Yeni Üyelik
44.
Bölüm

43.Bölüm "İlk Tekme Ve Cinsiyet"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

​43.Bölüm "İlk Tekme Ve Cinsiyet"

 

Biz belanın ta kendisiydik...

 

2 AY SONRA

 

"Komutanım hadi gidelim." dedi Soner ısrarlarına devam ederek. Sabahtan beri Eren'i kurtarmaya gittiğimizde sağlıkocağında gördüğü kadının yanına gidelim diye tutturuyordu.

 

"Ne yapacağız Soner orada? Otur oturduğun yere." diye kızdım. Taburdan izin almış, sabahın köründe de kapıma dayanmış ısrarla gidelim diye tutturuyordu.

 

"Ya bu Yasemin benim telefonumu Ozan'ın telefonu sanmış. Bu salak Ozan da gitti benim telefonumun aynısından aldı ama neyse. İşte Yasemin benim telefonu Ozan'ın telefonu sandığı için ekranda yazan Bal Böcüğüm yazısını görünce telefonu açmış ve benimkine saydırmış, tabii sonra da Ozan'a saydırmış ama neyse." Kaşlarım çatıldı, bal bücüm mü demişti o?

 

"Bal böcüğüm ne lan?"

 

"İşte benimkini öyle kaydettim." Gülmeden edemedim. İlk işim Araf gelince beni nasıl kaydettiğini sormak olacaktı.

 

"Hadi ama ya. Zor izin aldım zaten."

 

Pes ederek ofladım. "Başımız belaya girmeyecek değil mi? Araf ikimizi de yakar bak." Yüzünde kocaman bir sırıtış peydah oldu.

 

"Biz hiç başımızı belaya sokar mıyız komutanım?" Hiç emin olamıyordum ama neyse. Umarım kazasız belasız gider gelirdik.

 

"İyi madem." deyip ayaklandım. "Hazırlanıp geliyorum." diyerek yanından ayrıldım ve hazırlanmak için odama geçtim. Aradan iki ay geçmişti ve Soner'le Meltem flört dönemini atlatıp ilişkilerine bir ad koymaya karar vermişti.

 

Bebeklerim üç ay bir haftalık olmuştu, karnım bir hayli büyümeye başlamıştı. Aslında bu aylarda tekmelerini ve hareketlerini hissetmem gerekiyordu ama hâlâ onlar varlıklarını bana belli etmemişti. Hatta bu durum endişelenmeme sebep olduğu için doktoruma da söylemiştim ama sorun olmadığını, bebeklerimin sağlıklı olduğunu söylemişti. Her hamilelik bir olmadığı gibi her bebek de bir olmuyordu. İlk hamileliğimde doğru düzgün bir şey yiyemezken bunda ne buluyorsan yiyordum. Valla elimde olsa gece bile uyumaz yemek yerdim.

 

Hazır olunca Soner'le birlikte evden çıktık. Arabaya binince Araf'a nereye gittiğimize dair küçük bir mesaj attım. Akşama kadar taburdan gelmezdi ama yine de haber verdim.

 

Bir saatlik bir yolculuğun ardından Meltem'in görev yaptığı sağlıkocağına geldik. Sevgili olduklarında Soner hepimizle tanıştırmıştı Meltem'i. O yüzden artık birbirimizi tanıyorduk.

 

Sağlıkocağına girince içeride birkaç hastanın olduğunu gördük. Hastalar doktora muayene olana kadar bir sandalyeye oturup bekledik. Yarım saat boyunca bütün hastalar tek tek muayene olduktan sonra Meltem'in odasına doğru ilerledim. Soner ise annesinin peşine takılan küçük çocuk gibi arkamdan geldi.

 

Meltem'in odasının önüne gelince kapıyı çalıp başımı içeriye uzattım. "Müsait misin?" Bakışları bilgisayardan bana döndü ve yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu.

 

"Gelsene Cemre." Kapıyı sonuna kadar açıp içeriye girdim. Arkamdan da Soner geldi. Meltem Soner'i görür görmez gülümseyen yüzü soldu ve sinirle ona baktı.

 

"Ne işin var senin burada?" Meltem ona kızarken ben masasının önündeki deri sandalyelerden birine oturdum.

 

"Meltem iki dakika dinlesen mi beni?" Soner tıpkı süt dökmüş kedi gibiydi.

 

"Neyini dinleyeyim ya! Kız arkadaşın gereken her şeyi dedi zaten." Onlar tartışırken Meltem'in masasında gördüğüm çikolata ve şeker kaselerine uzandım. Sanırım çocuklara vermek için masasına koymuştu. Benim de karnımda iki tane çocuk olduğu için ben de alabilirdim bunlardan.

 

"Ama yargısız infaz yapıyorsun sen şu anda." diyen Soner'in sesini duydum.

 

Küçük çikolatadan birini açıp yedim.

 

"Bir de seni mi dinleyeceğim! Zaten duyacağım şeyi duydum ben!"

 

Bir tane elmalı şeker alıp ambalajını açtım ve ağzıma attım. Meltem ve Soner hâlâ tartışırken araya girerek "Kavganızı balla kesiyorum ama Meltemciğim bana bir çay söyleyebilir misin?" dedim ama tartışmaya öyle bir dalmışlar ki beni duymadılar. Ya da duymazlıktan geldiler.

 

Dudaklarımı sarkıtıp omuz silktim. Ben de bunları çaysız yerim.

 

Şekeri emmeyi kesip dişimle kırdım ve yedim. Bir tane daha çikolata alıp yedim. Onlar tartışmasını bitirene kadar ben bunların hepsini yerdim herhalde.

 

"Ya komutanım siz de bir şey desenize." diyen Soner'e baktım. "Dinlemiyor beni." Kavga ettiği kişiyi annesine şikayet eder gibi şikayet etti Meltem'i.

 

Ben bir şey diyemeden Meltem araya girdi. "Cemre senin velin mi? O olmadan konuşamıyor musun?" Yüzümde bir sırıtış peydah oldu. Valla ben timin sevgililerini çok seviyordum. Hepsi bunları tek tek yola getirebilecek kabileyette kadınlardı.

 

"Dinlemiyorsun ki beni!" diye kızdı Soner. "İdam mahkûmlarına bile son arzusunu sorarlar ama sen kendimi ifade etmeme bile izin vermiyorsun."

 

"Tamam seni dinliyorum." dedi Meltem ama en fazla iki saniye bekleyip yine Soner'in konuşmasına izin vermedi. "Bak işte açıklayacak bir şeyin yok ki konuşamıyorsun." Sessizce kıkırdadım. Bir tane daha şeker alıp ağzıma attım ve kırarak yedim.

 

"Valla delireceğim!" Soner söylenip yanıma geldi ve elimdeki çikolata ve şeker kasesini aldı. "Komutanım ben sizi buraya tıkının diye getirmedim ki. Bir yardım edin Allah aşkına ya." Elindeki kasetlere uzanmaya çalıştım ama vermedi, arkasına sakladı. "Bana yardım etmezseniz vermem." Beni tehdit etmesiyle gözlerim kısıldı.

 

"Tehdit mi ediyorsun sen beni?" Omuz silkti. "Araf bunu duyarsa sana ne yapar biliyor musun?" Yine omuz silkti. Sen kaşındın der gibi ona bakıp ayağa kalktım ve Meltem'in yanına gittim.

 

"Kusura bakma Meltem. Bu hem askerim hem de en yakın arkadaşım olduğu için gerçeği senden sakladım ama bu Soner gerçekten başından beri seni anlatıyordu." Meltem'in gözleri şaşkınlıkla açılırken Soner hayretler içinde bana baktı. Meltem'e yalan söylediğim için üzüldüm ama Soner bunu hak etmişti.

 

"Komutanım siz beni diri diri yakmak mı istiyorsunuz. Niye yalan söylüyorsunuz ki?" Bu sefer ben omuz silktim.

 

"Benim çocuklarım şeker ve çikolata yemek istiyordu ve sen onlardan şeker ve çikolataları sakındın."

 

Hızlı bir şekilde yanıma gelip arkasına sakladığı kaseleri elime tutuşturdu. "Bir daha elinizden herhangi bir şeyi alırsam ne olayım." dedi. "Gerçeği söyleyin artık. Hayatım kararacak yoksa." Sırıtıp ağzıma bir şeker attım ve onu kırarak yerken Meltem'e doğruları anlattım.

 

"Kusura bakma Meltem, yalan söyledim. Soner seni aldatmadı ve asla da aldatmaz. Sadece yemeklere aşık olan bu mal seni ilk gördüğü anda vuruldu." Konuşmak için ağzını açmıştı ki konuşmasına izin vermeden devam ettim. "Telefonda sana bağıran kişi de Yasemin'di. Soner'in telefonunu Ozan'ın telefonu sanmış ve ekranda yazan Bal Böcüğüm..." deyip duraksadım ve yüzümü buruşturdum. Başka yazacak bir şey mi yoktu acaba? "...Yazan yazıyı gürünce o da senin gibi yargısız infazda bulunmuş."

 

"Aldatmadı yani?" deyince güldüm ve başımı salladım.

 

"Eğer aldatsaydı emin ol şu anda yanında duruyor olmazdı. Çünkü onu çıktığı yere bizzat ben sokardım."

 

Sonunda ikisi sarılıp barışırken anında aralarına girdim. "Tamam ya, barıştınız işte. Hadi yemek yemeye gidelim." diyerek odadan çıktım ama peşimden gelmedikleri için fazla yüksek olmayan bir sesle "Bebeklerim açıktı diyorum! Yürüsenize!" İkiside söylenerek peşimden gelirken göz devirdim. Barışmalarını sağladım ama hâlâ bana söyleniyorlar. Nankörler!

 

Sağlıkocağının kapısına gelmiştim ki ellerinde keleşlerle dört adam içeriye girdi. Ellerindeki silahları anında bize doğrulturlarken Meltem çığlık attı. Soner ne durumdaydı bilmiyordum ama ben şok olmuştum.

 

"Geçin içeriye!" İçlerinden biri bağırırken ben içimden Soner'e sövmekle meşguldüm çünkü buraya gelmeden önce başımıza bela açmayız biz diye zırvalamıştı.

 

Biz başımıza bela açamıyoruz ki. Biz belanın ta kendisiydik!

 

Ben olduğum yerde öylece beklerken biri yanıma geldi ve kolumdan tutarak beni geriye doğru ittirdi. Soner arkamda olsa gerek anında beni tuttu. "İyi misiniz komutanım?" Onun sesini duyunca sinirle ona baktım.

 

"Allah'ın cezası! Hani başımıza bela açmayacaktık?" Ben masumum der gibi dudaklarını sarkıttı.

 

"Ama biz bela açmadık ki." dedi. "Bela bizim başımıza geldi!" Tam kafasına bir tane geçirecekken adamlardan biri yine konuştu.

 

"Geçin şu köşeye!" Bunların terörist olduğunu anlamam uzun sürmemişti. Hem üstündeki kıyafetlerden hem de ellerindeki keleşlerle anlamak zor değildi. İçlerinden biri de yaralıydı. Sanırım askerlerle çatışmadan geliyorlardı.

 

Dışarıdan bir el silah sesi duyunca yanılmadığımı anladım. "Kimseye zarar gelmeden teslim olun ve dışarıya çıkın!" diye sert bir ses duydum dışarıdan.

 

"Ne yapacağız?" İçlerinden birinin konuşmasıyla ona baktım. Kolonlardan birinin arkasına geçmiş dışarıya bakmaya çalışıyordu. Ben de olduğum yerden baktım. Dışarıda askerler vardı. Büyük ihtimalle dışarıdakiler jandarmaydı. Çünkü burası köydü ve köye jandarma bakıyordu.

 

"Elimizde rehineler var. Bize bir şey yapamazlar." dedi bir başkası da. Gözüm Soner'e kaydı. Ağlayan Meltem'i sakinleştirmeye çalışıyordu. Hastanede bir doktor, bir hemşire, bir hademe ve bir tane de ebe vardı. Hepimizi de buraya toplamışlardı.

 

Kolumla Soner'i dürttüm. Bana bakınca belini işaret ettim. Dediğimi anlamış olacak ki başını salladı. Eli beline giderken benim de elim belime gitti. Neyse ki önlem olsun diye beylik tabancamı yanıma almıştım. İşime yarayacaktı.

 

Tam silahıma dokunmuştum ki birden kolumdan tutuldum. Teröristlerden biri beni yanına çekerken Soner endişeyle bağırdı. "Komutanım!" Sinirle gözlerimi kapattım. Ben Meriç'i salak diye biliyordum ama hepsi aynıydı yemin ediyorum.

 

"Komutanım mı?" dedi beni tutan adam. "Demek askersiniz?"

 

İçlerinden biri telaş yaparken "Ne yapacağız?" diye sordu

 

"Korkma lan! Askerler elimizde, hiçbir şey yapamaz bize." deyip beni inceledi. Bakışları oldukça belirgin karnıma kaydı. "Üstelik hamile." demesiyle yutkundum. Korkuyla Soner'e baktım. Onun da gözlerinde aynı korkuyu gördüm. Tam belindeki silahı alacakken yaralı adam elindeki keleşi ona doğru tuttu.

 

"Deneme istersen." deyip gözleriyle beni işaret etti. Soner yutkunurken adam onun silahını aldı. Benimkini de beni tutan adam aldı.

 

"Doktor hanginiz?" Beni tutan adam sorunca kimse cevap vermedi. "Doktor hangisini dedim lan!" Birden bağırınca yüzümü buruşturdum. Kulağımı sağır etmek istiyordu sanırım.

 

Meltam titrek bir sesle "Benim." dedi.

 

Yaralı teröristi gösterek "Bak şunun yarasına." dedi. Meltem korktuğu için başını sallamakla yetindi.

 

Meltem teröristin yarasıyla ilgilenirken beni tutan adam beni kalkan olarak kullanarak sağlıkocağının kapısına doğru ilerledi. Kapıyı açtı ama dışarıya çıkmadan konuştu. "Elimizde rehineler var. İçlerinde de iki tane asker ve biri hamile. Onlara zarar gelmesini istemiyorsanız buradan çıkmanıza izin verin!"

 

Kapının eşiğinde olduğum için dışarıdaki askerleri görebiliyordum. Hepsi tetikte bekliyordu ama ateş edemiyorlardı. Hem ben kalkan olarak bu adamın önündeydim, hem hamileydim hem de içeride başka teröristler ve rehineler vardı. Bu yüzden keskin nişancı arkamdaki adamı vurmuyordu.

 

"Rehinelere zarar gelmeden teslim olun! Buradan çıkamazsınız!" Komandoların içinde büyük ihtimalle en rütbelisi konuştu.

 

"Birazdan buradan elimizi kolumuzu sallayarak çıkacağız ve siz de hiçbir şey yapmayacaksınız." deyip beni tekrardan içeriye çekecekken boynumdaki kolunu tutup bileğini ısırdım. Acıyla bağırırken dirseğimle karnına vurdum.

 

İki büklüm olurken tam ona doğru dönmüştüm ki içeriden başka biri gelip kolumdan tutarak beni içeriye doğru savurdu. Ayakta duramayıp sendelerken elim karnıma gitti. Karnımı sararken yere düşmeyi bekledim ama biri kolumdan tutarak düşmemi engelledi. Beni tutanın Soner olduğunu anlamam uzun sürmedi.

 

"İyi misiniz komutanım?" Gözlerimi açıp kapatarak iyi olduğumu belirttim.

 

"Sadece şansımı denemek istedim." dedim.

 

"Dikkat edin lütfen. Ben halledeceğim. Siz riske girmeyin." Bir şey demedim ve duvarın dibine geçip bekledim. Az önce kolunu ısırdığım ve karnına vurduğum adam kendini toparlamış bir şekilde yanıma geldi ve sinirli bir şekilde yüzüme tokat attı. Benim başım yan tarafa düşerken Soner'in bağırdığını duydum.

 

"Gebertirim lan seni!"

 

Dudağımın kenarından akan sıvıyla yüzümü buruşturdum. Elimin tersini patlayan dudağıma bastırdım.

 

Soner'in elinden tuttum sakin olsun diye. Bağırmayı anında kesti. Gözlerimle Meltem'i gösterdim. Teröristlerden birinin yarasıyla ilgileniyordu ve iç çekişleri buraya kadar geliyordu. Korktuğu için yanına gitmesini istedim. Soner dediğimi ikiletmeden Meltem'in yanına gitti.

 

Adamları kontrol edip elimi ceketimin cebine götürdüm. Telefonum elime gelince alt dudağımı ısırdım. Sırtımı duvara yaslayıp aşağıya doğru kaydım. Karnımın el verdiği kadarıyla dizlerimi kendime çektim. Bu sayede telefonumu rahatça kullanabilirdim.

 

Bakışlarımı adamlardan hiç ayırmadan telefonumu ceketimin cebinden çıkartıp kucağıma koydum. Ceketimle de kamufle etmeye çalıştım. Telefona hiç bakmadan açtım ve yerini bildiğim için bakmadan son aramalar kısmına girdim. Saniyelik bir bakışla telefona baktım ve tekrardan adamlara döndüm. İlk başta Araf'ın telefon numarası vardı çünkü en son onu aramıştım.

 

Araf'ın numarasına tıklayıp tekrardan telefonu ceketimin cebine koydum. Ben onunla konuşmasamda konuşma seslerinden ters bir şeyler olduğunu anlardı ve telefon sinyallerinden yerimizi bulurdu. Buraya gelmeleri bir saati bulsa da yakındaki ekipler gelebilirdi. Onca ekibe karşı bu dört terörist ne yapabilirdi ki?

 

Telefon açık bir şekilde bekledim. Arada bir açık mı diye kontrol ettim ve açık olduğundan emin olunca hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya devam ettim.

 

Dışarıdaki komandolar birkaç defa daha teslim olmalarını istediler ama bunların hiç teslim olacak gibi bir halleri yoktu.

 

Meltem adamın yarasıyla ilgindikten sonra hepsi kendisine bir rehine seçti ve bizimle birlikte dışarıya çıktılar. Hepimiz bunların önünde kalkan olmuştuk.

 

"Ateş ederseniz bunlar ölür!" dedi beni tutan adam. Daha sessiz bir şekilde devam etti. "Araba anahtarlarını verin." Hiçbirimizden ses çıkmadı. Boynumdaki eli sıkılaşırken dişlerinin arasından konuştu. "Asker! Sinir etmeyin beni, verin şu anahtarları."

 

Boynumdaki eli yüzünden zorlukla "Arabam yok." dedim.

 

"Salak mı sanıyorsun lan sen beni! Burada dört tane araba var! İllaki birinizin arabası olması lazım." Cevap vermedim. Karşımızdaki askerler bir şeyler derken bunların onları dinlediği pek söylenmezdi.

 

"Verin lan anahtarları!" Adam birden kulağımın dibinde bağırınca istemsizce irkildim. Kulağımı sağır etmek gibi bir derdi vardı sanırım.

 

Meltem ve hastanede çalışan bir kadın cebinden anahtarları çıkarttı. Adamlar arabaların yanına gidince hepimizi sırayla bindirip anında kendileri de bindi. Askerler bizleri tehlikeye atmamak için ateş edemezken biz çoktan buradan uzaklaştık bile.

 

Araf çoktan bizim sinayllerimize ulaşmıştır. Umarım en yakın ekip önümüzden çıkardı.

 

Benim bindiğim arabayı süren adam dikiz aynasından bize bakıp "Şunların telefonlarını alın." dedi. Alt dudağımı dişlerken ön koltukta oturan adam bize uzandı ve telefonlarımızı aldığı gibi camdan dışarıya attı.

 

Allah kahretsin ya! Şimdi bizi nasıl bulacaklardı?

 

Ellerimle istemsizce karnımı sardım. En büyük korkum onlara bir şey olmasıydı.

 

Bunu... Gerçekten kaldıramazdım. Bu sefer hiçbir şey beni eskisi gibi yapmazdı. Buna izin vermezdim. Bebeklerimi korumam lazımdı.

 

Elim karnımda öylece akıp giden yolu izlerken saatler geçti. Kaçmak için, bu adamlardan kurtulmak için plan kurmaya çalıştım ama bütün planlar çok saçma geldi. Zaten burada tek başıma değildim ki. Bunların elinden kurtulacaksam hep birlikte kurtulmalıydık. Ama bu adamlar her daim yanımızda olduğu için plan kursam bile diğerlerine bu planı anlatamazdım. Kafama göre de plan kurup kendim kaçamazdım.

 

Ne yapacaktım ben ya?

 

Hadi Soner de bir asker ama diğerleri asker değildi. Belki de dövüşmeyi bile bilmiyorlardı.

 

Ben düşüncelere dalmışken araba boş bir arazide durdu. Teröristler hepimizi arabadan çıkartıp yürümeye başladı. Ortalama iki saatte yakın yürüdük. Daha sonra ise bir kampa geldik.

 

Adamlar bizi bir mağaraya götürürken önümüze biri çıktı. Kırkı yaşlarında, saçı sakalı birbirine karışmış bir adamdı bu.

 

"Kim bunlar?" dedi bizi inceleyerek.

 

Beni tutan adam cevapladı. "Baskın yedik, komandolar geldi. Bizde kaçmak için sağlıkocağına girdik ve bunlar sayesinde kaçtık." Beni ve Soner'i gösterdi. "Bu ikisi de askermiş." Karşımdaki adam bir bana bir de Soner'e baktı. Dudakları iki yana kıvrıldı.

 

"İyi, götür içeriye. Sıkıca bağlayın." Adamlar ikiletmeden bizi mağaraya soktu ve yere oturtarak ellerimizi ve ayaklarımızı bağladı. Kapıda da bir nöbetçi bıraktılar.

 

"Soner." dedim nöbetçiyi kontrol ederek. Dışarıda nöbet tutuyordu ama buradan da görebiliyordum onu. "Sırtını dönsene bana." dememle soru sormadan döndü. Aynı şekilde ben de sırtımı döndüm ve sürünerek ona yaklaştım. "Ellerimdeki ipi çözmeye çalış. Buraya gelmeden önce Araf'ı aramıştım. Telefonu attıkları yere kadar sinyalleri almıştır. Büyük ihtimalle birkaç saate bulurlar burayı ama o zamana kadar bunlar bir şey yapabilirler."

 

"Tamam komutanım. Çözmeyi deneyeceğim." deyip el yordamıyla elimi buldu ve zorlukla ipleri çözmeye çalıştı. Onun da elleri bağlı olduğu için hareketi sınırlıydı ama elinden geldiğince çözmeye çalışıyordu.

 

Uzun uğraşlar sonucu elimdeki ip gevşeyince hemen iplerden kurtuldum. İlk işim acıyan bileklerimi ovmak oldu. Daha sonra elim karnıma indi. Karnımı okşayıp bu sefer de ayaklarımdaki ipleri çözdüm. İplerden kurtulunca diğerlerini de tek tek çözdüm.

 

"Şimdi plan yapmamız lazım." dedim kapıdaki adamı kontrol ederek. "Buradan kolayca çıkmamız imkansız. Hava hâlâ aydınlık olduğu için bütün adamlar dışarıda. Bizi anında yakalarlar. Havanın kararmasını beklemek de olmazdı. O zamana kadar iplerden kurtulduğumuzu anlar."

 

"Kılık değiştireceğiz o halde." dedi Soner. Başımı sallayarak onu onayladım.

 

"Aynen öyle ama ilk önce kimsenin haberi olmadan adamları etkisiz hale getirip kıyafetlerini almamız lazım."

 

Soner gözleriyle mağaranın girişindeki adamı gösterip "Ben bunu hallederim. Sonra da diğerlerini halletmek için plan yaparız." dedi ve mağaranın girişine doğru ilerledi. Bir şey demeden onu izledim.

 

"Pişt baksana bir." demesiyle adamın silahıyla birlikte ona dönmesi bir oldu. Soner silahın ucundan tutarak adamı kendisine çekti ve silahı bıraktı. Adamın kafasını tutarak çevirdi ve kırdı. Meltem ve hastane personelleri Soner'in bu yaptığı şey yüzünden irkildiler. Onların yanına ilerleyip konuştum.

 

"Siz şu köşede bekleyin ve sakın sesinizi çıkarmayın." Korktukları için hiçbir şey diyemediler. Sadece başlarını salladılar.

 

Soner'in yanına gidip mağaranın girişinden dışarıya baktım. Yakınlarda adam yoktu. Hepsi farklı bir yere dağılmıştu. Kimisi nöbet tutarken kimisi de yanındakiyle konuşuyordu. "Bunlar çok uzakta, bu şekilde dışarıya çıkamayız." dedim.

 

"İsterseniz ben bu kıyafetleri giyip çıkayım. Bazılarını bu tarafa çeker bayıltırız."

 

Başımı iki yana salladım. "Çok riskli."

 

"Risk almadan buradan kurtulamayız ama." Haklıydı ama onu riske sokamazdım. Onun yerine bunu bende yapmazdım çünkü karnımın büyüklüğünü fark edebilirlerdi.

 

"Bilmiyorum Soner. Bekleyelim biraz." deyip sırtımı duvara yasladım. Benim yerime Soner dışarıyı kontrol etti. Uzunca bir süre plan kurmaya çalıştık ama hangi plan aklımıza gelse hepsi riskli gibi geldi. Hadi Soner ve ben neyse ama burada siviller de vardı. Onları riske atmak istemiyordum.

 

"Komutanım." Soner'in beni dürtüp seslenmesiyle ona baktım. "Şurada bir nöbetçi yok muydu?" Gösterdiği yere baktım. Bilmiyorum anlamında dudaklarımı büzdüm.

 

"Bilmiyorum ki. Su içmeye veya ihtiyacını görmeye falan gitmiştir."

 

"Ama daha şimdi oradaydı. Bir anlığına bakışlarımı kaçırdım ve adam yok oldu."

 

"Siktir et. Gitmiştir işte bir yere." diye geçiştirdim. Hiç kafamı ona yoramazdım.

 

Şöyle bir dışarıyı kontrol edip tekrardan sırtımı duvara yasladım. Ama Soner yine konuştu. "Şuradaki adam da kayboldu." Derin bir nefes alıp gösterdiği yere baktım.

 

Bu sefer kızmadan edemedim. "Oğlum bırak şu adamları. Nasıl kurtulacağımızı düşün."

 

"Ama komutanım çok tuhaf değil mi?"

 

Anlamayarak sordum. "Ne tuhaf?"

 

"Adamların bir anda ortadan kaybolması. Sanki birileri onları etkisiz hale getiriyor gibi." Kaşlarım çatıldı, hızla dışarıya baktım.

 

"Askerler gibi mi?" dedim dışarıya bakarak.

 

"Aynen öyle. Bir anda kaybolmaları tuhaf geldi."

 

Karşımdaki nöbetçiye baktım. Bakışlarımı sırayla diğer nöbetçilerde gezdirip tekrardan karşımdaki adama baktım. Gördüğüm şeyle kaşlarım çatıldı, daha doğrusu görmediğim şeyle kaşlarım çatıldı çünkü adam yerinde yoktu. Saniyelik bakışlarımı kaçırmıştım ve adam birden yok olmuştu.

 

Gerçekten de askerler gelmişti.

 

Yüzümdeki gülümsemeyle Soner'e döndüm. Tam konuşacakken mağaranın dışında duyduğum ayak sesleriyle konuşmaktan vazgeçip onu kenara doğru çektim ve sırtımı duvara yasladım. Elimle de içeridekilere sus işareti yaptım. Yerde baygın yatan teröristin keleşini alıp nişan aldım. Mağaradan içeriye giren kişiyi görürüz görmez silahı ona doğrulttum.

 

"Aman komutanım, indirin onu. Şeytan doldurur valla." Karşımda Meriç'i görünce silahı yere attım.

 

"Lan oğlum seni göreceğime hiç bu kadar sevineceğim aklıma gelmezdi." dedi Soner.

 

"İyi bir şey dediğini umut ediyorum Yarasa. Aksi olursa eğer seni burada bırakır giderim."

 

"Durun bir ya." dedim araya girerek. Yoksa bunların tartışması bitmezdi. "Nasıl çıkacağız buradan?"

 

"Dışarıdaki adamları halldiyorlar. Birazdan çıkarız." demesiyle güldüm.

 

"Gördüm onu." dedim. Şaşkınca bana baktı.

 

"Nasıl gördünüz ya? Kimsenin ruhu bile duymayacaktı." Gülmem genişledi.

 

"Gördüm derken adamların bir anda ortadan kaybolması gözümüze battı."

 

Rahatlamış bir şekilde nefes aldı. "İyi bari. Valla paslandık diye ödüm kopmuştu." Başımı iki yana salladım. Paslansalar zaten Araf onları yedi yirmi dört eğitim yaptırırdı.

 

Meriç dışarıyı kontrol edip "Dışarısı temizlenmiş. Gidebiliriz." dedi. Meltem'lere bakıp elimle gelmelerini işaret ettim. Onlarla birlikte mağaradan dışarıya çıktık. Meriç'in yönlendirmesiyle kamp alanından uzaklaştık. Biz kamptan çıktıktan yarım saat sonra diğeri de geldi.

 

Araf beni görür görmez yanıma geldi ve sıkıca bana sarıldı. Kollarımı açıp ben de ona sarıldım. Kulağımda nefesini hissedince gözlerim kapandı. "Size bir şey olacak diye korktum." Çaresiz ve korku dolu çıkan sesiyle iç çektim.

 

Geri çekilip yüzüne baktım. "İyiyiz biz." Bakışları yüzümde gezinti. Gözleri yanağımda ve dudağımda oyanladı. Belimdeki elini çekip yanağıma dokundu.

 

"Vurdu mu sana?"

 

"Önemli bir şey değil." dedim. Öyleydi, çünkü unutmuştum bile.

 

"Nasıl önemli değil?" diye kızdı. "Yanağın kıpkırmızı olmuş, dudağın patlamış. Bu mu önemli değil."

 

"Tamam, bunu sonra tartışalım. Herkes korktu zaten." dedim Meltem'leri işaret ederek. Bir şey demedi. Sırtındaki çantadan bir su ve boyun atkısını çıkardı. Atkıya su döküp dudağımda kuruyan kanı sildi.

 

Dudağımla ilgilenirken "Tabura haber ver Ozan." dedi. Ozan telsizi alıp taburla bağlantıya geçerken Araf da dudağımda kuruyan kanı sildi.

 

Herkes bir taşın üstüne otururken ben de daha fazla ayakta durmayıp yere oturdum. Ellerimi arkama koyup hafif arkama doğru uzandım. Araf da yanıma oturunca başımı onun omzuna koydum. Bir eliyle beni sararken diğer eli karnımı buldu. "Acıktınız mı?" Sorusuyla ona bakıp başımı salladım.

 

Çantasından kumanyasını çıkartıp bana verdi. Konserve kutuyu açıp iştahla yedim. Zaten teröristler gelmeden önce yemek yemeye gidecektik. Aksiyondan dolayı da açlığım hiç aklıma gelmemişti ama şimdi ne kadar açıktığımı anlayabiliyordum.

 

Ben konserveyi bittirdikten sonra helikopter de gelmişti. Helikoptere binip tabura geldik. Araf görev raporu vereceği için taburda kalırken beni askerlerle eve gönderdi. Diğerleri de Araf'la birlikte taburda kalırken tek başıma eve girdim. Meltem'leri de askerlerle evlerine gönderirlerdi zaten.

 

Araf gelene kadar düş almak istediğim için kendimi duşa attım. Ilık ve uzun bir duş alıp üstümde bornozla banyodan çıktım. Banyodaki buhar susattığı için üstümü giymeden mutfağa geçtim. Mutfağa gelince Araf'ın çoktan gelip yemek hazırladığını gördüm. İkimizde yemek yapmasını bilmiyorduk ama yavaş yavaş öğrenmeye başlamıştık.

 

Yavaşça yanına gidip arkadan ona sarıldım. "Ne yaptın bize?" dedim.

 

"Patates köfte." demesiyle karnımın acıktığını hissettim. "Ama önce..." deyip bana döndü ve elimi tutarak beni mutfaktan çıkardı. "...Dudağına pansuman yapıp yanağına krem süreceğiz. Sonra da saçlarını kurutacağız." Beni yatak odasına sokup yatağın üstüne oturttu. Kendisi de ilk yardım çantasıyla geri geldince yanağıma krem sürüp patlayan dudağıma da pansuman yaptı. Daha sonra ise saçlarımdaki havluyu alıp güzelce taradı ve kuruttu. İşi bitince ise elbise dolabına geçip uzun bir kazak ve tayt çıkarttı bana. "Üstünü değiştirdikten sonra karnınızı doyurabiliriz artık."

 

Ayağa kalkıp elindekileri aldım. "Tamam, sen masayı hazırla ben de üstümü değiştirip geliyorum." dedim. Beni onaylayıp dudaklarıma kısa bir öpücük kondurarak yanımdan ayrıldı. Ben de fazla oyalanmadan üstümü değiştirip masayı hazırlamasında Araf'a yardım ettim.

 

Masayı hazırladıktan sonra güzelce karnımızı doyurduk. Bizimkiler bu sefer gelmemişti. Sanırım bizi yalnız bırakmak istemişlerdi. Araf da saatler önceki kaçırılma olayını açmamıştı. Zaten bizim bir suçumuz yoktu ki. Sağlıkocağına baskın yapacaklarını bilemezdik. Hem ben gitmeden önce ona söylemiştim. Uzatsa da bir anlam ifade etmezdi.

 

Yemekten sonra birlikte televizyonun karşısına geçip oturduk. Birlikte izlemek için film seçiyordu. Filmlere tek tek bakarken aklıma gelen şeyle Araf'a döndüm. Beni telefona nasıl kaydettiğini soracaktım.

 

"Araf beni telefonuna nasıl kaydettin?"

 

"Nasıl mı kaydettim?" dedi. "Deniz Gözlü diye kaydettim." Deniz Gözlü mi?

 

"Yaa, gerçekten mi?" deyip ona sarıldım. O da benim tepkime güldü. İlk tanıştığımız zamanlarda gözlerimin denizi andırdığını söylemesi gelmişti aklıma. Demek o zamandan beri o şekilde kayıtlıydım.

 

"Sen nasıl kaydettin?" deyince aklım yine geçmişe gitti. Onu ilk gördüğümde adını bilmediğim için yeşil gözlü asker demiştim ve telefonuma da öyle kaydetmiştim. O zaman bu zamandır hiç değiştirmedim.

 

"Yeşil Gözlü Asker diye kaydettim."

 

Onun da yüzünde bir gülümseme oluştu. Sessizce mırıldandı. "Yeşil Gözlü askerin Deniz Gözlü kadını..."

 

Tam o sırada karnımda bir hareketlenme hissettim. Gözlerim irice açılırken çığlık atmadan duramadım. Benim çığlığım üzerine Araf'ın boş bulunup irkildiğini fark ettim. Onu hiç umursamadan elini tutup karnıma koydum.

 

"Tekme..." diyebildim. "Tekme attılar." Gözlerimden sevinç gözyaşları akarken Araf'ın elini karnımda gezdirip duruyordum tekmeyi hissetsin diye.

 

"Ciddi misin sen?" dedi. Şaşkınlığı ve sevinci sesine yansımıştı sanki. "Hadi babacığım , bir tekme daha atın." dedi karnıma doğru eğilerek. "Hadi babanız için bir tekme daha." Araf'ın elini karnımda gezdirmeye devam ederken az önceki hareketlenmenin aynısını yine hissettim.

 

"Attılar!" diye bağırdım. "Hissettin mi?"

 

Araf elini karnımdan çekip karnıma doğru eğildi ve bir öpücük kondurdu. "Hissetmez miyim?" dedi büyük bir mutlulukla. "Onların bizimle olan ilk iletişimini hissetmez miyim ben?" Karnıma bir öpücük daha kondurmuştu ki yine bir tekme hissettim. Gözlerimden sevinç gözyaşları akarken kahkaha attım. Hem güldüm hem ağladım. Sanırım hormanlar böyle bir şeydi. Aylardır sık sık bu duygu değişimlerini yaşıyordum. Ama bu başkaydı.

 

Bebeklerimi ilk defa hissetmiştim. İlk defa farklarını hissettirmişlerdi bize.

 

Araf doğrulup bana baktı. Gözlerimden akan yaşları görünce ellerini yüzüme yerleştirip gözyaşlarımı kuruladı. Gözlerimden artık yaş akmazken sıkıca bana sarıldı. Karnım bir hayli büyüdüğü için artık ona sarılırken karnım karnına değiyordu. Şimdi de karnım onun karnına değmişti ve yine karnımda o hareketliliği hissetmiştim. Bebeklerimiz tekme atarken Araf'a daha sıkı sarıldım.

 

Bugünü asla unutmayacaktım. Bebeklerimin ilk tekmesini asla unutmayacaktım.

 

*

*

*

 

1 AY SONRA

 

Sabahın erken saatinde kalkmış odanın içinde volta atıyordum. Daha fazla dayanamadım ve yatakta uyuyan Araf'ın yanına gidip işaret parmağımla onu dürttüm. Homurdanıp başını başka tarafa çevirdi. "Araf! Uyansana ya!" diyerek dürtmeye devam ettim.

 

"N'oldu bebeğim?" Uykulu çıkan sesiyle karnımın el verdiği kadarıyla ona sarıldım.

 

"Bugün bebeklerimizin cinsiyetini öğreneceğiz."

 

"Biliyorum." dedi sadece.

 

"Ya biliryorsun madem kalksana!" diye kızdım. Heyecanlandığım için sabahın köründe kalmıştım.

 

"Güzelim saat kaç?" Komodinin üstündeki telefonuna uzanıp saate baktım. Sabahın altısı olduğunu görünce alt dudağımı ısırdım. Çok erkendi.

 

"Saat çoktan sekiz olmuş bile." diyerek yalan söyledim.

 

Araf zorlukla bana dönüp tek gözünü açtı. Telefona uzanıp aldı ve saate baktı. Bakışlarımı kaçırmadan duramadım. "Saat sekiz demiştin değil mi?" dedi. Telefonun ekranını bana doğru çevirdi. "Burada neden altı yazıyor peki?"

 

"Şey ya... Ben altı diyecektim de dilim şey olmuş..." deyip duraksadım. Ne deniyordu ona ya? "Şey, şey dilim sürçmüş. Yoksa bende sekiz değil altı olduğunu biliyorum."

 

Doğrulamak için "Dilin sürçtü?" dedi. Başımı salladım. "Sen öyle diyorsan öyle olsun." deyip karnıma dikkat ederek beni yatağa çekti. "Madem sen de erken olduğunu anladın şimdi tekrardan uyuyabiliriz. Randevumuz saat dokuzda." Dudaklarımı sarkıttım. Mecbur ona sarılıp uyumaya çalıştım.

 

Saatler sonra ise bu sefer de ben kalkmak istemedim çünkü uyku çok tatlı geldi. Araf zor bela beni kaldırdıktan sonra kahvaltı yaptık ve bebeklerimizin cinsiyetini öğrenmek için hastanenin yolunu tuttuk.

 

Tam saatinde hastaneye geldiğimiz için direkt doktorun yanına çıktık. Ben heyecanla sedyeye uzmanırken Araf da tam yanımda durdu.

 

"Nasılsınız Cemre Hanım?" Doktorun sıcak gülümsemesine aynı şekilde karşılık verip sorusunu cevapladım.

 

"Teşekkür ederim ama beklerimin cinsiyetini de öğrenirsem daha iyi olacağım." Gülümseyip karnıma jel sürdü. Elindeki ultrason cikazıyla jeli dağıttı. Soğuk jel irkilmeme sebep olsa da bir süre sonra alıştım.

 

Doktor bir süre karşısındaki ekrana battı. Daha yeni bakmasına rağmen heyecanıma yenik düştüm. "Gösterdiler mi? Neymiş cinsiyetleri?"

 

Doktor karnımdaki cihazı çekip bir bana bir de Araf'a baktı. Yüzündeki o sıcak gülümseme hiç ekisilmemişti. Usulca başını salladı. "Gösterdi." dedi. "Hazır mısınız?"

 

"Ay durun." deyip doğruldum. Karnımdaki jeli peçeteyle sildim. "Sanırım çok heyecanlandım. Kalbim yerinden çıkacak." Doktor beni anlayışla karşılarken Araf sıcak ellerini heyecandan buz gibi olan ellerime koydu ve sıkıca tuttu.

 

"Tamam." dedim. "Hazırım." Bir an önce öğrenmek istiyordum.

 

"Bebeklerinizin cinsiyeti..." deyip ikimizde bakışlarını gezdirdi ve "Biri kız biri erkek." diyerek cümlesini tamamladı.

 

Gözlerim şaşkınlıkla açılırken Araf'a baktım. Yüzünden anladığım kadarıyla çok mutlu olmuştu. Birkaç defa cinsiyetlerini konuşmuştuk ama net bir şekilde kız veya erkek istiyoruz dememiştik. İkimizde sağlıklı olsunlar demiştik hep ama ben içimden hep birinin kız diğerinin ise erkek olmasını istemiştim. Çünkü hem kız annesi hem de erkek annesi olmayı aynı anda tatmak istemiştim.

 

Ve sanırım bu dileğim gerçekleşmişti... Hem kız hem de erkek annesi olacaktım. Hem de aynı anda.

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍

 

 

Loading...
0%