@krpapatyassi
|
11. BÖLÜM: Mavi Gül Mavi gül imkansız hayallerin temsilcisidir. Benim imkansız hayalimde sensin Mavi Gül. İlahi Bakış Açısıyla Ne diyordu yazar kitabın da 'Dün tarih oldu. Yarın bir gizemdir. Bugün ise bir armağan. Bence bu çok özel bir şey... Her anı doyasıya yaşayın ve tadını çıkarmaya bakın.' Çok haklıydı. Yazar bu paragraflarında çok haklıydı ama yaşanılmasını istenmeyen anlar bozuyordu bunu. Sanki bir daha gelme diye ardından bağıracağımız dünlerimiz, umut ile güzelliği beklediğimiz yarınlarımız ve asla dünü unutamadığımız için yaşayamadığımız bugünlerimiz... Hepsinde haklıydı ama bozanlar da vardı. İnsanın doğasında vardı zaten; acı çekmek, duygularını yaşamak, sınava tabi tutulmak... Sahiden, buraya bir sınav adına gelmişken başımıza gelen her musibet neden bize ağır gelirdi ki? Elbette bunu o an düşleyemezdik ancak sonralarımızda akıllara gelmesi gereken bir soruydu. Mavi gül diyordu Özgür. Ona göre tam Gülşah'ı anlatıyordu. Maviydi ve güldü işte. Güllerin hükümdarıydı. Ama bilmediği anlamı belki de hiç araştırmayacağı türdendi. Kim bir çiçeğin anlamını araştırırdı ki? Üstelik bir erkek, yani Özgür. Fazla uçuktu. Ulaşılamaz, elde edilemez hayaller anlamının yanında eşsizliği, asilliği de temsil ediyordu mavi gül. Anlamını bilse bile tam olarak Gülşah'ı tanıttığına tam teşhisi koyardı Özgür. Bilmeden ona onu anlatan bir isim ile ödüllendirmişti. Ağaçlar dile gelse Özgür'ün sesinden rahatsız olurdu artık, belki de o böyle düşünüyordu ama yoktu. O kadar bağırmasına rağmen elde ettiği şey koca bir hiçlik olmuştu. Gülşah belki dününde yoktu çünkü yazara göre artık o tarih olmuştu. Yarın bir gizemdi. Evet haklıydı gizemdi ve umuyordu ki bu gizem mutlulukla sonuçlanacaktı. Ve bugün armağan diyordu yazar. Böyle aramağan olmaz olsundu. İnsan sevdiklerinden uzaksa bu nasıl bir armağan olabilirdi ki? "Mavi gül!" Bir kez daha seslendi Gülşah'a Özgür. Sanki bundan artık sıkılmış gibiydi ormandaki tüm canlılar ama hayır, Özgür Gülşah'ı bulana kadar durmayacaktı. Çünkü şu an onu yanında istiyordu ve onun için bunca şeyi göze almışken iki ağacın arasında olduğunu bilip de buradan gitmek olmazdı. Sahiden hala ormanda mıydı ki? Titreyen telefonunu fark etti Özgür. Cebinde sürekli titrediği için artık rahatsız olmaya başlamıştı. Açmamakta kararlı gibiydi ama arayan her kimse aramakta kararlıydı. Telefonunu çıkarıp arayan kişinin kim olduğuna bakmıştım ki bunun Sinan olduğunu anlamıştım. "Sanki nerede olduğumu bilmiyor!" Ağzından savurduğu küfürün ardından sert sesiyle kendi içinden geçenleri dışa vurmuştu. Açıp kulağına götürmüştü ki kardeşinin sesini duymuştu. "Abi sen neredesin? Gülşah nerede? Buldun mu onu? İyi mi? Ne zaman oldu hiçbir haber vermedin. Hani arayacaktın beni! Ayrıca o kadar aradım seni niye açmıyorsun? Çok korktum sana, size bir şey olacak diye. Şimdi bana olanları anlat. Bulabildin mi Gülşah'ı?" Bu kadar konuşmak fazla değil miydi bir insana? O esnada aklında Gülşah ile olan bir anısı canlandı kafasında. Daha yeni tanışmışlardı ama aklına hep o geliyordu. Gülşah Özgür'e ne yapmıştı böyle? "Biliyor musun?" Dedi Gülşah olabildiğince utangaç bir sesle. "Aslında buraya ilk defa gelmiyorum ama hiç bu kadar karışık gelmemişti buralar bana." Ne yani Gülşah buraya ilk defa gelmemiş miydi? Özgür'ün aklına ise bir sürü soru gelmişti. "Öyle mi? Peki bir sakıncası yoksa sana nedenini sorabilir miyim?" O an her ne kadar neden geldiğini öğrenmek istese de bunu neden merak ettiğini sorduğunda ne söyleyebileceğini bilmediğinden olsa gerek bir u dönüşü yapmıştı. "Yani neden karışık geliyor?" "Aslında bunu bende bilmiyorum. Buralara çıktım ama böyle detaylı inceleyecek kadar derinlemesine incelememiştim. O an yanımda ablam, Halil abim ve küçük kardeşim de vardı. Yani böyle oturup uzun uzun düş kurabileceğim bir ortamda değildim ama o an aklımdan tek bir şey geçmişti. Buralar çok güzeldi ve ben sürekli bunu söylüyordum ama şimdi hâlâ güzel geliyor gözüme ama artık farklı bir güzel. Kanlı bir güzel." Kanlı güzel. Buralar artık onun için bunu mu ifade ediyordu? Uzun uzun konuşmuştu. Normalde insanların uzun uzun konuşması canını sıkardı ama onun sözlerini bir an bile kaçırmamak için dinlemek istiyordu Özgür. Sesi mi ona huzur veriyordu yoksa sözleri mi ona düş kurduruyordu? Sanki çok büyük bir hata yapmış gibi baktı bir anda Gülşah. "Özür dilerim benim biraz çenem düştü galiba. Arada oluyor böyle ama yemin ederim isteyerek olmuyor. Özür dilerim." Özgür'den konuştuğu için mi özür diliyordu? Hemde bir kere değil iki kere özür dilemişti. Gülşah'ın bununla ilgili bir anısı olabilir miydi? Çünkü insanın tarihi geleceğini ve bugünü etkilerdi öyle bir kerede yabana atmak olmazdı. Telefondan gelen ses ile kendine gelmişti Özgür. Fazla zaman kaybetmişti hemen onları geçiştirerek telefonu kapatmıştı. O an fark etmişti hava git gide soğuyordu ve kararıyordu. Ne kadardır burada Gülşah'ı arıyordu bilinmezdi ama bilinen bir şey vardı ki o da acele etmesi gerektiğiydi. "Mavi gül!" Yeniden sesi ormanı inlettiğinde birkaç adım ötede parıldayan bir şeyi fark etmişti. Ağzının içinden bir küfür savurduğunda ne olduğunu fark etmişti. Bu bir mermiydi. İçindeki korkuyla karışık endişe duygusu daha da kabarıyordu öyle ki ona nefes bile aldırmıyordu. "Allah'ım sen onu koru." İçinden her ne kadar Gülşah ile alakalı olmamasını istese de aklına kendini kandırabileceği tarzda hiçbir şey gelmiyordu. Eğilip eline aldığı mermiye baktı uzun bir süre. Bu mermiyi tanıyordu. Bunu unutması nasıl mümkün olabilirdi ki. Ağzının içinde ikinci kez bir küfür savurduğunda bunu bilmesi gerektiğini düşündüğü için kendine kızıyordu. Bu mermi Satana'ya aitti. Üzerinde kazılı olan çapraz iki mızrak bunun göstergesiydi. Bu onun simgesiydi ve tıpkı bu merminin üzerine kazındığı gibi akıllara kazınıyordu. O an fark etmişti Özgür. Aslında konuşması hiç bir işe yaramamıştı veya bunun içinde başka bir anlam aramalıydı. Kahretsindi. Hiçbir şeyi düşünemiyordu. Aklı sürekli Gülşah'a gidip duruyordu. "Ah Maviş gül ah!" Ona ne yaptığını hiçbir zaman anlayamayacaktı değil mi? Bu artık hep bir bilinmez olarak kalacaktı. Yine ilerlemeye başladı Özgür. Artık bir yandan da zamanla savaşıyordu. Salih evden Satana'nın bu işte bir parmağı olup olmadığına bakıyordu. Belki de normal bir insan için ormana bakmak fazla anlamsız gelebilirdi ama Özgür biliyordu. O buralardaydı. O kadar acısına rağmen ormandan çıkmamıştı. Gülşah'a göre burada bulunmak çok daha zor olacağından en güzel saklanma yerlerinden biriydi ki haklıydı. Orman birinden kaçmak için gayet güzel bir yerdi ancak sıkıntı şuydu ki başına bir iş geldiğinde onu bulmak çok daha zorlaşıyordu. İşte Gülşah'ın unuttuğu konu buydu. O zaten hiçbir zaman düşünmezdi ki kendisini. Özgür emindi, kendisi için kaçmamıştı. Aslında bunun iki sebibi vardı ve bunların ikisi de besbelli ortadaydı. Birincisi peşlerindeki adamın onun için geldiğini düşünüyordu. Yanında Feride'de olduğundan ona zarar gelmesin diye ondan uzaklaşmaya çalışıyordu çünkü ona göre o fazlasıyla suçluydu. Bilmediklerini bilseydi acaba yine böyle mi olurdu doye geçirdi içinden Özgür. Haklı bir düşünceydi ve tahmin etmek hiç de zor değildi ama zor geliyordu işte. İkincisi ise bu yüzden adamı peşine takıp Feride'yi hatta belki de hepsini güvence altına almaktı. Özgür Gülşah'ı korumak istiyordu ancak Gülşah Özgür'ü korumak için ondan kaçıyordu. Bu ikisinin koruma iç güdüsü bir tek birbirini etkiliyor gibiydi. "Seni bulduğum gibi gerçekleri anlatmak geçiyor içimden." Bir an aklına öyle bir şey olursa Gülşah'ın yapabilecekleri gelmişti. En kötüsünü yapıp gidebilirdi. Çünkü bir insan ancak güvendiklerinin yanında rahat bir şekilde kalabilirdi. "Ama yapamam. Senin için onca şeyi göze almışken senin için seni göze alamam. Beni affet Mavi gül." Hep özür dileyen Gülşah olamazdı ki Özgür'ün özrü Gülşah'ın yanındaydı ama duyabileceği bir şekilde değildi. Uzaktan bir şey dikkatini çekmişti. Bir beyazlık vardı ve Gülşah'ın üzerinde de beyaz bir sweatshirt vardı. Bunu biliyordu. Onu daha iyi görebilmek için yaklaştıkça umudu arttı. Yüzünde olabilecek en umutlu gülümsemesini karşısındaki, gözleri kapalı kadına sunmuştu. Daha da ilerlediğinde koyu kahve saçlarının kapladığı yüzünü gördü Özgür. Küçük bir yokuşun ucunda gözleri kapalı öylece yatıyordu. Az önce korkuyla karışık endişe duygusu tekrardan bedenini hatta ruhunu kapladı. Neyse ki bu çok da uzun sürmemişti çünkü inip kalkan göğüs kafesi Maviş kızın yaşadığını söylüyordu. "Buldum seni. Seni buldum Mavi gül." Hemen o yokuştan aşağıya inerek başını dizlerine koydu Özgür. İlk önce her ihtimale karşı nabzını ve kalp atışını kontrol ettiğinde tuttuğunu fark etmediği nefesini vermişti. Avucunun içinde görmesi çok da zor olmayan yaraları fark etmişti. Kim bilir kaç kere düşmüştü? Yüzüne hafifçe eliyle vurduğunda ona sesleniyordu. "Hey." Uyanması gerekiyordu çünkü artık hava kararıyordu. Onu kucağına alıp götürmek Özgür için çok da zor değildi elbette ama onu yanında görmek istiyordu. Mavişlerini özlediğini en derinden hissediyordu. "Uyan." Kirpiklerinin kımıldadığını gördüğünde fark etmişti. Gülşah ağlamıştı ve göz yaşlarını silmeden akmasına izin vermişti. Öyle ki hepsi yanağında kuruyup kalmıştı. Hafif de olsa cılız bir sesle ve aralık, baygın gözlerle bakıyordu Gülşah. Dudağının iki kenarı da yukarı doğru kıvrıldığında kendisini hem çok rahat hem de bir o kadad diken üzerinde hissediyordu. "Yine sen buldun beni." Haklıydı. Yine Özgür bulmuştu. Üzerinde öyle çok da durulması gerekilmeyen bir şey gibi duruyordu ama hayır bunun Gülşah için olan önemini anlamak çok da zor olmasa gerekti. "Ben sizin için sizden uzaklaşmıştım." Durdu ve yeniden devam etti. Özgür ise Gülşah'ın, konuşurken zorlanmasından olsa gerek, yavaş da olsa konuşmasını dinliyordu. "Ben sizi korumaya çalışırken niye yeniden beni yanına çekiyorsun?" Kırıcı değildi ama kalbe dokunan sözlerdi bunlar. Özgür'e vicdana azabı çektiren kendisi değildi. Karşısındaki kadının ta kendisiydi. Her bir sözü ona gerçekleri hatırlatıyor ve kalbine her seferinde bir öncekinden daha ağır bir yük koyuyordu. Gülşah bunun farkında değildi ama yalanlarla donatılmış bir düzeni kuran kişiye güvendiği bariz ortadaydı. Bir süre birbirine baktılar ardından Özgür sözlerine başladı. "Senden beni veya bizi korumanı istemiyorum. Koruma işini ben üstlendim zaten senin yapman gereken tek şey benim yanımda durmak." Karşısındaki kadının baygın mavi gözleri içini daha da acıtıyordu. Gözlerinin kaydığını gördüğünde ağzının içinden yeniden bir küfür savurdu. O an cılız bir ses duymuştu. "Küfür etme." Diyordu o ses. Onun içinden ormana girdiğinden beri kaç kere küfür ettiğini bilmese de olur gibi görünüyordu. Hemen onu kucağına aldı Özgür. Sanki kollarında Gülşah değilde yaralı bir kuş varmış gibiydi. Ya da ellerinin arasında camdan bir nesne tutar gibiydi. Hem onunla ilgileniyor hem de yola devam ediyordu. "Şimdi gözlerini kapatma ve benimle konuş." Gülşah onun bu emir tarzındaki sözlerine uyacak mıydı? İşte orası bilinmezdi. Bunu birazdan göreceklerdi. "Hey Maviş prenses sana söylüyorum." Başını biraz eğdiğinde Gülşah'ın baygın bakışları ve yüzündeki o anlam veremediği silik tebessümü ile karşılaşmıştı. Sanki bunun tek bir anlamı var gibiydi. Acı. Evet, Gülşah acı çektiğini söylüyordu daha doğrusu anlatmaya çalışıyordu. Özgür bunu anlıyordu anlamasına da elinden gelen tek şey daha hızlı olmaktı. "Ne söyleyeceğim ki?" Titrek ve cılız sesini duymak git gide daha da zorlaşıyordu. Kararan gökyüzü, soğuyan hava ve uyumaya direnen kollarındaki kıza baktı Özgür. Her şey mi alehine olurdu? Şu an tam olarak böyleydi. "Anlat sen ben dinlerim." Bir yandan hızlanıyordu ama Gülşah'a dikkat etmesi gerektiğini hatırladığında yeniden yavaşlıyordu. Bir anda aklına bir şey gelmiş gibi oldu Gülşah. Vücudu kasılıyordu. "Feride? O nasıl?" Kendi içinden bunu daha erken fark edemediği için kendisine kızıyordu. Verdiği bu içsel savaşın ise soru olarak dudaklarından dökülmesi onu bir nebze de olsa rahatlatmış gibiydi. Umuyordu ki umduğu gibi giderdi tüm işler. "Sana beni konuşturmanı söylemedim uyumamak için konuşmanı söyledim." Özgür şu an fazlasıyla zorlanıyordu üstelik bu yaptığından dolayı ona fazlasıyla sınırlı ve öfkeliyken sinirini çıkarabileceği bir yolu bile bulamıyordu. Birine ya da bir şeye çok fena patlayacağı bariz bir şekilde ortadaydı. Umuyordu ki bu gerçektende sinirini çıkarmak istediği biri olurdu. Kollarının arasında bir kuş misali duran kadının bağırmaya çalışmasına rağmen cılız sesini duyuyordu. "Bana bağırma. Zaten uykum var, uyursam görürsün." O an fark etmişti Özgür. Gülşah sadece çaresiz olduğu anlarda güçlüleşiyordu. Pes etmiyordu. Ama güçlü olduğunu hissettiği an o gücü korumaya çalışmıyordu. Bunun nedeni neydi? Bunu fark edemiyor muydu? Elinden geldiğinin fazlasını ortaya koyuyordu Özgür. Sahiden daha tanıştığı bir hafta bile olmazken ona bu kadar değer vermesi normal miydi? "Tamam ulan tamam. Konuş benimle." Sesi beklediğinden daha çok çıkıyordu ve bunun nedeninin ne olduğunu anlamak çok da zor olmasa gerekti. "Feride?" Az önce söylediklerinin cevabını bekliyormuş gibiydi. Şu anda bulamadım demek geçiyordu Özgür'ün içinden ama Gülşah'ın durumunu görmek çok da zor değildi. Kör ve sağır olamayan herkes bunun farkına varabilirdi. Tek bir söz söyledi. "İyi." 🌊 İnsan her zaman zor durumda olduğu zamanlarda mı anlardı bir şeylere yada birilerine zarar verdiğini? Bunu hep içimizde yaşatmamıza rağmen kendimize söylemek için neden hep bu anları beklerdik ki? Belki de beklenmedik bir anda gelecek olan bir his için bunca zamanı çöpe atarak tek bir ana, birkaç dakikaya sığdırmak ne kadar mantıklıydı? Bu bir insanın birisini sevdiğini söylemesi için son nefesini beklemesi gibi değil miydi? Böyle söylenince kulağa fazla acımasızca gelebilirdi ama insanlar bunu hep yapıyordu. Artık silkelenip uyanmanın vakti gelmişti. Onca duruma rağmen ormandan çıkmaları bir hayli zor olmuştu. Zaten aklı başında olmayan Özgür bir de yolu hatırlamaya çalışıyordu. Gülşah ise bu sırada Özgür'e defalarca kez onu yere indirmesi için teklifte bulunsa da Özgür'ün sadece Gülşah'ın gözlerine bakması yetiyordu. Çünkü hala baygın bakışlarını koruyordu. Ormandan çıktıktan sonrada hastaneye gitmişlerdi. Elbette Gülşah bunu istemiyordu çünkü Satana gibi düşünmeye çalışıyordu. O ismini, kim olduğunu bilmiyordu ama aklında kurduğu o kötü adam gibi düşünmek onun için çok zor değildi. Ancak Özgür onu dinlememiş ve hastaneye getirmişti. Şu an ise Gülşah kaldığı odasında uyurken Özgür koridordaki sandalyelerden birinde oturuyordu. Öyle bir dalmıştı ki o an yanına gelen Salih'i bile fark etmemişti. Uzun uzun yerdeki bir noktaya bakıyordu. O an aklından geçenleri o bile kontrol edemezken birinin onu bu çıkmazdan çekip çıkarması gerekiyordu. Ve bu görevi de üstlenen kişi Sinan'ı ta kendisiydi. "Karlı?" Kara kara durup düşünen ela gözleri dikkat çekiyordu. Birbirine girmiş kumral saçları ise sürekli elleriyle kafasını karıştırdığını söylüyordu. "Sen gerçekten iyi misin?" Bakışlarını ne zamandan beri baktığını bilmediği o noktadan çekti Özgür. Sinan'a ve karşısındaki sandalyelerde uyuyan kardeşine baktı. "Bir an ona tüm her şeyi anlatmak istedim biliyor musun? İçime öyle bir güç doğdu ki o an olacakların hepsini yok sayarak ona anlatmak istedim." Durdu ve derin bir nefes alıp devam etti. "Ama o kadar çok bencilim ki lanet olası şu hislerimden vazgeçip şu kıza daha fazla yalan söylemeden gerçekleri anlatamadım." Kendine kızmakta fazlasıyla haklıydı. O kadar çok haklıydı ki bunun sonucunun farkına bile varabiliyordu. "Babam her zaman yalanın tıpkı uçsuz bucaksız bir kuyu gibi olduğunu söylerdi. O kuyuya düşmeden kurtulmak istiyorum ama olmuyor." Bakışlarını Sinan'a çevirdiğinde bir kez daha ona sordu. "Söylesene ne yapmam lazım? İçimi soğutacak bir şeyler söyle bana." İçinin soğumasını istiyordu. Daha bu kuyuya düşmeden buradan kurtulmak istiyordu Özgür. Kendi bencilliğini hiçe sayarak bunları yapmak istiyordu ama ona engel olan bir el değil bir çok el vardı. Başı gelmişti bunun ama sonu başı gibi olmayacaktı. Bunu biliyordu. "Karlı her ne karar verirsen ver göz önünde bulunduracağın şey Gülşah olsun. Onu duygularınla yönlendirmek yerine onu kendi haline bırak." Bakışları değişti Özgür'ün. Ona onu bırakması gerektiğini mi söylüyordu? "Ya öyle değil. Yanlış anladın." Durdu ve devam etti. "Ona çizdiğin sınırların içinde serbest bırak. Her şeyi yalanlamak yerine mantıklı kaçamak yanıtlar vermeyi dene." Bu kulağa niye bu kadar mantıklı geliyordu? Kurduğu plandaki çoğu şeyi de yapmasına gerek kalmazdı. Umutla karışık mutlu ama aynı zamanda sınırlı ve öfkeli bakışlarını Salih'e çevirdiğinde kaşlarını büyük bir duyguyla çatmıştı. "Madem böyle fikirlerin var niye bana bunca şey olduktan sonra diyorsun oğlum? Sorunlu musun?" Sinan'ın kıkırdama sesini duydu Özgür ardından sesini. "Bunu daha kaç kere söyleyeceksin?" Her seferinde aynı şeyi söylüyordu. İstedeği cevabı anlıyordu anlamasına da Sinan ona böyle bir cevap vermeyecekti. Gözlerini kırpıştıran karşıdaki bir çift ela göze takıldı Özgür'ün gözleri. Yeni uyandığı besbelliydi çünkü hala etrafına 'ben neredeyim' edasıyla bakıyordu. Abisini gördüğünde ise rahatlamış bakışlarının ardından yüzünde minik bir tebessüm oluşmuştu. "Günaydın." Abisinin gülümsemesi ile karşılığını almıştı. Özgür belli etmemeye çalışıyordu ama her ikisine de oldukça sinirli olduğu gerçeklerin ta kendisiydi. Şu anda belki üzerine bir sünger çekmiş gibi yapıyordu ama daha sonrasında da bunu onlara sormayacağının garantisini veremezdi. Sinan ise bu davranışlarına anlam veremiyor olacak ki kısık bir sesle yanındaki Özgür'e bir şeyler söylüyordu. "Fazla sakinsin. Sence korkmalı mıyız?" Korkması gereken onlar değildi. Korkması gereken başkalarıydı. Sessiz kaldı Özgür. İçindeki o planlardan bahsetmek istemiyordu. Hiç tanımadığı insanlar için binayı havaya uçuran bir adam uğruna birçok şeyden vazgeçtiği o kadın uğruna neler yapamazdı ki? Fazla hafife alıyorlardı ama öyle kolayca yabana atılmaması gerekiliyordu. Çünkü insanın en büyük özelliği zaaflarıydı. Gerisini anlamak ise fazla zor değildi. İçeriden çıkan doktoru gördüğünde ise hemen ayaklanıvermişti. Doktorun yanına giderken içinde o ormandaki hissin aynısı vardı. Bunun adını koyması için daha zamanı var gibiydi. Sadece Özgür değil Feride'de ayağa kalkıp doktorun yanına gelmişti. "Gülşah, o nasıl?" Abisinden önce davranan Feride olmuştu. "Eşinizin durumu şu anlık iyi. Başına fazla darbe almış ve vücudunun çoğu yerinde morarmalar mevcut. Vücut ısısının düşmesi onu bu denli etkilemiş ollmalı çünkü dikkat edilmesi gerekilen her hangi bir detay yok." Kahretsindi. Özgür bunu nasıl fark edememişti. O anki sıkı koşturmanın içinde bunu fark edememişti. O kadar çok korkuyordu ki doktorun onları eş sanmasını bile fark edememişti. Mutluluktan dolayı olsa gerek dolan gözlerinin kırpıştırarak abisine baktı Feride. Ardından ise doktora dönerek titreyen sesini duyurdu. "Başına darbe aldı demiştiniz. Başa alınan darbeler vücutta belli bir şekilde kendini belli eder. Acaba bayılması bu yüzden olabilir mi?" Titreyen sesi, çenesi ve bedeni ile ela gözlerini karşısındaki doktora dikmiş ondan gelebilecek güzel haberleri bekliyordu Feride. "Tabii bu da bir etken ancak vücut ısısını koruyamaması da bir etken. Belli bir süre kendisine dikkat etsin. Soğuktan ve stresten kaçınsın. Bu ona çokça iyi gelecektir. Bir de zaman zaman gelecek olan denge problemleri mevcut olacak. Bunun hasta ile bir ilgisi yok yani bir yere takılıp düşmesinin dışında hiçbir neden yokken bile bu tarz durumlarla karşı karşıya gelebilirsiniz." Özgür başını salladığında doktor konuşmasına devam etmişti. "Bir iki tane ilaç yazacağım bunları düzenli kullanırsa birkaç güne kendini toparlar. Geçmiş olsun." Deyip uzaklaştığında Sinan'ın sesi duyulmuştu. Bu kız zaten her yerde düşmüyor muydu şimdi bir de denge problemleri yokmuş gibi bu da mı gerçekleşecekti? Özgür'ün işi git gide zorlaşıyordu artık. Bir yandan onu korumaya çalışırken şimdi bir de onun canının yanmaması için çabalayacaktı. "Bak Karlı korktuğun gibi bir şeyi yok. Aklından şimdi neler geçiyorsa hepsini çöp kutusuna at ve o dolu olan aklını bir nebze de olsa boşalt. Yoksa iyice kafayı yiyip delirecek sonrada başıma kalacaksın." Gerçekten tek derdi bu muydu? Özgür gerçekten de kendi gibi birini bulmuştu. "İlk defa yanıldığıma sevindim. Sus ve bunu gidip bir taşın üzerine kazı." İkisinin konuşması şahit olan Feride ise o an ki duygularını bir köşeye bırakmış abisinin hiç görmediği o halini izlemeye başlamıştı. Hep fazla korumacı, fazla sahiplenici bir özelliği varken asla eğleneceye zaman ayırmayan biriydi. Evin küçük oğullarından biri olmasına rağmen babasından sonra evin tüm yükü ona kalmıştı. Feride'nin gözlerinin önüne bir sahne gelmişti. Aslında bu çokta yabancı olduğu bir an değildi ama yine de duygulanıyordu. Abisinin ve kendisinin küçüklüğünü görmek onu eski günlere ışınlayıvermişti sanki. "Abi!" Küçük bir kız çocuğu vardı. Ela gözleri ile etrafı incelerken gördüğü kişi ile çığlık atmıştı. Sırtındaki çantası ile abisine doğru koşmaya başlamıştı. Aslında aralarında öyle pek bir yaş farkı yoktu ama abisi ona o yaşına rağmen tıpkı bir baba gibi davranıyordu. Özgür'ün ise sırtındaki çanta kitaplarından dolayı ağırlığını korurken o yorgunluğu bir kenara atıp kardeşine en güzel gülümsemesini sunması sadece saniyelerini almıştı. Aslında aynı okulda okumuyorlardı ama yine de Özgür kardeşini okuldan alma işini üstleniyordu. Feride ise hızlıca koşar adımlarla yürüyüp abisinin yanına vardığında ona kocaman sarılmıştı. Abilerinin arasında en sevdiğini seçmesi çok da zor değildi çünkü Özgür ailesi adına pek çok fedakarlıkta bulunmuş, üstelik o yaşına rağmen ailesi ile ilgili pek çok şeyde görev alıyordu. . Küçük kız kardeşinin elinden tuttu Özgür ve onunla beraber eve yürümeye başladılar. Bir yandan konuşuyor bir yandan da yürüyorlardı. "E okul nasildi abisunin guli?" "Eyi, yane ne köti ne de has." Okulda bazıları ile sorunu vardı Feride'nin. Gerçi onunda çok uslu bir kız olduğu söylenemezdi bu yüzden çok da şaşırmamak lazımdı aslında. Kaşlarını kaldırarak baktı Özgür kardeşine. Feride ise o an anlamıştı abisinin ne demek istediğini ağzına fermuar çekiyormuş gibi yapıp susmayı tercih etmişti. Aslında en iyisini yaptığına emindi çünkü abisi onun nasıl bir çocuk olduğunu gayet iyi biliyordu. "Ula bir kere de rahat dur da. Bulaşup durma ha şu uşaklara. Tepem atayi he." Abisinin en çok kullandığı sözlerden birisiydi. Feride'nin ise buna cevabı hazırdı. "Tutayum da uçmasun o tepen." Ardından hızlıca koşmaya başlamıştı çünkü abisinin ters bakışlarını görmüştü. Peşinden gelen abisi ile eve kadar bu şekilde ilerlemişlerdi. İçeri girdiğinde ise abisi Uğur'un arkasına geçmişti. "Ula noliyi?" Uğur'un ne olduğuna anlam veremediğini söyleyen sesi ise şaşkınlığını saklamıyordu ki. Özgür'ün kapıdan girmesi ile Feride daha da kendisini daha da Uğur'un arkasına çekmişti. "Yağiz noliyi?" "Olan olayi abi. Olan olayi." Gördüğü örgülü saçlar ile Feride'yi görmüştü. "Sende gel ha şuraya. Attırma tepemi!" Ne tepesi varmış arkadaş! Bir atsa da kurtulsak! "Abi kori benu. Vallahi hep yer kulaklarumi." O an anlamıştı Uğur neler olduğunu tam bir şey söyleyecekken annelerinin içeriden gelen sesi ile hepsi birden içeriye, salona geçmişlerdi. Babalarını kaybettikleri çok fazla olmuyordu ama Uğur da, Özgür de anneleri ve kardeşlerinin morallerini yüksek tutmak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı. Anneleri ile her zamankinden fazla zaman geçiriyor kimi zaman ise Özgür okula gitmeyip annesi ile evde vakit geçiriyordu çünkü anneleri onlara evlatlarının onun için en iyi merhem olduğunu söylemişti. Kimi zaman onlarda akıllarına gelenlerle üzülüyorlardı ancak sonradan akıllarına babaları geliyordu ve yeniden kendilerini toparlayıp anneleri ve kardeşleri için ayağa kalkıyorlardı. Babalarının sözleri onlar için oldukça önemliydi çünkü artık o yoktu ve sözleri onlara babalık yapacaktı. İnsan tek başına kalınca değil, düşünce kaldıranı olmadığında yalnızlaşırdı ve Özgür de abisi de bunu bildiğinden ne annelerini ne de kardeşlerini yalnız bırakmıyorlardı. Düşeni nasıl kaldıracaklarını bilmediğinden düşmelerine izin vermiyorlardı. Sürekli kollarından sıkıca tutuyor düşecekleri zaman onlara izin vermiyorlardı. Çaresizliğin kaçıncı boyutuydu bu? |
0% |