@krpapatyassi
|
13. BÖLÜM: Yeniden Başlamak Sayfayı atla ve yepyeni bir sayfaya başla. Eskiler arkalarda kalsın. Her geçen gün daha da farklılaşıyordu. Her geçen dakika sanki birbirinden daha da kopuyordu herkes. Niye böyle olduğunu kimse anlayamıyordu ama gerçekler buydu. Sanki geçen her saniye aralarına başka bir duvar örüyordu. Özgür hastaneden çıkmamıştı daha doğrusu Gülşah'ı yalnız bırakmak istememişti. Bu her ne kadar Sinan ve Feride'nin işine geliyormuş gibi dursa da ikisininde hastaneye gelmesini sabırla bekliyordu Özgür. Arada Gülşah'ın yanına gidiyor ve uyurken onu izliyordu. Bunu neden yaptığını kendisi bile bilmiyordu. Yine girmişti o odadan içeriye ama Gülşah yine ve yine uyuyordu. Bir kere kendi uyumuştu ondan sonra uyansa bile doktorlar kendisi uyutmaya başlamıştı. Özgür bunun nedeninin gördüğü halüsinasyon olduğunu düşünüyordu ancak şu anlık doktora sorma fırsatını yakalayamamıştı. Mavi gözlerinin kapalı olması fazlasıyla can sıkıcıydı. Uyanıp utana sıkıla konuşmaması ve kayan yıldızlardan dilek tutmak yerine kutup yıldızından dilek dilemesi. O farklıydı ve onun bu farklılıkları onu daha da vazgeçilemez kılıyordu. Derin bir nefes alıp vermişti Özgür. "Uykucu." Her seferinde aynı şeyi söylüyordu. "Uyu anca uyu zaten. Canım sıkıldı be kızım." Canının sıkılması mıydı asıl sıkıntısı yoksa başka bir şey miydi? O bunun cevabını biliyordu ama bazen insan her bildiğini kendisine yediremezdi, kabullenmezdi. Özgür de şu an tam olarak bunu yaşıyordu. Yeniden koltuğuna oturmuş ve yine bir umutla Gülşah'ın uyanmasını beklemeye başlamıştı. Kendisini niye bu kadar farklı hissettiğini bir türlü anlayamıyordu. Onunla bu kadar yakın bir bağ kurması sonucu daha da çıkmaza sürüklerdi. Amacı Gülşah'ı korumaktı. Ona zarar vermeye çalışan bir ekibin üyesiydi. İstese bile Gülşah bunları öğrenince aralarında her ne kadar yakın bir bağ olursa olsun kırılacaktı. Gülşah ailesine çok önem veriyordu ve Özgür ondan ailesini alıyordu. Buna hakkı yoktu ama yapıyordu işte. Derin bir nefes alıp uyuyan kadına baktı Özgür. Ona her şeyi anlatmak geçti içinden. Bütün her şeyi bilsin istedi ancak olmazdı. Şimdi uyuyordu ancak ve ancak şimdi söyleyebilirdi. Bilinci açık değildi en azından kendi kendini rahatlatmak için bunu yapabilirdi ki öyle de yapacaktı. "Mavi. Ben senden çok şey sakladım ve hala daha saklıyorum. Seni ailenden uzaklaştırmak zorundayım küçük kız, bilmiyorum bunu öğrendiğinde neler olacak ama tek bildiğim yapmak zorunda olduğum. Seni onların yanına yeniden gönderemem. Lütfen bunu sorgulama ama yapamam ve emin ol bu benim için değil senin için Mavi Gül. Bilmiyorsun ki senin için yapılanları, bilmiyorsun ki senin yaşaman için gerekli şartları. Ben seni yaşatacağım Deniz Kızı. Seni yaşatıp her şeyi sana göstereceğim ama tek dileğim o zamana kadar bana, bize karşı olan tavrının değişmesi. Başka bir yolu yok Mavi." Uzun uzun konuştu Özgür. Bir an bunları Gülşah'ın duymasını istedi ama duymuyordu. Bilinci bile açık değildi ki. Dışarıdan gelen sesler ise odanın içerisine kadar girmişti bile. Feride ve Sinan gelmişti ancak hiç şaşırtmayacak bir şekilde yeniden tartışıyorlardı. İnanılmayacak bir şey değildi çünkü ikisi de tamamen zıt karakterdeydiler. Mesela Feride daha çılgın ve deli dolu biriydi. Ancak Sinan daha sakin bir hayat istiyormuş gibiydi. Açıkçası onun bu işlere Özgür için bulaştığı besbelliydi ancak her ne kadar kaostan nefret etse de Özgür için buna dayanıyordu. "Bücür! Kimse sana göstermedi mi bir arabanın kapısının nasıl kapatılması gerektiğini? Kızım koğuş kapısı kapatmıyorsun, araba kapısı bu!" Sinan'ın sert sesini duymuştu Özgür. Sinan'a her konu da güvenirdi. Sinirli olsa bile kardeşine zarar vermezdi ancak buradaki hastalar için dışarı çıkması gerekiyordu. Oturduğu koltuktan homurdana homurdana kalkarken gözleri bir yandan da Gülşah'a kayıyordu. Adımlarını daha da hızlandırırken bir yandan da kendisine kızıyordu. Niye sürekli ona bakıyordu ki? Uyuyordu işte. Rüyasını bile merak etmesinin nedeni neydi? "Elimizden gaydi diyrık ya ne hâlâ uzatı duyirsın?" Feride'nin savunması gerçekten de harikaydı. O an kapı açıldığında bakışlarını abisine çevirdi. "Abi şu Dağ ayısı yavrisina bir şey de. Elimden kaydi diyrım yok gardiyan mısın sen diyi. Kafasinda var midur azcuk kirukluk?" "Nedir bu kavga? Yav ben sizin babanız mıyım? Her gün okula giden veli gibi hissettiriyorsunuz bana. Buna ne hakkınız var lan!" Gözlerini ikisinin üzerinde gezdirdi Özgür. Artık tartışmalarından gerçekten bıkmıştı. "Bolat anlat koçum nedir sıkıntı? Niye hastane ortasında kavga ediyorsunuz?" Tıpkı küçük çocuğun kavga ettiği kişiyi ailesine ispiyonlaması gibiydi şu an halleri. "O kadar eziyet çektik şu bücür yüzünden şimdi de arabanın kapısını koğuş kapısı gibi kapatıyor." Sözlerinin bitimi bile kaşlarını çatıp bakmıştı ona Feride. Özgür ise Feride'ye çevirmişti bakışlarını. Tam kendini savunmak için konuşmaya başlayacakken abisi başlamıştı sözlerine. "Elinden kaydı ya da isteyerek olmadı değil mi abiciğim? Hatta belki de kapı kendi kendine kapanmıştır he güzel kardeşim benim?" Gülen yüzü bir anda ciddileşmişti. "Yemezler güzelim. O kapının yavaş kapatılması gerektiğini sana göstereceğim." Feride ise abisine cevap vermek yerine aklına gelen ilk cevabı yapıştırmıştı. "Öğrenci sayın iki abiciğim haberin olsun çünkü Gülşah ile bu konu da aynıyız." Bu sefer ise Feride gülümsemeye başlamıştı. Özgür gerçekten bu iki kadın ile ne yapacağını düşünürken Sinan sessizce geçip oturaklardan birine oturmuştu. O an Özgür'e seslenip haklı sözlerini dile getirmişti. "Gel Karlı gel. Bu ikisi bizi geçecek." Öyle bir şey olur muydu meçhuldu. Bir taraf bina patlatıyordu ancak diğer tarafında bunu yapma potansiyeli vardı. Hepsi biliyordu ki eğer Feride de Gülşah da istese değil bina saray bile patlatırlardı. Onlardaki öyle bir şeydi. Kaçmak bazen çare olmazdı neyden kaçarsan bir gün o senin tek yolun olurdu. Neyden kaçarsa bir gün o senin tüm yollarını kapatırdı. İnsan kaçmayacaktı, insan kovalamayacaktı. İnsan yüzleşmeliydi. Yüzleşmeli ve bu yükten kurtulmalıydı. Ancak yüzleşmek söylendiği gibi kısa sürmüyor, duyulduğu gibi öyle kolay uygulanmıyordu. 🌊 (1 Hafta Sonra) Her şeyin bir nedeni vardır derlerdi ancak nedense Özgür de Gülşah da bu aralar yaptıklarına bir neden bulamıyor bu sözün üstünü örtüyorlardı. Gülşah birkaç gün sonra hastaneden çıkmıştı ancak Özgür hala daha ona şartını söylememişti. Evin önünde oturmuş gözlerini kolyeyi gömdüğü yere dikmişti Özgür. Onu oradan çekip çıkarmak istediğinde ise aklına Gülşah'ın sözleri geliyordu ardından ise ormandaki hâli. Onu iki kez böyle görmüştü. İki kere ormanda durumu feciyken. "Geceleyin duydum. Karlı sen yine ne yapmayı düşünüyorsun? Bak sana kaç kez söyledim. Bırakalım kızı ailesinin yanına dönsün. Satana'yı uzak tutalım onlardan." Aslında Özgür ne zamandır bunu düşünüyordu ancak Gülşah'ın ailesi hakkında söylediklerini de unutmamıştı. "Bak. Kızı görüyorsun. Hastaneden çıktığımızdan beri bırak odayı yataktan çıkmıyor." Haklıydı. Öyleydi. Lanet olsundu ki öyleydi. Gözlerini Gülşah'ın odasına çevirdi Özgür. Belki de yüzüncü kez umutla baktı o kapıya. Küçücük bir umut vardı içinde ancak hayırdı, kapı açılmayı bırak aralanmıyordu bile. Kulpun aşağıya inmesi ile içindeki o minicik umut kabarmaya başlamıştı ancak açılınca görmek istediği sima karşısında yoktu. "Kapıyı kapatabilir misin?" Arkadan gelen cılız ses ise sahibini belli ediyordu. Ela harelerini abisinin üzerine diken Feride ise bakışlarıyla her şeyi anlatıyordu aslında. Ne zamandır böyleydi ve daha da önemlisi daha ne kadar böyle kalacaktı? Özgür çok uzun zamandır tanımıyordu Gülşah'ı ama yine de onu böyle görmek canını acıtıyordu. Niyeydi bu? Adı neydi? "Şu kızın durumu beni fazlasıyla korkutuyor. Karlı, sence ailesinin öldüğünü söylemek ne kadar mantıklı? Yokken böyle kızcağız eğer öldüğünü söylersek yıkılmaz mı?" Yine haklıydı. Ya Sinan da bir şeyler vardı ya da Özgür de. Bu kadar haklılık fazlaydı. Tam bir şey söyleyecekken Feride'nin sesi duyuldu. "Abi. Uğur abim aradı, neredesiniz siz kaç gündür diyor. Bu havada yaylada mı kalınırmış falan, sanki yazın sıcak oluyor da neyse. Haber vereyim dedim malum sonra tepen atayi." Özgür'ün buna bile kızacak hâli yoktu. Kendine fazlasıyla yükleniyor her şeyin suçlusu kendisiymiş gibi davranıyordu. Bu ne kadar doğruydu ki? Feride'nin söylediklerini hiçe sayarak konuşmaya başladı Özgür. "O nasıl?" Kendini fazla belli ediyordu ancak neyse ki Feride de aynı durumda olduğundan bir şey demiyordu. "Nasıl olsun, yine ağlıyor. Ağlaya ağlaya içindeki gözyaşlarını bitirdi." İlk başlarda bu konuyu çok göz önünde bulundurmamıştı Özgür ancak Gülşah'ın hastane odasında kardeşini görmesi ile korkmaya başlamıştı. Çünkü bu bir rüya değildi, uyurken değil gözleri açıkken görmüştü. Belki yanında olmasaydı geldiğini düşünürdü ama Özgür yanındaydı o an ve kimse yoktu. Zaten ne olduysa ondan sonra olmuştu. Uğur'un sözlerini de düşünerek kardeşine döndü Özgür. "Söyle ona konağa geçiyoruz." Yüzündeki geniş gülümseme ile abisine baktı Feride. 'Gerçekten mi' der gibi bakıyordu. Özgür'ün ise gözlerinden bile belli oluyordu ne kadar kararlı olduğu. "Evet, ara abimi geliyoruz de." "E ey o halde ben gaçayrım." Yine dönmüştü dili eski haline. "Dur. Önce ona söyle, öyle abime haber ver." Feride derin of çekince kaşlarını yapaydan çatmıştı Özgür. "Tamam gidiyorum." Çıktığı kapıdan yeniden içeri girince çok da sert olmayan bir kapanma sesi duyulmuştu. Bu Feride dilinde, "Of abi." demekti. Normalde insanlar kapıyı sertçe üzerine vurduğunda sinirli olduğunu belli ederdi ancak Feride bunların aksine genelde sert kapattığından olsa gerek sinirli olunca normal kapatıyordu. Fazlasıyla anormaldi. Feride odaya girdiğinde yine ve yine Gülşah'ın o cılız, hıçkırıklı sesini duymuştu. Kendi kendine bir şarkı mırıldanıyordu. Anlamını bilmiyordu Feride ancak Gülşah için ne kadar değerli olduğunu az çok anlayabiliyordu. "Hasretinle yandı gönlüm Aramızda karlı dağlar Gelecektin gelmez oldun Gözlerimde kanlı yaşlar Gözlerinden akan yaşlar eşliğinde sesinin güzelliği insana farklı duyguları aynı anda hissettiren cinstendi. Gülşah ise Feride'yi duymamış hatta orada olduğunu hissetmemişti bile. Feride kısık bir sesle "Gülşah." dediğinde. Gülşah gözyaşlarını hızlıca silip başını yastıktan kaldırmıştı. Belli olmuyor sanıyordu ama mavi harelerinin içi kıpkırmızı olmuştu. "Efendim." Yine cılız bir ses çıkmıştı dudaklarından. Ağlaya ağlaya kendini harap ediyordu. Yeterdi artık. "Güzelim ağlaya ağlaya kendini mahvediyorsun. Dışarı da çıkmıyorsun. Bir haftadır buradasın. Bana anlat, abime anlat, bize anlat. Kime anlatmak istersen dinler seni. Yeter ki içinde tutma artık." Dolan gözlerini yeniden silmek istediğinde Feride ondan önce davranıp kendisi silmişti. "Abim konağa gideceğimizi söyledi. Hadi kalk artık." Özgür onu geceleri dışarı çıkarken görüyordu. Yalnızca geceleri çıkıyordu dışarıya. Gözlerini kocaman açtı Gülşah. Şaşırmış gibiydi. "Ben gelemem." Kendini suçlu hissediyordu. Başlarına bir şey gelse suçlusu kendisi olurdu. Onun amacı sadece saklanmaktı, saklanmak ve kaçmak. Zaten gitmek istiyordu konağa mı gidecekti bir de? "Ben gelemem, men gelemem yok. Onu abime söyleyeceksin." Bakışlarını odanın kapısına çevirdi Gülşah. İyi de ne diyecekti ki? Herkese İstanbul'dan gelen arkadaşı diye tanıştırıyordu çünkü gerçekleri söylemesini Gülşah istememişti. Özgür'e bunları aramızda tutmalıyız diyen kendisiydi. Şimdi nasıl bir şey bulabilirdi ki buraya? "O zaman ona da söylerim gelemem ben, bana izin versin gideyim." Kurtarması gereken onca can vardı. Bir nevi de haklıydı aslında. Kurtarılması gerekilenler vardı. "Annem bana çok kızacak." Dedi dudaklarının arasından çıkan çok cılız ve duyulmayan bir sesle. Feride'nin sırıtan yüzünün karşısında Gülşah yapacağını anlamıştı ki başını sağa sola sallamaya başlamıştı şimdiden. Ardından gelen ses ile Gülşah gözlerini daha da açmıştı. 'Hayır' diyordu Feride'ye 'yapma' diyordu ama Feride onu dinlemiyordu. "Abi! Gülşah sana bir şey söyleyecekmiş!" Yoktu ki öyle bir şey. Kapıyı kırmak istercesine tıklatan kişi Özgür'den başkası değildi. Feride'nin o sesini kim duysa endişelendirdi. Sanki birine bir şey olmuş gibi bağırıyordu abisine. Feride'nin kapıyı açması ile ise ne diyeceğini şaşırması bir olmuştu. "Sakin." Abisine karşı o garip ses tonu karşısında içerideki Sinan bile gülmeye başlarken Gülşah'ın hala modu düşüktü. Bakışlarıyla ona Gülşah'ı işaret ettiğinde ise Özgür sanki bunu daha önceden biliyormuş gibiydi. Feride'nin sessizce odadan çıkması ile odanın içerisinde yalnızca ikisi kalmıştı. Özgür karşısındaki kadına karşı olabildiğince nahif olmaya emek ediyordu. Özellikle yanında, uyanık halde gördüklerinden sonra direkt kucağına bayılması asla aklından silebileceği bir an değildi. Hani olurdu ya, ölüme kadar insanla olan anıları olurdu. İşte bu Özgür için öyle bir şeydi. Zaten o andan sonra Gülşah eski Gülşah olamamıştı. O an ne gördüğünü kimseye anlatmamıştı. İçinde saklıyordu. Her acısı gibi bunu da kimseye söylemiyor, saklıyordu. Özgür'ün aklına dışarıdaki gömülü kolye bile gelmişti. Ona verse mutlu olur muydu? Ama kopmuş olmasına bile üzülecek bir vaziyetteydi şu an Gülşah. Ayrıca kolye konusunda Özgür'ün daha güzel planları vardı. "Niye gelmek istemiyorsun?" Gülşah bakışlarını Özgür'e çevirdiğinde ikisi de birbirine bakıyordu. Özgür camın oradaki sandalyeyi alıp yatağın yanına yerleştirip oturduğunda bir cevap bekliyordu. Aradan geçen süreye rağmen hiçbir cevap gelmemişti Gülşah'tan. "Sana söylüyorum cevap verecek misin?" Gülşah artık gerçekten Özgür'ü korkutmaya başlamıştı. Bu kadar tepkisizlik fazla değil miydi? "Sana hastanede söylediklerimi unutmadım. Ailen için elimden gelen her şeyi yapacağım bundan emin olmanı istiyorum. Ancak seni de böyle görmek istemiyorum. O hastane odasında ne gördün bilmiyorum, seni bunları sorup darlamakta istemiyorum." Gülşah onca sözün aksine alakasız bir şey istemişti Özgür den. "Dışarı çıkalım mı? Evin önüne. Yıldızları izlediğimiz yere." Bu Özgür'ü mutlu etmişti. Günlerdir odasından çıkmayan Gülşah sonunda odasından çıkmak istemişti. Ayağa kalktıklarında Gülşah'ın o sarsak adımları Özgür'ün aklına doktorun sözlerini getirmişti. "Aslında eşinizi-" derken sözünü kesti Özgür düzeltmek istermişçesine. Bunu daha önce fark etmemişti ancak şimdi fark etmiş ve düzeltmek istemişti. "Eşim değil." "Kusura bakmayın ben sizi eşi sandım. Kapısının önünde beklemeniz bir de tepkilerinin falan o yüzden yani." "Tamam sorun yok." Bir anlığına acaba diye düşündü Özgür. 'Acaba' kelimesi aklında sürekli dolaşmaya başlamıştı. Kim bilir belki de gerçekleşecek olan bir şeydi bu belki de yakın ya da uzak bir zamanda gerçekleşecekti. "Onun bir şeyi yok değil mi?" Endişe içinde az önce böldüğü cümleyi tamamlamasına izin vermişti. "Aslında hayır. Yani size anlattıklarımın dışında bir şey gözükmüyor ancak bu demek değil ki bundan sonrası da böyle olacak. Elinizden geldiğince stresten uzak tutmaya çalışın. Soğuktan korunması lazım ve denge problemlerini ciddiye almak lazım. Sonuçta merdiven başı olabilir ya da dışarı da bir yerde olabilir düştüğünde ciddi bir zarar görebilir. Bunlara dikkat ederseniz iyileşmesi hız kazanacaktır." Duyduklarını bir bir aklına kazıyordu Özgür. Bunların hepsi önemliydi çünkü hepsi Gülşah ile ilgiliydi daha doğrusu Mavi gül ile ilgiliydi. Denge problemleri demişti doktoru. Gülşah'ın bu sarsak adımları ise Özgür'e yalnızca bunu hatırlatmıştı. Kendisini her an düşerse tutabilmek için hazırlamaya çalışıyordu Özgür. Neyse ki dışarı çıkana kadar hatta yere oturana kadar hiçbir şey olmamıştı. Bakışlarını gökyüzüne çevirdi Gülşah. Özgür bunun anlamını anlamaya çalışıyordu, Gülşah ise içinden çocukluğunu yeniden kendisine hatırlatmıştı. "Gök gözlü kız ailesinden çok uzakta. Gök gözlü kız ailesini özlüyor. Gök gözlü kız gökyüzüne çıkmak istemiyor." İnsanın kaçışları boşunaydı. Ya yakalanırdı ya da kabullenirdi. Bunun bir sonu olmalıydı. "Çünkü mavi." Gülşah'ın cevabı fısıldar tonda çıkarken Özgür hiçbir şey anlamamıştı. Gözlerinden belirsizlik akarken bile yine de fazla üzerine gitmemeye, olabildiğince nazik olmaya çalışıyordu. Bakışlarını fark etti o an Gülşah. "Niye öyle bakıyorsun?" Nasıl baktığını düşündü bir an Özgür. Kötü mü hissetmişti diye geçirdi içinden ardından ise cevabını vermişti Gülşah'a. "Çünkü sende mavisin." Özgür'ün sözleri ile bakışlarını hemen ona çevirmişti Gülşah. Mavileri aynı değildi. Gülşah için mavi demek ölüm demekti, ecel demekti, yanılgı demekti, yenilgi demekti. Annesi ona bunu öğretmişken başka bir şey düşünebilmesini kimse bekleyemezdi. Özgür için ise mavi demek mutluluk demekti, huzur demekti, dalga demekti, deniz demekti, gök demekti. Ona ise bu maviyi sevdiren babası olmuştu. Ormanlardan, ağaçlardan nefret ettirip maviyi hediye etmişti oğluna. Mavi ikisinin ortak yanıydı ama ikisi içinde ayni şeyi ifade etmiyordu. Mavi demek ikilem demekti onlar için. Kadın maviye ölüm diyordu, adam ise kaybettiği mutluluğu mavide buluyordu. "Neden Feride'ye tamam demedin? Niye gelmek istemiyorsun?" Dayanamadı Özgür. Sürekli nasıl soracağını düşünürken bir türlü bir çıkış kapısı bulamamıştı kendisine. En sonunda ise çareyi direkt sormakta bulmuştu çünkü böyle giderse öylece duracaklardı. "Sen niye gelmemi istiyorsun peki?" Özgür'ün kaşlarını çatması ile daha açık konuşmaya başladı Gülşah. "Tamam gitmeme izin vermiyorsun, yardım etmek istiyorsun ama niye?" Gülşah'ın sorgusu Özgür'ü bozguna uğratmışa benzemiyordu çünkü bunu kim olsa sorgulardı. Özgür ise ona henüz bilmesi gerekenleri anlatmak için kendisini hazır hissetmiyordu. Bu yüzden yine ve yine yalan söyleyecekti. Sağ elinin tersini sol avucuna vurarak konuşmaya başladı Özgür de. "Vay anasını insanlık yapmak bile sorgulanıyor artık." Özgür sözlerini alaya alarak söylerken, Gülşah o an kendisini savunma ihtiyacı duymuş olacaktı ki yeniden sözlerine başlamıştı. "İnsanlık yapmanı sorgulamıyorum neden insanlık yaptığını sorguluyorum." Özgür ise yeniden alaya alarak cevaplamıştı Gülşah'ın sorusunu. "Sence de bu bir soru olamayacak kadar kolay bir şey değil mi?" Mavi hareler karşısındaki adama anlam veremeyen gözlerle bakıyordu. "İnsanız ya hani, insanlık yapmamız normal değil mi sence de?" "Seni komik şey seni." Özgür'ün bu alaylı sözlerine karşılık susmayı tercih etmişti Gülşah. Normal bir zamanında olsaydı bunu çok daha farklı bir şekilde karşılardı bundan emindi ama şu an hiç şaka kaldıracak hali yoktu. "Gelmeyeceğim çünkü," durdu Gülşah. Öylece karşısındaki adama baktı. "Çünkü?" Diyerek devam etmesini istedi Özgür. Gülşah bir süre ne diyeceği konusunda içten içe kıvranırken dudaklarının arasından dökülen kelimeler Özgür'ün reddedebileceği cinstendi. "Off. Sanki bilmiyorsun niye olduğunu. Maksat iş olsun!" Karşısındaki adam güldükçe daha da sinirlenmeye başlamıştı Gülşah ancak Özgür onun sinirli halinde bile sakin buluyordu. "Yo. Bilmiyorum, söylesene." İnsanın sinirlerini bozmakta bir numaraydı. "Söylemeyeceğim." Tam ayağa kalkacakken Özgür el bileğinden tutarak kalkmasını engellemişti. "Tamam ya. Hemen kızma sende." Kızgın sesiyle cevap vermişti Gülşah da. "Sende hemen kızdırma o zaman." Sinan ve Feride ise ikisinin tartışmasını kapının eşiğinden izliyordu. İkisi de hareketlerine öyle dikkat ediyordu ki ses çıkmasın diye neredeyse hareket bile etmiyorlardı. Fısıltı şeklinde konuşmalarını bile duymuyorlardı. "Bücür. Biz daha fazla izlemesek mi?" Sinan'ın sorusu ile kaşlarını çatarak baktı ona Feride. "Bakma bana öyle hiç izlemek istemeyeceğimiz şeyler yapacaklarmış gibi hissediyorum. Karlı'nın bakışları sağ olsun, benim için güzel bir delil." Feride bakışlarını abisine çevirdiğinde Sinan'ın haklı olduğunu görmüştü. Telefonunu cebinden çıkarttığında sessizce fotoğraflarını çekmişti Feride. Gülşah'ın uzun kahve saçları sırtına aşağıya salınırken arada hafif hafif dalgalıklar vardı. Gülşah'ın bakışları gökyüzündeyken Özgür'ün bakışları Gülşah'ın üzerindeydi. İkisi de mavisine bakıyordu ama farklı duygularla. "Ne maviymiş arkadaş." Diye söylenmeye başladı Sinan. "Bildiğin mavi işte. Gökyüzü, deniz işte. Sanırsın onlar farklı mavi görüyor biz farklı mavi görüyoruz." Homurdanışı ile Feride yeniden bakışlarını Gülşah ve Özgür'e çevirmişti. "Şimdi anladın mı niye gitmem gerektiğini." Gülşah'ın sözlerini Özgür her ne kadar dinlese de asla dediğine yapmasına izin vermeyecekti. İnadı tutmuştu işte. İster isteyerek kalırdı isterse de zorlamanın bir yolunu bulurdu. "Aynı şeyleri anlatmaktan yorulmadın mı?" Özgür bunları zaten biliyordu. Aynılarını hastane odasındayken anlatmıştı Gülşah. "Çünkü önemli, anlıyor musun önemli!" "Önemli olması bana sürekli söyleyeceksin anlamına mı gelir? Veya her şeyde bunun arkasına sığınmanı mı gerektirir? Bak sen her ne kadar ısrar etsen de dediğini yapmayacağım. Sen gitmek istiyorsun ancak ben buna izin vermeyeceğim. Nedenini sorgulama ve bir kez olsun benim sözümü dinle. En son inat ettiğinde olan sana olmuştu." O gün sadece Gülşah değil Özgür de zararlı çıkmıştı. Gülşah yüzünden onun kolyesini gömmek zorunda kalmıştı. Derin bir nefes aldı Gülşah sakinleşmek istermişçesine. "Herkes benim inadımdan yakınırdı. Seni görmeleri lazım bence bir de." Aslında Özgür'ün amacı Gülşah'ı o karanlık ruh halinden uzaklaştırmaktı. Bunu yaparken sinirlenmesi gerekiyordu çünkü bir sinirlenince bir de çaresiz kalınca o güçlü kadın içinden çıkabiliyordu. Çaresiz bırakmak Özgür'e göre değildi bu yüzden ilk seçenekten devam ediyordu. "Bence kendine haksızlık etme bu konuda. Sabahtan beri şurada seni ikna etmeye çalışıyorum. Duvarla konuşsaydım şu zamana kadar çoktan dile gelip kabul etmişti bile. Sen hala inat ediyorsun sence ben miyim daha inatçı yoksa sen mi?" Gülşah tıpkı Özgür'ün sabahtan beri yaptığı gibi gülerek konuşmuştu. "Sen tabii ki." İkisi de birbirinin kopyası gibiydi ama sorsalar ikisi birbirinden farklıydı. Arkadan gelen kıkırdama seslerini duyan Özgür başını kaldırdığında kardeşini ve Sinan'ı kapı eşiğinde onları izlerken yakalamıştı. Sanki Özgür onları görmemiş gibi rastgele farklı yerlere bakmaya başlamışlardı. Şu an ikisi de fazlasıyla komik duruyordu. Derin bir nefes aldı Özgür. "Siz ne halt yiyorsunuz acaba orada?" Feride de Sinan da üzerine alınmamasına rağmen Gülşah da onlara dönmüştü. Utancından kıpkırmızı olmasına rağmen yine de bir şey söylemiyordu. "Hey size diyorum. Feride ve Bolat ikilisi." Feride'nin bakışları abisini bulduğunda şaşırmış gibi yaparak ona bakmıştı. "Aa abi sen haburada miydun? Göremedum seni çok afedersun." Sinan ise Feride'nin sesinden burada olduklarını anladığını düşündürmek için şaşkın bakışlarla bakıyordu Özgür'e. "Karlı. Siz ne ara geldiniz? Biz de bu Bücür ile gökyüzünü izliyorduk." Gökyüzü konusunda Özgür'e gönderme bile yapmıştı. Özgür tam ayağa kalkacakken Sinan son kozunu oynamıştı. "Ama öyle deme gökyüzü masmavi." "Ula seni maviler diyarına gönderirim. Bolat, kaşınma abicim." Şakasına söylenen sözlerin yanı sıra Özgür'ün aklı hala daha Gülşah'ın kararındaydı. Kabul ettirebilmiş miydi ki? Keçi inadı vardı kadında. Dediğini yapmadan rahat edemiyordu. "Maviler diyarı neresi Karlı? Gökyüzünde mi?" Feride ikisinin atışmalarına kahkahalar atarken Gülşah gülmemek için yanaklarının içini ısırıyordu. Kendisine gülmeyi bu derece mi yasaklamıştı? Ailesini bulana kadar bu böyle mi olacaktı? Onu hiç düşünmeyen umurunda bile olmayan bir ailesi varken Gülşah'ın sevgisini gerçekten hiç ama hiç haketmiyorlardı. Gülşah bilmiyordu ki artık onu umursayan tek kişi de yoktu. Kardeşi artık yoktu ve o bunu bilmiyordu. Aslında ailesi değildi asıl amacı, asıl amacı kardeşini kurtarmaktı. Onu bulmaktı. Kanları uyumluydu ve eğer öyle bir şey olursa diye kanının boş yere akmasını istemiyordu. Kulübede bile akan kanları durdurmaya çalışmasının sebebi kendi nefesi değildi, Ahmet'in kalbinin atmasıydı. İhtiyacı olursa diye ödü kopuyordu ve bu yüzden kendi kanının boşa gitmesini istemiyordu. Annesi daha kardeşi henüz küçükken ona söylemişti. "Kardeşinin kanı senin damarlarında Mina. Orada boş yere dolaşıyorlar." Demişti ama bilmiyordu Gülşah. Öğrenmemesi mi daha iyiydi yoksa öğrenmesi mi diye insan ikilemde kalıyordu. Özgür belki hayatı boyunca yaptığı en iyi, en güzel şeyi yapacaktı çünkü onu ailesinden uzak tutacaktı. Bunun olması için ne gerekiyorsa onu yapacaktı. Ahmet'in ölümünden şu an bile Gülşah'ı sorumlu tutarlarken onların yanına geri gidemezdi. Özgür, Gülşah'ın hayatında çok fazla şey değiştirecekti. 🌊 Bir annenin en büyük imtihanı çocukları olurdu ve şu anda Emine hem oğlunu kaybetmişti hem de diğer kızını kaybetmek üzereydi. Filiz'i yoğun bakıma almışlardı ancak henüz gözlerini açabilmiş değildi. Doktoru bir iyi bir kötü haber verirken ne onun ne de Kemal'in aklına Gülşah gelmiyordu. "Emine. Al iç, iyi gelir." Emine'nin gözlerinden akan yaşlar oğlu ve yoğun bakımdaki kızı içindi. Bunun için ağlamasını kimse sorgulayamazdı. Kemal ise elindeki şu şişelerinden birini eşine uzatıp az da olsa onu rahatlatmak istemişti. "İçmeyeceğim. Benim çocuğum öldü Kemal. Anlıyor musun? Daha küçücük bir çocuktu o. Filiz desen uyanacak mı uyanmayacak mı belli değil. Ben ne yapacağım? Çocuklarım yok yanımda. Kolum kanadım bomboş. Gidiyorlar." Bu normal bir kadının sesi değildi. Bu acılı bir annenin yardım çığlıklarıydı. Yoğun bakımın önündeki sandalyelerin birinde oturan Halil de ayağa kalkıp Emine'nin yanına gelmişti. "Ana ha boyle etmeyesun. Uyanacaktur benum Filiz'um. Ben inanıyrım. Sen de inan." Bakışlarını Kemal'e çevirdi. "Siz de inanun." Kemal ve Halil ayağa kalkıp biraz uzaklaştıklarında kendi aralarında konuşmaya başlamışlardı. "Boba. Gülşah'ı bulabilduler mi?" Halil'in hiçbir şeyden haberi yoktu. Aradıklarını sanıyorlardı ama işin aslı öyle değildi. "Yok damat arıyorlar hâlâ." "Bende diyeyim bizum uşaklara çıksunlar baksunler." Başını iki yana salladı Kemal hemencecik. "Yok damat yok. Bizimkiler hallederler. Polis falan çağıracaklardı en son." Yalandı. Bunu anlamak ise çok da zor olamazdı. Dinçer ailesi dağılıyordu. Dinçer ailesi bu sefer gerçekten paramparça oluyordu. Gülşah o evde, o ailede yabancılık çekmesine rağmen onlar için üzülüyordu. Onlar için evden kaçmaya bile çalışmıştı. Şu an orada Özgür değil de bir başkası olsaydı yüksek ihtimalle kaçmayı başarırdı ancak değer miydi tartışılırdı. Sevilmemek böyle bir şey miydi? Evet tam de buydu ve Gülşah bunu hep yaşıyordu.
|
0% |