Yeni Üyelik
25.
Bölüm

~25.Bölüm~

@m.yaprak_epli

"Naber İclal?"

Bana mı diyordu? Bir dakika benim adım İclal'di değil mi? Evet evet, gözlerime baktığına göre bana demişti onu. Peki ama ben neden bu kadar heyecanlanmıştım? İşte orası koca bir muamma idi...

"Hamdolsun iyi. Bir şey mi oldu?"

"Evet. Sanırım bu bileklik senin. İçeride düşürmüşsün."deyince hemen bileklerimi kontrol ettim gayri ihtiyari. Gerçekten de yoktu. Eline bakınca benim için çok kıymetli olan bilekliğimi gördüm. Sonra da avucumun içine bıraktı onu Uraz.

Bilekliğime uzun uzun baktığımı gören Uraz içindekileri dile getirmeden duramamıştı, bu çok belliydi.

"Senin için çok özel bir bileklik olmalı."

"Evet. Çok ama çok özel birinin hediyesi de ondan. Teşekkür ederim. Onu kaybetseydim çok üzülürdüm."

Uraz gülümsedi.

"Rica ederim."diye arkasını dönüp gidiyordu ki onu durdurdum.

"Uraz?"

"Efendim?"

"Yanlış anlamazsan bir şey soracağım."

"Dinliyorum?"

"Dünkü münazarada yaptığın o savunma müthişti. Bu bilgileri nereden öğrendiğini merak ediyorum."deyince birdenbire gözlerime uzun uzadıya baktı. Ben de harama girmemek için gözlerimi yere indirdim hemen tabi. Neden böyle bir şey yapmıştı ki?

"Benim için de çok özel olan birinin bana verdiği birikimler sayesinde öğrendim ben de."

"Ne güzel. Senin adına çok sevindim."

"Evet..."dedikten sonra avucumdaki bilekliğe baktı hafifçe gülümseyerek. "Ben de senin adına sevindim."dedi ve aracına binip gitti. Biz de otobüse tabi.

Yol boyunca düşünüp durdum istemsizce. Uraz kafamı çok karıştırıyordu. Sanki hep bir şeyleri ima ediyor gibi düşünmekten sıkılmıştım artık. Belki de çocuğun karakteri böyleydi. Ben neden hep her şeyin altında bir neden arıyordum ki? Derin bir nefes alıp kafamdaki tüm düşüncelerimi toparlamaya çalıştım. Bundan sonra gizli numara yahut anonim denilen kişiye hiçbir şekilde cevap vermeyecek, düşünmeyecektim inşaAllah. Zira artık yorulmuştum bu gizemli işlerden. Aynı şekilde Uraz ile ilgili kafamdaki uyuşmayan şüphelere de son veriyor ve normal bir insan gibi hayatıma devam etmek istiyordum. Bu gibi gereksiz şeylerle o kadar ilgilenmişim ki davetçi bir müslümanın yapması gerektiği gibi insanlarla ilgilenmeyi unutmuştum gafletten. En nihayetinde ben de yeryüzünde bir halifeydim. İnsanları İslam'a davet etmek, iyiliği tavsiye edip kötülükten men etmek benim en birincil görevlerimdendi.

Birinin beni sevdiği veya seveceği ihtimali gaflete düşmeme sebep olmuştu belli ki. Lakin bu saatten sonra bunu ümit etmeyi de bir kenara bırakıyordum. Belki de benim için hayırlı olan buydu. Varsın, kimse beni sevmesin. Rabb'im sevip yaratmış ki bu bana fazlasıyla yeterdi. Ömrümün kalan kısmında ne olur, o da Allah'ın bilgisindeydi. O yüzden beni Yüce Allah'tan uzaklaştıracak her türlü şeyden uzak durmam nasibime en iyi şekilde ulaştırırdı. Zira şeytan öyle bir düşman ki bazen en basit bir şeyi bile gözümüzde küçülterek gaflet içinde bırakabiliyordu. Bunu bugün daha iyi anlamıştım elhamdülillah ki. Tabi geçmişimde yaşadığım şeylerden sebep böyle bir gafletin içine düşmem de pekâlâ mümkündü. Önemli olan benim bu gafleti fark edip tövbe etmem değil miydi zaten? Birçok şey bizleri günaha, harama, gaflete sürükleyebilirdi fakat hata edenin pişman olup tövbe edeni üstündü. Bunu da çok iyi biliyordum. Bu yüzden bu kararları almıştım. Ve ne yalan söyleyeyim, aldığım bu kararlar ile hafiflediğimi hissediyordum.

Yarın ve ertesi gün evde olacaktım. Sonuçta haftanın üç günü iş başı yapıyordum. Akşam eve gidince güzel bir program yapsam iyi olacaktı. Bu iki gün kafa dinlemek istiyordum. Belki sadece kitap okurdum, belki de ilmi etkinliklerde bulunurdum, belki de film izler, yürüyüş yapardım. Ya da belki de sadece ibadetle geçirirdim. Hepsi kulağa hoş geliyordu. Bazen kendiliğinden gelişen programlar da güzel olmuyor değildi hani. Düşüncelerime o kadar dalmıştım ki Hilal'in seslendiğini çok sonra duymuştum.

"İclal geldik, hadi iniyoruz."

***

Bugün Kayseri'ye Almanya'dan bir bilim adamı gelmiş, burada da konferans verecekmiş diye duyunca evde duramadım. Zira bu adam kimseye randevu vermeyen bir adamdı. İnsanlar onunla röportaj yapmak için yarışıyordu lakin adam sabah kütüphaneye girer, kimsenin kendisini rahatsız etmemesi gerektiği konusunda özellikle uyarır, akşam çıkar, evine gidermiş. Kimseyle de görüşmezmiş. Çok ilgimi çekmişti bunu duyduğumda. Buraya gelmesi daha çok ilginçti. Kim, onu nasıl ikna edebilmişti buraya gelmeye üstelik İstanbul gibi her şeyin merkezi bir şehir dururken? Enteresandı, çok enteresandı. Zaten ben de en çok bunu merak ettiğim için gidiyordum ya o konferansa. Hem adamı merak ediyordum hem de buraya geliş sebebini. Üstelik dünyanın en ünlü bilim adamlarından biriydi de. Tecrübelerinden kim yararlanmak istemezdi ki?

Gündüz tüm işlerimi hallettikten sonra ki kendimi tamamen temizliğe vermiştim, ona rağmen yorgun da hissetmiyordum. İçimdeki fazla enerjiyi atmamdan sebep böyle hissediyor olmalıydım. İkindiden sonra da kültür sanat merkezine gitmiştim. Tahmin ettiğim gibi çok kalabalıktı. Kalabalık arasında nasıl fark ettim bilmiyorum ama Yalın'ı gördüm. Burada ne işi vardı? Aa tabi, onun da benim gibi böyle şeylere ilgisi vardı, unutmuşum. Yalnız beni görüp yanıma gelmesini katiyen istemiyordum. Sonuçta biz sadece iş arkadaşıydık. Dışarıda namahrem bir erkekle alakamın olmasını istemiyordum. Bu yüzden ondan uzakta ama sahneye yakın bir yerde oturdum. Hem de iki kadının arasına. Böylece yanıma erkek oturma riskini de yok etmiştim.

10-15 dakika sonra konferans başlamıştı. Neden bu kadar bekletiyorlardı ki sanki? Allah'tan yanımda kitabımı getirmiştim de vaktimi boşa harcama tehlikesini gidermiştim. Zira o da bir çeşit israftı ve Cenab-ı Allah israf edenleri sevmezdi.

Birkaç giriş konuşmasından sonra adam sonunda sahneye çıkartılmıştı. Ben ingilizce konuşmasını beklerken adam beni çok şaşırtıp Türkçe konuşmuştu. Sanırım benim gibi birçok kişi böyle bir şey beklemediği için oldukça şaşırmıştı. Lakin onun bir bilim adamı olduğunu unutuyorduk tabi. Böyle ünlü ve başarılı insanlar elbette birçok dili bilirdi, bilmesi gerekirdi.

Seyircilerle kısa bir süre sohbet ettikten sonra niye İstanbul'a değil de buraya geldiğinden bahsetti. Yıllar önce Almanya'da bir Türk arkadaşı onun hayatını kurtarmış ve kendisi buralı imiş. Arkadaşı kendisini memleketine davet edince kıramamış. Geleceğini duyan iş adamları da hemen konferans teklifinde bulunmuş. O da yine arkadaşının ricası ile kabul etmiş. Daha sonra ise bilim dünyasını anlattı. İşleyişinden kullanıldığı alanlara kadar birçok detay verdi. Lakin benim dikkatimi çeken şey su ile ilgili bahsettiği kısımlar olmuştu. Bana "Su kanunu" ve "Hasta değil susuzsunuz" adlı kitaplarını hatırlatmıştı. Onlarda da benzerleri anlatılıyordu. Bu su konusu bilim dünyasında önemli bir yer kaplıyor olmalıydı. Zira bilim dünyasında suyun şifa, hayat, doğanın kendisi ve tüm kanunların babası olduğuna inanılıyordu. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de de bununla ilgili bir çok ayet geçiyordu. İlk olarak aklıma Enbiya suresi, 30. Ayet gelmişti.

"O kâfir olanlar, görmediler mi ki, göklerle yer bitişik bir hâlde iken biz onları ayırdık. Hayatı olan her şeyi Su'dan yarattık. Hâlâ inanmıyorlar mı?"

Bu su konusunu iyice bir araştırsam iyi olacaktı fakat en iyi kaynakları İstanbul'daki kütüphanelerde bulabilirdim. Bu yüzden bir sonraki gidişimde mutlaka araştırmayı umuyordum. Zaten buradaki sürem dolduğunda İstanbul'a yerleşmeyi düşünüyordum. İstanbul benim için bambaşka bir aşktı çünkü.

Almanyalı bilim adamı profesör yaklaşık bir saat kadar konferans salonunda konuştu. Konuştukça konuşsun istiyorduk açıkçası. O kadar güzel ve hayret edilecek şeyler anlatıyordu ki insan motive oluyordu otomatikman. İnsan bu gibi insanları dinledikçe kendisi de bilim insanı olmak istiyordu. Öyle bir ilham geliyordu işte. Sonunda bitirdiğinde ise benim gibi birçok kişi konferansın bitmesine üzülmüştü fakat elden ne gelirdi. Adam konuşmasını bitirmişti artık.

Ben de seyircilerin arasına karışıp çıkış yoluna doğru ilerlerken bir anda Yalın ile göz göze geldim. Hay Allah. Onu unutmuştum tamamen. Şimdi gel de açıklamaya uğraş!

Hızlıca yanıma ulaşıp benimle birlikte çıkışa doğru yürümeye başladı.

"İclal bu ne sürpriz? Seni burada görmeyi beklemiyordum."

"Ben de öyle."

"Nereden duydun bu konferansı?"

"Instagram'dan."dedim sonunda dışarıya çıktığımızda.

"Anladım. Bu arada çok iyi bir konu buldum. Hastanede göstereceğim onu sana. Bakalım bu sefer nasıl çıkacaksın işin içinden?"

"Sen getir de Allah büyüktür. İslam hak din olduğu için evelAllah her karmaşık konunun üstesinden gelir, sen merak etme."

"Göreceğiz bakalım. Nöbetin Perşembe idi değil mi?"

"Evet."

"Pekâlâ. Perşembe o konuyu yazılı, belgeli olarak göstereceğim sana. Bu sefer pes edeceğinden o kadar eminim ki. Özellikle bugün bu konferansa katıldıktan sonra daha bir emin oldum."

İstemeden tek yanak güldüm.

"Bu güvencen kime Yalın? Neyse sen getir bakalım beni geri döndürecek konuyu. Sabırsızlıkla bekliyorum, sen de buna emin ol. Şimdi gitmem gerekiyor, izninle."

"Anlaştık o zaman. Perşembe, öğle arası, bahçede?"

"Anlaştık. Allah'a emanet."

"Gerçekten mi İclal?"

"Oh üzgünüm, senin müslüman olmadığını bazen unutuyorum."

"Bu bana bir hakaret yalnız."dedi gözlerini kısarak.

"Özelikle öyle algılamak ister gibi bir halin var ama neyse, benim öyle bir amacım yok. Şimdi gerçekten gitmem gerekiyor."

"Bu acelen ne böyle? Sevgili filan mı yaptın, ne oluyor?"

"Ne münasebet! Acıktım, ayrıca akşam namazına da az kaldı. Ezan okunmadan evime dönmek istiyorum. Hepsi bu tamam mı?"

"Seni ben bırakayım diyeceğim ama adım kadar eminim ki kabul etmeyeceksin."

"O zaman hiç söylemediğini farz ediyorum. Ben kaçtım. Görüşmek üzere."

"Görüşürüz o zaman. Ha bu arada, yarın gelecek misin?"

"Nereye?"

"Haberin yok mu? Hastane personelleri için bir kamp gezisi düzenleniyor yarın. Personel çok olduğu için dörde bölündü tabi. İlk grup acil servis ve ameliyathane servisi. Okumadın mı gruptaki mesajları?"

"Yoo. Fırsatım olmadı hiç. Bakarım birazdan. Ama geleceğimi zannetmiyorum pek."

"Bence bunu kaçırmamalısın. Oldukça eğlenceli bir kamp olacak."

"Eminim öyle olur da dediğim gibi gelebileceğimi pek zannetmiyorum."

"Peki, görüşürüz o halde."deyince başımı sallayıp durağa doğru yol aldım. Yalın bir türlü bırakmak bilmemişti. Otobüsü beklerken WhatsApp'a girdim. Yalın'ın dediği bir sürü mesaj birikmişti. Konu ise bahsettiği gibiydi. İsteyen kendi grubuyla takılır, isteyen kalabalığa katılırdı demişlerdi. Tam o anda Hilal aramıştı. Kızlar da konferans bağlantısı ile bağlanmıştı. Şimdi hepsinin sesi geliyordu.

"İclal itiraz istemiyoruz geliyorsun."

"Ama Hilal-"

"İclal grup halinde takılacağız. Kalabalığa katılmayacağız. Lütfen hadi, kabul et."dedi Ebru.

"Evet İclal, lütfen kırk yılın başı bir kafa dağıtacağız. Hadi, kırma bizi lütfen." Bu da Zeynep idi.

Af, şimdi ben bu kadar ısrara ne cevap verecektim acaba? Hiç de gitmek istemiyordum açıkçası.

"Kızlar siz bensiz gitseniz olmaz mı?"diye bir şansımı denesem de "Hayır!"sesleri yükselince telefonu kulağımdan uzaklaştırdım.

"Af... İyi, tamam. El mecbur geleceğiz artık ne yapalım! Ama geceye kalmayacağız, ikindiden bir saat sonra döneceğiz. Anlaştık mı?"

"Anlaştık."diye toplu bir şekilde neşeli neşeli sesleri çıktı. Siz yok musunuz siz!

Bakalım yarını nasıl atlatacaktık?

***

Kan ter içinde uyandığım rüyadan bir süre nerede olduğumu seçememiştim. Evimde, odamdaydım. Boynum ve köprücük kemiklerimin etrafı terden sırılsıklam olmuştu. Saçlarım alnıma ve yer yer yüzüme, boynuma yapışmıştı. Nasıl bir kabustu bu böyle? Bunca zamandır tek başıma yaşıyordum, hiç korktuğumu hatırlamıyordum ama bu kabustan sonra ilk defa yalnız olduğum için korkmuştum. Telefonumu alıp saate baktım. Bire çeyrek geçiyordu. Göğsüm hâlâ kalkıp iniyordu hızlı hızlı. Ayetel Kürsi okuyup sakinleşmeye çalıştım. Sonra da ışığı açıp yataktan çıktım. Soğuk bir abdest iyi gelecekti diye düşünüp adımlarımı banyoya yönlendirdim. Abdest aldıktan sonra Teheccüd namazı kılıp öyle yattım yatağıma. Hâlâ kâbusun etkisinde olsam da dua etmek, kısa sureler okumak bir nebze olsun rahatlatmıştı beni. Fakat yatakta ne kadar dönersem döneyim bir türlü uyku tutmamıştı. Ben de kalkıp mutfağa bir şeyler atıştırmaya gitmiştim. Evde biraz ses olsun diye tabletten bir şeyler açıp yerken izlemeyi tercih etmiştim. Nitekim iyi de gelmişti. Şimdi kendimi daha iyi hissediyordum. Uykum da gelince yatağıma geri döndüm tabi hemen. Gündüz dinç olmak için gece iyi dinlenmek gerekirdi en nihayetinde.

Üç saatlik bir uykudan sonra dinlenmiş olarak kalktım elhamdülillah. Saat erken olduğu için kalkıp hazırlık yaptım. Dört kişiydik ve herkes evden ne getireceğini kararlaştırmıştı. Saat sekizde hastanenin otoparkından kalkacak olan otobüsle kamp alanına gidilecekti.

Hazırlıklarımı tamamladıktan sonra üstümü giyindim hemen. Koyu lacivert feracemle uzun, baş örtümü kendime çok yakıştırıyordum. Sanki bu renk içinde daha bir rahat gibiydim. Tüm eşyaları ve hazırladıklarımı sırt çantama koyup çıktım ve gelen ilk otobüsle hastaneye gittim. Hava soğuk olsa da üstümdeki kalın ferace üşümemi engelliyordu. Üstelik güneş de vardı. Tam kamp gününü bulmuşlardı.

Otobüs hastanenin önünde indirince bahçede bizimkileri aradım ama yine Yalın ile karşılaştım. Ona gelmeyeceğimi söylediğim için şimdi beni karşısında görünce şaşırmıştı tabi. Bana doğru gelmeye başlayınca bunu soracağını çok iyi bildiğimden ben önce davrandım.

"Kızlar çok ısrar etti."

Güldü.

"İyi ki ısrar etmişler o zaman. Böylece bugün sana o önermeyi sunabileceğim."

"Getirdin mi yani?"

"Tabi ki. Okuyup anlamaya çalışıyorum. Sonuçta bir münazara yapacağız ne kadar iki kişi olsak da."diye göz kırptı. Ben göz devirirken kızlar geldi.

"Neyse kamp alanında görüşürüz İclal."dedi ve otobüse bindi. Biz de kızlarla selamlaştıktan sonra Yalın'ın hemen arkasından bindik otobüse. Ben ve Hilal önde, Ebru ve Zeynep de arkamızda oturmuştu.

"Kızlar sofra örtüsünü kim getirecekti?"

Dönüp tam "Ben" diyecektim ki Uraz'ın bakışları ile karşılaştım. Çok sert bakıyordu. Sertten ziyade sinirli gibiydi. Ben ona bakınca sinirle gözlerini cama çevirdi. Bu çocuğu anlamak çok güçtü. Bana bir iyi davranıyordu bir kötü. Karakteri böyleydi herhalde. Çok takılmayıp kızlarla sohbete katıldım. Bir 15 dakika sonra herkes gelip otobüs dolunca hareket etmeye başladık. Hastaneden 10 km uzaklaşmıştık ki birden midem bulanmaya başladı. İstemsizce yüzüm buruşmuştu.

"İclal iyi misin?"

"Midem bulandı birden Hilal, anlamadım."

"Seni otobüs tutar mı?"

"Yok, normalde pek tutmaz ama."

"İstersen cam kenarına geç, biraz nefes al, iyi gelir. Eminim ki geçici bir şeydir."

"İnşaAllah Hilal."deyip yer değiştirdik ve camı açtık. Bir süre temiz hava almak iyi gelse de yine midem bulanınca yüzümü gören Hilal kızlara döndü.

"Kızlar yanınızda tuzlu bir şey var mı? İclal kendini iyi hissetmiyor."

"Ay yok, hiç tuzlu bir şey yapıp getirmedik ki. Hiç aklıma gelmedi, keşke yapsaydık ya. Nereden bilebilirdim, hay Allah. Çok mu kötüsün İclal?"dedi Ebru.

"İyiyim merak etmeyin, birazdan geçer."

"İstersen biraz mola vermesini söyleyelim."diye teklif etti Zeynep.

"Yok yok. Böyle iyi, teşekkür ederim."

"Tuzlu bir şey olsaydı şu midenin bulantısını durdurabilirdik ama."derken Hilal'in arkasından Uraz çıktı.

"Bende çubuk kraker var, iyi gelir."diye bir paket uzattı. Kaşlarım anında çatıldı.

"Teşekkür ederim ama helal sertifikalı olmayan hiçbir şey yemem."dedim sertçe. Hasta olunca huysuz olabiliyordu ya insan, maalesef bende de vardı o huydan.

"Helal sertifikalı olmadığını kim söyledi?"deyince elindeki paketi alıp arkasını inceledim. Gerçekten de helal sertifikalıydı. Uraz beni yine çok şaşırtmıştı. O da mı yiyeceklerin helal sertifikalı olup olmadığına bakıyordu? Nasıl olur? Anlamakta güçlük çekiyordum.

Şaşkınlıktan soramadım da. Sadece "Teşekkür ederim."diyebildim.

"Rica ederim, afiyet olsun. Eğer iyi hissetmezsen söyle, hastaneye gidebiliriz."deyip yerine oturdu.

Yol boyunca gerek tuzlu olan çubuk kraker ile gerek camdan esen rüzgar ile birazcık olsun iyi hissetmiştim. Sonunda kamp alanına geldiğimizde herkes uygun bir yer arayıp çadırını kurmaya başladı. Biz kızlarla sadece piknik yapacağımız için kalabalıktan uzak bir masa seçip kahvaltı hazırlamaya başladık. Kimimiz börek, kimimiz poğaça gibi hamur işleri yaparken yanında da peynir, zeytin, domates, salata da koymuştuk masaya. En son her şey tamam, kahvaltıya başlayacağız derken Zeynep bir saklama çıkarıp içinden pişmiş yumurta çıkardı. Kabuklarını soymaya başlayınca çıkan koku mide bulantımı tekrar nüksetttirmişti.

"Kızlar buralarda bir yerde lavabo var mı?"

"Var var, kamp alanının girişinde. Niye, ne oldu ki? Miden mi bulandı yine?"

Başımı sallayıp ayağa kalktım. Zira konuşmaya güç bulamamıştım.

"Dur İclal, ben de seninle geleyim."dedi Hilal. Birlikte kamp alanının girişine doğru yürüdük. Lavaboyu görür görmez hızlıca içeri daldım ve bir kabine girdim. Bir süre bekledim lakin bir şey olmadı. Neler oluyordu bugün bana? Derken daha şiddetli bir mide bulantısı ile eğilip klozete kustum. Tam anlamıyla kusamadığım için midemde kalanlar spazma neden oluyordu.

Kapı tıklandı.

"İclal iyi misin?"

Kapıyı açıp dışarı çıktım.

"Kustum."

"İclal çok özür dilerim, sen gelmek istemedin ama biz seni zorla buraya-"

"Hilal saçmalama lütfen. Sizinle ne alakası var? Belli ki bir şeyler dokunmuş."

Hilal ile birlikte dışarı çıkıp bir ağacın altına oturduk.

"Biraz burada oturalım, belki de tekrar kusabilirsin. İçindeki her şeyi kusarsan rahatlayacaksın. Akşam ağır bir şey mi yedin?"

"Hayır, akşam beşten sonra ağır şeyler yememeye çalışırım zaten."derken aklıma kabus gördükten sonra mutfağa gittiğim geldi.

"Afff. Dün gece kalkıp gündüz pişirdiğim pizzayı yedim. Hem de kaç dilim!"

"Ah be İclal! Belli ki gece yiyip üstüne yattığın için dokunmuş olmalı. Sen kesin üşütmüşsündür de o yüzden spazm geçiriyor olmalısın."

"Hiç düşünmemiştim dokunacağını. Sizin de gününüzü mahvettim. Kusura bakmayın."

"Saçmalama, senden değerli değil ya, şapşal arkadaşım benim."deyince gülüştük.

"Şimdi nasılsın?"

"Daha iyi gibiyim. Dönelim istersen."

"İyi hissediyorsan dönelim tabi."

"Elhamdülillah, şu an çok daha iyiyim. Geçti herhalde artık."

Birlikte kamp alanına döndük. Elhamdülillah ki daha iyi hissediyordum. Lakin korkudan bir şey yiyemedim. Tekrar dokunur da kusarım diye aç olsam da yiyeceklere yaklaşamıyordum hazır iyi de hissediyorken. Biraz zaman geçsin, eğer gerçekten iyi hissediyorsam yerdim. Kızların içi hiç rahat etmemişti tabi bu konuda fakat böylesinin daha doğru olduğunu onlar da biliyordu. Zaten aradan yarım saat geçtikten sonra şiddetli bir mide bulantısı ve mide spazmı ile lavaboya koştum. Kızlar da arkamdan gelmişti endişeyle.

Kabinlerden birine girip içimde ne varsa kustum yine. Kusmaktan başım dönmüştü. Zira mide spazmı kusmayı güçleştiriyor, ben de acı çeke çeke kusuyordum adeta. Kabinden çıktığımda elimi yüzümü yıkadı kızlar. Yine dışarı çıkıp aynı ağacın altında oturdum tekrar bir kusma tehlikesine karşın. Kızlara ne kadar gidip kahvaltılarına devam etmeleri için ısrar etsem de yanımda kalmak istemişlerdi. Biraz temiz hava aldıktan sonra midem yine hareketlendi ve gidip yine kustum.

Maalesef öğlene kadar hep böyle devam etti. Yarım saatte bir midem bulanıyor ve yarısında da kusuyordum zaten. Bu yüzden geldiğimden beri ağzıma hiçbir şey almadım. Bir ara biraz poğaça yiyeyim dedim, burnuma gelen yağ kokusu beni mahvettiği için onu da geri kustum. Öğle namazını kıldıktan sonra kızlar voleybol oynamaya gitti. Beni daha iyi gördükleri için. Gerçekten öğleden sonra biraz daha toparlanmıştım. Kızlar her seferinde hastaneye gitmek için ısrar etse de geçer deyip onlara itiraz ediyordum. Zaten ikindiden sonra otobüs gelecekti, onunla geceye kalmayanlar geri dönecekti. O zamana kadar sabretmem gerekiyordu.

Kızlar kendi aralarında voleybol oynarken birkaç kişi de onlara katılınca itiraz edememişlerdi tabi. Ben de masada oturup onları izliyordum. Gerçi hasta olmasam yine oynamazdım, o ayrı mesele. İslam'ın kızı gereği her türlü haram ortamdan kaçınmalıydım.

Bir elimi yanağıma dayayıp onları izlemeye devam ederken elinde birkaç kağıtla Yalın geldi.

"İclal iyi misin sen? Çok solgun görünüyorsun."

"Değilim. Mideme bir şey dokunmuş galiba. Buraya geldiğimizden beri kusup duruyorum."

"Oh! Çok geçmiş olsun. Hastaneye gidelim mi?"

"Gerek yok, teşekkür ederim. Şimdi çok daha iyiyim."

"Pekâlâ. Ben de sana münazara için gelmiştim ama yarın yaparız. Sen biraz dinlen burada."

"Ben de bunu söyleyecektim. Anlayışın için sağ ol Yalın."

"Ne demek. Bir şeye ihtiyacın olursa ben buralardayım."

"Teşekkürler."dedikten sonra başını sallayıp gitti.

Biraz sonra Uraz da kızlara voleybol oynarken katılmıştı. Zeynep hemen yer değiştirip onun yanına gitti. Aralarında top sekerken çocuğun biri sert bir servis atınca top benim tarafıma geldi. Herkes bana rica eden gözlerle bakınca göz devirip ayağa kalktım. Top biraz arkama düştüğü için gidip onu aldım ve tam onlara atıyordum ki öyle şiddetli bir baş dönmesi ile karşı karşıya kaldım ki istemsizce elim başıma gitti. Nefes alışverişlerimin zorlaştığını hissediyordum. Gözlerimin önü ise bir kararıp bir aydınlanıyordu. Birden her şey ters döndü ve dengemi kaybedip düşmeden önce herkesin bana doğru koştuğunu gördüm. Ağızlarında ise ismim kol geziyordu. Başım yere değer değmez gözlerim kapanmıştı. Sonrası karanlık...

***

Gözlerimi açtığımda hastanede bir odada yatıyor buldum kendimi. Kolumda bir damar yolu, onu izleyen bir serum.

Kendimi çok halsiz hissediyordum. Öyle ki tüm kanım çekilmiş gibiydi. Sürekli bir uyuma isteği de hakimdi tabi. Bugün gerçekten çok zor bir gün olmuştu şüphesiz. Bir süre kendime gelmeye çalışırken kapı açıldı ve kızlar geldi.

"Elhamdülillah uyanmış. Bizi çok korkuttun İclal. Hepimizi."dedi Hilal.

"Özür dilerim kızlar. Bugün bana ne oldu, hiç bilmiyorum."

"Önemli değil. Düşünme sen bunları. Nasıl hissediyorsun kendini?"diyen de Zeynep idi.

"Berbat. Üstümde tonlarca moloz var sanki."

"Hiçbir şey yemediğin için tansiyonun düşmüş İclal. Bu yüzden baygınlık geçirdin. Fatih hoca bol miktarda serum verdi sana."

"Nasıl yiyebilirdim ki Ebru? Her yediğimi kusuyordum. Siz de gördünüz. Bu arada ben nasıl geldim buraya?"

"Uraz kamp alanındaki bir arabayı ayarladı. Ve şey..."

"Ne oldu Hilal, niye gerildin?"

"Kızacaksın ama seni kucaklayıp arabaya da o koydu. Sonra da onunla birlikte hastaneye getirdik seni."

Gerçekten sinirlerim gerilmişti.

"Ama çocuk iyilik yaptı İclal. O an hepimiz çok panik oldu. Başına ilk koşan da Uraz oldu zaten. Yanaklarına dokundu falan-"

"Ne dedin sen Ebru? Yanaklarıma mı dokundu?"

"Yahu bilincin yerine gelsin diye."

"Ona mı kaldı bana dokunmak? Siz oradaydınız, o ne karışıyor!"

"İclal-"

"Hayır Hilal. Bu benim kırmızı çizgim. Her ne kadar bir sağlık sorunu olsa da orada bir sürü sağlıkçı hanım vardı. Ve herkes benim bu konuda ne kadar hassas olduğumu biliyor."

"Biliyorum, haklısın ama dedik ya hepimiz çok panik olduk seni öyle görünce. Hiçbir şey aklımıza gelmedi o an. Hatta tek soğukkanlı olan kişi Uraz oldu."

"Tamam neyse kızlar. Kapatalım bu konuyu artık."

Kızlar Uraz ve benden bahsettikçe Zeynep'in yüzünde oluşan tepkileri fark etmemek elde değildi. Tek kelime bile etmemişti bu konuda. Belli ki Uraz'ın bana bu kadar ilgili davranmasına bozulmuştu ama sandığı gibi hiçbir şey yoktu ortada.

"Hadi kızlar, biz biraz dışarı çıkalım da İclal dinlensin."dedi Ebru.

"İyiyim ben merak etmeyin. Ayrıca sert çıkıştım ise beni affedin. Bugün hiç iyi değilim, biliyorsunuz."

"Biliyoruz güzelim biliyoruz. Bu yüzden dinlenmen gerek ya. Biz buralardayız. Serumun bitince de eve gideriz. Anlaştık mı?"diye alnımı öptü Hilal. Gülümseyip başımı salladım. Ebru da öpücük attı ve çıktılar. Zeynep'ten yine bir tepki yoktu.

Onlar çıktıktan sonra aklıma ikindi namazı geldi. Hemen telefonu elime alıp saate baktım. Daha vakit çıkmamıştı. Namazımı kaçıramazdım. Şu serumu kapatmalıydım ki gidip abdest alabileyim lakin tek elle bu mümkün gibi görünmüyordu. Af, kızlar da gitmişti. Şimdi ne yapacaktım? Yatağın baş ucundaki hemşire butonuna bassam da gelen giden olmadığı için dayanamayıp kendim kapatmaya çalıştım. Fakat ne mümkün! Bir türlü başarılı olamıyordum.

Sonra elimin yanında beliren el ile refleks ile başımı kaldırdım. O gelmişti. Uraz... Serumu kapatıp damar yolumun kapağını da kapatmıştı. Ona engel olmamıştım çünkü arada namaz vardı, acelem vardı, şu an tek yanımda olan o vardı. O yüzden de ses çıkarmamıştım.

"Artık lavaboya gidebilirsin."dedi gülümseyerek.

Başımla teşekkür edip lavaboya gidecekken acele ettiğim için feracemin arka eteğine bastım ve tam arkaya doğru düşecekken o el bu sefer belimi kavramış ve kendine çekmişti. Benim kıpkırmızı yüzüm, Uraz'ın endişeli ve şaşkın yüzüyle karşı karşıya kalınca gözlerimiz bir süre birbirinden ayrılmadı. Kalbim utançtan mıdır nedir öyle hızlı çarpıyordu ki boğazım kurudu adeta. Bu gözler niye bu kadar tanıdık geliyordu? Derken ateşe değmiş gibi geri çekildim. Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki bu sakarlığım için kendime sövmeden edemedim.

"İyi misin İclal?"

"E-evet."

"Dikkatli ol biraz. Ne zaman heyecan yapsan kendine zarar veriyorsun."

"Sen nereden biliyorsun bunu?"diye şaşkınlık içinde ona baktım.

"Şey... Ben... Sadece bir öngörü. Yani görüneni söylüyorum."

Ne kadar ikna olamasam da "Anladım."diye cevap verdim. Benim ona hâlâ şüpheyle baktığımı görünce odadan çıkıp gitti.

Derin bir nefes aldım. Geçecek İclal geçecek. Yarın, bugünü hiç yaşamamış gibi hissedeceksin Allah'ın izniyle. Sadece git ve abdestini al. Sonra da namazını kılıp serumunun bitmesini bekle.

Ne zaman heyecan yapsan kendine zarar veriyorsun...

Ben mi çok şüpheciyim yoksa Uraz mı şüpheli davranıyordu? Hayır İclal hayır! Düşünme bunları düşünme. Daha iki gün önce verdiğin kararları düşün. Hiçbir şey sorgulama, akışına bırak, Rabb'ine bırak.

Bir besmele çekip sakinlikle abdest alıp namaz kıldım. Daha sonra benim bastığım butonun sinyalini geç aldığını söyleyen hemşire gelip serumu taktı. Bir saat sonunda biten serum ile Ebru taksi ayarlarken Hilal ile hem benim eşyalarımı toplamıştık hem de Uraz'ın yanında yaptığım sakarlık yanlışlıkla ağzımdan kaçmıştı. Hilal bununla ilgili bir sürü yorum yaptı tabi. En son konuyu Uraz'ın bana karşı hisleri olup olmadığına getirince maalesef ki Uraz hakkında biraz sert konuşmuştum. Ona karşı bir şey hissetmediğimi, hatta mümkünse hayatımdan çıkıp gitmesini istediğimi söyledim. Bugün yaşanılan o kadar ağır şeylerin üstüne bir de Hilal yerin altına gömdüğüm sevilebilme umudumu kamçılayınca böyle bir tepki göstermiştim doğal olarak. Buna rağmen çok pişman olmuştum. Yaptığım doğru bir şey değildi. Uraz'dan mutlaka en yakın zamanda helallik almam gerekiyordu. Bunu yarına erteleyerek kızlarla birlikte eve gitmiştik. Zeynep aralarında yoktu, tahmin ettiğim sebepten ötürü. Ne kadar yanımda kalmak isteseler de iyi olduğumu söyleyip onları evlerine göndermiştim. Benim yüzümden yeterince yorulmuşlardı zaten bugün. Ben de yatsı namazını kıldıktan sonra uyumuştum hemen.

Sabah olduğunda dinç ve dinlenmiş olarak uyandım elhamdülillah. Hatta kendimi o kadar iyi hissediyordum ki korkmadan doya doya kahvaltı yaptım. Her zamanki rutinlerden sonra iş günüm olduğu için hastaneye gittim. Kızlarla güzel vakitler geçirmiştik dünden sonra acısını çıkarmak istercesine.

Öğle arasına kadar gözüm hep Uraz'ı aradı. Zira ondan almam gereken bir helallik vardı fakat hiçbir yerde onu bulamamıştım. Dün hakkında çok sert konuşmuştum. Nasıl söyleyecektim bunu, bilmiyorum ama üstümde bir kul hakkının durması şu an beni rahatsız eden daha önemli bir şeydi. Dünkü olay nedense hep gözümün önündeydi. Çok utanç verici bir durumdu maalesef. Sadece o değil, gözlerinin tanıdık olması, tuhaf sözleri de dün bütün gün aklımı kurcalasa da bugün her şeyle barışık olarak uyanmıştım. Öyle olması gerekiyordu. Zira içime sıkıntı olduktan sonra hayat enerjim azalıyordu. Bu durumda yapılacak en iyi şey akışına yani Cenab-ı Allah'a bırakmaktı...

Öğle arasına girince çayımı alıp temiz hava almak için bahçeye çıktım. Tahmin ettiğim gibi hemen Yalın gelmişti arkamdan. Dünden sebep hal hatır sorduktan sonra direkt konuya girdi. Bana araştırdığı şeyleri gösterdi. Çok heyecanlıydı. Allah'tan bahçe kalabalıktı da onunla yalnız kalmış olmuyorduk. Aksi takdirde üçüncü kişimiz şeytan olurdu Allah muhafaza eylesin ki.

"Gördün mü İclal? Kur'an'da birçok ayet bilimle çelişiyor. Hz. Adem dediğiniz zat ile ilgili geçmişe dayanan hiçbir kanıt yok ama Darwin'in evrim teorisi kanıtlandı. İnsan denen varlık maymunun evrimleşmiş halidir. Hayvanlar arasında maymunla insanın bu kadar benzerlik göstermesi başka türlü açıklanamazdı zaten. Şu an bilim dünyasında bu kabul görüyor. Yani teknik olarak bilim, İslam'ı ve Kur'an'ı çürütüyor bu gerçeklerle. (Haşa)"

"Pekâlâ. Sana bir şey sorabilir miyim?"

"Tabi. Dinliyorum?"

"Sence bilim doğrulanarak mı ilerler yoksa yanlışlanarak mı?"

Biraz düşündü.

"Doğrulanarak değil mi? Yani mantıken öyle olması gerekiyor."

"Yanılıyorsun. Bilim eğer doğrulanarak ilerlerseydi hiçbir zaman, hiçbir noktada gelişemez, insanlık için sığ bir kavram olarak kalırdı. Fakat yanlışlanarak ilerleyen bilim, kendini geliştiren, çağa ayak uyduran, sırları açığa çıkaran, bunun için uğraş veren, gittikçe doğruya ulaşmaya çalışan bilimdir. Bu doğrultuda bilimin açıkça yanlışlanarak ilerlemekte olduğu ifade edilebilir. Bilimin yanlışlanarak ilerlemesinin elbette çok anlamlı bir sebebi vardır. Örnek vermek gerekirse evren modelleri arasında kronolojik bir sıraya bakıldığında Batlamyus modelinden, Kopernik modeline, Kopernik modelinden Galileo'nun gözlemsel astronomik teorisine kadar bilim yanlışlanarak ilerlemiş, günümüzde yine Galileo'nun teorisi kabul görmektedir. Ama ilerde bir gün bu teori de yanlışlanabilir. Galileo'nun teorisinin üstünde bir teori çıkmadığı için bu şimdi kabul görüyor yani mutlak doğru sayılmaz.

Başka bir örnek teşkil eden konu ise dediğin gibi Darwin'in evrim teorisidir. Popper'a göre, her şeye rağmen bir bilimsel önermenin -bilimsel- sayılabilmesi için yine sınanabilir olması gerekmektedir. Yoksa onu yanlışlayabilme imkanını yitiririz. Bir önerme ne kadar sınamaya elveriyorsa o kadar yanlışlanmaya elveriyor demektir; bu aynı zamanda o önermenin o denli bilimsel olduğunu gösterir. Sözgelimi bir çok olguya evrim teorisinin doğrulandığı söylenir. Ama biz bu teoriyi sınayamıyoruz. Şu halde evrim teorisi bilimsellik kriterine çok az yaklaşıyor demektir. İlhan Kutluer "Modern Bilimin Arka Planı"adlı kitabında buna açıkça yer vermektedir.

Bilimin yanlışlanarak ilerlediğini bunun gibi birçok örnekle kanıtlamak mümkündür. Bir olguya kesin gözüyle bakmanın yanlış olduğunu, bilimsel sayılması için sınanabilmesi gerektiğini, doğruya ulaşmanın yolunun her zaman, her yerde yanlışlanarak ilerlemesinin elzem ve ekstrem olduğu açıkça görülmektedir. Bilimin amacı, kâinatın sırlarını anlayabilmek, evrenin insanla ilişkisini anlayabilmekse bir önermeye doğru gözüyle bakarak körü körüne bağlanmak bağnazlıktan öteye geçmemektedir. Bilim eleştiriye açıktır, her mantıklı fikre kucak açmaktadır. Bilim aslında zaten teori demektir. Bilimin ilerlemesi ise bu teorilerin sınanabilmesi ile olmaktadır. Bilimi anlayabilmenin yolu budur. Yani Yalın, Darwin'in evrim teorisi bilimsel bile değilken kalkıp bir şeyle çelişmesi oldukça anlamsız. Böylece evrim teorisini çürütmüş olduk. Sadece bir grup insanın bunu böyle kabul etmesi işine geliyor ki tek amaçları Kur'an'ı yanıltmak ama haşa! Öyle bir şey olamaz. Neden biliyor musun?"

"Neden?"

"Çünkü Kur'an mutlak doğrular içerir. Bilim ise her zaman yanlışlanarak ilerler. Bu yüzden Kur'an bilimle çelişiyor diyemezsin. Bilim yanlışı sınaya sınaya ilerlediği için bilim Kur'anla çelişir, Kur'an bilimle değil çünkü Kur'an zaten mutlak doğrudur. Bugün günümüz müslümanların yaptığı en büyük hatalardan biri bu. Kur'an'ı bilimle karşılaştırmaya çalışıyorlar. Kur'an evrensel bir kitaptır, her çağa farklı hitap eder, sen onu okudukça keşfedersin. Bu yüzden bilim doğruya ulaşmak istiyorsa elbette Kur'an'dan yararlanabilir. Bu onu daha çok geliştirir. Ancak günümüzde çok az insan bunu yapıyor. Bilim çok güzel bir şeydir. Zaten ilmin kendisidir ancak kıyamete kadar teorileri sınaya sınaya ilerleyecek. Bu onun özü ve gerçeğidir. Sınaya sınaya ilerleyen bir şeyi mutlak olan Kur'anla karşılaştırmak ne denli yanlış ise Kur'an'ın bilimle çeliştiği söylentisi de bir o kadar yanlıştır. Zira yanlışlanan bir şey elbette doğruyla çelişir. Çünkü doğru ile yanlış her zaman çelişir mantıken. Bilmem anlatabildim mi?"diye bitirdikten sonra Yalın ağzı açık bir şekilde bana bakıyordu.

"Se-sen bu kadar bilgiye nasıl ve nereden, en önemlisi ne zaman ulaştın, hangi ara?!"

Gülme isteği gelse de kendimi tutup tam Yalın'a cevap veriyordum ki nefes nefese Hilal geldi yanımıza.

"Gençler duydunuz mu bomba haberi?"

"Ne olmuş? Umarım dedikodu değildir Hilal?"

"Yok İclal yok. Bildiğin bomba haber. Hem de Uraz ile ilgili."

"Uraz mı, ne olmuş Uraz'a?"diye bu sefer de soran Yalın olmuştu. Kaşları çatılmıştı.

"Uraz gitmiş!"

"Ne demek gitmiş?"dedim şaşkınlıkla. Böyle bir şey nasıl olurdu?

"Gitmiş işte. Hastaneden ayrılmış..."

-Bölüm Sonu-

Loading...
0%