Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Bölüm-5

@kitaphayatsiir

2014

Güneş ışıkları perdemin arasından kendini belli etmeye başladığında gece sadece 2 saat uyduğumu anımsadım. Heyecandan yatağımda dönerken ayın odamı hafif aydınlatan ışığı eşliğinde hayallere dalarak bir o yana bir bu yana dönüyordum. Annemin salondan gelen tıkırtısıyla yatağımda doğruldum. Bacaklarımı kendime doğru çektim. Perdemi araladım. Belki de bu sokaklara son bakışımdı. Elveda Gökmaslı. Sen çocukluğumun geçtiği yegâne bir yerdin ama çocukluk anılarım pek de iyi şeyler olduğunu varsaymayacak olursak senden uzaklaşmak bana çok iyi gelecekti.

Kahvaltımı, uzaklara dalıp dalıp giden annemi izleyerek tamamlamıştım. Üniversiteye gideceğime, kendime yeni bir hayat kuracağıma en önemlisi kendi ayaklarımın üzerinde duracağıma mutluyken benden ayrılmak içinde burukluğa sebep oluyordu. Her ne kadar İstanbul sınırları içinde üniversite kazanmış olsam da buralara gelip gitmek iyice masrafa sokacaktı bizi. O yüzden nadir gelmek daha hesaplıydı. Benim masraflarım yüzünden annemin daha fazla kendini yorup yıpratmasına gönlüm razı gelmiyordu.

Belirli bir saat olmayan Gökmaslı dolmuşunu yaklaşık 45 dakika bekledikten sonra ağır adımlarla basamakları arşınlıyordum. Anneme el salladıktan sonra gözümün yaşını sildim. Kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Sanki annemi bir daha görmeyecek gibi davranıyordum. Annem benim için nasıl bunca zaman kendini yorduysa ve zor şartlara çaba gösterdiyse, bende aynı şeyi onun için yapacaktım. Omuzlarımı dikleştirdim. Güçlü olmalıydım. Kendim için değilse bile annem için bunu yapmalıydım.

Başımı cama yasladım. Gözlerim yeşillikler içinde kaybolurken, arada uzaklardan beliren denizi görmek yüzüme tebessümü yerleştiriyordu.

“Su alır mısınız?” dedi sağ tarafımdan gelen minik bir ses. Saçları terden alnına yapışmıştı. Elindeki su şişesini bana uzatırcasına hamle yapmaya çalıştı. Yüzüne mutlu gülümsemesini eklemeyi ihmal etmedi. Şoförün oğlu olabilirdi veya kardeşi. Belki de yeğeni. İsmini bilmediğim minik muavin her kim olursa olsun hayat ona da tolerans göstermemişti. Bazılarımız doğduktan hemen sonra nefes alabilmemiz için çaba göstermemiz gerekiyordu. Bazılarımız ise yokluk görmeden gözlerini yumuyordu.

“Çok susamıştım. İyi olur.” Dedim elindeki suya uzanırken.

Yüzündeki mutluluk iyice genişledi. “5 milyon.” Dedi

Ne yapmıştım ben? Su parayla mı satılırdı? Geri de veremezdim. Çocuğun yüzündeki tebessümü bozmak istemiyordum. Ama neredeyse bir dolmuş parası kadardı su. Cebime uzandım. Ellerim vermek istemese de 5 liraya uzanıp çocuğa verdi. Çocuk mutluluğunu ve 5 liramı alıp başka yolcuların yanına gittikten sonra ben başımı cama dayayıp az önce kaybettiğim 5 liram için üzülmeye başlamıştım. Evde her şey o kadar üst üste gelmişti ki. Musluk, buzdolabı bozulmasını bir kenara koyuyorum. Çocuklar top oynarken salondaki camları kırmıştı. Ailelerine ne kadar söylesek de ödemeye yanaşmayınca yine annemin cebinden çıkmıştı tüm masraf. Elindeki son parayı bana dolmuş parası olarak vermişti. Ve ben annemin bana verdiği dolmuş parasıyla su almıştım. Gökmaslı dolmuşundan inince yaklaşık 3 saat yürümem gerekecekti.

Şoför radyoda çıkan türküyü çok seviyor olacak ki sesini açtı. Ses kulağıma gelince efkârlı hayatıma bir doz daha efkâr katmıştım.

Bir anadan dünyaya gelen yolcu

Görünce dünyaya gönül verdin mi?

Kimi böyük kim böcek kimi kul

Merak edip hiçbirini sordun mu?

Sevgi’yi beklemiştim. Gökmaslı sokaklarında dolmuşu beklerken. Oysaki evine gidip haber vermiştim. Ama sevgili Sevgi dostum ben geçiştirmeyi başarmıştı. Yüzüme bakmadı demek istemezdim ama tam olarak cümlenin karşılığı buydu. Bir insan dostuna böyle yapar mıydı? Gerçek dostluk bu muydu? Gerçek dostluk, dostunun bir tebessümüyle mutlu olmak değil miydi? Ama sevgi çok zor şeyler yaşamıştı. Onu bu halde bu psikolojiyle bırakmak benim hatamdı. Haklıydı sevgi. Onu bırakmamam gerekirdi. Ama onu kurtarmam için bir şeyleri feda etmem gerekiyordu. Kaybettiğimiz günleri telafi edecektik sevgili dostum. Söz veriyorum sana.

Yaklaşık 3 saat yürüdükten sonra akşam karanlığının içime işlemesine müsaade eder duruma gelmiştim. Yüreğimdeki hafif korkunun neyden kaynaklandığını çözemiyordum. Anneme yurda yerleştiğimde, yurdun telefonundan haber verecektim. Benden habersiz kalan annemin meraklı gözleri canlandı zihnimde. Aynı zamanda ara ara kalabalıklaşan ara ara tenhalaşan sokaklarda yürümek çok korkunç geliyordu. İnsanlara sora sora ilerliyordum. Yaklaşık 15 dakikalık yolum kaldığını öğrenince gönlümde hafif ferahlık hissettim. Kalabalık bir deniz kenarından geçerken burnuma buram buram nohut pilav kokusu geldi. Bu kokuyu içime çekene kadar acıktığımın farkında bile değildim. Çünkü adrenalin yüklü kalbim midemin önüne geçmişti.

Valizim yerden oturan bir kadın tarafından çekiştirilince birden panikledim. Kadının üzerinde ilginç kıyafetler vardı. Gözlerinin nereye baktığı belli bil değildi.

“Bekle.” Dedi valizimi sıkıca tutarak.

Şaşkınlıkla etrafıma bakınıyordum. Çevredeki kalabalığın bana yardım edebileceğini düşünürken kimsenin bizi fark etmediğinden emin olmam çok geç olmamıştı. Herkes kendi rutin işlerine devam ediyordu. Sol banktaki yaşlı adam telefonla konuşuyordu. Ne konuştuğunu tam anlamasam da cümlelerinde birkaç kez miras kelimesini duymuştum.

Genç bir çift ele ele yürürken son anda nohut plan yemek istediklerine karar vermiş olacaklar ki aniden nohut pilav arabasının önünde durdular. Çevreyi gözlemlerken içimden istemsiz şunu geçiriyordum. ‘Çığlık atsam birkaç kişi yardımıma gelir herhalde.’

İç sesim kendimi rahatlatmaya çalışsa da korkuma yenik düşüyordum.

Avucunu açtı. Elinde birçok kâğıt vardı. “Seç birini” dedi.

Otobüsteki son paramı çocuğa verdiğim aklıma geldi. Bu kadında aynısını yapacaktı. Kağıt seçtirip benden parasını alacaktı.

“Bak teyzecim.” Dedim dik durarak. Ondan korkmadığımı düşünmesini istiyordum. “Birincisi ben fala inanmıyorum. İkincisi sana verecek tek kuruşum yok.”

“Seç.” Dedi kadın. Bu sefer sesi hem sert çıkmıştı. Hem de farklı yöne bakan gözleri bana odaklanmıştı. Ortam korkutucu bir hal almaya başlamıştı.

İstemsizce elim, kadının avucundaki kağıtlara yöneldi. Kadının buruşmuş ellerine temas etmekten korkarcasına en üstteki kâğıdı aldım. Ve yavaşça açtım. Gözlerim bir yandan karşımda çömelen kadına kayıyordu. İçindeki yazıyı dışımdan hafif fısıldayarak okudum.

AYNI GÖKYÜZÜNE BAKIYORUZ.

“Ne anlama geliyor bu cümle?” dedim cümlenin anlamsızlığı içinde boğulurken.

Kadının gözleri önce sahile sonra başını hafif kaldırarak gökyüzüne kaydı. Gökyüzünü yaklaşık 20 saniye inceledikten sonra bana döndü.

“Kaderindeki kişinin isminin içerisinde A harfi var.”

Yüzümüm buruşturdum. Neler saçmalıyordu bu kadın. Hemen buradan gitmeliydim. Ama gitmeden önce kadına birkaç cümle eklemeden ayrılmak istemedim.

“Herkes kendi kaderini yazar. Sen benim kaderimi veya karşıma çıkacak kişileri bilemezsin. Bunların hepsi palavra. Benim karnım tok böyle cümlelere.” Elimdeki kâğıdı cebime buruşturarak koyduktan sonra kadının yanından hızlı adımlarla ayrıldım.

“İsminin içerisinde A harfi var.” Dedi bu sefer benim duyacağım şekilde.

Arkama bile bakmadan adımlarımı iyice hızlandırdım. Deniz kenarını arkamda bıraktıktan sonra karşımda üniversite yurdunu görmek tüm

stresimi alıp götürmüştü.

 

 

 

 

Loading...
0%