@krpapatyassi
|
8. BÖLÜM: Ufak Bir Mesele Ben sana geldim Denizin Oğlu. Bir başkasına değil. Kalıcı değilim ama senin için geldim. Gideceğim ama senden asla gitmeyeceğim. İlahi Bakış Açısıyla Sevgi tatmayan kalpler aşkı, sevdayı tanımazdı. Bilemezdi. Anlayamazdı. Yabancı gelirdi ona. İnsan bilmediğinden korkardı, garipserdi. Kalp de böyleydi aslında. Bilmediğinden korkar, garipserdi. Bu güzel bir duygu olsa da böyleydi çünkü kalp insana kendisinin kim olduğunu gösterirdi. Özgür, Gülşah'a karşı her yalan söylediğinde kendisine defalarca kez vurmak istiyordu. Kendisinden nefret etmeye başlıyordu ancak bunu onun için yapıyor oluşu da bir gerçekti. Gülşah'ın alacak olduğu her bir nefes bu yalanlara bağlıydı. Güvenemezdi. Kimseye güvenemezdi. O yüzden de yanından ayıramıyordu. Aynadaki yansımasına bile güvenmeyen biriydi Özgür. Bir başkasına güvenip de canını emanet edemezdi. O yüzden de yalandan başka çaresi olmuyordu. Kendi çapında haklıydı ancak Gülşah için bu böyle karşılanmayacak gibiydi. Bu daha başlangıçtı. Asıl hikaye daha yeni başlıyordu. "Bir kere ya çok değil bir kere söz dinle. Havale mi geçirmek istiyorsun? Amacın ne senin?" Özgür'ün sesi fazla sertti ancak Gülşah o kadar çok titriyordu ki onu umursayamıyordu bile. Cevap gelmediğinde Özgür kendi yöntemleriyle üzerindekileri kaldırmıştı. "Y-apma, ç-ok soğ-uk." Gülşah her ne kadar karşı çıksa da gücünü bile gösteremiyordu. Özgür ise elini yeniden anlına yasladığında ateşinin daha da arttığını anladığında ağzının içinde bir küfür söylemişti. "Bak, eğer böyle inat etmeye devam edersen git gide daha da üşüyeceksin. Eğer artık üşümek istemiyorsan uslu bir kız olup benim sözümü dinle." Ne diye inat ediyordu ki zaten? İnat etmenin sırası mıydı? "U-umrum-da değ-il. He-men ba-na o-nu v-ver." Gülşah'ın sesi o kadar cılız çıkıyordu ki duyulmayacak derecedeydi. Her ne kadar sıkı sıkıya tutsada Özgür ellerinde alabilmişti battaniyeleri. Buna izin vereceğini düşünmesi büyük aptallıktı zaten. Özgür ise kararlıydı. Asla almasına izin vermeyecekti ve ateşini bir şekilde düşürmesi gerekiyordu. Eline aldığı bezi sehpanın üzerindeki suya batırıp sıktı ve ilk önce Gülşah'ın ellerini sildi ardından yüzünü ve boynunu. Gülşah'ın gözleri kapanmaya yüz tutmuş gibiydi. Hastaneye götüremezdi, götürebilir miydi? Hayır götüremezdi. Satana'nın onu bulmaması gerekiyordu hele ki kaçtığını bildiği halde onu asla oraya götüremezdi. Eli ayağı bağlanmış gibi hissediyordu Özgür kendisini. Ne elinden bir şey geliyordu ne de yardım edebiliyordu. Ne yapması gerekiyordu ki? Gülşah ise kendisini kanıtlamak istermişçesine ayağa kalkmaya çalışsa da Özgür ona izin vermeyip geri yerine oturtuyordu. Ateşi vardı. Halsizdi. Ancak yine de inat etmeye devam ediyordu. Bir insan ancak bu kadar inatçı olabilirdi. "Yahu otur yerine. Zaten sımsıcak olmuşsun, niye rahat durmuyorsun? Sana söylediğim tek bir şey var o da yerine oturup dinlenmen. Ben sana bu konuda yardımcı olacağım zaten." Gülşah'ın yüzünün düştüğünü gördüğünde daha kibar bir üslupla sözlerine devam etmişti. "Bak amacım sana zarar vermek değil ki artık bunu anlamış olman gerekiyor diye düşünüyorum." "B-bili-biliyorum. Za-ten s-senden k-kork-muyorum." Hala titriyordu ve Özgür hala elinde o bezle elini, yüzünü, kollarını siliyordu. Sahi eğer Gülşah Özgür'ü gerçekten tanısaydı da ondan korkar mıydı? Yoksa korkmaz mıydı? Ona yardım eden birinden korkmaması gayet normaldi ama Özgür'ü gerçekten tanıdığında yine aynı şeyleri hissedebilecek miydi? O an Özgür'ün yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluşmuştu. Sanki ondan korkmaması hoşuna gitmişti. Gülşah bilmiyordu ama Özgür kendisini tanıyordu. Amacını, ne yapamaya çalıştığını biliyordu. "O yüzden şimdi kendini kasma, korkmana gerek yok. Sakin kal ve gözlerini kapatma." Uyumaması gerekiyordu çünkü eğer uyarsa kendini kontrol etmesi daha da zorlaşırdı. Ve bu konuda haklıydı. Uyumaması gerekiyordu. Gülşah'ın dudak kenarları yukarı kıvrıldı. Yüzündeki o belli belirsiz tebessüm ile cevabını vermişti aslında. Karşı gelmiyordu ve bu çok nadir bir andı ve bir daha yaşanması mümkün olmayan bir andı. Saatin geç olmasını umursamadan eline telefonunu almıştı Özgür. Rehbere girdip ara tuşuna basmıştı. "Alo. Abi. Bir şey mi oldu?" Feride'nin sesi fazlasıyla uykulu geliyordu. Uykusundan uyandırmıştı ama bunun için özür dilemeyecekti. "Feride şimdi Bolat gelecek seni benim yanıma getirecek, yanında ne kadar tıbbi malzeme varsa getir sana bir hasta buldum." Boşu boşuna mı okumuştu onca sene tıbbı? Bir işe yarasın diye düşündü Özgür. "Hee yakuşukli mi? Boyu kaçtur? Gozleri ne renktur?" Feride saydıkça Özgür içinden sabır çekiyordu. Eğer Gülşah bu hâlde olmasaydı onunla çok güzel ilgilenirdi. Aklında bir köşeye bunu yazdı. İlerleyen zamanlarda bunun hesabını soracaktı. "Evet. Ama boyu çok da uzun değil. Gözleri mavi. Ve çok güzel." Feride'nin karşı taraftan 'ne?' mırıltılarını duyuyordu Özgür. Ardından ise ne yaptığını fark etmişti. Karşısındaki Mavi Gül bu haldeyken Feride ile ne konuşuyordu!? "Ne diysın sen?" Ardından yeniden devam etmişti sözlerine. "Ha şu sakli sevdan midur?" Aklına evden çıkmadan önce dedikleri gelmişti. Böyle düşünmesi niye bu kadar mantıklı gelmişti ki? "He sevdam." O anki sessizlikten inandığını anlamıştı Özgür ancak hiç beklemeden devam etmişti sözlerine. "Feride delirtme beni git hazırlan gel. Bolat birazdan gelir." Telefonu cevap beklemeden kapattığında bu sefer Sinan'ı aramıştı. "Efendim Karlı? Bir sorun yok değil mi?" Karşıdan gelen ses ile hiç beklemeden sözlerine başlamıştı. "Şimdi Bolat senden bir şey isteyeceğim." "Tabii kardeşim. Buyur." "Bizim eve gidip Feride'yi alman gerekiyor. Sonra bizim olduğumuz yayla evine getir. Kız hastalandı ateşi de baya fazla. Evde ilaç milaç hiçbir şey yok. Bilirsin ben pek anlamam bu işlerden Feride'yi al gel. Bir baksın kıza." Gülşah bunları duyuyor muydu? Duyuyorsa niye cevap vermiyordu ki? "Tamam gidiyorum şimdi. Sende kıza dikkat et. Gözünü üzerinden ayırma." "Sen beni kendinle karıştırdın galiba." Alttan alttan yine lafını söylemişti. Zaten ne zaman rahat durabilmişti ki? "Bilmez miyim senin o hallerini. Karlı bak gerçekten söylüyorum. Kız kaçmaya meyilliyken onu başı boş bırakma. Sonra ben sabaha kadar ormanda nereden geldiğini bile anlamadığım bir kızı aramak istemiyorum." Sinan'ın içinde o günün izleri kalmış gibiydi. Koskoca ormanda Gülşah'ı aramak elbetteki pek de kolay bir şey değildi. "Oğlum ne mızmızlandın ya. Sanırsın sabaha kadar kendisi, tek başına aradı. Ben neciydim peki? Senin süs köpeğin mi?" Karşıdan hafif bir gülme sesi geldiğinde ikisi de vedalaşıp telefonu kapatmıştı. Özgür yine çaresizce bakışlarını Gülşah'a çevirmişti. "Hey. Beni duyuyor musun?" Hiçbir ses gelmiyordu ama gözleri yarım yamalak da olsa açıktı. "Sana diyorum." Elini göz hizasına getirip sallamaya başlamıştı ama Gülşah yine tepkisizdi. Başını sedirin başına yaslamış öylece Özgür'e bakıyordu. Bakışları bomboştu, sessizdi ve hatta yok gibiydi. Bakıyordu ama nasıl bakıyordu? Bakmıyormuş gibi. Bakmaya çalışıp bakamıyormuş gibi. Duymuş muydu? Konuşulanları duymuş muydu? En azından gerçeklerin bir kısmını öğrenmiş miydi? Duymuşsa niye susuyordu? Duymamışsa ne olmuştu? Elini yeniden anlına yasladığında Gülşah kendisini bir anda geri çekmişti. Yeniden elini uzattığında ikinci kez kendisini geriye çekmişti. O değil miydi şimdi Özgür'den korkmadığını söyleyen? O değil miydi onca şeyi Özgür ile paylaşan? Şimdi ne olmuştu? Ne olmuştu da kendisini savunmaya çalışıyordu? "D-dok-unma b-bana." Titreyen çenesi ile sesi de titrek çıkıyordu. Hatta dişleri öyle sert bir birine vuruluyordu ki neredeyse kırılacaklardı. "G-git-mek is-isti-yorum." Gitmek mi istiyordu? Bunu zaten Özgür biliyordu. Tekrar tekrar söyleyip canını mı yakmaya çalışıyordu? Amacı neydi? Niye bunu yapıyordu ki? "Sakin. Tamam. Sakin ol." Sakin miydi? O haline rağmen sakin olmadığı belli oluyordu. Hem de her şeyinden belli oluyordu. Özgür bunu anlıyordu anlamasına da anlam veremiyordu. Nedenini çözemiyordu. Gülşah'ın gözleri git gide daha da kapanıyordu. Hatta öyle bir hale gelmişti ki açık mı kapalı mı belli olmuyordu. Özgür farkında olmadan zamanla yarışıyordu. Gülşah'a zarar vermek istemiyordu, onun kendisine de zarar vermesini istemiyordu. Ancak yanına da yaklaşamıyordu. Gülşah buna izin vermiyordu. "G-git-mek i-is-tiyo-rum." Derin bir nefes aldı Özgür ardından Gülşah'a baktı. Gözleri hala aynıydı. Görüyor muydu onu? Görüyorsa niye hala gitmek istediğini söylüyordu? Bunun Özgür'ü ne kadar üzdüğünü anlayamıyor muydu? "Anladım. Gitmek istiyorsun. İyileşince gideceksin. Şimdi sus ve bana karşı gelmeyi bırak." Sesi sert ve katlanamıyormuş gibi çıkıyordu. Niye bu kadar deliriyordu ki buna? Gülşah'ı niye bu kadar yanında tutmak istiyordu? Bunun tek sebebi Satana olamazdı değil mi? Her gitmekten bahsedildiğinde Özgür'ün ses tonu bile değişiyordu. Eninde sonunda bu olacaktı bunun farkındaydı ancak olabildiğince geç olsun istiyordu. Bir yandan da Gülşah ile ilgili planlar kuruyordu. Ne yapmaya çalıştığını kendisi biliyor muydu? Gülşah ise sustu ya da konuşamadı. Kirpikleri bile hareket etmiyordu artık. Uyuyor muydu? Özgür elinin tersini yeniden anlına yasladığında ateşinin bir gram bile değişmediğini anlamıştı. "Hadi be Feride. Nerede kaldın?" Elindeki bezi yeniden ıslatıp anlına yerleştirmişti. Gülşah soğuk soğuk terliyordu. Özgür ise ne yapacağını bilemeden bekliyordu. Odanın içini sessizlik kaplamıştı Özgür ise ancak o zaman Gülşah'ın sayıklamalarını duymuştu. "Anne." Diyordu Gülşah. "Baba." Başını sağa sola sallıyordu. "Hayır, abla. Ahmet. Dikkat edin." Gözlerinden yaşlar boşalmaya başlamıştı. "Ahmet elimi bırakma." Özgür o an Gülşah'ın sayıklamalarından aklında kalanları tekrar etmişti. "Ahmet mi? O kim?" Gülşah'ın yüzüne çevirdi yüzünü. "Sevdiğin birisi mi vardı?" Sustu. Odanın içine ölüm sessizliği hakim olurken sadece Gülşah'ın fısıltılı sayıklamaları duyuluyordu. "Senin sevdiğin mi vardı?" Gülşah'ın söyledikleri zihninde dolanıyordu. Bir kez daha Gülşah'a baktı Özgür ardından başını ellerinin arasına aldı. "Senin sevdiğin birisi mi var?" Mırıltılı bir sesle sürekli aynı şeyi söylüyordu Özgür. Bu niye onu bu kadar etkilemişti ki? Sonuçta amacı sadece Gülşah'ı korumak değil miydi? Niye bu kadar etkilenmişti? "Bu yüzden mi bu kadar çok gitmek istiyorsun?" Bakışları yeniden Gülşah'ı bulduğunda ayağa kalkıp yeniden dışarı çıkmıştı. Kapıyı kapattığı gibi bahçedeki tabureye sertçe bir tekme atmıştı. Ardından bakışları az önce oturdukları yere takılmıştı. Cebindeki kopuk kolyeyi çıkardı Özgür ardından başını yıldızlara çevirdi. Gözleri kutup yıldızını bulmuştu bile. Aklına o an Gülşah'ın söyledikleri gelmişti. Ne demişti Gülşah? Kutup yıldızından dilek dilemek miydi onun yaptığı? Elindeki kolyeyi avucunun içine almıştı Özgür ardından onu kalbine yaslayıp gözlerini kapatmıştı. İçinden dileğini dilemişti ancak bunu o ve kutup yıldızından başka kimse bilmeyecekti. Gözlerini açtığında avucunun içindeki kolyeye bakmıştı ardından ise toprağa. Gülşah ile beraber oturdukları yere doğru ilerlemişti. Toprağı elleriyle kazıp içine kolyeyi koymuştu ardından ise yeniden üzerine toprakları koymuştu. Gülşah'a vermek yerine neden toprağa gömmüştü ki? Ya da niye gömmüştü? Sonuçta bunca zamandır yanında taşıyordu şimdi kolyeden vazgeçiren ne olmuştu? O an ise Gülşah'ın sessiz sayıklamaları dışarıdan duyulamayacak kadar kısıktı. Belki Özgür yanında olsaydı duyabilirdi ama şimdi Gülşah gerçekten yalnızdı. "Ahmet ablacığım. Elimi bırakma." Hâlâ soğuk soğuk terliyordu ama bu sefer yanında Özgür yoktu. Bırakmıştı onu. Sahi neden çıkmıştı? Neden bu kadar tepki göstermişti? "Baba. Babam. Dikkat et." Yeniden başını sağa sola salladı Gülşah. "Bırakın beni." Gözlerinden akan yaşlar artık soğuk yerlerine karışıyordu. "Hayır gitmek istiyorum. Bırakın beni." Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı Gülşah. Sesi öyle kısıktı ki hıçkırıkları bile zar zor duyuluyordu. "B-bırakın be-beni." O sırada odaya Özgür girmişti. "Gitmek istiyorum." Diye mırıldandı Gülşah yeniden. Sesi az öncekilere göre daha net geliyordu. Ardından başı yana doğru düştü. Sesi de hıçkırıkları da hepsi kesilmişti. "Hey." Hemen yanına koşmuştu Özgür. "İyi misin?" Elini yeniden yüzüne yasladığında ateşinin hâlâ düşmediğini görmüştü. Yüzüne hafif tokatlar atarak uyandırmaya çalışıyordu ama nafileydi, Gülşah gözlerini açmıyordu. "Hadi aç gözlerini." Olmuyordu. Olmuyordu. Olmuyordu. Özgür hemen Gülşah'ın kalacak olduğu odaya gelmiş ve Feride'nin kıyafetlerinden ince bir beyaz tişört alıp geri gelmişti. Gülşah'ın sırtını dikleştirip ona destek olurken gözleri kapalı bir şekilde üzerindeki kalın sweatshirtü çıkarmış ve beyaz tişörtü giydirmişti. Yeniden yerine yatırdığında Gülşah'ın yüz ifadesinden bile üşüdüğü belli oluyordu. Yeniden kısık bir mırıltı duymuştu Özgür. "Çok soğuk. Çok üşüyorum." "Sık birazcık dişini bu sana iyi gelecek. Güven bana." O an kapının tıklama sesi duyulmuştu. Sonunda gelmişlerdi. Şükürdü artık yani. Özgür kalkıp kapıyı açtığında karşısından Sinan ve Feride vardı. Sinan'ın elinde sağlık çantası vardı ve ikisininde gözlerinden uyku akıyordu. "Heh geldi bizim doktor. Geç içeriye, hastan orada." Feride anlamaz gözlerle bakıyordu sadece abisine. "Kızım geçsene." İkiside içeriye geçtiğinde Özgür kapıyı kapatmıştı ki Feride hemen küçük odaya geçmişti. Gülşah'ı gördüğü gibi gözleri faltaşı gibi açılmıştı. "Bu kimdur?" "Boşver kim olduğunu. Ateşi çok fazla var uyandıramadım sadece sayıklıyor." Feride birkaç saniye bekleyip Gülşah'ın sayıklamalarını dinlemek istemişti ancak Gülşah dan hiç ses çıkmıyordu. Hemen göz kapaklarını elleriyle araladığında mavi hareleri yerine beyazlıkları gözüküyordu. "Ne bakıp duruyorsun kızım, görmüyor musun kendi değil işte. Doktor değil misin sen? Hipokrat yemini falan etmediniz mi?" Sinan'ın alaylı sözlerini hiç ciddiye almadan sadece göz devirerek cevap vermişti Feride. Anlaşılan yol boyunca böylelerdi. "Abi acil hastaneye gitmeliyiz. Bilinci açık değil ve şu an yanımdaki bu malzemelerle tedavi edemem bana başına neler geldiğini anlatmalısın." Ne diyecekti ki Özgür. Ormanda yarı baygın halde buldum mu? Bunu nasıl diyecekti? "Uzun süre dışarıda kalmak zorunda kaldı. Yaralandı ki bunu sargılardan anlayabilirsin." Başka da bir şey demedi zaten. Olabilecek en ucu açık açıklamayı yaparak konuyu kapatmıştı. "Kan kaybı çok yaşadı mı? Ya da bir rahatsızlığı falan var mı? Eğer normal bir ateşse hemen bir duş aldırıp ince kıyafetlerle uyutursak kendine gelir ancak bir hastalığa dayalı bir şeyse aynılarını söyleyemem." "Normal bir ateş." Dedi Özgür, içinden ise bunun için dua ediyordu. "Tamam o zaman sadece bir duş aldırıp uyutmamız yeterli olacak." Derin bir nefes verdi Özgür ardından aklına Gülşah'ın sayıklamaları gelmişti. Kendi içinden konuşmuştu. 'Senin sevdiğin biri olduğu sürece sana nasıl eskisi gibi bakabilirim ki?' Haklı mıydı? Yoksa haksız mı? Bunu kendisi bile bilmiyordu ki. Tek bildiği Gülşah'ın sevdiği birisi olduğuydu ve o da gerçek değildi. 🌊 Gözleri kapalı hafif nemli saçlarıyla yatakta uzanıyordu Gülşah. Özgür ise hemen yanındaydı çünkü yanında birisi kalmalıydı ve Gülşah'ı kendisinden başka kimseye emanet edemezdi. Feride her ne kadar diretse de Özgür onu uyutmayı başarmıştı. Gülşah'ın kim olduğunu o kadar çok merak ediyordu ki Özgür eğer ona anlatacağının sözünü vermese asla uyumazdı. Bunu her ikiside çok iyi biliyordu. Elini Gülşah'ın anlına yasladığında ateşinin durumunu merak etmişti. Derin bir nefes vermiş ve elini anlından çekmişti. Sonunda ateşi düşmüştü. Özgür elini kaldırdığında Gülşah'ın saçlarına doğru götürüyordu ki aklına sayıklamaları gelmişti. Eli saçlarına değmeden yumruk olmuş ve geri aşağıya inmişti. Uyku akan gözleri bir kez daha seyirmişti ve yumruk yaptığı elini yavaşça geri aşağıya indirmişti. "Keşke sorabilsem sana ama soramıyorum işte. Lanet olsun ki soramıyorum. Ya doğruysa. Şu an en azından elimde belki yanlış anlaşılmadır diye ufacık bir umut varken o umudu da söndürmek istemiyorum. Bırakalım böyle kalsın." Sözleri insanın kalbini titretecek cinstendi. Gülşah ise duyuyor muydu yoksa duymuyor muydu onu bile bilmiyordu? Eğer duyuyorsa da cevap veremezdi ki zaten. Feride Gülşah'ın uyuması gerektiğini söylemişti. Çantasından bir ilaç vermiş ve onu terletip iyileştireceğini söylemişti. Öylede oluyordu zaten. Gülşah yine terliyordu ancak bu sefer yüzündeki renk gitmiyordu, yüzüne renk geliyordu. "Gerçekleri bilmek hakkın elbette ama beni affet. Seni kaybedemem. Seni kaybedersem elimde hiçbir şeyim kalmaz." Bencillik miydi bu? Yoksa ihtiyaç mı? Özgür şu kısacık zaman içerisinde Gülşah'a nasıl bu kadar bağlanabilmişti? "Sana karşı açık olacağım. Adını söylemiyorum çünkü bence adının anlamını taşımıyorsun. Sen güllerin hükümdarısın ama masmavisin. Ayrıca sürekli ağlıyorsun." Yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluştu. "Sahi sana bu ismi veren süper zekalı kim acaba?" Özgür fark etmemişti ama Gülşah'ın gözleri kapalı olmasına rağmen sanki bakışları değişiyordu. İnsanın bakışlarını görmeye gerek yoktu, hissetmek yeterli olurdu. "Mavi Gül ya da Deniz Kızı. Sahi ben sana nasıl hitap etmeliyim? Gözlerin tıpkı bir denizi andırıyor. Gökyüzünü değil denizi. Hatta çok kararlı bakıyorlar o yüzden denizi de değil Karadeniz'i anımsatıyor. Kimi zaman dalgalı, kimi zaman sakin." Gülşah'ın kirpiklerinin hareket ettiğini Özgür gördüğü gibi susmuştu. Başını oturduğu sandalyenin baş kısmına kolunu yaslamış ve başını üzerine yatırmıştı. Gülşah ise bu sırada gözlerini açmış ve heryere olabilecek en anlamaz gözlerlw bakıyordu. Eli başına doğru gittiğinde basının dönmesini bastırmaya çalışıyordu. O an Özgür yeni uyanıyormuş gibi kalkmıştı. "Ah. Çok özür dilerim. Uyandırdım mı?" "Yok. Ben kendim uyandım. Zaten uykum çok da derin değildir. Hemen uyandım." Yalandı. Uykusu fazlasıyla derindi hatta öyleki bunu en çok Feride bilirdi. Abisini uyandırmak için uğraştığı kadar tıp okumak için uğraşmamıştı. "Olsun yinede daha çok dikkat etmeliydim. Özür dilerim." "Senlik bir şey yok." Gülşah ayağa kalkmak için hamle yapacağı sırada Özgür ondan önce kalkıp durdurmuştu. "Hey daha yeni uyandın, dinlenmen gerekiyor." "Uyumadın mı tüm gece?" Özgür'ün sözleri ile Gülşah'ın soruları niye bu kadar uyuyordu? "Çok uykusuz görünüyorsun. Uyumadın mı?" Doğru tespitti. Özgür tüm gece Gülşah'ın da bekleyip uyumamıştı. "Uyku tutmadı." Dedi Özgür olabilecek en saçma yalanı söylerken. "Ve sende benim yanıma mı geldin? Hadi ama doğruları ya da mantıklı yalanlarını söyle." "Mantıklı yalan mı? Uyku tutmadı, gecede ateşlendin zaten. Başında durmam gerekiyordu. Ateşinde yeni düştü." Gülşah'ın yüz ifadesinden bile olanları hatırlamadığı anlaşılıyordu. "Onları hiç hatırlamıyorum tek hatırladığım dün gece gördüğüm rüya. Onun dışında bir şey hatırlamıyorum." Bakışları hemen Özgür'e döndü. "Ben çok teşekkür ederim. Giderayak sana da zahmet." Yine gitmekten bahsediyordu. Yine aynısını yapıyordu. "Yok. Yok ne zahmeti. Hem ben bir şey yapmadım ki Feride yaptı." Özgür'ü dinlerken bike bakışlarından tekrar tekrar teşekkür ettiği anlaşılıyordu. "O kim?" "Benim kardeşim aynı zamanda doktor. Senden sadece iki yaş büyük. Uyandığında tanışırsınız zaten. Çok iyi anlaşacağınıza eminim." İkisi de Özgür'e göre fazla inatçıydı. Birbirini tam bulmuşlardı yani. Gülşah'ın yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluşmuştu. Ardından bakışları dışarıya düşmüştü. "Güneş birazdan doğar." Mavi harelerini Özgür'e çevirmişti. "İzleyelim mi?" Büyük istek ile sorduğunu Özgür de gülümseyerek kabul etmişti. İkiside yerlerinden kalktığında Özgür Gülşah'a sanki yeni doğum yapmış kadın gibi davranıyordu. Yürürken koluna giriyordu, sürekli yavaş olmasını söylüyordu. Sahiden onu kolyeden vazgeçiren sayıklanmış sözlerken onu bu kadar Gülşah'a bağlayan ne olmuştu? Dışarı çıktıklarında güneş doğmaya yakın gibiydi. Yeniden o dün akşam oturdukları yere geçti ikiside. Gülşah ayaklarını ileriye doğru uzatıp elleriyle yerden destek alırken gökyüzünü izliyordu. Sanki güneşin doğuşunu kaçırmak istemiyormuş gibiydi. Özgür ise gözlerini Gülşah'a dikmiş, belkide ona son kez bakıyordu. Tuhaf değil miydi? İlk günlerden Gülşah'a bu kadar nasıl bağlanabilmişti? Özgür'ü Gülşah'a bu kadar bağlayan ne olmuştu? "Güneşin doğuşunu ilk kez mi izleyeceksin?" Gülşah'ın bakışları sanki ilk defa izleyecekmiş gibiydi. Özgür'ün ise bu gözünden kaçmamıştı. Kaçmazdı da zaten. "Hayır." Yüzü düştü bir anda Gülşah'ın. "İkinci görüşüm olacak." "Öyle mi? İlkini kiminle görmüştün?" "Ahmet ile." Özgür'ün bakışları değişti yeniden. Sanki Ahmet'in ismini duymak bile ona bir işkence gibiydi. Duymak istemiyordu. Gülşah dan duymak ise hiç istemiyordu. "Anladım." Tek bir cevap vermişti ama o tek cevabın içinde hiç olmadığı kadar fazla anlam yatıyordu. "Sen. İyi misin?" Durdu ve devam etti. "Yüzün düştü bir anda. İstemeden kalbini kıracak bir şey mi söyledim?" Kalbi mi kırılmıştı yoksa başka bir şey mi olmuştu bilinmezdi ama bilinen tek şey Gülşah'ın farkında olmadan yaptığıydı. "Neden iyi olmayayım ki? Neden yüzüm düşsün? Bir şey olmadı. Hem sen bana olanları anlatacağına güneşe baksana doğuşunu izlemek istemiyor muydun? Al işte doya doya izle sen güneşini ben de gidip Feride'yi uyandırayım da sen gitmeden görün birbirinizi. Çok merak etmişti seni." Sen gitmeden... Sen... Gitmeden... Niye bu kadar can acıtıyordu bu sözler? Gülşah ise sadece gülümsedi ama bu bir tebessüm değildi. Acı dolu, yaralı bir gülümsemeydi. Hem gitmek isteyip hemde istemeyen bir gülümsemeydi. Gitse ne yapabilirdi ki? Otele gitmesi gerekiyordu. Bütün her şey oradaydı ama ondan önce hastanelere bakması gerekiyordu. Ailesi orada olabilir miydi? Onlara kavuşmak bu kadar yakınken yinede niye kendisini kötü hissediyordu ki? Özgür ayağa kalktığında içeri girmişti. Ne güneşin doğumunu izleyebilmişlerdi ne de adam akıllı oturup konuşabilmişlerdi. Sanki dün gece oturup konuşan, dertleşen onlar değildi. Sanki masal yazan, masal dinleyen ve anlatan onlar değildi. Tek bir söz müydü onları böyle yapan yoksa tek bir duygu muydu aralarını bu kadar açan? Gülşah'ın bakışları donuklaşmıştı. Gökyüzünü izliyordu ama sanki izlemiyor öylesine bakıyordu. Aklında dolaşan milyonlarca soru, olay, konu varken yalnız kalması onu bu çukura itekliyordu. Gülşah korkuyla geri çekildiğinde Feride'yi görmüştü. "Özür dilerim amacım seni korkutmak değildi." Anlamıştı Gülşah aslında karşısındaki kızın Feride olduğunu ama yinede ufak bir tebessüm ile yetinmişti. O sırada ise Feride elini ona taraf uzatıp tanışmak istediğini belirtmişti. "Feride ben. Feride Karlı." "Gülşah bende." Arkadan başka bir ses yükseldi o an. Bu Özgür'ün sesiydi. "Ona çok bağlanma." Diyordu Özgür. Kimin söylediği aşikârdı. Feride'ye diyordu ama niye? Bunu kendisinden mi biliyordu yoksa kardeşi için önlem mi almaya çalışıyordu. "Sen işine bak." Feride'nin de Gülşah'ın da sesi aynı anda çıkmıştı. O esnada birbirlerine bakıp gülüşmeye başlamışlardı. İçeriden homurdanmaya benzer sesler geliyordu ama ikisi de onu umursamıyordu. Gülşah kendisini niye bu ailenin yanında bu kadar özgür, bu kadar iyi hissediyordu? Kendi ailesi tarafından bile sürekli hor görülen sevilmeyen bir kızdı Gülşah. Sevgiye aç biriydi. Onu doyuracak olan Karlılar mıydı? Bunu bilemezdi. Bunu kimse bilemezdi. Zaman içinde bulundukları bir çıkmaz sokaktı ancak kimse o çıkmazın ucunda ne olduğunu bilemezdi. Belki bir duvar belkide yolu yarıda kesen çiçekler... Bunu bilemezdi. Bunu kimse bilemezdi. O sırada ise içeride başka bir muhabbet dönüyordu. Dışarıda iki kız, içeride iki oğlan. "Bana onu Satana'ya teslim edeceğini söylemiştin Karlı? Ne oldu da vazgeçtin? Sen kolay kolay vazgeçmezsin bilirim seni." Sinan haklıydı. Özgür kararlıydı ancak yine de ona engel olan bir takım olaylar her zaman olabiliyordu. "Kıyamadım be oğlum." Sesindeki o duyguyu anlayabilmek bile oldukça zor gibiydi. "Mavi mavi bakıyor bana. Gitmek istiyor ama gidecek yeri yok. Ne yapayım lan ben? Sıkışıp kaldım onca şeyin arasında." Bir süre sustu Özgür. "Bana anlattıkları ile asla ne gitmesine izin veririm ne de onu benden almalarına." Gözlerindeki ela tonları kendini yeşile teslim etmiş gibiydi. Dün akşam duyduklarına da değinmek istemişti. "Ama. Sevdiği birisi varmış." "Ne diyorsun Karlı sen? Umarım yanlış anlıyorumdur bu söylediklerini." Özgür Sinan'ın ne anladığını anlamıştı ki sert bakışlarını karşısındaki adama yöneltmişti. "Gevşek gevşek konuşma Bolat!" Sinan'ın içten içe gülmesi ile Özgür'ün düşünceleri birbirine giriyor gibiydi. Uzun süren sessizliği ise bozan Özgür olmuştu. "Gitmek istiyor." Dedi Özgür belkide hiç bu kadar üzgün bir tını ile konuşmamıştı ve bu bir ilkti. "Akşamdan beri sayıkladığı şeylerden biri gitmek istiyorumdu. Diğeri de zaten sevdiği adamın adı." Bakışlarını Sinan'a çevirdi. "Sence gitmeli mi? Onu yanımda tutarak hata mı yapıyorum? Onu sevdiklerine kavuşturmalı mıyım?" Sinan yavaşça dudaklarını araladı ardından konuşmaya başladı. "Karlı, bilirsin ki her ne olursa olsun senin arkandayım. Senin en doğrusunu yapacağından şüphem bile yok." Sinan'ın sözlerinden, bakışlarından hatta gözlerinden bile Özgür'e ne kadar güvendiği belli oluyordu. "Ama anlamadığım bir şey var. Sen neden takıldın ki bu kızın sevdiğinin olmasına? Karın yapmayı mı planlıyordun yoksa?" Durdu Özgür. Sustu. Düşündü. Bunu mu istiyordu? Ne istediğini anlamaya çalıştı. Gülşah'ın yaşamasını mı istiyordu yoksa Gülşah'ın yanında kalmasını mı? Buna emin olmak istemişti ancak kalbinden geçenler cevabı haykırıyordu. Aklından geçen düşüncelerse bunu bastırıyordu. "Kendimi çıkmazda gibi hissediyorum. Sanki onu burada, yanımda tuttukça korumak yerine daha çok bencillik yapıyormuş gibiyim. Sevdiklerinden, ailesinden uzaklaştırıyorum onu. Sen bana bir yol göster bari. Ne yapmalıyım?" Özgür durdu ve ikiside sustu ardından sözlerine devam etti. "Bolat Satana'dan bir haberin var mı? Rahat durmadığına eminim." "Rahat durmuyor zaten. Her yerde Gülşah'ı arıyor. Ailesinin yanına bile adamlarını göndermiş. Gülşah ile iletişimleri olursa diye." Derin bir nefes aldı Özgür ardından gözlerindeki ateşe şahit oldu Sinan. "Sakin ol biraz. Sinirle bir şey yapayım deme." "Sinirle değil gayette aklım başımdayken yapacağım. Ne Satana bulaşabilecek bize, ne de o yanımdan ayrılacak. Hiçbir yere gitmeyecek." Aklında ne vardı? Amacı neydi? Ne yapmaya çalışıyordu? "Aklında ne var Karlı?" Özgür'ün ateş saçan gözlerine baktığında bir şeyler yapacağını ve buna kararlı olduğunu anlamıştı. "Bak sakın bir delilik yapayım deme." "Delilik değil, ufak bir oyun. Oyuncağımız ise Satana olacak. Onunla kedinin fareyle oynaması gibi oynayacağız ama o bunun farkına bile varmayacak. Varsa bile çok geç olacak." Bakışları dışarıdaki kıza kaymıştı. Gülşah'ın gülüşünü görmesi ile gözlerindeki ateş yerini çok daha farklı duygulara bırakmıştı. "Sen bu kıza zarar vermezsin. Aklında her ne varsa bana da anlat. Anlat ki sana yardım edebileyim." "Sana anlatmama gerek yok. Senin görevin çok daha farklı olacak Bolat." Özgür'ün aklında nasıl bir şey vardı? Planı neydi? Amacı neydi? Her zaman bir umut, her zaman bir ışık... O ışık ne olmuştu? Gülşah'ın hiçbir şeyden haberi yokken bile her şeyin yükünü nasıl taşıyabiliyordu? Kendine güçsüz diyordu ama habersizken bile gücünü gösteriyordu. |
0% |