@kutagi
|
Keyifli okumalar. _____ Karanlık tarafta olduğumuz için bizi göremezdi, yine de az önce göz göze geldiğimiz gerçeğini değiştirmiyordu bu. "Pars, arkasını döndüğü an sessizce gidelim buradan. Hayır işi gücü yok, buraya geleceği mi tutmuş? Burda ne işi var ki?" Sadece omuz silkti. Kayra arkasını döndüğü gibi şalımı yüzüme kapatıp arka kapıdan fark ettirmeden çıktık. "Oh... Çok şükür. Biraz daha yanımıza gelseydi fark edecekti." Hâlâ sessizliğini koruyordu. "Bir sorun mu var Pars?" "Hayır. Zaten görse de tanımazdı bizi, boşuna mı kılık değiştirdik?" Derin bir nefes aldım. "Sen kardeşini tanımaz mıydın? Her yerini değiştirse de, sana olan bakışı değişir miydi?" Bir süre durup düşündü. "Haklısın sanırım." Hafifçe güldüm. "Ee bir şeyler alalım bari. Kahvaltı yapamadık." Bu sefer o da güldü. "Senin açlıkla ilgili ciddi problemlerin var." "Belki." Market gibi bir yerin önünden geçerken Pars'ı durdurdum. "Burada bir şeyler var gibi." Baktığım yere bakınca başıyla onayladı. O içeri girip bir şeyler alacaktı, ben de etrafı seyredecektim. Elimi kaldırıp yüzüme siper ettim, başımı gökyüzüne kaldırdım. Çok fazla sıcaktı hava. "Geldim." Elinde poşetle yanıma yaklaşıyordu. "Ne aldın?" Poşeti alıp elime tutuşturdu. Bir anda ne oldu buna? Poşeti açıp içine bakmadan herhangi bir şey alıp yemeye başladım. "Pars." Durup bana döndü. "Ne oldu?" Birkaç saniyelik bakışmamız, önüne dönmesiyle son buldu. "Hiçbir şey." Dediyse kesin bir şey olmuştur. "Bilmeden yanlış bir şey mi söyledim?" Tekrar durdu. "Bir şey olmadığını söyledim sanıyorum?" "Emin misin?" Gülümsedi. "Elbette." Gülümsemesi bana da bulaşmıştı. "Tamam öyleyse." Saate bakınca heyecanım arttı. "Tam olarak... 10 saatimiz var." Neyden bahsettiğimi anlaması birkaç saniye sürmüştü. "Dakikasını, saniyesini hesaplamamışsın." Alayla konuşmuştu fakat ben ciddi ciddi hesaplayıp söyledim. "10 saat, 600 dakika, 36.050 saniye, 36.001.789 milisaniye kaldı." Şaşkınlığını belli etmemek için yüzünü çevirdi. "Saatle ilgili ne problemi var da milimi milimine hesaplıyor ki? Hayır bunu başarması da ayrı olay." İçinden söylediğini sandığı şeyleri duyuyordum. "Seni duyuyorum." Durdu. "Duy diye söylüyorum zaten." Bu sefer ben kalmıştım yerimde. İstemsizce güldüm, kesinlikle beklediğim cevap değildi. "Tamam... Bu 10 saat boyunca ne yapacağız peki?" "Etrafı gezelim." Kaşlarımı kaldırdım. "Etrafı? Askerlerle her an karşılaşabileceğimiz etrafı? Daha kaç dakika önce Kayra'yla karşılaştığımız etrafı? Peki, tamam." Aklına yeni dank etmiş gibi bir anda durup bana döndü. "Ani fren niye yapıyorsun? Çarpacaktım sana." Elini hızla salladı. "Kimliğimiz deşifre olmak üzere." Şaşkınlık ve endişeyle gözlerimi açtım. "Nasıl?" Öyle söyleyince anılar bir bir aklıma dolmaya başladı. Tesadüf değildi! Kayra'nın burada olması rastlantı değildi. Bir şeyden şüphelenmiştiler ve Kayra o yüzden buraya geldi. "Hay Kayra senin gibi evlada..." "Şimdi anladın değil mi?" "Ben kendimi çok mu açık ediyorum?" Derin bir nefes aldı. "Aslında hayır. Öyle olsaydı şu an karşımda bu şekilde duruyor olmazdın. Sadece biraz daha dikkat etmelisin." "Yüzümde birkaç yeri değiştirsem iyi olacak gibi, herkes bana geliyor anasını satayım ya." Acır gibi yüzüme baktı. "Sakın bana acıyormuş gibi bakma Pars." Ellerini teslim olur gibi kaldırdı. "Yakınlarda lavabo var mı acaba?" Etrafa bakınırken, Pars kolumu tutup bir yere doğru ilerledi. "Burada kimse görmez seni. Al." Çantadan ayna uzatıp verdi. Elinden aynayı alıp karşıma yerleştirdim. Kendi çantamdan birkaç malzeme alıp yüzümde tadilata başladım. Her zaman bunları niye yanımda taşıdığımı sorgularken ilk defa yanımda olduklarına şükretmiştim. "Hadi bismillah." Umarım yüzüm uzun süre bunlara maruz kaldığı için bozulmaz. Aradan en az 1 saat geçmişti ve benim işim anca bitti. "Ne yaptın ya? Yeni bir yüz yapmana gerek yoktu, birkaç parça değiştirecektin sadece." Yüzümde on kilo ağırlık hissediyorum... Kafamı kaldırıp Pars'a baktım. Değişik bir şekilde bakıyordu bana. "Yani..." Öksürdü. "Evet. Başarılı. İdare eder şimdilik." Gülmekten kendimi alıkoyamadım. "Neden gülüyorsun?" "Hiç. Gülesim geldi." Başını salladı. "Tepelere gidelim, hadi." "Şimdiden mi?" Onayladı. "Önceden keşfetmek yararımıza olur. Olası bir terslikte nereye gidebiliriz öğrenmiş oluruz." Tam 'olur' diyeceğim sırada aklıma gelen şeyle vazgeçtim. "Güzel olurdu, lakin olmaz." "Ah doğru. Bunu düşünen tek biz değilizdir." Eşyaları toparlayıp çantaya koydum. "Yüzümde fazladan ağırlık hissediyorum. Umarım bunlarla uzun süre geçirmem gerekmez." "Umarım." Tek kaşımı kaldırıp ona döndüm. "Çok kötü oldu değil mi? Tanıyacakları varsa da artık tanımazlar." Yine aynı ifade geçti kısa süreliğine gözlerinden. "Evet, gerçeği söylemek gerekirse kötü olmuş bayağı bir." Neden içimden bir ses yalan söylediğini bas bas bağırıyordu? "Hm... Neyse. Haydi, gidelim buradan. Az kaldı vaktimiz." "Kabul edeceği kesin değil. Her şeye karşı hazırlıklı olmalıyız." "Evet, ama ben kabul edeceğini düşünüyorum. Sonuç olarak kızını kurtarmayı teklif ediyoruz, az bir şey değil." Sıkıntıyla nefes verdi. "Umarım haklısındır." Gülüp omzuna vurdum. "Haksız olduğumu gördün mü?" Aynı şekilde o da güldü. "Bilmem Binbaşım. Haksız olduğunuz zamanlar oldu mu?" Aklımda canlanan anılarla gülüşüm durgunlaştı. "Sanırım..." "Hey, sadece şaka yapmak istedim." İlk kez uzunca baktım Pars'a. "Hiç böyle biri gibi değilsin biliyor musun?" "Nasıl biri gibiyim?" "Fazla katı, hiç gülmeyen, şakalardan anlamayan ve oldukça kuralcı." Şaşkınlıkla baktı. "Cidden beni böyle biri mi sandın?" Omuz silktim. "Ben de seni tanımasam böyle biri sanmazdım." "Nasıl?" "Dışardan bakınca; kendi halinde, sakin bir mesleği olan, duygusal biri gibisin. Oysaki gerçekte tam tersi." Şaşkınlıkla güldüm. "Cidden mi? Ben ve sakin bir meslek? Ah hiç yakıştıramadım size efenim." "Hahaha ben de düşünemedim şimdi sen öyle söyleyince. Psikolog olduğunu düşündüğümüzde sen hastaları daha da hasta edersin. Öğretmen olduğunu düşünürsek, mazallah çocuklara ne öğreteceğini kestiremiyorum. Böylesi kesinlikle daha iyi." "Yiğidi öldür hakkını yeme şimdi. Çok iyi bir psikolog olurdu benden." "Öyle mi? Hangi psikolojiyle?" Bir an durdum, durduğumu fark edince elini alnına vurdu. "Ya öyle demek istemedim. Özür dilerim." Kafamı olumsuz anlamda salladım. "Sorun değil. Hadi, çok konuştuk. Planımızın üzerinden bir kez daha geçelim." Bir şey demesine fırsat vermeden ilerledim. Aradan geçen uzun sürede her şeyi kararlaştırmış gelecek olan haberi bekliyorduk. Çok geçmeden sabah anlaştığımız adamın köşeden bize doğru geldiğini gördük, yüzündeki ifadeden bir şey anlayamamıştım. "Haberler pek duymak istediğiniz gibi değil... Kora sizinle görüşmeyi reddetti." Evet! Bu kesinlikle duymak istediğimiz bir şey değildi! Nasıl reddeder? Bunu nasıl göze alır? "Nasıl?" Pars da benimle aynı şeyi düşünmüş olmalı ki, aklımdaki soruyu sordu. "Bana söylediği şu; Haris'e söyle oynadıkları adama dikkat etsinler." Haris? Haris kim ya? Parsla birbirimize baktık. "Başka bir şey söylemedi mi? Adımızı söyledin mi?" Başını salladı. Sinirle nefes verdim. Ne saçmalıyor? Ne saçmalıyor? Haris... Haris... Bir anlamı olmalı. "Kağıt kalem var mı?" Ne yaptığımı anlamaya çalışır gibi bakıyordu. Kağıda hem sayıları hem harfleri yazıp karşılaştırdım. Eksik bir şeyler vardı. Tekrar, tekrar baktım ama olmuyordu. Cebimden tuşlu telefonu çıkarıp kağıdın yanına koydum. O harf buna... Şu sayı buna... Hah buldum! Haris; tuşlu telefonun rakamlarıyla yazılıp alfabetik sıraya göre dizilmiş olan sayılarla birleştirilip bir bölge oluşturuyor fakat bu harflerin yeri mi karışmış? Daha dikkatli incelediğimde 'çarşı' yazdığını fark ettim. "Koş. Koş!" Pars'ın kolunu tuttuğum gibi tahminimdeki çarşıya doğru koşturdum. Geldiğimizde etrafa göz attım, her yere bakıyordum. Sağ tarafa dönerken, çaprazdan gözüme bir şey yansıdı. "Sağ çaprazda, camlar siyah." Dediğim yere dikkatle baktı. Boş sokakta araba kapısının açılma sesi yankılandı. "Bu kadar kolay çözüp geldiğinize göre gerçekten sağlam adamlarsınız ha?" Bu adam... Kora olamaz... 🦅 🦅 🦅 |
0% |