@kutagi
|
Keyifli okumalar. _____ Adrese gelmiştik, sorunsuz bir şekilde arabaya binip dağlık alana getirmişlerdi. Etrafı göz ucuyla kolaçan edip kaç kişi olduğunu hesaplıyordum. Pars'a iyice yaklaştım. "Sağ tarafta en az 15 kişi var, sol tarafta 17, arkamızda 6, tahminen şu mağaradakilerle birlikte 123 kişi net." Başıyla onayladı. "Dingoların neden bitmediğini anladık. Stok yapıyormuş değişikler." İstemsizce gülmüştüm. Biraz daha ilerlediğimizde karşımıza Havin çıktı. "Demek geldiniz." "He geldik heval. Elimize bir fırsat geçmiş Kora gibi biriyle çalışacaz geri teper miyiz hiç?" Alayla güldü. "Tabii. Fakat Kora'yla hemen tanışacağınızı düşünmüyorsunuz değil mi?" Sahte bir şekilde güldüm. "Tabi ki Havin başkan. Öyle biriyle hemen tanışılmaz zaten değil?" "Aferin. Çabuk anlıyorsunuz sevdim bunu." Biz de seni seveceğiz yakında. Yine de gülmeye devam ettim. "Eh hadi gelin o zaman, sohbet edelim sizinle." Parsla birbirimize bakıp peşinden gitmeye başladık. Bir mağaranın içine girdiğimizde beklediğimizden fazla insan vardı, toplantı gibi bir şeyin içine mi düştük biz acaba? Eğer öyleyse daha iyiydi. "Evet beyler. Bu ikisi grubumuza yeni katılacak kişiler." Bizi uzunca baştan aşağı süzdüler, herkese göz gezdirirken görüş açısına girmediğimiz Şivan'ı fark ettim. Lan iguana suratlı maymun! Biz bunu öldürmedik mi? Kaç canı var bu kertenkele karışımı domuzun?! La havle vela kuvvete.. Tanımaz umarım bizi. "Pars sol çaprazına bak." Fısıltıyla söylediğim yere bakınca gerildiğini hissettim. "Bu gerzek ölmemiş miydi?" Başımı salladım. "Evet. Kafasına sıkmıştık hatta. E tabii şerefsiz bu zamana kadar beyinsiz yaşadığı için kafasına sıkınca ölmemiş olması muhtemel. En azından kör falan olmuş olsa yine işimize yarar." "Evet." "Ee kendi aranızda konuşmayın. Biraz tanıyalım sizi hadi." Pars benden önce davranıp konuştu. "Ben Halit. Bu da Rojin. Türkiyeden kaçıp geldik, başka bir şey yok zaten." Gözlerini kısıp ağır adımlarla yanımıza yaklaştı. "Sizi gözüm bir yerden ısırıyor ama... Askerlerin yanında değil miydiniz siz!" Güldüm. "Havin başkan ya... Sen de yani. Senin bizi görme ihtimalin çok düşük, sen ki işi başından aşkın birisin. Biz dünyanın bir ucunda sen bir ucunda, imkansız bu. Zaten bizim eskerle ne işimiz olur?" Fazla konuştun! Fazla konuştun! Asena Allah seni ne etsin Asena! Pars onaylamaz bakışlar atıyordu. Beklediğimizin aksine bir kahkaha atınca hafif şaşkınlıkla ona baktık. "Ay canım sıkılmıştı, iyi eğlendim sizinle. Yüzünüzdeki ifade çok komikti!" Ben senin o olmayan yüzünü... "Hahaha tabii, tabii yani korktum bir anda o kadar ciddi olunca." Ama bir anda yine ciddileşti. Bipolar mıydı bu acaba? Ya da ikizler burcu. "Gerçi ciddiydim. Tanıyor gibiyim sizi." Tam konuşacaktım ki arkadan bir ayağı çukurda adam konuştu. "Havin! Bırak onları şimdi, daha önemli işlerimiz var. Siz de gidin dışarda bekleyin!" Dışarı çıkınca derin bir nefes aldım. "Amca bir ayağın çukurda zaten, gelmiş buraya önemli iş diyor. Senin ne gibi önemli bir işin olabilir? Kefen bakacak herhalde kendine." Pars gülerken yanımıza bir kız geldi. "Yeni gelenlersiniz hemi? Alın bunları, gelin peşimden." Elimize birkaç parça kıyafet tutuşturup ilerlemeye başladı. Başka bir mağaraya gitmiştik, diğerlerine kıyasla biraz daha karanlıktı. Gözlerimin karanlığa alışması birkaç saniye sürdü, etrafa baktığımda neredeyse hiçbir şey yoktu. Diğerleri gibi değildi bu mağara, içinde birkaç oyuk vardı sadece. "Fazla oyalanmayın hevaller. Havin başkan beklemeyi sevmez." "Tamamdır yav." Tehditkar adımlarla üzerimize geldi. "Sizi gözüm tutmadı.." Sahte gülümsemeyle gitmesini bekledim. "Te Allah'ım ya." "Şhh." Duyduğum sese biraz daha odaklandım. Gitmemişti ve iki kişi vardı bizi dinleyen. Elimle mağaranın çıkışını gösterdim, başını salladı. "Halit, ne yapacaz biz böyle? Bizden neden şüphe duydular ki? Kora ile çalışmak istiyorduk, eğer bize güvenmezlerse ne ederiz?" "Sakin ol Rojin. Güvenmemekte haklılar, sen olsan güvenir miydin tanımadığın birine?" "Haklısın ağabey, güvenmezdim herhal." Uzaklaşan adım sesleriyle rahat bir nefes aldım. "Bunu da atlattık sanırım." Başarının ilk adımıydı bu. Vakit kaybetmeden üzerimizi değiştirip dışarı çıktık, bizi getiren kız yanımıza gelip yine bir yere götürmeye başladı. Arada Pars'a kaçamak bakışlar atıyordu, ya sabır ya... "Durun burada. Havin başkan gelecek birazdan." Bir şey dememizi beklemeden uzaklaştı. "Utanmasa üzerine atlayacaktı, bakışlara bak." Uzaklaşsa bile bakışları bizdeydi, daha çok Pars'a bakıyor gibiydi gerçi. Hafifçe öksürdü. Aklıma gelen şeyle gözlerimi sıkıca yumdum. "Ağabey senin köyde bir sevdiğin yok muydu zaten?" Lafı anında çevirmiştim. "He gardeşim öyleydi. Sara'ma ihanet etmem ben merak etme." Nasıl bu kadar aptalca davranabiliyordum? Biraz bekledikten sonra Havin geldi. "Önceki davranışlar için kusura bakmayın ama malum, her yer asker kaynıyor. Kimseye güvenmemeliyiz." "Haklısın Havin. Önemli değil." İçtenlikten uzak bir gülüş attı. "Öyleyse aramıza hoş geldiniz." Elini uzattı. Ben de gülümseyip, uzattığı elini tutup hafifçe sıktım. Her gelene böyle mi davranıyorlardı yoksa bize mi özeldi acaba? Arada geçen gergin saniyeleri Pars böldü. "Bize güvendiğiniz için teşekkür ederiz. Şimdi ne yapmamız gerekiyor?" Bu sözü Havin'in dikkatini çekmişti. "Şimdi... Sadece ayak altında fazla dolanmayın. Ufak işlerden başlayacaksınız, yakında büyük patlama olacak zaten." Şeytani bir gülüşle bakıyordu ikimize. Ona ayak uydurarak biz de güldük. "Patlama derken?" Başını yana yatırdı. "Türklerin başını fena halde belaya sokacak bir patlama." O patlamayı sizin başınıza sarmazsak biz de Türk oğlu Türk değiliz lan! Pars kolumu sıkınca olaya geri döndüm. "Ee ne diyorsunuz? Büyük olay değil mi?" Sinirle karışık güldüm. "Ya ya... Elbette Havin başkan. Valla çok büyük olay." "Dicle!" Bakışlarıyla bizi yiyip bitiren kız yanımıza geldi. "Yeni gelenlere iyi davranın. Ağır işlerden başlatmayın." Göz kırpıp yanımızdan gitti. Arada kesin bir şeyler döndü ama bakalım... "Size şimdiden kolay gelsin." Halimize acır gibi baktı. Şimdi kesinleşti başımıza bir iş geleceği. "Heval bak hele." İki adam geldi. "Şunlara silah verip atış yerine götürün." Tek kaşımı kaldırıp baktım. Atış eğitimi yapıyorlarsa nasıl bu kadar berbat nişan alıyorlar merak ettim doğrusu. İkimize de bir silah verip önden ilerlemeye başladı. "Daha önce silah kullandınız mı?" "Birkaç kez elime almışlığım var da, hiç iyi değilim bu konuda gardeş." "Ağabeyimin dediği gibi, ben sadece bir kez kullandım onda da çok kötüydüm." Allah'ım sen affet. Çarpılmayız inşallah. "Sizinle işimiz var desenize..." Bıkkınlıkla konuşmuştu. Zorla tutuyorlar sanki, malağa bak ya. Bir bakıma öyle gerçi.. Atış yeri dedikleri yere gelince olduğum yerde durdum. Gerçeği söylemek gerekirse beklediğimden iyiydi. "Daha silah tutmayı bilmiyorsunuz ki. Yav şöyle tutacaksın işte, hayır. Sopa mı tutuyorsun silah mı lan? Düzgün tut." Zor bela silahı tutmuştuk, şimdi sırada atış vardı. "Nişan al şimdi. Önce sen ateş et kızıl." Tek kaşımı kaldırıp yandan bir bakış attım. "Heval benim bir adım var ha. Bilmiyorsan söyleyeyim." Çarpık bir gülüş attı. Bir çarparsam ömür boyu öyle kalırsın da neyse... "Uzatma. Nişan al." Sabır çekerek nişan aldım. "Ateş etsene, hayde." Ağaca denk gelmişti. "Daha tutmasını bilmiyorsunuz ki nişan alabilesiniz. Halit miydin sen?" "He, Halit ben." "İyi. Sen ateş et şimdi." O da ağaca nişan almıştı. "Sizinle uğraşamam akşama kadar. Ben gidiyorum, sakın ola ki Havin başkana gittiğimi söylemeyin. Ben sizi kurşuna dizerim." Şimdi anlaşılıyordu neden bu kadar kötü oldukları bu konuda. Gittiğinden emin olduktan sonra konuşmaya başladım. "Hedef ıskalamak, hedefi tutturmaktan daha zormuş ya." Güldü. "Maalesef. Akşama kadar boş boş ateş et." "Binbaşılar... Görmeyeli özlemişik birbirimizi yav." İğrenç bir kahkaha attı. Görev daha yeni başladı, bitmesin Allah'ım! Yavaşça arkaya döndük ve Şivan'ın o iğrenç yüzü ile karşı karşıya geldik... 🦅 🦅 🦅 |
0% |