@kitaphayatsiir
|
2023 Stres nedir? Stres hayattır desem, çok vahim bir cümle kurmuş olur muyum? Stres benim desem veya stres sizlersiniz desem. Belki de bu tanımı işin uzmanlarına bırakmak daha sağlıklı karar olacaktır. Mesela üniversite sıralarında bizlere ders anlatmak yerine yazdığı makalelerle övünen akademisyenlere gibi. Ya da açtığı bilgisayar ekranında yazıyı okuyarak kendini öğretmen sanan kişilikler gibi. Asla bunlardan biri olmayacağıma daha önce yemin ettiğim gibi şimdide defalarca yemin ediyorum. Kendimi geliştirmek için son nefesime kadar savaşmaya devam edeceğim. Kimlerle savaştığımın pek önemi yok. Çünkü en büyük savaşı kendime karşı veriyorum. En büyük dostum kendimken, en büyük düşmanımın kendim olduğunu fark etmem pek de uzun sürmemişti. İnsan korkularından, yapamadıklarından kaçmamalı. Aksine üstüne gitmelidir. Çünkü kaçarsak kovalanırız. Kovalanırsak acı çekmeye mahkûm oluruz. En son stres diyordum cümlelerime başlarken. Stresten kaçarsan kovalanırsın. Kovalanırsan yakalanma ihtimalin var. Hem de çok yüksek oranda. Peki ne yapmalıyız? Savaşmalı mıyız? Yaşamayı öğrenmeliyiz. Onunla vakit geçirmeyi, onu dizginlemeyi… doğarken başlıyor stresimiz. Tepki olarak ağlamaya itiyor minik bedenimiz. Bebekler ağlayarak stresini atıyor. Karnı acıktığında, altına yaptıklarında ya da istedikleri olmadığında. Biraz büyüyoruz. Keşke büyümesek diye iç geçirdiğimi ilave etmesem olmayacak cümlelerime. Arkadaşlıklar, sınavlar, ailevi problemler gibi sorunlar stresimizi arttırmaya devam ediyor. Biraz büyüyünce stresimiz geçer diye düşünüyoruz. Sınavlar bitince, iş hayatına atılınca daha rahat ederiz diye bir umut yaşamaya devam ediyoruz. Ama asıl stresin iş hayatında karşımıza cereyan ettiğini fark etmemiz pek de geç olmuyor. İş stresi zaten boyumuzu aşıyor diye, gereksiz kişileri de çıkartıyoruz hayatımızdan. En azından kafamız biraz daha rahatlar diye düşünüyoruz. Fayda etmiyor tabii ki de. Çünkü asıl zorluğun iş stresi olduğuna karar veriyoruz. Bazılarımız pes ediyor. Bazılarımız sevmediği ortama acı çekerek devam ediyor. Çünkü mecburiyet elimizi kolumuzu bağlıyor. Bir umut diyerek günleri emeklilik yolarına kadar heba ederek geçiriyoruz. Evet sıra geldi emeklilik. Peki şimdi ne oldu? Ölümü bekleyerek stresimiz kat be kat artmaya devam ediyor. Hayatımızı iğrençliklerle süslemekten başka ne işe yaradı şu stres denilen garip kavram. Stres peşimizi bırakmıyorsa, yan yana yürümeyi öğrenmeliyiz. Söylediklerine kulak asmadan kendi bildiklerimize emin adımlarla yürümeliyiz? Bugün ne olacak diye düşünmektense risk almalıyız. Stresi yenemeyiz ama dizginleyebiliriz. Karar sizlerin. Ömrünüzü keşkelerle doldurmaktansa. İyi kilerle doldurmayı denemeliniz. Buraya nasıl gelmiştim? Hastanede ne işim vardı? en son… diye durakladım. Hatırlayamıyordum. Yoldan geçerken araba mı çarpmıştı? Ama yolda ne işim vardı? en son hatırladığım anılar parça parçaydı. Üniversite mezuniyetimi hatırlıyordum. Hangi bölümdü? Hafifçe yutkundum. Sanki hatırlamamı kolaylaştıracağına inanmıştım bu refleksimin. Boğazımın kurumuş olduğunu fark ettim. “Su” dedim. Karşımdaki boş duvara bakarak. Odamdaki suretlere bakmak nedense acı gelmişti bir an için. Çünkü herkes, ölmüşüm de dirilmişim gibi bakıyordu. İstediğim onları çok heyecanlandırmış olacak ki, odada hareketlilik başlamıştı. Annem sürahiye uzanırken, sevgi pet şişenin kapağını açmak için cebelleşiyordu. Cenk ise çekmeceleri karıştırıyordu. Belli ki bardak arama işi ona düşmüştü. Doktor veya hemşire olduğu konusunda kararsız kaldığım kişilerden biri son noktayı koymak istercesine hafif tebessüm ederek konuşmaya başladı: “Çok az ve yudum yudum içirin.” Cebinden çıkarttığı küçük el feneriyle gözlerimi incelemeye başladı. Ve bana fısıldadı. “İyi olacaksın.” “Hastamızı yormayalım, ben sık sık kontrole geleceğim. Hemşire hanım serumunu değiştirsin. Herhangi bir durum olduğunda hemen yanıma gelin lütfen.” Dedi kapıya doğru yönelerek. Hemşireyle beraber odadan çıktığında başımı çok hafif hareket ettirerek doktor ve hemşire olduklarına emin olduğum kişilerin gidişini izledim. Kapı kapanınca kapının yanında hazır ol modunda bana bakan üç kişiyle daha karşılaştım. Burunlarındaki kızarıklığa gözlerindeki yaşlar eşlik ediyordu. Bunları tanımıyordum. Ama yüzleri hiç yabancı gelmiyordu. Hani bir şey söylemek isteriz de dilimin ucunda deriz ya. Tam olarak böyle bir şeydi. Gözlerimi dalıp gittiğim üç kişiden ayırıp onu aramaya başladım. Hayatımın aşkını, kaderimi kısaca her şeyim olarak nitelendireceğim kişiyi. “O nerde?” dedim hafif tiz bir sesimi çıkartarak. “Ben buradayım.” Dedi. Az önce gözlerimin dalıp gittiği 3 kişiden biri. Sesi titriyordu. Hafif bana doğru adım attı. Adımları bir o kadar naif ve yavaştı ki. Sanki uçmasından korkarcasına güvercinin yanına yaklaşıyor gibiydi. İşin garip kısmı ise benim bu adamı tanımıyor oluşumdu. Beynimi zorlamaya çalıştım. Yüzüne dalıp gittim. Gözleri masmaviydi. Sanki gözlerine dalıp gidersem boğulacak gibiydim. İnanılmaz ışıltılı bakıyordu bana. Uykusuzluktan ve bolca yaştan dolayı gözleri şiş gibiydi. Ama masmavi gözler kendini belli ediyordu. “Halil.” Dedim. Sesimi çok zorlamadan. Çünkü konuşmaya çalıştıkça ses tellerimin üzerinde birileri zıplıyor gibiydi. Ben ortamdaki tanıdık veya tanımadık yüzlerden cevap beklerken, kaskatı kesilmiş yüzlerle karşılaşmıştım. “Yoksa Halile bir şey mi oldu?” dedim anlamsız suratlara bakarak. Sesim titremeye başlamıştı. Kendimi zorladıkça daha çok acı çekiyordum. Acımın tam olarak nereden geldiğini tespit edememiştim. Hangi uzvumu hareket ettirmeye çalışsam acılar karşılık veriyordu. Parmaklarımı hafif hafif oynatmaya çalışırken yorganımı sıkmaya başladım istemsizce. Çünkü şu yaşadığım ortam beni diri diri toprağa gömmekten farksızdı. Sevgi elindeki pet şişeyi masaya bırakıp yanıma yaklaştı. “Duru iyi misin?” “Değilim!” dedim haykırarak. Ayak parmaklarımı da yavaş yavaş hisseder olmuştum. Biraz daha zorlarsam kendimi şu yataktan fırlatıp atabilirdim. Gerçi küçük çocuklar gibi yatakta tepinmekten neyim eksikti ki. “Neredeyim? Buraya nasıl geldim? En önemlisi Halil nerede? Bütün bunlara cevap istiyorum.” “En son ne hatırlıyorsun?” dedi annem yarım doldurduğu bardağı bana bana doğru uzatarak. Çok karmaşıktı. Bölük pörçük şeyler hatırlıyordum. “En son.” Dedim duraklayarak. “Mezuniyetimi hatırlıyorum. Halil’in bana evlenme teklifi edişini hatırlıyorum.” “Duru sence biz kaç senesindeyiz?” dedi Cenk elindeki pet bardağın düşmesine aldırış etmeden. “Nasıl bir soru bu Cenk.” Dedim saçmaladığını belli edercesine. “Tabii ki2014 senesindeyiz.” “Ben doktoru çağırayım.” Diye fırlayarak gitti az önce tanımadan baktığım bir çift mavi gözler. |
0% |