Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14 🐺

@kutagi

Keyifli okumalar.

_____
 

Olayı anlamaya çalışırken kurdukları kampa varmıştık. Pars'a baktığımda benimle aynı şeyleri düşünmüş gibi bana baktı. Kafamı biraz eğip fısıldadım. "Fotoğrafta gördüğümüz adam Kora'ysa bu kim? Bu Kora'ysa o kim?"


"Estetik yaptırıyor desem, bu kadar çabuk iyileşip gençleşebilir mi? Bu kısa sürede?" İtiraf etmem gerekirse şaşırmıştım. Dışarda yanında Havinle görsem abi kardeş sanabilirdim. Kesinlikle baba kız gözüyle bakmazdım. "Evet siz ikiniz, benimle gelin. İçerde konuşalım." Peşinden ilerledik. "Sizi dinliyorum. Nedir planınız?" Hafifçe öksürdüm. "Ondan önce izniniz olursa bir şey sormak istiyorum." Ah... Kendimden iğrenmem normal mi?


"Kısa kes. Değerli vaktimi sizinle harcayamam." Sabır Allah'ım sabır. "Havin sizin onun babası olduğunu söylemişti. Bu kadar genç beklemiyorduk." Sorgular bir ifadeyle baktı. "Yani?"


"Yani, gerçekten Kora mısın?" Histerik bir gülüş attı. "Şu an sorgulanması gereken siz değil misiniz güzel bayan? Mesela şifreyi nasıl bu kadar kolay çözdünüz? Kızımı nasıl kurtarmayı planlıyorsunuz? Ki ben bile daha bunu bulamamışken. Askerlerin bunu yutacağını nasıl düşünüyorsunuz? Asıl şüphe uyandıran burada kim sizce?"


Anında bunlar için bir cevap düşünmeye başladım. "Yakın bir akrabamız şifreler konusunda kafayı yemiş biriydi, bize de birkaç tüyo vermişti. Kızını kurtarmak için bir planımız var fakat askerlerin buna inanması %70 bir ihtimal." Bu sefer büyük bir kahkaha attı. "Uğraştığım kişilere bak. Daha %70 ihtimalle karşıma geçmişler!" Sakin... Sakin... İkimizin ortasından omzumuza çarparak geçmişti. "Kora. Sence sana karşılık kızını serbest bırakmazlar mı?" Adımlarını durdurmuştu.


"Neyden bahsediyorsun sen? Sence oradan bakınca aptal gibi mi görünüyorum? Kızım için kendimi verir miyim ben?" Aptal gibi değil de, daha çok şerefsiz gibi gözüküyorsun. "Ah... Elbette ki seni alamayacaklar, sadece böyle düşünmeleri iyi olmaz mı?" İlgisini çekmiş gibiydi. Ağır adımlarla yanımıza geldi. "Aklında ne var güzellik?" Yüzümü buruşturmamaya çalışarak konuşmaya devam ettim.


"Takas isteyeceksin. Onların inanmasını sağlayacaksın, gerekirse ağlıyor gibi yapacaksın. Takas günü sen kızını aldığın anda karşı tarafa ateş açılacak ve böylelikle hem kızını almış olacaksın hem kurtulacaksın." İlk başta aklına yatmamış gibi gözükse de sonradan onayladı. "Peki öyleyse. Şimdilik mantıklı gibi." Uydu telefonunu alıp bizden uzaklaştı. Çok bir süre geçmeden sinirle telsizi yere fırlattı. "Bunlarda genetik herhalde sinirlenince telsiz fırlatmak." Pars uyarırcasına kolumu sıktı.


Ağır adımlarla yanımıza geldi.

"Tamam. Ayarladım sayılır."


"Sayılır?"


"Yeri belirleyince bana haber vereceklermiş. Yarın saat 13:00 da."


"Ne zaman haber vereceklerini söyledi mi?" Olumsuz anlamda kafasını salladı. "Yarın söyleyecekmiş." Gözlerim fal taşı gibi açıldı. "Olmaz! Olmaz! Yarın haber veremezler! Bu kadar kısa sürede olmaz!" Şaşkınlıkla baktı. "Neden olmaz? İstediğin bu değil miydi?" Daha da şüphelenmiş şekilde bakmaya devam etti. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. "Evet. İstediğim buydu."


Yanımızdan uzaklaştı. "O kadar kısa sürede etrafı araştırabilir miyiz? Allah bilir buluşma saatine yarım saat kala haber verirler."


"Mevzunun içinde bizimkiler varsa her şeyi beklerim." İstemsizce güldüm. "Manyaklar ya."


"Ee biz ne yapacağız şimdi? Kalacak bir yer söyleseydi bari." Beni duymuş gibi birisi yanımıza geldi. "Beni takip edin." Yaptığımız başka bir şey yok ki. Herkes peşine sürüklüyor. Hiç ışık olmayan bir yere gelince durduk. "Burada kalacaksınız." Bir şey dememizi beklemeden hızla uzaklaştı. "Thomas Edison mezarında ters döndü. Mum falan da mı yoktu ya?" Dediğime güldü.


"Değil mi ya? Nereye gitsek karanlık düşüyor." İç çekip çadırın içine girdim. "İyice dinlenelim. Yarın büyük gün." Uykumda yok ki. "Benim uykum yok, biraz daha duracağım dışarda." Anlaşılan ikimizin de uykusu yoktu. "Valla benim de. Uyurum belki dedim ama, yok."


Çadırdan çıkmadan kapının önüne oturdum. "Annen nasıl? Kız kardeşin?" Güldü hafifçe. "İyiler. Umarım şimdi de iyilerdir." Başımı salladım. "Kardeşin ne okuyordu?"


"Psikoloji." 


"Güzel bölüm."


"Öyle." Uzun bir sessizlik oldu. Konu açmada iyi sayılmam, sessizlik rahatsız etmez fakat yanımda biri varsa bayağı bir rahatsız ediyordu. "Benim hâlâ anlamadığım bir şey var... Orada, patlayan yerde bizimkiler vardı. Onlar nasıl...?" Gülümsedim. "Orada olacaklarını biliyordum. Havin konuşurken duydum, önceden bir not yazıp oraya vardığımızda belli etmeden bir çocuğa verdim. Yerlerini söyleyip gönderdim. Ne kadar Havini oyalasakta, çocuğun onların yanına erkenden varmış olması mucize. Ondan sonra ne yaptılar hiçbir fikrim yok, büyük ihtimalle kendi yerlerine teröristleri koydular."


"Bunu bana söylemedin?" Sahte kızgınlıkla söylemişti. "Daha iyi oldu. En azından rol yapmadın..." Kulağına eğilip fısıldadım. "...Berbat bir oyuncu olduğunu söylemiş miydim?" Tek kaşını kaldırıp baktı. "Öyle mi diyorsunuz Asena hanım?" Geri çekildim. "Öyle diyorum Pars bey." Esnedim. "Yavaştan uykum geldi. Ben yatıyorum, iyi geceler."


"İyi geceler." 


Kolumu başımın altına koyup yattım. Alparslan... Çok özledim seni...


🦅


Sabah korkuyla uyandım. Etrafa hızlıca göz atarken sadece bir rüya olduğunu anladım. Nefesimi düzenleyince üzerimdeki örtüyü fark ettim. Ben gece üstümü örtmüş müydüm ki? Bu nereden geldi? Başımı iki yana sallayıp çadırdan çıktım. "Uyanmışsın. Günaydın."


"Günaydın da öğlen olmuş. Sen neden uyandırmadın beni? Soran olmadı mı? Haber geldi mi bizimkilerden? Saat kaç ya?" Hâlime ufak bir kahkaha atıp yanıma geldi. "Sakin ol. Saat daha 8:00. Soran olmadı. Ben de uyandırmak istemedim, zaten günde 1 2 saat anca uyuyoruz. Bizimkilerden haber yok." Söylediklerinden sadece saate takılmıştım.


"Nasıl 8:00? Bu saatte bu kadar aydınlık oluyor muydu hava?" Gözlerini devirdi. "Sen nerede yaşıyorsun acaba? Allah aşkına hiç mi fark etmedin? Ne zamandır buradayız."


"Bu aralar kafam iyi değil sanırım." Anlayışla başını salladı. "Haydi! Toparlanın. 13:00 da sınıra yakın bölgede takas var! Herkes hazır olsun." Hayda... Yine aynı hesap. Burdan sınır 4 buçuk saat. "Yarım saat... Yapabilir miyiz sence?" Kararlılıkla baktım. "Bizim için imkansız diye bir şey yok. Zor olsa da yaparız." Tek sıkıntı kamptan nasıl çıkacağımızdı. "Kora'nın dikkatini çekmeden acil gitmemiz gerek." Bir süre düşündü Pars.


"Bunu ben hallederim merak etme." Hay yaşa. Yanımıza çok bir şey almaya gerek yoktu. Biraz mühimmat ve iki keleş alıp çantaya koydum. Biraz zaman geçmesine rağmen Pars gelmemişti, başına bir iş geldiğini düşünürken koşar adımlarla yanıma yaklaştığını gördüm. "Hadi, hadi. Fırla arabaya." Koşarak arabaya bindik. Anahtarı takıp çalıştırmaya uğraştım. "Bu niye çalışmıyor?" Tekrar, tekrar denedim. En sonunda çalışınca gaza bastım.


"4:33 saat, 260 dakikamız var."


"Senin saatlerle ne alıp veremediğin var?" Varla yok arası güldüm. "Sadece dakik bir insanım. 1 dakika bile geç kalsam, sanki 1 saat geç kalmış gibi hissediyorum."


"Yok artık!"


"Biraz öyle." 


"Allah kolaylık versin ne diyeyim."


"Amin." 


Yolun çoğunluğu sessiz geçmişti. Bölgeye geldiğimizde arabayı uzak bir yere park edip koşmaya başladık. "Asena, sen sağ tarafa bak. Ben sola gidiyorum." Başımla onayladım. Pusu için çok uygun bir yerdi. Arkandan gelmedikleri sürece yerini tespit etmenin zor olacağı birkaç yer vardı. Oraları aklıma kazıyıp etrafa bakmaya devam ettim. Bir süre daha kontrol yaptıktan sonra arabaya geri döndük.


"10 dakika." 


Arabayı görüş açısından çıkarıp beklemeye başladık. Tam 10 dakika sonra arabalar geçti. Biraz daha bekleyip fark edilmemeye çalışarak ayarladığımız yerlere gittik. Karşı tarafta bir parıltı gözüme çarpınca hemen başımı kayanın arkasına sakladım. Umarım görmemiştir...


Tekrar baktığımda bir şey yoktu. Rahatla nefes alıp aşağıya bakmaya devam ettim. Ortada buluşmuş konuşuyorlardı. Kora etrafına bakınıp ilerlemeye başladı. Aynı anda Havin de ilerliyordu. Ortada buluştukları an Kora Havin'i alıp geriye koşmaya başladı. Nişan alıp Havin'i vurdum, Kora olduğu yerde kalınca rastgele ateş etmeye devam ettik.


Bizimkileri ıskalarken teröristlerin çoğunu vurmuştuk. Dikkat çekmesin diye onlara da ateş ediyorduk. Karnıma saplanan acıyla iki büklüm oldum. Nefesim düzensizleşirken Pars silahları alıp çantaya koydu. "İyi misin?" Acıyla güldüm. "Tabii ki. Bu benim için hiçbir şey." Arada yer kayıyordu ayaklarımın altından sadece. Başımızı eğip acımın el verdiği kadarıyla koşmaya başladık.


"Yandan gelmelerini bekliyordum da, bu kadar çabuk beklemiyordum."


"En azından kafa karışıklığından faydalanırız diyordum." Arabaya varana kadar sürekli arkamızı kontrol ediyorduk. "Geliyorlar. Çabuk!" Nefesimi tutup biraz daha hızlandım. Kapıyı açıp koltuğa attım kendimi, Pars arabayı çalıştırıp sürerken gözlerim kararıyordu. "Uyanık kal. Uyanık kal tamam mı? İyi olacaksın. Dayan!" Söylediklerinin yarısını duyuyordum.


Alparslan, bu kadar zaman bekledim seni... Daha fazla dayanamıyorum...


🦅


🦅


🦅

Loading...
0%