buna gerçekten şaşırdım. Hatta boşanalım dediğindeki şaşkınlığımdan daha fazlaydı.

 

Cemre düğün sevmez ki. Bunu hem babası hem de kendisi demişti.

 

"Emin misin?" dedim. "Düğünlerden hoşlanmıyordun." Omuz silkti.

 

"Her şey yoluna giriyor. Mesleğime geri dönebilirim. Tekrardan boşanıp evleneceğiz. Ben düğün sevmesem de benim ailem seviyor, sen de düğün istersin, eh senin ailende düğün ister. Sırf ben istemiyorum diye kimsenin hayaline engel olamam."

 

Yüzümde bir gülümseme oluşurken dudaklarımı yanağına bastırdım. Yatağa oturup onu da yan bir şekilde bacağıma oturttum. "Hiçbir şeye mecbur değilsin, yapmak istemezsen kimse seni zorlamaz." Bir kez daha omuz silkti.

 

"Biliyorum ama bir yanımda düğün istemiyor değil. Seni damatlıkla, kendimi gelinlikle görmek istiyorum." Madem öyle istiyor o zaman öyle olacak. Cemre ne istiyorsa yapmak için elimden ne geliyorsa yapardım. Yeter ki o mutlu olsun.

 

"Sen nasıl istersen." dedim. Onun isteği benim isteğimden daha önemliydi. Onu gelinlikle görmeyi çok istiyordum ama düğün yapmayı sevmediği için ısrar etmemiştim. Şimdi ise kendi isteğiyle düğün yapmak istiyordu ve onu gelinlikle görebilecektim.

 

Birden kucağımdan kalkınca ona baktım. Elimden tutup beni de kaldırdı, odadan çıkarken konuştu. "Hadi annem ve babama söyleyelim. Sonra da Zehra anneyle Metin babama da haber veririz." dedi benim annem ve babamı da unutmadan.

 

Benimle birlikte koştur koştur alt kata indi, salona gelince koltukta oturan anne ve babasına bapı konuştu. "Anne, baba biz Araf'la boşanıyoruz." Aynı bana söylediği gibi söyleyince gülmemek için kendimi sıktım. Adamla kadının yüreğine indirmek istiyordu sanırım.

 

"Ne?" Arzu anne ve Hasan babam şaşkınca konuşunca araya girme gereği hissettim. Benim gibi yüreklerine inmesine gerek yoktu.

 

"Cemre'nin demek istediği şey; boşanıp tekrardan evleneceğiz. Bizlerin aklını okyabildiğimizi sandığı için üstü kapalı konuşuyor hanımefendi." Cemre kıkırdayıp bana baktı, omzuma hafifçe vurdu. Önüne dönüp konuşmasına devam etti.

 

"Tabii öyle kuru bir nikâh olmayacak, düğün de yapacağız." Anne ve babası şaşkınca birbirlerine baktılar. Kızlarının düğün sevmediğini bildikleri için bu cümle onları şaşkına çevirmişti. Hatta Cemre'nin düğün sevmediğini babası söylemişti. Şaşırması gayet normaldi yani.

 

"Kızım iyi misin sen?" Hasan babam şaşkınca sordu. Bakışları bana kaydı. "Kafasını bir yere falan mı çarptı?" Gülmemek için kendimi sıkarken Cemre babasına doğru ilerledi.

 

"Niye öyle diyorsun baba ya? Düğün isteyemez miyim?"

 

"İstersin kızım ama ya hafızanı kaybederek ya da başını bir yere vurarak istersin." Düğün istemediğini insanlara nasıl belli ettiyse artık şimdi tam tersini söyleyip düğün istemesine bir hayli şaşırıyorlar ve imkansız görüyorlardı.

 

"Yok valla kafamı bir yere çarpmadım. Hafızam da maşallah çok yerinde. Beynimde sorun yok yani. Sadece düğün istiyorum." dedi ikna edici olmaya çalışarak.

 

Hasan babam başını sallayıp onayladı. "Tamam, boşanıp evleneceksiniz de kadın boşandıktan hemen sonra evlenemez biliyorsun değil mi?" dedi kızına bakarak. Doğru, kadın boşandıktan sonra hemen evlenemiyordu ama erkek evlenebiliyordu. Kanının hamile olma ihtimalinden dolayı, kadın boşandıktan on ay sonra evlenebilirdi. Çocuğun soybağının belirlenmesi için boşandıktan on ay sonra evlenebilirdi ama hamile olmadığı kanıtlanırsa on ay beklemesine gerek yoktu. Üstelik Cemre başkasıyla değil yine benimle evleneceği için sanırım on ay beklemesine gerek yoktu. Erkekler için de böyle bir kısıtlama olmadığı için benim açımdan sorun yoktu.

 

"Hamile olmadığım kanıtlanırsa evlenirim." dedi Cemre. Bakışları bana kaydı. "Hem yine kocamla evleneceğim. İllaki bununla ilgili yürürlükte bir madde vardır. Araştırırız ona göre boşanırız." dedi benim içimden geçenleri duymuş gibi.

 

"İyi madem siz böyle istiyorsanız böyle olsun." dedi Hasan babam. Arzu annem de başını sallayarak onu destekledi.

 

*

*

*

 

CEMRE ÖZTÜRK

 

2 ay sonra.

 

Boşanıp evlenme kararı almamızın üstünden iki ay geçmişti. Boşanmıştık ve yeni nikâh tarihimiz iki ay sonraya verilmişti. Yani üç gün sonraya. Bunun süreçle hiçbir alakası yoktu, boş günlerin iki ay sonra olmasındandı. Boşandıktan sonra kadın on ay evlenmezdi, ya da gebe olmadığı kesinleşirse evlenirdi ama ben tekrardan eski kocamla evleneceğim için herhangi bir bekleme süresi yoktu. Gerekli evrakları götürüp nikâh tarihi almıştık ve üç gün sonra evleniyorduk.

 

Bu iki ayda değişen şeylerden biri ise mesleğime geri dönmemdi. Erdem Yarbay halletmişti ve mesleğime geri dönmüştüm. Henüz üniformamı giyememiştim düğün telaşında dolayı, Erdem Yarbay da izin vermişti zaten bana. Artık düğünden sonra mesleğime dönüş sağlardım.

 

Şimdi ise önümde bir sürü katalok vardı, gelinlik seçmeye çalışıyordum. Evet düğünüme üç gün var ve ben hâlâ gelinlik seçemedim. Her şeyi son dakikaya bırakmayayım diyorum ama olmuyor işte. Her işimi son dakikaya bırakıyordum hep.

 

"Bu nasıl Cemre?" Yasemin'in gösterdiği gelinliğe bakıp başımı iki yana salladım.

 

"Hayır, beğenmedim." Net cevap verip önüme döndüm.

 

"Bu nasıl peki?" Bu sefer Maya'nın gösterdiğine baktım ve yine başımı iki yana salladım.

 

"Bunu da beğenmedim." Hiçbiri bana göre değildi. Ben nasıl gelinlik seçecektim ya?

 

"Kızım artık birini seçmen lazım. Üç gün sonra düğün var." dedi annem. Artık herkes birinde karar kılmamı istiyordu. Bende istiyordum ama hiçbiri istediğim gibi değildi.

 

"Hiçbiri güzel değil." dedim, kollarımı gögsümün altında birleştirdim. "Sanırım ben düğünüme gelinliksiz katılacağım." Ben üzgün üzgün konuşurken onlar güldü. "Komik mi ya? Hem Araf nerede? Gelmediler mi hâlâ? Ona da daha damatlık seçeceğiz." Bu iki ay içinde o göreve dönmüştü ve bugün gelmeleri gerekiyordu ama hâlâ gelmemişti. Kızlar ise bir hafta önceden gelmişti. Araf da bir hafta önceden gelecekti ama son anda görev çıkınca gelememişti.

 

"Anlaşıldı bunun karın ağrısı. Müstakbel kocası olmadığı için her şey gözüne çok çirkin geliyor. Araf gelince kesin bir gelinlik bulur." dedi Yasemin.

 

Omuz silktim. "Alakâsı yok." dedim ama kesinlikle çok alakâsı vardı. Aklım hep Araf'ta olduğu için gelinliklere doğru düzgün bakamıyordum.

 

Somurtkan bir şekilde önümdeki kataloğa bakmaya başladım. Gördüğüm bir gelinlikle duraksadım. Balık modeldi, dantel işlemleri vardı. Danteller yaprak desenindeydi ve askıları tamamen bu yaprak dantallerden oluşuyordu. Gögüs kısmı da dantelliydi ve danteller azalarak gelinliğin aşağısına doğru iniyordu. Çok hoşuma gitmişti. Sanırım aradığım gelinliği sonunda bulmuştum.

 

"Buldum." dedim gelinliğe bakarak. "Bunu istiyorum." Hiçbiri gelinliğe bakmadan bir oh çekti. Bir an gelinlik beğenmeyeceğimi sanmışlardı sanırım.

 

Tam onlara gelinliği gösterecekken salona giren kişilerle duraksadım. Başta Araf olmak üzere bizimkilerin hepsi gelmişti. Yüzümdeki gülümsemeyle kalkıp Araf'a sıkıca sarıldım. "Nerede kaldınız ya? Bir an gelmeyeceksiniz sandım." dedim hoşnutsuz bir sesle. Operasyondan döndüklerini biliyordum ama bir türlü uçağa binip buraya gelememişlerdi.

 

"Uçak rötar yaptı güzelim. İnince de direkt buraya geleceğimiz için haber vermek yerine sürpriz yapayım dedim." dedi Araf. Bir şey demeden ondan ayrıldım. Gelmişti ya gerisi önemli değildi.

 

"Gel sana seçtiğim gelinliği göstereyim." diyerek onu kataloğun yanına götürdüm ama kataloğu benden önce Yasemin aldı.

 

"Olmaz!" dedi kataloğu arkasına saklarken.

 

Kaşlarım çatıldı. "Neden ya? Araf'a göstereceğim."

 

Başını iki yana sallayıp cıkladı. "Düğünden önce göremez."

 

"Bu üstünde gelinlik varken değil miydi?" dememle duraksadı, annem ve Maya'ya baktı.

 

"Öyle miydi?" dedi ama cevap beklemeden devam etti. "Fark etmez, ha üstünde görmüş ha katalokta. Uğursuzluk getirir bu."

 

Bıkkınca nefes verdim. "Batıl inanç bu." dedim ve elimi uzattım. "Ver göstereceğim." Yine başını iki yana salladı. İnat etmişti anlaşılan.

 

"Olmaz, ya evlenemeden bir şey olursa?" Kaşlarım çatıldı, olur muydu? Ben daha cevap veremeden diğerleri de Yasemin'in yanına geçti.

 

"Göstermeyin komutanım." dedi Fatih. "Mutlu olamadan ya ağlarsak?" Eren başını sallayıp Fatih'e hak verdi.

 

"Haklı, ya evlenemezseniz?" Elimi kulak mememe götürüp çektim, yumruk yaptığım elimi ahşap olan orta sehpaya vurdum.

 

"Allah korusun."

 

"Bence de bakmasın komutanım, üç gün sonra görecek zaten." dedi Meriç. Hepsi Yasemin'den taraf olmuştu ve sanırım ben de bu batıl inanca inanmaya başlamıştım. Bir kötü olayı daha kaldıramazdım.

 

"İyi ya bakmasın." deyip Araf'a baktım. "Düğün gününde görür artık." Elime başka bir katalog alıp konuşmaya devam ettim. "Sana damatlık bakalım biz." deyip duraksadım. Yasemin'e döndüm. "Damatlığı benim görmem uğursuzluk getirmez değil mi?" Gülerek başını iki yana salladı.

 

"Gönül rahatlığıyla bakabilirsin, hiçbir şey olmaz." Gülümseyip Araf'la koltuğa oturdum, tek tek damatlıklara baktık. Zaten hepsi birbirine benziyordu. Ya rengi ya da markası farklıydı.

 

Damatlıkları incelerken Ozan'ın homurdanarak dediği şeyi duydum. "Arkadaş adam bir sene olmadan Cemre komutanımla sevgili oldu, yine bir sene olmadan evlendi ve bir senenin sonunda ise boşanıp tekrar evleniyor ama ben kaç senedir sevdiğim kadınla sevgililik dışında daha ileriye gidemedim." Kıkırdadım, haklıydı. Yasemin onun evlilik teklifini kâbul etmişti ama henüz ailesine bahsetmediği için öylece bekliyorlardı.

 

"Ne acelen var Ozan ya? Atlı kovalamıyor arkamızdan ya." dedi Yasemin.

 

Meriç gülerek söze dahil oldu. "Hemşire yengeciğim atlı kovalamıyor ama bu kadar naz yapılmız. Yakında Maya'yla biz sizden önce evleniriz." Göz ucuyla Maya'ya baktım. Kaşlarını çatarak Meriç'e bakıyordu.

 

"Bizim arkamızdan atlı mı kovalıyor Meriç?" dedi o da Yasemin gibi.

 

Fatih gülerek konuştu. "Maya Yasemin'i aratmayacak gibi. Bu kadınların naz olayını anlamak imkansız."

 

"Tek naz yapmayan Ateş Parçası komutanım sanırım." dedi Eren. Bu cümleyi Meriç kullanmıyor muydu ya? Hepsini kendine benzetmiş anlaşılan.

 

"Meraklı gibi hemen sevgili oldu." diyen Soner'e baktım. Kaşlarım yavaştan çatılırken arkamdaki kırlenti alıp ona fırlattım.

 

Sinirle "Sensin meraklı!" dedim.

 

"Valla koluma birini takmadığıma göre meraklı olan ben değilmişim."

 

"Sen bir âşık ol da o zaman göreceğim ben seni aç Yarasa." dememle hepsi güldü. Annem ise bizim kavgamızın bitmeyeceğini anlayıp araya girdi.

 

"Aç mısınız çocuklar? Bir şeyler hazırlayayım mı? "Annemin sorduğu soruya Araf cevap verdi.

 

"Yok anne, aç değiliz biz." Onun hemen ardından Soner araya girdi.

 

"Ben açım valla Arzu teyze." Eren onun kafasına bir tane geçirdi ve konuştu.

 

"Sen her zaman açsın oğlum." Gülümsedim, haklıydı. Ben onun doyduğu bir ana hiç şahit olmadım. Olacağımı da pek sanmıyordum.

 

Annem başını iki yana sallayarak ayaklandı. O da alışmıştı bizim bu halimize. Onun için araya girme gereği duymuyordu. Annem yemek hazırlamaya giderken ben de Araf'a takım elbise seçmeye başladım. O günü de o şekilde tamamlamıştık. Ertesi gün ise etrafta tuhaf bir telaş vardı. Araf sabahın erken saatinde gitmişti. Annem mutfaktan çıkmıyordu. Maya ve Yasemin ise anneme yardım ediyordu ve sabahtan beri çeşit çeşit şeyler hazırlıyorlardu. Evde tek rahat olan babamdı. Koltuğuna oturmuş haberleri izliyordu.

 

Telefonda Araf'ı aramaya devam ederek babamın yanına oturdum. Açmayınca telefonu kapatıp babama baktım. "Araf nereye gitti biliyor musun baba?" Televizyondan bakışlarını çekip bana baktı.

 

"Küçük bir işi varmış." Aldığım cevapla başımı sallayıp etrafıma baktım.

 

"Peki annem niye bu kadar hazırlık yapıyor? Birileri mi gelecek?"

 

"Öyle de diyebiliriz." diyerek geçiştirdi. Fazla üstelemedim, nasıl olsa çıkar yakında kokusu.

 

Akşama doğru evdeki telaş giderek arttı. Ben ise babamla birlikte haberleri izleyip hiçbir şey umurumda değil gibi takılıyordum çünkü kimse bana bir şey anlatmıyordu. Evdeki telaş artarken Maya ve Yasemin hiçbir şey demeden babamın yanından beni aldıkları gibi odama çıkardılar. Beni yatağa oturup elbise dolabımdan elbise seçmeye başladılar.

 

Maya bir tane elbise alıp Yasemin'e gösterdi. "Bu nasıl?" Yasemin bir süre elbiseyi inceleyip başını iki yana salladı.

 

"Çok sadece." Kendisi bir elbise gösterdi. "Bu nasıl?" Bu sefer Maya bir süre onun gösterdiği elbiseyi inceledi ve o da başını iki yana salladı.

 

"Bu da çok abartı."

 

Artık olaya el atmam gerektiğini anlayıp araya girdim. "Ne için elbise bakıyorsunuz siz?"

 

"Birazdan seni istemeye gelecekler. Bu şekilde çıkmayı düşünmüyorsun değil mi?" Maya'nın dediği şeyle kaşlarım çatıldı. İsteme mi? Benim niye haberim yok?

 

"Ne istemesi ya?" dedim.

 

Yasemin elindeki elbiseyle bana dönüp cevap verdi. "Araf, madem düğün yapıyoruz kız isteme olmadan olmaz dedi ve anne ve babasını buraya getirdi. Birazdan da seni istemeye gelecekler." Dudaklarım büzüldü. Beni istemeye gelecekler ve ben bunu son dakika öğreniyorum?

 

"Bundan benim şimdi neden haberim oluyor?" İkiside birbirine baktı ve omuz silktiler. Bu sefer Maya sözü devraldı.

 

"Araf sürpriz olsun istedi. Senin akşama kadar telaş yapacağını düşündüğü için sürpriz kalması daha iyi olur dedi." Haklıydı. Düğün hazırlığında illaki bir aksilik çıkacak diye diken üstündeydim. İsteme olayında ne yaparım bilemiyorum ama şimdi telaş yapmayacağım anlamına gelmiyor değil mi?

 

Bir süre öylece etrafıma baktım. Daha sonra çığlık atarak kendimi elbise dolabımın önüne attım. "Ne giyeceğim ben? Ne zaman gelecek Araf'lar? Ya ben hazırlanamadan gelirlerse? Daha makyajım var! Valla her şeye geç kalacağım!" Ben telaşlı telaşlı konuşurken kızlar benim halime güldü.

 

"Valla Araf haklıymış." dedi Yasemin.

 

Telaşlı bir sesle "Bırak şimdi Araf'ı! Bana elbise bulun çabuk!" dedim.

 

"Sakin ol ben buldum bile." diyen Maya'ya baktım. Elindeki elbiseyi havaya kaldırdı. "Nasıl?" Elbiseyi inceledim. Elbise kısaydı, kolları uzundu ama dantalleydi, aynı şekilde elbise baştan aşağı dantelliydi. Sanki altında beyaz bir astar vardı ve üstünü de tamamen dantlele kaplamışlardı. Elbise boynunu sarıyordu ve omuzlarının bir kısmı açıktı. Bu elbiseyi birkaç yıl önce almıştım. Hiç giymek nasip olmamıştı. Sanırım bugün giyebilecektim.

 

"Güzel de olur mu ki? İstemeye uygun mu?" dedim elbiseyi elime alarak. Beğenerek almıştım bu elbiseyi ama hiç bir istemede giyeceğimi düşünmemiştim. Daha doğrusu kendi istememde giyeceğimi düşünmemiştim.

 

"Bence uygun. Sen de beğendin nasıl olsa." dedi Yasemin. Biraz daha elbiseyi inceleyip bunun olmasına karar verdim. Elbiseyi yatağın üstünde bırakıp makyaj masasına ilerledim ve sandalyeye oturdum.

 

"Elbise tamam. Şimdi de beni hemen süsleyin." İkiside gülüp yanıma geldi. Biri saçımla ilgilenirken diğeri makyajımı yapmaya koyuldu. Saçlarımı bağlı istemediğim için Maya doğal dalgalar yapmaya başladı saçlarıma. Makyajım ve saçım hazır olunca kızların yardımıyla elbisemi giydim. İlk önce elbisemi giymem gerekiyordu ama elbise beyaz olduğu için makyaj malzemeleri akar diye en son giymeye karar vermiştim.

 

Ayağıma topuklularımı geçirirken bir miyavlama sesi duydum. Bakışlarım pencereye kaydı. Duman gelmişti. Ayakkabılarımı giydikten sonra onun yanına gidip kucağıma aldım. "Duman!" dedim onu öperken. "Ay birazdan beni istemeye gelecekler. Sana da bir kız bulalım da baba ol." Sanki dediğimi anlamış gibi miyavlayıp başını boynuma soktu. Gülüp "Hoşuna gitti değil mi hınzır kedi?" dedim.

 

Duman'la konuşurken kapının çaldığını duydum. Duman'ı yere indirip ayağımdaki topuklu ayakkabıyı umursamadan koşturarak odadan çıktım. "Ay geldiler! Anne, ben açacağım kapıyı sakın sen açma!" diye bağırdım. Koştur koştur merdivenlerden inerken annem ve babam koşmamam için uyarıyordu ama pek onları dinlediğim söylenemezdi. Hatta onları duymuyorum bile. Tek duyduğum şey çalan zildi.

 

Kapının ağzına gelip durdum, birkaç saniye soluklanıp nefesimi düzene soktum. Yüzüme bir gülümseme kondurup kapıyı açtım. En önde Zehra anneyle Metin babam vardı. "Hoş geldiniz." dedim kenara çekilerek. Zehra anne içeriye girip elini yanağıma koydu, hafif yanağımı okşadıktan sonra Metin babam geldi. O da babacan bir tavırla omzumu sıktı. İkiside içeriye girdikten sonra bizimkiler de girdi. Kaşlarımı çatarak onlara baktım. "İnsan Araf'a çaktırmadan beni isteyeceğinizi söylerdi. İşinize geldiğinde boşboğaz olabiliyorsunuz ama işinize gelmediğinde de dut yemiş bülbüle dönüyorsunuz." diye kızdım. Son dakika hazırlanmak daha çok telaş yapmama sebep olmuştu ama önceden bilsem yine telaş yapardım kesin.

 

Meriç göz ucuyla arkasında kalan Araf'ı kontrol edip bana doğru eğildi. "Valla ben arayıp bir dost diyerek size her şeyi anlatacaktım ama müstakbel kocanız hepimizi fena tehdit etti. Kış gelince Kars'ın soğunda, afedersiniz ama götünüz donana kadar eğitim yaptırırım size dedi. Valla benim bir yerlerim yemediği için bu seferlik boşboğazlık yapmamaya karar verdim." Benim kocamdı sonuçta, benim gibi tehdit etmesini bilirdi. Bu yüzden hiçkimseye kızmadım.

 

Hepsi sırayla içeriye girdi. En son elinde çikolata ve çiçekle Araf girdi. Elindekileri bana verip babamları kontrol ederek dudaklarını yanağıma bastırdı. "Çok güzel olmuşsun." diye fısıldadı kulağıma.

 

"Sen de çok şık olmuşsun." dedim gülümsemeyle. "Keşke beni isteyeceğini bana da haber verseydin. Sonuçtan istenen kişi ben olacağım ya hani." Güldü, kapıyı kapatıp tamamen içeriye girdi.

 

"Yeterince streslisin bir de isteme stresi eklemeyeyim dedim." Omuz silktim, bir şey demedim. Elimdekileri mutfağa götürmek için bir adım atmıştım ki arkamda kalan Araf belimden tutup durdurdu beni. Elimdekileri alıp Yasemin'e verdi.

 

"İçeridekileri oyala, iki dakikaya geliyoruz biz." deyip benimle birlikte merdivenlere ilerledi.

 

"Siz rahatınıza bakın ya. Oyalama işi bende." diye hafif bir şekilde bağırdı Yasemin.

 

Araf'a ayak uydurmaya devam ederken soru sordum. "Niye yukarıya çıkartıyorsun beni? Ayıp olacak ailemize."

 

"Sana sürprizim var." Kaşlarım havalandı, bir sürpriz daha mı? Sanırım evlenene kadar sürprizlerim bitmeyecek.

 

Soru sorsamda cevaplamayacağı için sesimi çıkarmadım, benim odama geldik. Araf arkamızdan kapıyı kapatırken elini cebine atıp bir kutu çıkardı. Bu yüzük kutusuydu. Kutuyu açınca içinde iki alyans, bir tane de tektaş yüzük olduğunu gördüm. Tektaşı kutudan çıkartıp kutuyu cebine koydu. Sağ elimi tutup bakışlarını yüzüme çıkardı. "Bunu seni istemeden önce takmak istedim." Gülümsedim, yüzük parmağıma tektaşı geçirdi. Avucumun içini çevirip dudaklarını avucuma bastırdı. Aslında bunları aile ziyaretinde otel odasında yaşamıştık. Bana yüzük almıştı ama biz sil baştan yaptığımız için hepsini başa sarıyorduk.

 

Dudaklarını avucumda çektikten sonra elimi kaldırıp yüzüğe baktım. Şu anda her şey yolunda gidiyordu, Alessi'nin vesilesiyle evlenmiştik ve ondan gelen yanlışlıkla dahi olsa iyiliği istemiyordum. Bu yüzden boşanmıştık ve yeniden evlenecektik. Evlenmeden önce kız isteme, kına ve düğün yapacaktı. Ben bunlardan hoşlanmama rağmen şu anda aşırı heyecanlıydım ve mutluydum. Sanırım yanında sevdiğin adam olunca nefret ettiğin şeyler bile gözüne güzel geliyordu.

 

"Umarım her şey şimdiki gibi güzel olur." dedim sesli bir şekilde düşünerek.

 

Hafif başını eğip yüzlerimizi eşitledi. Ellerini yüzüme koyup konuştu. "İnan bana her şey çok daha güzel olacak. Önümüze taş koymaya devam edecekler ama biz düşsek bile ayağa kalkacağız." Haklıydı, bebeğimi kaybettiğimde bile beni bu saatten sonra kimse toparlayamaz diyordum ama dışarıdan bana bakan biri o acıları çekmediğimi düşünürdü. Çünkü yanımda sevdiklerim olunca her şeyi unutuyordum.

 

Yaşadığım onca şeye rağmen acımı içime atıp mutlu olmaya çalışıyordum. Ben üzüldükçe bebeğim geri gelmiyordu maalesef. Bir gün onunla kavuşacağımdan eminim.

 

"Biz birlikte olduğumuz sürece kimse bizi yıkamaz." dedim. Gülümsedi, dudaklarını alnıma bastırıp öptü.

 

"Burada seninle kalmak istesemde aşağıda ailemiz bizi bekliyor. Daha seni isteyeceğiz." diyerek konuyu kapattı. O sırada bacağıma değen tüylü bir şey hissettim. Hafif irkilirken bakışlarım ayaklarımın yanında bacaklarıma sürünen Duman'a kaydı. Onu kucağıma alırken gülerek konuştum.

 

"Biz evlendikten sonra Duman'a da kız istemeye gideceğiz." dedim, Araf'a yaklaşıp kısık sesle devam ettim. "Ama sessiz ol, sürpriz yapacağım ona." Başını geriye atarak kahkaha attı. Bizim olayımızdan bahsettiğimi anlamıştı.

 

Duman'ı yere indirip Araf'ın elinden tuttum ve birlikte salona indik. Araf yerine otururken ben oturamadım çünkü annem kaş göz yaparak mutfağı gösteriyordu. Sanırım kahve yapmamı söylüyordu. Ben de aynı şekilde kızlara kaş göz yapıp mutfağa girdim. Kızlar da arkamdan geldi, onların arkasında da Meriç ve Soner geldi.

 

"Siz niye geldiniz?" dedim Meriç ve Soner'e bakarak.

 

İkiside cevap vermek yerine etrafına bakınca kaşlarım çatıldı. Soner ıslık çalarak tezgaha ilerledi. Eline tuzluğu alıp konuştu. "Aaa tuz." Yüzüm tuhaf bir hâl aldı. Tuz mu? Niye bu kadar şaşırdı?

 

Meriç de onun gibi tezgaha yaklaştı ve o da pul biberi aldı. "Bak bu da pul biber." Alt dudağımı ısırdım. Bu ikisi yine ne yapmaya çalışıyor?

 

Soner bu sefer eline karabiberi aldı. Gülerek Meriç'in omzuna vurdu. "Lan işe bak, bu da karabiber." Kafam karışmış bir şekilde onlara bakarken Ozan'ın içeriye girdiğini gördüm.

 

"N'apıyorsunuz lan burada?" dedi, Yasemin'in yanına gidip yanağından öptü onu.

 

"Bak lan, burada tuz, pul biber ve karabiber var." dedi Meriç. Ozan da benim gibi anlamsız bir şekilde onlara baktı.

 

"Her mutfakta olan şeye niye bu kadar şaşırdınız oğlum?" Sormak istediğim soruyu o dile getirdi.

 

Soner göz ucuyla bana bakıp ona cevap verdi. "Kız istemede karşımıza çıkması tuhafımıza gitti." deyince ne yapmak istediklerini anladım. Araf'ın kahvesine bunlardan katmamı istiyorlardı ama komutanları olduğu içinde açık açık söyleyemiyorlardı.

 

"Vay çakallar!" dedi Ozan gülerek. "Sizi Araf komutanıma bir ispikleyeyim de ceza versin size." ilkokul çocukları gibi konuşunca güldüm.

 

"Piç herif!" dedi Meriç ağzının içinden. O sırada içeriye Fatih ve Eren de girdi.

 

"Araf komutanım dedi ki o iki şerefsiz benim arkamdan iş çeviriyorsa üç gün üç gece Doğu'nun soğuğunda eğitim yaptırırım onlara diyor." diyen Fatih'le kıkırdadım. Adam hissetmişti. Artık onların ne yapacağını çok iyi biliyordu.

 

Eren de Fatih'in yanına geçip "Ha şey de dedi. Madem arkamdan iş çevirecekler niye erkek tarafı olmuşlar." dedi.

 

"Ne iş çevireceğiz ya." dedi Soner. Eline bir su bardağı aldı. "Ben su içemeye geldim."

 

Meriç de başını sallayıp onu onayladı. "Ben de su içmesine yardım etmeye geldim." Herkes onun dediğine gülerken başımı iki yana salladım. Sanırım Soner Kendisi su içemiyordu.

 

"Bu aç Yarasa kötürüm mü lan? Kendisi içermiyor mu?" dedi Fatih onların yalanlarına inanmadığını belli ederek. Zaten kim inanırdı ki? Hadi Soner'inki neyse de Meriç'in dediğine kimse inanmaz.

 

"Sana ne oğlum!" diyerek Meriç Maya'nın yanına gidip onun yanağından öptü. Bir şey demeden mutfaktan çıktı. Soner de onun arkasından çıkarken diğerleri onlara gülerek onlar da çıktı. Geriye biz kızlar kalırken daha fazla oyalanmamaya karar verdim. Cezveyle kahveyi çıkarıp kahveleri yapmaya başladım. Herkesin nasıl içtiğini zaten biliyordum.

 

Bütün kahveleri yaptıktan sonra sıra Araf'ın kahvesine geldi. Yasemin elindeki tuzlukla yanıma gelirken konuştu. "Birazcık koyalım mı?"

 

Gözlerimi kısarak konuştum. "Koymazsam uğursuzluk getirir mi?" Gelinlik olayına gönderme yaptığımı anlayınca güldü.

 

"Olmaz ama damat bey bakalım gelin hanımın elinden olan her şeyi içiyor mu?" Güldüm, elindeki tuzluğu alıp konuştum.

 

"Biraz koyacağız ama." dememle elini anlına koyup selam verdi.

 

"Emredersiniz komutanım." Yüzümde buruk bir tebessüm oluştu. Özlemiştim mesleğimi. Düğünden sonra dönecektim ve özlemim son bulacaktı.

 

Araf'ın kahvesine biraz tuz kattıktan sonra bütün kahveler hazır olmuştu. Kahveleri tepsiye dizip salona geçtim. Sırayla herkese dağıttıktan sonra en son Araf'a verdim. Göz kırpıp kahveyi aldı. Yüzümdeki gülümseme silinmezkem yerime oturdum. Meriç ve Soner'in bana kaş göz yaptığını görünce onlara baktım. Dudaklarını okuduğum kadarıyla tuz koyup koymadığımı soruyorlardı. Omuz silkip cevap vermedim. Biraz merak etsinler.

 

Bakışlarım Araf'a kaydı. Herkes kahvesini içmeye başlamıştı ama o bana bakmakla meşguldü. Gözlerimle elindeki kahveyi gösterdim. Gözlerini benden ayırmadan kahveyi dudaklarına götürdü. Göz ucuyla gördüğüm kadarıyla bizimkilerin hepsi ona bakmaya başladı. Araf ise bakışlarını benden çekmeden kahvesinden bir yudum aldı. Yüzünü buruşturmasını falan bekledim ama yüzünde mimik oymadı. Bir kez daha kahvesinden içip dudaklarını araladı. "Ellerine sağlık" dedi dudaklarını oynatarak.

 

Bu duruma şaşırmadan edemedim çünkü onun kahvesinden bende bir yudum almıştım. Tadı nasıl oldu diye merak etmiştim ve aşırı tuz tadı gelmişti. Ona rağmen tuzu az koymuştum ama yine de içince insan yüzünü buruşturmadan edemiyordu. O nasıl içmişti bunu? Kahveyi yanlış birisine mi verdim diye odadaki herkese baktım ama kimse de tuzlu kahve içiyor gibi değildi. O halde Araf ya beni üzmemek için yüzünü buruşturmamıştı, ya da ona göre fazla tuzlu değildi.

 

Babamları kontrol edip dudaklarımı oynattım. "Tuzlu değil mi?" dedim. Kahvesinden bir yudum daha aldı ve o da dudaklarını oynattı.

 

"Tuzlu" dedi. "Ama senin elinden zehir olsa bile içerim." Yüzümde bir gülümseme oldu. Bir kez daha babamları kontrol ettim ve konuştum.

 

"Hatırlat bu iltifatın için seni öpeceğim."

 

"Zevkle." dedi sırıtarak.

 

Ortamda birden sessizlik oluşunca bakışlarımı Araf'tan çektim. Araf'ın babası yerinde dikleşip boğazını temizleyince bende yerimde dikleştim. Asıl konuya girecektik anlaşılan. O klasik cümleleri kullanarak cümlesine giriş yaptı. "Sebebi ziyaretimiz malum." Bakışları bir bana bir de Araf'a kaydı. "Çocuklar birbirini görmüş beğenmiş." Bir an gülecek gibi oldum çünkü bundan birkaç ay öncesine kadar görüp beğendiğim kişi kocamdı ve şimdi boşanıp yeniden evlenecektik. Komiğime gitmişti. "Allah'ın emri peygamberin kavliyle kızınız Cemre'yi oğlumuz Araf'a istiyoruz."

 

Babamın bakışları bana kaydı, göz kırpıp konuşacakken biri bağırarak onun konuşmasına müsaade etmedi. "Mehir isteriz!" Bunu diyen Soner'e baktım. Mehir mi?

 

"Ne istersiniz?" dedim anlamayarak.

 

"Mehir ya mehir." dedi. "Hani damat geline istediği parayı ve malı veriyor o." diye açıkladı.

 

"Sen erkek tarafı değil misin?" dedim, bir an duraksadı.

 

"Öyle ama mehirsiz olmaz. Araf komutanımdan mehir isteyin."

 

"Sonerciğim o imam nikâhında oluyor." dedi Fatih olaya açıklık getirerek. Soner kafası karışmış bir şekilde ona baktı.

 

"Hadi ya. Ben de Cemre komutanıma bir şeyler isterim diye hayal etmiştim." Babamlar ona gülerken ben başımı iki yana salladım. İllaki kendilerini rezil edecek bunlar. İki dakika susarak otursalar dişimi kıracağım.

 

"Sen niye istiyorsun oğlum? Sanki sen gelinsin." dedi Eren.

 

"Sana ne kardeşim ya! İster isterim ister istemem." Haklıymış gibi bir de çocuğa kızıyor ya. Valla adamı sinir hastası eder bunlar. Allah bizlere ve çevresindekilere bolca sabır versin.

 

Hafif boğazımı temizleyip konuştum. "Sen buna bakma baba. Hepsi böyle, illaki bir olaya da kendilerini dahil etmeyi seviyorlar." Göz ucuyla Soner'e bakınca dudaklarını oynatıp "aşk olsun" dediğini gördüm.

 

"Neyse." dedi babam, bana baktı. "Ne düşündüğünü sana sormama gerek var mı?" dedi.

 

"Ne düşündüğümü zaten bildiğin için sormana gerek yok." dedim kısık bir sesle. Bir an utandığımı hissettim.

 

"O halde bize de hayırlı olsun demek düşüyor." Ve bir kız isteme de burada bitmişti. Değişik bir duyguydu, hem heyecanlı hem de mutlu hissettiriyordu.

 

Herkes yakalanınca Araf ve ben de ayaklandık. Alyanslarımızın takılması için ailemizin yanına geçtik. Kızlar Araf'ın verdiği yüzükleri tepsiye koyup makasla birlikte yanımıza geldi. Babam kurdele bağlanan yüzükleri parmağımıza taktıktan sonra makası aldı, tam makası kırmızı kurdeleye değdirmişti ki Meriç araya girdi. "Sanırım makas kesmiyor." Araf ters ters ona bakarken Meriç sırıtarak ona baktı. Elini açtı, baş parmağı ve işaret parmağını birleştirip hafif birbirine sürttü. Böylece ara ver demeye çalıştı. Araf sabır çekip cebinden iki yüzlük çıkartıp tepsiye koydu ama bizimkiler parayı beğenmemiş olacak ki bu sefer de Ozan konuştu.

 

"Bu ne be! Dilenciye sadaka verir gibi. Kime yetecek bu para?" İllaki adamı çileden çıkartmaya çalışacaklar.

 

"Bekleyin siz! Ben size yetireceğim o paraları." diyerek iki tane daha iki yüzlülük çıkardı.

 

"Üç tane oldu komutanım iki tane daha atın hepimiz kardeş payı yaparız." dedi Fatih. Araf bir kez daha sabır çekip iki tane daha çıkardı. Bir kurdele kesilsin diye bin lira vermişti adam ya. Bunlar adamı suya götürür susuz getirir yemin ediyorum.

 

Soner elindeki paraya bakıp "Ben mehir isteyelim demiştim. Bin liraya kandırdı bizi." dedi. Bunu gören de bin lira az sanacak. "Bin lirayı beşe bölünce hepimize iki yüz düşüyor. Benim yemek paramı bile karşılamaz."

 

"Sen de bir kerelik sığır gibi yeme geri zekalı." dedi Eren.

 

Kulağımda bir nefes hissedince babama baktım. Kurdeleyi kesmeden bizimkileri izliyordu. "Bunlar seni nasıl delirtmiyor?" Sorduğu soruya başımı iki yana salladım. Hiç delirtmezler mi ya.

 

"Arada tepemin tası atmıyor değil ama bunlarda şeytan tüyü var, bir şekilde affettiriyorlar kendilerini." Gülerek önüne döndü ve bizimkilere hitaben konuştu.

 

"Paralarınızı da aldıysanız keseyim mi çocuklar kurdeleyi?"

 

Meriç iki yüz liranın birini alıp cebine soktu. "Estağfurullah amcacığım, buyur lütfen." Manyak hepsi ya. Utanmasalar dalga geçecekler bir de. Babam kurdeleyi kesmeden önce hepsinin kendilerine düşen parayı alıp ceblerini soktuğunu gördüm.

 

Kurdele sonunda kesilince gülümseyerek tektaşın yanındaki kurdeleli alyansıma baktım. Gözüm Araf'a kaydı, o alyansına bakmak yerine bana bakıyordu. Onunla bakışmamızın uzun süreceğini bildiğim için bakışlarımı çektim ve onun ailesinden başlayarak ellerini öpmeye başladım. O da benim ailemden başlamıştı el öpmeye.

 

Kız isteme bittikten sonra ilk önce bizimkiler dağıldı, daha sonra ise Araf'ın ailesi gitti. Ne kadar burada kalmalarını söylesek de otelde bir oda ayırttıklarını söyleyip gitmişlerdi. Araf ise burada kalmıştı. Babamlar odalarına çekilirken biz de benim odama geçtik. Üstümü değiştirip yatakta uzanan Araf'ın yanına geçtim. Kolunu açıp beni gögsüne çekti.

 

"Nasıldı?" dedi istemeyi kastederek.

 

"Güzeldi, hatta beklediğimden daha güzeldi. Değişik bir duygu."

 

"Mutlu olmana sevindim." Başımı kaldırıp ona baktım.

 

"Kahve nasıldı?"

 

"Mükemmel." dedi gülerek. "Bizimkiler mi dedi tuz koymanı? Hepsi mutfağa gitmişti."

 

O anlar aklıma gelirken gülmeden edemedim. O halleri gerçekten komikti çünkü. "Komutanları olunca açık açık diyemediler tabii. Gelip her mutfakta olan tuza, karabibere ve pul bibere şaşırarak baktılar. O şekilde bunlardan katmamı istediler ama ben birazcık tuz kattım sadece."

 

"Hem beden korkuyorlar hem de eğlenmeyi de ihmal etmiyorlar." diye söylendi. Haklıydı. Eğlenmeleri daha ağır basıyordu ki korkuyu unutuyorlardı.

 

Bir şey demeden ona sarılıp gözlerimi kapattım. Zor ve yorucu üç gün beni bekliyordu. Düğün hazırlığı, kına ve düğün. Düşüncesiyle bile yoruluyordum. Güzel bir uyku çekip yarına dinç uyanmak istiyordum.

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍

 

 

Loading...
0%