Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8 🐺

@kutagi

Keyifli okumalar.

_____
 

Öğlen güneşinde kavrulurken söylenilen yerde bekliyorduk. "Çok mu erken geldik acaba?" Elimi yüzüme siper edip başımı kaldırdım. "Bence geç bile kaldık, onlar vaktinde gelmedi." Kendini avutma şekline hayran kaldım Pars... Tam olarak 1 saat önce geldik ve 1 saat boyunca güneşin altında bekliyorduk. Sinir bozukluğuyla güldüm. "Bir şey merak ediyorum, gölge bir yer varken biz neden güneşte bekliyoruz?"


"Çünkü vitamine ihtiyacımız var. Güneşte bol bol vitamin var." Elimi alnıma vurdum. "Tabii, evet." Tekrar konuşacağım sırada köşeden elinde silah olan bir grup arabayla döndü. "Geldiler." Başımı salladım. Önümüzde durduğunda iki kişi indi ve bizi sürükleyerek arabaya bindirdiler. "Gardeşim yavaş ya!"


"Sus!" 


"Tamam sustum ne bağriyorsun?" Mecbur bu şekilde idare edecektik artık. Geçtiğimiz yolları kafama kodluyordum ki, Pars kolumu dürtüp dikkatimi dağıttı. "Şuraya bak." Fısıltıyla gösterdiği yere baktım. "Ne yapmayı planlıyor lan bunlar yine?" Birkaç devriye merkeze inmiş herkesi tek tek kontrol ediyorduı. "Neyi? Veya kimi arıyorlar? Desek daha doğru bir soru olur sanırım.."


Daha dikkatli baktığımda bir çocuğun elinde Kazakistan bayrağı olduğunu gördüm. Aklıma düşen dehşet senaryoları ile yerimde kıpırdandım. "Çocuğu arıyorlar! Onu bulurlarsa öldürecekler!" Sakin kalmaya özen göstererek çocuğu işaret ettim. "O çocuğun burada ne işi var? Ailesi nerede acaba?" Derin bir nefes aldım. "Şu an sorulması gereken bir soru olduğunu düşünmüyorum. Bir şeyler yapmalıyız!"


"Kesin sesinizi! Sizi mi dinleyecez be?" Allah'ım yardım et. Bir anda etrafta silah sesinin duyulmasıyla gözlerimi sıkıca yumdum. Ağlamamalıydım... Ağlayamazdım... Çocuğu bulmuş olmalıydılar, kurtaramadık. Bir can daha mahvoldu. Koca bir hayat, hayalleri, sevinçleri, hepsi gitti. Pars omzumu sıktı dostça. "Eskerler geldi! Bassana gaza!" Askerler mi geldi? O zaman çocuğa bir şey olmamıştır! Allah'ım şükürler olsun.


Arabanın ani fren yapmasıyla başım koltuğa çarptım. "İnin lan arabadan!" Bunlar Kurt timinin sesiydi. Pars fısıldadı. "Bizi görmemeliler." Başımı salladım. "Kaçabileceğimiz bir yer var mı bak etrafına." Cama fazla yaklaşmadan etrafa göz atıyordum, sağ arka tarafta kalabalık bir halk vardı. Eğer onların arasına karışabilirsek fark edilmezdik. "Bak şu tarafta kalabalık var, oraya ulaşabilirsek sonrası kolay."

Başıyla onayladı. 


Bizimkiler ön tarafta teröristlerle ilgilenirken kapıyı yavaşça açtım. Başımdaki şalla yüzümü örttüm, olabildiğince sessiz bir şekilde arabadan indik. Hiçbir sorun yoktu şimdilik, arabadan biraz uzaklaştığımız sıra Hazar Üsteğmen bizi fark etti. "Durun!" Durmayıp ilerlemeye devam ettik. "Durun yoksa ateş ederim!" Yerimizde durup Parsla birbirimize baktık. Aynı anda işaret verip koşmaya başladık. Yol ayrımına geldiğimizde ben sola o sağa doğru koşmuştu, Fırat benim peşime takılmıştı.


Uzun bir süre koştuktan sonra nefesim hafif hafif kesilmeye başlamıştı. Hızlıca etrafa göz gezdirdim, çıkmaz sokağa girmişim fark etmeden. Tırmanabileceğim her hangi bir yer..? Hızla bakarken yıkılmaya yüz tutmuş bir ev gördüm, koşarak atladım ve demiri tuttum. Kendimi yukarı çekip çatıya ulaştım, son anda arkama baktığımda Fıratla göz göze geldik. İnanamaz gibi bakıyordu, saliselik bakışmamız benim çatıdan karşı tarafa atlamamla kesildi. Umarım fark etmemiştir diyeceğim ama, kesinlikle bir şeylerden şüphe etmiştir.


Dün kaldığımız yere gelmiştim Pars'ı bulmayı umarak ve bulmuştum. "Yakalanmadın değil mi?" Olumsuz anlamda kafamı salladım. "Yakalansaydım şu an burada olabileceğimi zannetmiyorum."


"Kayra beni yakalıyordu, son anda kurtuldum. İyi eğitmişim aslanları." Hafifçe güldüm. "Fıratla saniyelik göz göze geldik ve yüzünde inanamaz gibi bir ifade vardı. Kesinlikle şüphelendi."


"Bunu burada konuşmayalım, gel." Şansımıza dünkü oda boştu maalesef ki. Odaya girip bütün duvarlara baktım, benim yattığım köşede birden fazla örümcek vardı bu sefer. "Ulan islamiyet bu kadar hızlı yayılmadı! Ne yaptınız bir günde de bu kadar çoğaldınız?" Olduğumuz durumu unutup halime kahkaha atan Pars'a ters bir bakış attım. "Çok komik, değil mi?"


"Kesinlikle. Örümceğe fobin varken sen dağda nasıl yatıyorsun? Çok merak ettim."


"O zaman odaklandığım tek şey görevim oluyor, elimde silahım dağları izliyorum. E şimdi silahım yok, izleyebileceğim dağlar yok. Örümcek kardeş bana bakıyor, ben ona." Düşünür gibi yaptı. "Benim bir tarantulam var, eğer görevi sağ salim bitirirsek söz sana bu korkuyu yendireceğim." Gözlerim fal taşı gibi açıldı. "Hayır, hayır. Ben böyle kesinlikle iyiyim. Hiç gerek yok, teşekkürler."


"Yok yok. Söz verdim bir kere, şimdi sözümden dönmek olmaz." Ellerimi salladım havada. "Ben duymamış gibi yaparım, valla bak." Sırıtmış keyifle izliyordu beni. "Ya Allah Allah. Bakmasana öyle!" Bu sefer gülüp örümceklere baktı. "Tamam tamam. Arkadaşlar size inanıyorum sessiz sakin yerinizden kıpırdamadan durursunuz değil mi? Geçen seferki gibi uykusuz kalmasın Asena komutan."


"Sen nereden biliyorsun uyumadığımı?" Tek kaşını kaldırıp baktı. "Bunu bilmemem mümkün mü?" Değil. "Tamam. O zama-" Kapıdan gelen gürültüyle bir anda susup ayağa kalktık. Yavaş yavaş o tarafa giderken minik bir kedi ayağımızın dibinde belirdi. "A a senin ne işin var burada?" Tuhaftı. Çünkü kapıyı tam kapatmıştık. "Camdan girmiş." Ah doğru cam açıktı. "Seni yaramaz kedi." Başını okşarken çıkarttığı mırıltılar içimde oluşan gerginliği kısa süreliğine atmama sebep olmuştu.


Örümcek elbetteki yerinde durmayıp duvarda geziniyordu. Kedi hareket eden örümceği görüp yakalamaya çalıştı. İlkinde başarılı olmasa da ikincisinde başardı ve oynamaya başladı. Daha kötüsü sanki korkumu fark etmiş gibi örümceği ağzına alıp üzerime gelmeye başladı. Ben nereye gidersem koşarak peşimden geliyordu. "Ya hayır! Hayır! Bak git! Gitsene!" Resmen çığlık atacaktım.


Pars'ın arkasına geçtim kediyi durdurmasını umarak, fakat durdurmak yerine önümden çekildi. "Ya lütfen! Hayır!" Bu sefer kolunu tuttum. Cidden ben bile örümcekten bu kadar korktuğumu fark etmemiştim. Halime acıyıp en sonunda kediyi durdurdu ve örümceği ondan kurtarıp dışarı attı. Derin bir nefes alıp yere attım kendimi. "Sana hayran kaldığımı itiraf etmeliyim." Alayla ona baktım. "Tabii."


"Hayır ciddiyim. Bu kadar korkuyorsun, ama korkunun içinde yaşıyorsun. Korkunun bir zayıflık olduğunu düşünüyordum, sen bu ön yargımı kırmama sebep oldun çoğu kez."


"Bir bakıma haklısın aslında, korku bazı insanlar için zayıflıktır. Benim için de öyle olduğu zamanlar oldu, duygularını kontrol edemezsen eğer, istemediğin şeyler yaptırır korku sana." Derin bir nefes aldı. "Doğru. Bazen katil olmaya sürükler insanı, bazen daha başka şeylere..."

Katil olmaya sürükler insanı...

Katil olmaya sürükler...


Bu sözü beynimden atmaya çalıştım. "Yanlış bir şey mi söyledim?" Derin bir uykudan uyanmış gibi kendime geldim. "Hayır. Şimdi ne yapacağımızı düşünelim." Başıyla onayladı. "Tekrar ararsak gelmezler büyük ihtimalle."


"Adres verebilirler ama?" "Adres verebilirler ama." Aynı anda konuşmuştuk. "Arıyorum o halde."


Bir kez çaldı açmadı. İki kez. Üç kez. Tam kapanacağı sırada açtı.


"-Ne var?


Bir ara nezaket dersleri alman gerektiğini söyleyecektim.


-Eskerler baskın yaptı, zor kurtulduk ellerinden. Şimdi ne yapmalıyız Heval?


"-Kahretsin! Siz nasıl kurtuldunuz peki oradan? Adamlar bordo bereli, ellerinden kurtulan yok.


Bunu bildiğiniz halde ısrarla kaçmanız peki?


-Kurtulduk bir şekilde işte. Şimdi ne yapacağımızı söyle, de hayde."


"-Kiminle konuştuğuna dikkat et istersen! Neyse. Göndereceğim adreste olun 2 saat içinde.


-Tamamdır heval.


Telefonu kapatıp Pars'a döndüm. "2 saat içinde gidiyoruz."


"Gazamız mübarek olsun."


🦅


🦅


🦅

Loading...
0%