Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4. Bölüm

@kuslarinevsahibi

Zemheri uzun uzun düşünmüştü her şeyi. Yaşadıklarını, yaşamak zorunda kaldıklarını... Düşündü, yirmi bir yıl önce hayatının değiştiği anı, bir yıl somra bir masumun kanına bulanan ellerini, ertesi yıl kanına zorla bulaştırılan zehri, bir yıl zehirlenip bağımlı olduktan sonra düştüğü bu cehennem çukurunu, cehenneminde geçirdiği 257 günü, o günlerin sonunda 108 gününü geçirdiği karanlık depoyu, sonunda boğulduğu kendi kanını, her günü zehir olan çocukluğunu... Düşündü ve düşüncelerinde kayboldu. Bir kez daha kayboldu 7 temmuzların karanlığında.


Oysa her şey başladığında sekiz yaşında bir çocuktu. Katil olduğunda dokuz yaşındaydı. Bağımlı olduğunda on, vatanına hain olduğunda on birindeydi. Kurtulduğunu sandığında, ölüme bir nefes kadar yaklaştığında 12 yaşındaydı.


Zemheri bu zamana kadar çok şey kaybetmişti. Ölümü beklerken çocukluğunu kaybetmişti mesela. Bir harabede ruhu ölmüştü mesela. Yirmi dört yaşında Zemheri'yi gömüp Leyal'e dönüşmüştü mesela. Ama bitecekti, az kalmıştı. Kıyamet kopacak, dengeler bozulacak, ölüler yeniden doğacaktı.


Uzun zamandır oturduğu kayadan kalktı. Kaç tane sigara içmişti bilmiyordu. Henüz kimse uyanmamıştı. Üzerine battaniye örttüğü çocuğun yanına geldi. Hemen yanında başka bir tanesi kendine büyük bir cekete sarılmıştı. Burada merhametli olmak yasaktı. Güçlüysen zayıfları ezmek zorundaydın. Battaniyeyi çocuğun üzerinden alıp, kucağında topakladı. Mağarasına dönüp battaniyeyi yatağın üzerine gelişigüzel bıraktı. Üzerindeki yeleği bir kenara attı. Çok fazla kıyafeti yoktu. Üzerindeki siyah tişört eskimiş, rengi atmıştı. Altındaki bol kargo tipi pantolonun dizleri yırtılmıştı. Yatağın bir kenarındaysa puşisi duruyordu.

Üç yıldır bu kamptaydı. Ondan önceki iki yılda diğer kamplarda dolanıp durmuştu. Daha önce gittiği kamplar Türk askeri tarafından basılmıştı. Sonunda ise kendini daha çocukken geldiği bu kampta bulmuştu. Aslında kampın bu kadar uzun süre var olması hayli şaşırtıcıydı. Sonradan öğrendiğine göre bir kaç defa baskın yemiş, hatta on yıl önce tamamen terk edilmiş. Uzun bir aradan sonra dört yıl önce yine kurulmuş.


Üzerindeki yelekten kurtulunca birkaç ısınma hareketi yaptı. Oldukça güçlü ve kaslı bir vücudu vardı. Bu gücü muhafaza etmek için sık sık antrenman yapıyordu.


Isınma işi bittikten sonra şınav pozisyonu aldı. 350 şınavın ardından mekik çekmeye başladı. Bir o kadar da mekik çektikten sonra barfiks yapmaya karar verdi. Uzun zamandır çekmiyordu. Mağarada yapamayacağı için dışarı çıktı. Kamptakilerin çoğu uyanmıştı. Kimi aylak aylak dolanıyor, kimi geçenlerde gelen yeni silahları temizliyor, kimi ise yiyecek bir şeyler hazırlıyordu. Onlara aldırmadan bir ağacın yanına geldi.


Ağacın en sağlam gördüğü dalına atladı. Barfiks çekmeye başladı. Üzerinde şaşkın bakışlar hissediyordu. Her ne kadar kendilerini 'savaşçı' olarak adlandırsalar da buradakiler vücut kondisyonu konusunda berbattı. Kendilerinin aksine spor yapan birini daha doğrusu spor yapan bir kadını görmek onları her seferinde şaşırtıyordu. Şaşkın bakışlara aldırmadan devam etti. 500 e yakın Barfiks çekmişti. İşi bitince ağacın dalını bırakıp yere atladı.


Yanına biri geldi. Bu kampın başının sağ kolu Rıdvan'dı. Çiçek bozuğu bir suratı vardı. Sakallaru fazla uzun ve karmakarışıktı. Kocaman burnu, küçük çekik gözleriyle insanı şaşırtıyor, alnının ortasına dökülen kıvırcık saçlarıyla ise kahkahalarla gülme isteği uyandırıyordu.


Zemheri'nin yanında durunca ona 'ne var' anlamında baktı.

"Leyal komutan, başkan seni çağırdı. Bakasın hele."

"Giderim şimdi heval. Sağ olasın."

Başını sallayıp gitti.


Sercan bu kampın başkanıydı. Türklerin kırmızı bültenle aradığı teröristlerdendi. Lakabı Şeytan'dı. Aynı zamanda da Zemheri' ye, yani Leyal'e, aşıktı. İlk geldiği yıl Zemheri'ye daha kolay güvenilmesinin bir sebebi de bu aşktı. Şeytan, pek çok kez aşkını açıkça itiraf etmişti. Bir kaç defa da sarkıntılık etmeye kalkışmış ancak Zemheri'den oldukça sert karşılıklar almıştı. Sözde üç tane karısı vardı. Bir dördüncüsünü eklemek için çok uğraşmıştı. Bu yüzden üç karısı da Zemheri'ye düşmandı. Sürekli bir açığını kolluyorlardı.


Zemheri aklına gelenleri kovup Sercan'ın mağarasına yürüdü. İçeri girdiğinde yaşlı adamın yüzünde iğrenç bir gülüş belirdi. Zemheri içindeki kusma isteğini bastırdı. Saçları beyazlamış, dişleri sarı ve çoğu çürümüş, dudağının bir kenarında kocaman beni olan adam olabildiğine çirkindi. Üstüne üstlük kaşından yanağına doğru inen iğrenç bir bıçak yarası vardı. Anlatılana göre bir bordo bereli yapmıştı. "Yapanı bulsam alnından öperdim." diye geçirdi içinden. "tabi öncesinde o benim alnımdan vurmazsa." kendi düşüncesine dudakları kıvrılacak gibi olsa da engel oldu.


"Gelesin hele Leyal'im. Nasılsın? Keyfin yerinde mi?"


'Çok yerinde keyfim. Hatta o kadar yerinde ki seni ellerimle boğabilirim.' demek istese de demedi.


"İyi, iyi" diye geçiştirdi. "Hayırdır? Bir şey mi oldu? Neye getirttin beni ayağına?"

Şeytan kahkaha attı.

"Şu hırçınlığını bir kenara bıraksan ne güzel anlaşacağız senle."


Zemheri cevap vermeyip boş boş baktı.

"Demedim bir şey hemen kızmayasın. Seni de konuşmaya çağırdım. İki gün sonra bir köy baskını yapacağız. Örgüte adam lazımdır. Duyduğuma göre yukarının planları var. Anlayacağın çok eğleneceğiz."


Daha üç gün evvel yine köylere baskın yapmış ailelerden zorla adam toplamışlardı. Zemheri bu tür baskınlara gitmemeye çalışıyordu. Evladından zorla koparılan annelerin feryatlarına yüreği dayanmıyordu. Her ne kadar istemese de bazen zorunda kalıyordu.


"Hangi köye gideceğiz heval?"


"T*****" köyün adını söyledi Sercan.

"Tamam. Bilirim o köyü. Kaç kişi gidilecek? Başlarında kim olacak?" şeytan gevrekçe güldü.

"Senin şu iş bitiriciliğini hep sevmişimdir. Gerçi neyini sevmedim ki." Leyal'den aldığı sinirli bakışlarla gözlerini kaçırıp boğazını temizledi.


"On beş kişi gidilecek. Başlarında Rıdvan olacak. Sen de gidersen içim daha rahat eder.

" Ben kalıp geçen gelenlere eğitim verebilirim aslında. Çoğu silah tutmayı bile bilmez. "


" İşte bu yüzden senin gitmen gerek. O gerizekalı herif önüne kim gelirse toplar. Çelimsiz, silahın ne olduğundan bihaber bebeleri toplar kampa. Örgütün çocuk avutacak vakti yoktur. "Zemheri adamı vazgeçiremeyeceğini anladı.


"Tamam gideriz. O zamana kadar şunlara bir şey öğretiyim bari. Geberip başımıza kalmasınlar."

"Gidebilirsin." Eliyle çıkışı gösterdi.


Zemheri arkasını dönüp çıkarken gözlerini üzerinde hissediyordu. Her ayrıntısını inceleyen adamın zevkle sırıttığını arkasını dönmeden bile biliyordu.

"Ah be Leyal'im! Bir 'he' desen neler kazanacaksın. Hiç olmadığın kadar rahata kavuşursun." Omzunun üzerinden Sercan'a baktı.


"Buraya gönlümü eğlemeye değil, Türk'lerden intikamımı almaya geldim. Evlenip davama ihanet edemem."

Zemheri'nin sözleri üzerine yaşlı adam iç çekti. Daha fazla oyalanmadan kendini dışarı attı. İçine büyük bir nefes çekip sessiz ve yavaş biçimde bıraktı. Sinirinin biraz yatıştığını anlayınca toplanan teröristlerin yanına yürüdü.


Hepsi bir şeyler yiyordu. Ellerinde küçük konservelerde ton balıkları vardı. En iyi ihtimalle son kullanma tarihleri üzerinden bir ay geçmişti. Bazılarında sadece ekmekler vardı. Bu erzaklar ayda bir getiriliyordu. Bir mağaranın dibine saklanıyorlardı. Cephaneleri sakladıkları mağaranın hemen yanında kapısında beş nöbetçi bekliyordu. Silahlarınsa bazen iki bazense bir. Sürekli kıtlık yaşadıkları düşünülürse erzaklar silahlardan daha büyük hayati önem taşıyordu. Üstelik büyük devletlerden sürekli son model silah takviyesi gelse de kimse burdakilerin ne yediğiyle ilgilenmiyordu. Açlıktan değilse bile gıda zehirlenmesinden haftada en az iki kişi ölüyordu.


Üç gün önce getirilenlerin olduğu yere yaklaştı. Sekiz kişi vardı. Üçü son derece rahattı. Etrafa sabırsız bakışlar atıyorlardı. Sanki sağdan soldan bir Türk'ün fırlamasını ve onu öldürmeyi bekliyorlardı. Gönüllüler, diye düşündü. Geri kalan beşi ise her an kaçabilecek gibi tetikteydi. Bakışlarındaki korku açıkça belli oluyordu. Yaşlarının 13-18 arası değiştiği anlaşılıyordu.


İçlerinden en ufak tefek olanın elleri tuttuğu sarı ekmeğe inat bembeyazdı. Üstelik titriyordu. Üzerinde ona büyük bir ceket vardı. Zemheri küçüğün omzuna kolunu atıp onu korumak ister gibi olan gence baktı. Bu Zemheri'nin sabah battaniye verdiği çocuktu. Beş çocuğun gözleri de kıpkırmızıydı.


İyice yanlarına yaklaştı. Leyal'i gören diğer teröristler kenara çekiliyordu. Kimse Leyal'e bulaşmak istemiyordu. Özellikle daha önce ona sarkıntılık yapan bir kaç erkek adeta kaçmıştı. Eh! İçlerinden birini hadım edince korkmaları normaldi tabi.


Yeni gelenler bu kadına şaşkınca baktılar. Bir kadından bu kadar korkulması onları şaşırtmıştı. Gönüllülerden birinin gözünde ufak bir kıskançlık sezdi. On sekiz yaşında bir erkekti bu. Anlaşılan burda bir komutan olmayı her şeyden çok istiyor diye düşündü. Onlara kısa bir bakış atıp korkudan titreyen beşliye döndü. Eliyle küçüğe sarılan çocuğu işaret etti.


"Sen" hepsi korkuyla ona bakmaya başladı. Küçüğün bir eli yanındakinin kolunu buldu. Sanki her türlü tehlikeden onu koruyacak bir kalkan gibi tutuyordu. Diğeri küçüğe bakıp hafif bir tebessüm etti. Gözlerini açıp kapatarak ona güven verdi. Daha sonra gözleri direkt Leyal'inkileri buldu. Kızarmış gözleri tüm korkusuna inat bir saniye bile gözlerinden ayrılmadı. Küçüğü çok daha sıkı sararken onu korumak istediğini fazla belli ediyordu.


"Sana diyorum. Adın ne senin?"

"Celal." sesinin titrememesi için belli ki çaba sarf etmişti.

"O senin kardeşin mi?" kolunun altındaki çocuğu kendine çekti.

"Kardeşim. Ona zarar gelmesine izin vermem." sesi gözlerinin söylediğinin aksine çok cesurdu. Gözlerinin önüne bir parkta kardeşini korumaya çalışan küçük kız geldi. Zemheri içinde kopan fırtınaya inat büyük bir kahkaha attı.


"Demek izin vermezsin ha? Ne yaparsın mesela? Onu dövmeye kalkışırsam beni öldürür müsün?" sesi alaycı ve tehditkardı.


"Gerekirse evet." kamptaki herkesin gözlerinde bir acıma duygusu belirdi. Bu çocuğun neye bulaştığı hakkında fikri yoktu. Hepsi Leyal'in onu oracıkta öldürmesini bekliyordu. Ancak sanılanın aksine o kahkaha attı.


"Cesaret iyidir evlat. Ama fazlası öldürür. Bir dahakine birini öldürmekten bahsederken seni üç saniye içinde öldürecek kadar yetenekli olmadığından emin ol." çocuğun yutkunduğunu fark etti. Başını onlardan çevirip etrafı taradı. Gür bir sesle bağırdı.


"Bu veletleri buraya getiren kim?" bunun cevabını biliyordu. Rıdvan karşısına geçti.

"Ben getirdim. Bir itirazın mı var?" sesi rütbesinin daha üstte olmasından kaynaklı egolu çıkmıştı. Ancak Zemheri'nin onu takmaya niyeti yoktu. Tek kaşını kaldırdı.


"Evet var. Burası saçma bir kreş değil." iki kardeşi gösterdi. "Bu ikisinin birbirine sevgisini göstereceği bir yer hiç değil. Her aileden yalnız bir çocuk alınmasının bir nedeni var. Biz savaşacak militan arıyoruz. Salak iki kardeş değil." Bağırmasa da sesi sertti. Rıdvan yüzünü buruşturdu.


"Bu ikisi umrumda değil. Ben ilk küçüğü gördğm ve aldım. Diğeri kendi gelmek istedi."

"O zaman küçüğü bırakmalıydın." bağırmıştı. Herkes toplanmış onları izliyordu.


"Sanki ekmek almışlar da onu tartışıyorlar. Rahatlığa bak anasını" Celal fısıldamıştı. Ancak yakınındaki Leyal harici kimse duymamıştı. Gülmek istese de engel oldu.


"Ben aldığımı geri vermem." Rıdvan da bağırmıştı.


"Napacan? Nikahına da mı alacan?" Celal'in yine fısıldadığını duyan Leyal ciddiyetini korumaya çalıştı.


"Başkan buna kızacak."

"Başkanın kızacağı bir şey yok. Daha fazla adam toplamanın yanlış bir yeri yok.

" Ben söylersem eminim yanlış olduğuna ikna olacaktır. "Sesinde ego olan bu sefer Leyal'di.


" 17 yıldır bu hayatı yaşıyorum. Böyle cesur karı görmedim. "Leyal, bir türlü susamayan Celal'e ters bir bakış attı.


Rıdvan'ın rengi atmış. Sinirden kıpkırmızı olmuştu.

" Sürtük. "Zemheri duyduğu kelimeyle kanın beynine sıçradığını hissetti. Pantolonunun beline takılı bıçağı aldığını ve karşısındaki adamın boğazına dayadığını herkes görmüştü. Etraftan hayret nidaları yükseldi.


" Yiyse şimdi tekrar söyle. " Adamdan ses çıkmazken oluşan sessizliği bir kadın sesi böldü.


"Ayrılın çabuk." Bu Sercan'ın son karısı Rojda'ydı. Zemheri'den nefret edenler listesinin başlarında yer alıyordu. Leyal hiç kıpırdamadı. Kadının yanlarına geldiğini göz ucuyla gördü.


"O senin komutanın. Bıçak çekmek ne demek?" leyal'i azarlamaya başladı. Zemheri'nin yüzünde bıkkın bir ifade belirirken konuştu.

"Bir dahaki sefere bu kadar şanslı olmaz. Kime ne dediğini bilmesi gerek. Yoksa ya ölür ya da..." susup sırıttı.


"Neden bahsediyorsun sen?" Rıdvan'ın sesi vahşi bir hayvan hırlamasından farksızdı.

"Hoşt köpek." Celal'in tekrar mırıldandığını duyan Zemheri'nin gülümsemesi büyüdü.


"Olacakları söylüyorum. Baksana şuan canın kadar erkekliğin de tehlikede." Herkesin gözü aşağı kaydı. Rıdvan'ın kasıklarının üzerinde bir bıçak daha vardı. Etraftan küfürler yükseldi.


"Bir daha olursa affetmem. Ben burda intikamım için varım. Başka bir şey duymayacağım." sesi herkesin duyması için yüksek çıkmıştı. Önce aşağıdaki bıçağı yerine koydu. Daha sonra boynundaki bıçağı çekip adamı ittirdi. Etrafına bakıp onları izleyenleri görünce bağırdı.


" Dağılın lan! Ayı mı oynatıyız? "hepsi çil yavrusu gibi dağıldı. Tam o da gitmek için hareketlenmişti ki karşısında bir beden belirdi. Rojda ateş saçan gözlerle ona bakıyordu. Tam bir esmer güzeliydi. Siyah gözleri büyük ve güzeldi. Biçimli bir burnu vardı. Buradaki çoğu kadının aksine yüzünde fazla istenmeyen tüy yoktu. Şeytan'ın karılarına tanıdığı ayrıcalıklardan biri de ağdaydı anlaşılan. Kadınının güzel görünmesini istiyordu. Ömrümde gördüğüm en çirkin adam olması fazla ironik diye düşündü.


Rojda'nın yüzüne sorgulayıcı bir ifadeyle bakıyordu.

"Birgün gerçek yüzün ortaya çıkacak. O gün ölümünü izlemem için en ön sırada olacağım."

"Görürsem söylerim." dedi Zemheri alayla. Yanından geçip gitmeye başladı.


"Nereye gittiğini sanıyorsun?"


"Hayırdır Rojda? Artık yaptığım hacete de mi karışırsın?" diyip arkasında sinirden köpüren ikiliyi bıraktı. En ufak bir yanlışında öldürüleceğinin bilincindeydi.


İşini hallettikten sonra kamp alanına döndü. Güneşin durumuna bakılırsa saat sekizdi. Mağarasına döndüğünde masanın üzerinde kahvaltısını gördü. Biraz ekmek, peynir, domates ve salatalık vardı. Bayat ton balığından kesşnlikle daha iyi, diye düşündü. Yemeğini yiyip biraz su içti. Karnı doyunca yatağın üstünden yeleğini ve puşisini aldı. Mağaradan çıktı. Cebinden tütün çıkarıp sardı ve içmeye başladı.


Elinde sigarası olduğu halde eğitim yapanların yanına gitti. Çaylakların silah talimi yapacaklarını anlayınca etrafa göz gezdirdi. Herkes kendi halindeydi.

"Celal, buraya gel." hala kardeşini saran çocuk ismini duymasıyla başını kaldırdı. Gördüğü kadınla yüzü bembeyaz oldu. Sabah bir adamın boynuna dayadığı bıçak ondan korkması için yeterliydi. Yine de gözlerini gözlerinden çekmedi. Bu durum Zemheri'nin anlık tebessümüne neden olsa da hemen ardından kayboldu.


"Buraya gel dedim sana." Zemheri'nin ikinci kez tekrar etmesiyle kardeşinin elini tuttu ve bir adım attı. Zemheri göz ucuyla küçüğe baktı. Sonra tekrar Celal'e döndü.

"Merak etme sen yokken kimse onu dövmez. Ama beni dinlemezden seni dövebilirim."


"Kardeşimi yalnız bırakmam."

"Onu savunman güzel. Ancak senin için değerli olduğunu bu kadar belli edersen seni ondan vururlar. Mesela benimle gelmezsen onu öldürürüm dersem..." o sözünü bitirmeden Celal bir hışım kardeşini bırakıp ileri atıldı.

"Gelecem. Yeter ki ona dokunma."

"Bahsettiğim şey tam olarak bu. Her neyse yürü." Zemheri önde Celal arkada mağaraya doğru yürümeye başladılar.


Celal korkuyla ardından ilerliyordu. Mağaraya girdiklerinde yatağa ilerleyip oturdu. Celal'se ayakta etrafı inceliyordu. Gözü duvardaki haritayı bulunca yüzünü buruşturdu. Zemheri bunu görmezden gelip bir soru sordu.

"Kardeşinin adı ne?"

"Cemal." kardeşinden bahsederken gözleri sevgi ve merhametle parlıyordu.


"Nasıl oldu da gönüllü oldun?" Celal sıkıntılı bir nefes aldı.


"O***** köyünde çobanlık yaparız biz. Babam yok. Bir garip anam baktı bu zamana kadar bize. Kardeşimle beraber koyun güderiz. Adamlar geldiğinde ben dağa gidiyordum. Kardeşim de uyanınca ardımdan gelecekti. Köyden biraz uzaklaşınca arabaları gördüm. Önce aldırmasam da inan silahli adamları görünce hemen geri dönmek istedim. Anam ve kardeşim yalnızdı. Köye vardığımda adamlar gitmek üzerelerdi. Anam yerde ağlıyordu. Kardeşimi aldıklarını söyledi. Ona kardeşimi sağ salim getirme sözü verdim. Gitmek üzere olan adamları durdurup gönüllü oldum. Kardeşimi bırakırlar sanmıştım. Ama o bênamûs(şerefsiz) ikimizi de aldı. "

Sesi öfkeliydi.


Zemheri buruk bir tebessüm etti. Bu çocuğa bakarken gözünün önüne gelen Ateş'ti.

" Bunları kimseye anlatma bir daha velet. Ayrıca o bayrak ve haritaya da az önceki gibi bakma. En azından birileri seni görüyorsa. Yaşamak için ayak uydurmalısın."


Celal anlattıkların karşında kadının ona kızmasını bekliyordu. Tavsiye vermesini değil.

"Sen neden bana kızmadın?"

"Uzun hikaye çocuk. Şimdi söyle bakalım kaçmak istersin?" Celal karşısındaki kadına şaşkınca baktı. Onunla dalga geçiyor olmalıydı. Bu kampta gördüğü kadarıyla en korkulan kişi kaçmaktan mı bahsediyordu? Bu çok saçmaydı.


Leyal ise merakla çocuğun vereceği cevabı bekliyordu. Daha doğrusu düşündüğü şeyi yapıp yapmayacağını merak ediyordu.

"Bakma öyle. Dalga geçmem meraklanma. Fazla da soru sorma. Eğer istersen kaçıracam seni." Celal inanmak istedi.


"Kardeşimi bırakamam."Zemheri aldığı cevapla gülümseyecek gibi oldu. Asıl merak ettiği cevabı alsa da bozmadı.

" Yalnızca birinizi kaçırabilirim. "

" Kardeşim. Cemal'i kaçır. "Zemheri tek kaşını kaldırdı.

" Emin misin? Ondan sonra sana eziyet ederiz. "

" Ez eleqedar nakim. (umrumda değil.) O iyi olmalı.


Zemheri başını salladı. Bu küçük velet onu yanıltmamıştı.

"Kardeşin tek başına köyü bulabilir mi?"

"Dört yıl öncesine kadar hergün bu dağda çobanlık yapardık. Yolu ikimiz de avucumuzun içi gibi biliriz." tersçe Leyal'e baktı. "Dört yıl önce bir çobanı zorla alıkoyup sürüyü sömürdüğünüzde otlak değiştirmek zorunda kaldık."


Zemheri omuz silkti.

"Kesinlikle ben yapmadım. Ama koyun eti iyi sarmıştır." Celal'in ateş saçan gözlerini görünce kıkırdadı. "Her neyse şimdi beni dinle. Başka biri olsa kesinlikle daha kolay olurdu. Siz ikiniz yapışık ikiz gibi dip dibesiniz." yüzünü buruşturdu. "O ana kuzusu kardeşine azcık az yapış bee. Hayır bu sıcak da yanmaz mısın?" Celal öfkeyle baktı.


"Dağın başındayız. Gece uyurken soğuktan bir yerlerim dondu."

"İyi be! Demedik bir şey. Japon yapıştırıcısı kılıklı velet."


"Bana velet deme!"


"Diyecem."


"Demeyeceksin. Sevmiyorum "


"Demezsem Cemal'i göndermem."

"Velet denmesine bayıldığımı daha önce söylemiş miydim?" Zemheri kahkaha attı.


"Tamam lan. Cıvıtma. Senin tek dolanmam dikkat çekecek. Kardeşinin en fazla bir saati var... "


Kırk beş dakika sonra planı yapmışlardı. Mağaradan çıkıp yürümeye başladılar.

"Silah kullanabir misin?"

"Babam ölmeden evvel domuz avlayım diye öğrettiydi. Ondan sonra caminin müezzini de az talim ettirdi."

"Bu kadar uzun açıklama velet. He desen yeterdi."


"Tamam Leyal abla."

"Abla ne oğlum. Geberttirecen mi bizi? Komutan desene kurê kerê(eşek oğlu).


" Tamam. Kızma abla. "Zemheri Celal'in kafaya hafifçe vurdu.

" Silah kullanmayı bilmen iyi. İyi atış yap. Ayrıca kardeşine biraz az yapış ki yokluğu daha az çekebilsin. Planı anlatırken dikkatli ol. Biri duyarsa ben hiç yoktum. Seni ben eğitecem. İyi bir militan olacağına inanırlarsa çok da takmazlar kardeşinin gidişini."


"Tamamdır." ikisi de fısıltıyla konuşuyordu. Hatta Zemheri'nin ağzı nerdeyse oynamıyordu. Diğerlerinin yanına gelince Zemheri köşedeki keleşlere yöneldi. Cemal koşup abisine sarıldı. Celal onu omuzundan tutup kendinden uzaklaştırdı. Kardeşinin gözlerindeki kırgınlık onu üzse de tekrar sarılmadı. Sadece kulağına bunun daha iyi olduğunu fısıldadı.


Zemheri ikiliye göz ucuyla baktı.

Daha sonra önde dikildiği silahlardan birini aldı. Emniyetini açıp arkasına döndü getirilen 8 çocuk karşısında dizilmişti . Hepsinin gözlerinde bariz bir korku vardı. Gönüllü olarak gelenler bile çekiniyorlardı.

" Bana bakın!" bağırmasıyla hepsinin gözleri ona döndü.
" Ben Leyal. Leyal komutan. Bu adı iyi belleyin. En ufak bir hatanızda gece olur üstünüze çökerim. Burası sizin babanızın evi değil. Buraya yan gelip yatın diye getirilmediniz. Öyle ya da böyle buraya geldiyseniz savaşacaksınız. Savaşamam derseniz merak etmeyin onun da kolayı var. "

" Savaşmazsak bizi gönderirsiniz değil mi? Sonuçta o zaman işinize yaramayız. " konuşan kişi Celal'in kardeşi Cemal'di. Sesinde umut vardı.
" Evet gönderirim ama... "

Leyal sözünü tamamlamadı. Onun yerine elindeki silahı kaldırıp Cemal'e doğrulttu. Doğrultmasıyla da tetiğe basması bir oldu. Kurşun karşıdaki çocuğun kafasının hemen üzerinden geçti. Hatta beraberinde çocuğun kafasından birkaç saç telini de götürdü. Çocukların hepsi korkuyla çığlık atarken Celal resmen donmuştu. Karşısındaki kadına ve silaha şaşkın bakışlarla bakıyordu. Daha az önce kardeşini kaçırmak için plan yaptığı kadını az daha onu öldürüyordu. Ne yapacağını ne söyleyeceğini şaşırmıştı.

Girdiği trans halinden beline dolanan okullar sayesinde çıktı. Başına eğip baktığında korkudan titreyen Cemal'i gördü. Güneş yüzünden yanmış kolları, abisini kaybetmekten korkar gibi sarmıştı. Siyah saçlarında az önceki kurşundan kalma yanık izi vardı. Abisinin bir eşi kahve rengi gözlerinde Zemheri'ye çok tanıdık bir şey vardı: ölüm korkusu.

Celal'in gözleri tekrar zemheri'yi buldu. Sabahtan beri öfke ile bakan Leyal'in gözlerinde bu sefer hüzün vardı. Celal'e özür diler gibi bakıyordu. Celal bu ifadeyi anlam veremedi. Şu an tek düşündüğü küçük kardeşinin korkusunu yatıştırmaktı zaten. Gözlerine Leyal'den ayırmadan kardeşini sarmak için kollarını kaldırdı. Leyal başını 'hayır' anlamında salladı. Celal'in aklına az önce konuştukları gelince sarılamadı. Kardeşi kaçtığı zaman ona vakit gerekecekti. Sürekli beraber gezen ikilinin bir anda teke düşmesi çok çabuk dikkat çekerdi. Ama öncesinde küsmüş olan iki kardeşin bir araya gelmemesi önemsenmezdi.

Zemheri gözlerindeki hüznü gizledi. Elindeki silahı indirip az önce yarım bıraktığı cümleyi tamamladı. " ama ölü olarak. Etrafınıza bakın burada size sarılacak bir ana yok. Size acıyacak, merhamet edecek kimse yok. Burada yalnız siz varsınız. Siz ve dava arkadaşlarınız. Idealiniz hak ettiğiniz ülkeyi kurmak olsun. Bu uğurda da yolunuza çıkan hiçbir şey düşünmeyin. " sözlerini tamamlayıp karşısındakilere baktı. Gönüllü olarak gelen üçlü gaza gelmiş gibi duruyordu. Dikleşen omuzlarına ve sertçe bakan gözlerine göz devirdi, Zemheri.

" ilk önce karşınıza bir Türk askeri çıkarsa ne yapacağınızı anlayacaksınız.
Eğer bir asker sizi gördüğü zaman durmadan ateş ediyorsa bilin ki o acemidir. Kurşunun bitmesini bekleyin.

Eğer sadece sizi gördüğü zaman ateş ediyor saklandığınız zaman duruyorsa o komandodur. Yapabiliyorken kaçın ve canınızı kurtarın.

Eğer sizi gördüğü zaman kaybolduysa ve ortalık sessizse O bir bordo berelidir. "Durdu. Gözlerini kamp alanında gezdirip sırıttı." Eh! Merak etmeyin o sizi bulur. "

" Şimdi hepiniz birer silah alın. Mızmızlanıp yapmak istemeyen varsa söylesin öldüreyim. "
Hiç kimse itiraz etmeden hep silahlara yöneldi. Leyal nasıl kullanmaları gerektiğini anlattı. 8 kişiden 5'i zaten silah kullanmayı biliyordu. Bu yüzden işi kolay olmuştu. Kısaca anlatma işi bittikten sonra atış talimine geçildi.

Küçük Cemal ve zorla getirilen iki çocuk çok kötü atıyordu. Diğer
üçlünün atışları İdare eder derecedeydi. Ancak Celal ve gönüllülerden birinin atışları mükemmele yakındı. Zemherinin dudakları memnuniyetle kıvrıldı.

Celal'in yanına yaklaşıp elini omuzuna attı. "Bundan sonra benim adamımsın. Eğer davamıza sahip çıkarsan da ileride çok önemli bir komutan olacaksın." dedi. Celal duydukları ile yüzünü buruşturmamak için kendini tuttu
Karşısındaki kadın teröriste yalnızca kardeşi için boyun eğiyordu.

Zemheri, Celal'i bırakıp atışları iyi olan diğerine yöneldi. Bu, sabah Leyal'e kıskançlıkla bakandı.
" adın nedir? deyesin hele Heval."

Çocuk gülümsedi. Gözlerini birkaç saniye leyal'in gözlerini dikse de geri çekti.
"Berzan derler bana. Buraya Türk'lerin katlettiği babamın intikamı için geldim. Bir gün çok güçlenip kuracağımız ülkenin bir komutanı olacağım. "

"Atışların hedefi vurur ama konuşmaların için aynısını söyleyemem. Kısa ve net ol Berzan. Sana yalnız adını sordum. Hayat hikayeni değil."
" Emredersin Heval."
"seni ve şu 3 kişiyi Rıdvan komutan eğitecek. Diğerleri bende."
Leyal arkasını dönüp yürüdü.

"Beni sen eğitsen" duyduğu itirazla geri döndü. Birkaç saat adında berzan'ın yanına ulaştı. Gözlerini karşısındaki çocuğa kilitledi. Tek kaşını kaldırıp sert sesiyle sordu.
"Sebep?" Berzan yutkunuk gözlerini kaçırdı. Yine de sesi titremeden cevap verdi.

"En iyisini en iyi eğitmeli de ondan." Leyal alayla güldü.
"En iyi olduğunu nereden çıkardın?"
"Çünkü öyleyim. güçlüyüm ve atışlarımı iyi."
"Peki benim en iyi olduğum ne malum?"
"Bir kamp dolusu adam bir kadından korkuyorsa o kadın en iyisi olmalı."
"Kararım değişmeyecekç Şimdi sen, sen ve sen Berzan'la beraber Rıdvan komutana gideceksiniz." Bunu söylerken eliyle gelen diğer İki gönüllü ve Cemal'i göstermişti.

Cemal'i göstermesiyle Celal'in yüzünde endişe belirdi. Cemal koşup abisine sarıldı.
" abi bari senle kalayım. " Celal içi yanarak tekrar uzaklaştırdı kardeşini.
" komutan ne dediyse o." Cemal'in gözlerine yerleşen kırgınlıkla sertçe yutkunsa da gözlerini kardeşinden uzak tuttu.

O sırada bir adam yanlarına yaklaştı.
" Başkan çağırır seni Leyal komutan. "
" o başkana da göstereceğim bir gün ayağına çağırmayı. Beklesin hele. " ağzının içinde homurdanıp gelen adama döndü.
" giderim şimdi." adam yanından uzaklaşınca bağırdı.

"Yusuuuuuf! Ulan Allah'ın cezası herif nerdesin? Gel buraya. " birkaç dakika bekleyip ses gelmeyince eliyle yüzünü sıvazladı.

"Yusuf hangi cehennemle Zebani ayartırsın bilmem. Ama buraya gelmezsen andım olsun soyunu kuruturum." yüksek çıkan sesi dağda yankı yaptı.

Biraz sonra eliyle pantolonunu düzelten Yusuf geldi. Sarı saçları, griye yakın mavi gözleri vardı Yusuf'un. 25'indeydi daha.

" ulan Bênamûs andım olsun. Şehre indiğim ilk fırsatta seni kısırlaştıracağım. " arkasından küfürlerini sıraladı Leyal.
" Deme öyle Leyal komutan. Yazık değil mi kızlara?" Yusuf'un söylediğine terçe baktı Leyal.
" yazık mı? Ulan bunun için kim bilir kaç tane hayır duası alırım. " Birkaç saniye düşünür gibi durdu bu sırada Yusuf da iyice yanlarına gelmişti.

"Aslında mantıklı lan. Hem senin uçkurundan kurtulurum hem de belki aldığım dualarla cennete giderim."

Yusuf son kez üzerine düzeltirken omuz silkti.
" Aman be Heval biz kim Cennet kim? Cennete giremiyoruz bari Cehennemi hak edel..."
Kafasını kaldıran Yusuf, Leyal'in öfkeli bakışlarını görünce susmak zorunda kalmıştı. Boğazın temizleyip çaresizce toparlamaya çalıştı.

" Şey.. heval ben akşam fazla içtim herhal. Ondan öyle ağzıma geleni söylüyorum. "
Zemheri sabır çekti." Zıkkım iç Yusuf! O çok sevdiğin uçkurunun peşinde içerken geber Yusuf! Allah belanı versin Yusuf!"
"Amin." Yusuf'un söylediğinle etraftakiler kahkaha attı.

" ne gülüyorsunuz lan?!" Zemheri'nin sert sesiyle herkes önüne döndü.
" Şu veletlere sahip çık. Bu Berzan, Celal midir nedir onu öldürmesin. Bir de onların leşini atacak çukur aramayacağım."

Yusuf başını sallayıp onaylayınca Leyal, Sercan'ın yanına gitmek için ilerledi. Yusuf'un yanından geçerken duydukları ile kan beynine sıçradı.

" Ulan! Karı da öylece kaldı iyi mi? "

Leyal, Yusuf'un ensesine sertçe vurdu. Bunu beklemeyen Yusuf dengesini kaybedince yüzüstü yere kapaklandı.
" Aaa Yusuf kaldın öylece iyi mi?"
Alayla söylenip yürümeye devam etti. Ardından gelen kahkahaları duyuyordu.

Sercan'ın mağarasına gelince içeri girdi.
"Niye çağırdın beni?"
" Sana da merhaba güzelim." Zemheri'nin öfkesi yine tavan yaparken, bedeni beyninin komutunu beklemeden karşısındakinin üzerine atladı. Cebinden çıkardığı bıçağı Şeytan'ın dudağının yanındaki bene dayadı.

" Ben senin güzelin değilim, Sercan. Şunu aklına sok! Seninle evlenmem." dudakları kulağına yaklaştırıp bağırdı. "bana dokunmana izin vermem."
Geri çekildi ama bıçağı yerini koruyordu. Sercan'sa yüksek ses yüzünden yüzünü buruşturmuştu. Sercan'ın yakasından tutup bir eliyle sertçe itti. Nihayet yüzündeki bıçaktan kurtulan adam karşısındaki kadına korkarak bakıyordu. Ancak yine de erkeklik gururu yüzünden geri adım atmadı.

"Bir gün hepsi olacak Leyal. Sadece bekle."
"Anca Hûn di xewnên xwe de dibînin (rüyanda görürsün.) başkan." Başkan kelimesini tiksinerek, tükürürcesine söylemişti.
"Rüyalarımda ne gördüğümü tahmin bile edemezsin." Sercan'ın gözleri Leyal'in üzerinde arsızca gezerken o gözleri oymamak için sakin kalmaya çalıştı.
"Dikkat et. Suskun bütün rüyalarını itinayla kabusa çevirmesin." Karşısındakinin duyduğu isimle beti benzi attı.
"S-suskun mu?" alayla sırıttı leyal.
"He ya Suskun. Ne o yoksa 3 yıl önce beni o yüzden aldığını unuttun mu?"

Sercan boğazın temizleyip gözlerini kaçırdı.

3 yıl önce (Leyal'in kampa geldiği gün)

Neredeyse 2 saattir aralıksız yürüyordu Zemheri. Bir yandan kendini kabul ettirmenin yollarını ararken, diğer yandan bu sıcak havada tırmandığı daha sövüyordu. Eğer kabul etmezlerse elindeki en önemli kozu kullanacaktı.

Biraz daha yürüdüğünde karşısına iki adam çıktı. Ellerinde keleşler yüzlerinde puşileri vardı. Derin bir 'oh' çekti Zemheri.
" sonunda be! Bir an hiç gelmeyeceksiniz sandım. Hadi gidelim." Zemheri yüzünde sırıtmayla adamların arasından geçip yürümeye devam etti.

Karşılarındaki kadına deli gözüyle bakan adamlar kendine gelince önüne geçtiler.
"Dur sen kimsin? nereye gidersin?"
"Leyal ben. Ama siz kısaca Leyal komutan deyin. Yürüyün hadi kampa götürün beni."
Sarışın olan atıldı.
"yalnız senin dediğin daha uzun." diğeri ters bir bakış attı.
"Ne demeye götürecekmişiz seni?"

"Salak mısın? Örgüte katılacağım işte yürüyün hadi."
"Öyle elini kolunu sallayarak gidebileceğini mi sanıyorsun?"
"he" zemheri'nin gülerek verdiği cevap adamları sinir edince iki kolundan tutup sürüklemeye başladılar. Bir yandan da kendi aralarında konuşuyorlardı.

" şunu başkana götürelim de onun karşısında da rahatça konuşsun bakalım."
"doğru dersin" Zemheri'yse hiç itiraz etmeden onu götürmelerine izin veriyordu. Hatta ayaklarını kaldırıp tamamen onların taşımalarını sağladı. "Oh! iyi oldu vallahi. Yürümekten imanım gevrediydi."

"Ne rahat karısın lan sen!"
"Karı falan ayıp oluyor ateç parçası."
adamlar sabır çekip yürümeye devam etti. Ancak sarı olan çok geçmeden Tekrar konuşmaya başladı.

"Amma ağırsın lan! Kolum koptu ez sond dixum(yemin ederim)."
"Lan ayı mısın? Hiç bir hanımefendiye kilolu denir?"
"Hıh! Hanımefendi görmesek."
"Bana bak lan değişik. Sevdim seni, sağ kolum yapacam." Sarı gözünü devirdi.
"O kadar iyisin ki sağ ol."
"Tabe lan! Anam beni melek diye doğurmuş da babam elime tırpanı verince melekler karışmış."

İkili gülerken sabahtan beri sessiz olan diğer adam sabır çekti. "Deli biri değil ki gözünü seveyim."
"" Sen sus lan! "" İkisi birden bağırınca adam kalakaldı. Zemheri geveze olona döndü tekrar.
"Adın ne lan değişik?"

"Değişik değil oğlum deli. Deli Yusuf derler bana." gururla söylemişti bunu.

"İyi iyi. Kanpta tek deli olmam en azından."

"Merak etme güzellik. Başkan seni sağ bırakırsa bir gece eğleniriz de istersen."

Zemheri Kaşlarını çattı. Havada olan bacaklarını yere basarken eliyle belindeki çakıyı aldı. Adamlar ne olduğunu anlamadan bıçağı Yusuf'un boynuna dayadı. Diğer eliyle de Yusuf'un belindeki tabancayı diğer adama doğrultu.

" Bir daha bana asılırsan ikinci beynini kökten keserim." Yusuf uzaklaşıp ellerini iki yana kaldırdı.

" Sadece şaka yaptım. Ben daha normal kadınları seviyorum."

"İyi hadi tekrar taşıyın beni." deyip silahını uzattı. Silahı alıp devam ettiler. Kampa yaklaşınca Zemberi kollarını kurtarıp kendi yürümeye başladı.
" Karizmayı çizdirmeyelin ilk günden."

Kampa gelince Leyal'i bir kenara götürüp bağladılar. Sercan olmadığı için bekleteceklerdi. Birkaç gün sandalyede bağlı kaldı. Sercan gelince ise onu sorguladı.

Zemheri anne ve babasının Türk askeri yüzünden öldüğünü, kardeşinin bu yüzden yıllardır kayıp olduğunu anlattı. İntikamı için örgüte katılmak istediğini söyledi.
"Şu sıra Türkler işi sıkı tutuyor. İçimize hain yollayıp yollamadıklarını bilemeyiz. Ya sen de onlardansan?" Leyal karşısındaki adamı ikna edemeyeceğini anlayınca son kozunu kullandı.

" Suskun'un selamı ile geldiysem de mi almazsın beni?"
"sen suskun'u nerden bilirsin?"
"Eski bir hikaye diyelim."
"Yalan söylemediğini nereden bileyim?"
"Deme öyle Kudret'ciğim çok sever beni."
Suskun lakaplı teröristin gerçek adını kimse bilmezdi. Bu yüzden şaşırdı Şeytan. İnandı Leyal'e.
"Tamamdır Heval. Katılabilirsin bize.
Daha sonra Leyal'e yaklaştı. Dudaklarını kulağına yaklaştırdı. Ellerini çözerken fısıldadı.

" Suskun ağzının tadını biliyormuş ama taş gibi parçasın. "

Leyal geri çekilip kafayı gömdü adama. Dişlerinin arasından söylendi.
"Benim amacım intikam, aşk değil. Ona göre ayağını denk al."

Sercan geri çekilip silahını çekti. Karşısındaki kadının korkup geri çekilmesini bekledi. Ancak Leyal geri adım atmak şöyle dursun gözlerini bile kaçırmadı. Alnına dayalı bir silah yokmuşçasına rahattı. Sercan irkildi. Elinde silah olan, güçlü olan oydu. Namlunun ucundaki bir kadındı. Üstelik elleri bağlı bir kadın. Peki, neden tam tersiymiş gibi hissediyordu? Ne vardı bu kadının gözlerinde? Ela hareler sanki ateş fışkırtıyordu. Bu kadının gözlerine bakabilmek bile cesaret istiyordu.

Aralarındaki bakışmayı bölen böyle içeri giren Yusuf'tu.
"Başkan, yeni sevkiyat geldi."
Sercan gözlerin Leyal'den ayırıp başını salladı. Elindeki silahı indirip Leyal'i çözmesini söyledi. Daha sonra çıktı. Yusuf sırıttı.
"Vay, dediğini yaptın ha! Helal kız." "tabii lan! Ne sandın?"
Yusuf eğilip ipleri çözmeye başladı.

"iki soru ;bir, kalmaya nasıl ikna ettin? İki ne yaptın da silah çektirdin kendine?" Zemheri alayla güldü.

"bir :sana ne birader? Sen yeni komutanını olacağım, ona bak."

"O iş o kadar kolay değil de neyse. İkinci?"

Leyal tekrar güldü.
"Kafayı gömdüm."
Yusuf elindeki iplerle öylece kaldı. Ellerini çözmüş ayak bağlarına yönelmişti. Ağzı bir karış açılmış, gözleri büyümüştü.

"Naptın? Naptın?"

"Kafa attım."

"Oha! Benden daha deli biri." ellerini açıp dua eder gibi yaptı.
"Allah'ım çok şükür. Artık sopayı saklama zamanı." elini sıkması için uzattı.
"Tebrik ederim seni. Tescilli manyaksın."

Zemheri uzatılan eli sıkmadan kurtulan bileklerini ovuşturdu.
"Öfff! Çok konuşuyorsun kalk şurdan."

°°°°°°°°








Loading...
0%